Messi’nin Barcelona’dan Ayrılışı Futbolda Romantik Dönemin Sonuna İşaret
Barcelona’da Messi romantik fikri, ikonik bir oyuncunun bir kulübe nasıl girebildiğinin, taraftarların tutkusunu nasıl işleyebildiğinin ve bir dönemi nasıl belirleyebildiğinin solmakta olan ışığıydı. Messi’nin en parlak günleri geride kaldı ve sporcu, kulüp ve bir spor dünyasının tümü arasında böylesine bir ilişki kurulması ihtimali de bununla birlikte kayboldu. Bu ihtimal bir daha gelmeyebilir.
Bir futbolcu ile ona yılda 150 milyon Pound’dan fazla ödeme yapan futbol takımı arasındaki ilişkiyi “romantik” diye adlandırmak biraz tuhaf. Bu oyuncu, takımın kötü finansman yönetimine, başarısız yatırımlarına, küçük düşürücü Avrupa yenilgilerine ve genel olarak yetersizliğine – ve aynı zamanda en iyi arkadaşının üç kuruş için takımdan ayrılmasına ve daha sonra da ligi alacak olan rakip bir takıma geçmesine izin vermesine – anlaşılır biçimde kızarak, son birkaç sezonun çoğunu sahaya ve sahanın dışına öfkeli bakışlar atarak geçirmişse durum daha da tuhaf. Yine de küresel finans çağında modern Avrupa futbolu standartlarına göre Lionel Messi ve F.C. Barcelona arasındaki ilişki romantik. Süper Lig yılında Messi’nin Barcelona’dan ayrılması—ve Paris Saint-Germain’e olası geçişi—sadece küresel futbolun insanda heves bırakmayan, tatsız finansal realitesinin altını çiziyor.
12 yaşındaki Lionel Messi—o zamanlar, Johan Cruyff’nin cebine sığabilecek kadar küçüktü— kulübe katılmak üzere bir peçeteye imza attığında, Barcelona muhtemelen dünyanın en ünlü futbol kulübüydü: Takımda Romario, Kubala ve elbette, modern futbolun gelişiminde neredeyse en etkili isimlerden olan Cruyff de yer alıyordu. Ve 21 yıl sonra da Messisiz bir Barcelona düşünmek imkânsız.
Messi’nin La Liga’nın oyunculara ödenebilecek en yüksek ücrete ilişkin kuralları uyarınca istifa edemediğine dair haberler ilk kez gündeme geldiğinde buna gerçekten inanmamıştım. Bu şüphesiz bir hile, dünyanın en iyi oyuncusunu takımda tutabilmek için lig kurallarının değiştirmesi yönünde lige baskı yapmanın akıllıca bir yoluydu. Pazar günü erken saatlerde Messi’nin Paris Saint-Germain ile anlaştığı tamamen netleştikten sonra, Messi olmadan Barcelona’nın başlangıç sıralamasının nasıl olacağını hayalimde canlandırmaya çalıştım. Sağ kanat ya da sahte 9 pozisyonlarını doldurmaya çalıştığımda başarısız oldum. Antoine Griezmann ya da Memphis Depa’nın—bırakın Martin Braithwaite’yi—Barça’nın uğurunun bıraktığı boşluğu doldurduğu fikrine sadece gülebildim.
Görünen o ki Messi de, neredeyse iki yıldır açıkça ayrılmayı düşünmesine rağmen, kulübün kendisi olmadan nasıl olabileceğini tasavvur edemiyor (Bu çarkın, 2019 Şampiyonlar Ligi yarı finallerinde Barcelona’nın Liverpool’a feci bir şekilde 4-0 yenildiği maçta Divock Origin’in harikulade ikinci golünün ardından gelen saniyelerde dönmeye başladığını anlayabilirsiniz). Arjantinli forvet pazar günü gerçekleşen, kulübe veda ettiği basın toplantısında daha bir şey söylemeden ağlamaya başlamıştı. “Gerçekten çok üzgünüm, çünkü ayrılmayı istememiştim, bu kulübü seviyorum” demişti. Son zamanlarda giderek daha da görünür olan bir parça savunma da vardı: “Bunu beklemiyordum. Hiçbir zaman yalan söylemedim; hep açık sözlü ve dürüst oldum. Geçen sene ayrılmak istemiştim; bu yıl istemiyordum. Bu nedenle de üzgünüm.”
Messi 34 yaşında, yaş almayla gelen olgunluğun havasına girdi, daha fazla hayal kırıklıkları ve daha fazla yükü var: 2015’ten bu yana Şampiyonlar Ligi’ni alamadı ve önümüzdeki kış Katar’da Arjantin’e Dünya Kupası şanı getirme gibi son bir şansı olacak. Yine de hâlâ olasılıkla dünyanın en iyi oyuncusu— ileride takım arkadaşları olacak Neymar ve Kylian Mbappe de – ezeli rakibi Cristiano Ronaldo’nun yanı sıra – tek gerçek rakipleri.
Messi’nin yirmi yılı aşkın bir süre evi olarak adlandırdığı Katalan kulübünden ayrılması trajik olacaktı, ancak bu özel olayın gelişiminde dikkate değer bir biçimde keyif kaçıran bir durum söz konusu. Messi’nin Paris Saint German’a gitmesi, LeBron James’in Lakers’a geçiyor olmasını olumlu anlamda övgüye değer kılıyor. Bunun en önemli nedeni Fransa’nın bu kulübünün, artık Avrupa’daki herhangi bir diğer takımdan daha iyi, bir çift omuz değilse bile en azından, bir kafa olarak görünüyor olduğu gerçeği.
Geçtiğimiz ay 1. Lig’de ikinci gelen takım, kaleci Gianluigi Donnarumma’yı takıma ekledi—Avrupa şampiyonasının yeni en iyi oyuncusu olmaya aday gösterilen; şimdiye kadar olasılıkla ortada oynayan en iyi defans oyuncusu, efsanevi savunma oyuncusu (ve savaş suçlusu) Sergio Ramos; dünyanın en genç bek oyuncularından biri olan Achraf Hakimi; İsviçre çakısı orta saha oyuncusu Gini Wijnaldum ve ah, ayrıca Messi. Neymar, Mbappe ve Messi’den oluşan bir hücum hattı büyük olasılıkla dünyanın gördüğü en iyi hücum hattıdır: Belki de birileri, biz konuşurken Avrupa Kupası’na şablonla “Paris Saint-Germain” yazıyordur.
Ancak Messi’nin ayrılışı sadece süper bir takıma katılıyor olduğu için üzücü değil—neticede yirmi birinci yüzyılda futbol bu. Üzücü çünkü Messi’ye iyi seçenekler bırakılmış değildi ve kesinlikle romantik seçenekler de yoktu. Messi hiçbir suretle Leeds United’a katılmazdı— gerçi Marcelo Bielsa’yı ona bağırıp çağırırken görmek müthiş olurdu. Ancak seçeneklerden biri şampiyonluklara ve kupalara gerçek bir vuruş olsa dahi Messi’nin bu seçeneklerle baş başa kalması pek de iyi bir şey değil.
Kulüp el yordamıyla yıllarca süren finansal kötü yönetiminden çıkış yolu aramaya çalıştığı için (olasılıkla) kayıp bir sezon daha geçirirken, kaşlarını çatarak Barcelona’da kalabilirdi. Messi ve Barcelona eşanlamlı—hatta simbiyotik—hoş, Camp Nouda’da oynadığı son yılların içi boşaltılıyor. Barcelona’nın önceki başkanı- müsrif (2018’de Phillipe Coutinho için 160 milyon pound, 2017’de Ousmane Dembele için 135,5 milyon pound ve 2019’da Griezmann için120 milyon pound) ve aptalca (üçü arasında 55 gol fark var) harcamalar yapan- Josep Maria Bartomeu’nun ateşler içinde bıraktığı enkaz, kulübü söndürülemeyecek mali bir faciaya dönüştürdü.
Kimileri, “romantik” bir seçenek önerdiler—Messi Barcelona’ya dönsün ama kendisine hiçbir şey ödenmesin. Bu aslında barındırdığı sinizm nedeniyle itici: Dünyanın en büyük oyuncusunun F.C. Barcelona’yı içinde bulunduğu güç durumdan çıkarmaya yardım etmek amacıyla tek bir sent kaybetmesi için hiçbir sebep yok. (Ücret almamak da pek fazla işe yaramayacaktı. Kulüp Messi’nin ücreti dahil, gelirinin yüzde 110’unu maaşlara ödüyordu; Messi’ye ücret vermedense yüzde 95 ödüyor. Barcelonaya da tasarruf tedbirleri geliyor.)
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Diğer seçenekler daha da moral bozucu. Paris Saint Germain’ın sahibi, kulübü ülkesinin insan hakları ihlallerini aklamak için kullanan bir Katarlı. 2022 Dünya Kupası’na 18 aydan daha az bir zaman kalmışken Messi’nin takıma dahil olması harikalar yaratacak. Messi’nin katılabileceği bir diğer kulüp olan Manchester City’nin sahibi ise bu kulübü tam olarak aynı amaçla kullanan Birleşik Arap Emirlikleri. Chelsea’nin sahibi Rus oligark Roman Abramovich. Diğerleri taraftarsız oynadıkları bir yıl nedeniyle hâlâ sıkıntıdayken ve kemerlerini sıkarken, bu üç kulübün son ayda müsrifçe harcama yapması beklenmedik bir şey değil.
Avrupa futbolunun finansal dengesizliği öyle yakışıksız bir hâle geldi ki sadece petrol ülkeleri ya da petrol oligarklarının finase ettiği kulüplerin oyunculara bu düzeyde gücü yetebilir. Bu arada Avrupa’nın en büyük takımlarından pek çoğu—özellikle de İtalya’dakiler—çareyi yangından kurtardıklarını satmada buluyor.
Bu ne sürdürülebilir ne de sağlıklı. En büyük takımlara daha fazla para ve daha fazla güç vermek de çözüm getirmeyecek. Bu yıl, Avrupa’nın büyük kulüplerinin kıtanın rekabetçi yapısından geriye kalan yok denecek kadar az ne varsa tüketmeye yönelik başarısız (ancak büyük olasılıkla hâlâ süren) teşebbüsü olan Süper Lig’in yılıydı. Avrupa futbolunu Amerikanlaştırmaya yönelik çürük ve kötü bir şekilde tasarlanmış bu girişim tam spektrum bir facia. Ancak kalan mevcut yapılar da oldukça uzun bir zamandır çürümekte.
Barcelona’da Messi romantik fikri, ikonik bir oyuncunun bir kulübe nasıl girebildiğinin, taraftarların tutkusunu nasıl işleyebildiğinin ve bir dönemi nasıl belirleyebildiğinin solmakta olan ışığıydı. Messi’nin en parlak günleri geride kaldı ve sporcu, kulüp ve bir spor dünyasının tümü arasında böylesine bir ilişki kurulması ihtimali de bununla birlikte kayboldu. Bu ihtimal bir daha gelmeyebilir.
Bu yazı New Republic sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.