Michael Kohlhaas Çok Zor Yazılır
İnsanların çoğunluğu anlaşılmak ister, hatta anlaşılmamak büyük ruhsal çöküntülerin kaynağıdır. Bununla birlikte, anlaşılmamak için çırpınanlar da var. Rus biçimcilerinden Viktor Şklovski, Rusça “ostraneniye” adını verdiği yöntem tekniğinin edebiyattaki kullanımını keşfetti. Algıyı geciktirmek, güçleştirmek amacıyla edebiyatta genellikle yabancı bir dile başvurulur. Yabancı dile başvurunun bir diğer örneği de dindir.
Türkçe olimpiyatı yapan bir topluluğun dil konusunda duyarlı olması beklenir ama yıllardır FETÖ’nün elinde bulunan kamu kurumları aracılığı ile Türkçe sözcüklerin pek çoğu dilimizden çıkarıldı ve yerine İngilizceleri konuldu. Belediye otobüslerinde “düğme” yerine “buton”a basıyoruz, hastaneye “cankurtaran” yerine “ambülans” ile gidiyoruz, TRT “sunucu”larının yerini alan “spiker”ler “ayrıntı”lar yerine “detay”lara geçiyor. Dili melezleştirme çabaları, dinlerarası diyalog meselesi gibi ideolojik gerekçelerle yapılıyor. Amaç toplumu kimliksizleştirmek.
Anlamsızlığın Gizlenmesi Ve Ostraneniye Tekniği
Rus biçimcilerinden Viktor Şklovski, Rusça “ostraneniye” adını verdiği yöntem tekniğinin edebiyattaki kullanımını keşfetti. Algıyı geciktirmek, güçleştirmek amacıyla edebiyatta genellikle yabancı bir dile başvurulur. Asurlular Sümerceyi, Japonlar Çinceyi, Avrupa Cermenleri Latinceyi, Persler Arapçayı, Türkler de Farsçayı kullandılar.
Yabancı dile başvurunun bir diğer örneği de din. Sümerler ortadan kalktıktan sonra Asurlular Sümerceyi din dili olarak kullanmaya devam etti. Avrupa Cermenlerine İncil Latince ya da Yunanca sunuldu. Amaç dinî metnin anlaşılmasını engellemekti. Anlaşılmayan bir dinî metin kitleler üzerinde büyü etkisi yapıyor, herkes ruhban sınıfının aracılığına boyun eğiyordu. Protestanlığın ortaya çıkmasıyla İncil’i milli dilinden okuyan ve anlayan Alman köylüleri, kitapta insanların soyluların kölesi olmasına dair bir ifade olmadığını gördüler ve 1524-1525 yıllarını kapsayan ünlü Alman köylü ayaklanması ortaya çıktı. İncil’i Almancaya çevirip köylülerin aydınlanmasını sağlayan Luther ise tuhaf bir biçimde ayaklanma sırasında soylulardan yana tavır aldı. Heinrich von Kleist’ın Michael Kohlhaas adlı romanı bu olayı konu eder.
İnsanların çoğunluğu anlaşılmak ister, hatta anlaşılmamak büyük ruhsal çöküntülerin kaynağıdır. Bununla birlikte, anlaşılmamak için çırpınanlar da var. Gazetelerin köşe yazılarında anlamını bilmediğimiz yabancı sözcüklerden kurulu cümleler görürüz: “Efendimiz’le ilgili bütün ayetler, Efendimiz’in epistemolojik kişiliğinden ziyade, ontolojik varlığından söz ederler.”, “O’nun özellikleri hakkında bizi bilgilendiren epistemolojik tanımlamalar değil, ontolojik tanımlamalardır: Yani, “Şahid”, “Mübeşşir” ve “Nezîr” kavramları, Efendimiz’in sıfatları değil, Zat’ına ait kavramlardır.”.
Bu yazıları okuduğumuzda düşük kültürümüzün anlamamıza yetmediği, yüksek seviyede bir şeylerden söz edildiğini düşünürüz. Oysa yukarıdaki örneklerde geçen epistemolojiyi bilgi sosyolojisi yapsak; ontolojiyi varlıkbilim, mübeşşir ve neziri de müjdeleyici ve ikaz edici yapsak; büyü bozulacak ve yazının bir anlamının olmadığı, kavramların saçı saçar gibi rastgele kullanıldığı ortaya çıkacak.
“Keloğlan Etkisi”
İnsan düşüncesini dil oluşturur. Birçok dilde akıl ve konuşma anlamındaki sözcükler aynı kökten gelir (mantık-nutuk, logic-logos vb.). Edebi dilde bir metni her okuyanın ondan başka bir anlam algılaması metnin başarısı olarak görülür ama felsefe ya da bilim için durum böyle değil. Bu ikisinde bir ifadeden herkes aynı anlamı çıkarmalıdır, aksi durumda o ifade anlamsız yani saçmadır. Mantıkçı Pozitivizm dilin çok anlamlılığını bir kusur olarak görür ve matematiğin, dilin yerini alması gerektiğini savunur.
Artık şu aforizma, eski tabirle vecize meselesine gelebiliriz. Aforizma hakikatin bir ifadesi (hakikatin sayısız ifadesi olabilir) ya da kısa ama zekice dile getirilmiş bir görüştür. “Aforizma” sözcüğünü ilk Hipokrat kullandı. Hipokrat’ın aforizmalarını okuduğunuzda, hastalıkların teşhis ve tedavileri hakkında olduklarını görmek sizleri şaşırtabilir. Aforizmalar kökenlerinde; henüz bilimin konusu olmayan alanlar için söylenen, deneyime ve gözleme dayanan ifadelerdi. Aforizmalar kesinlikle boş laf değildir. Herakles’in, Pascal’ın ya da Nietzsche’nin aforizmaları hikmetlidir ve en az sözcükle en yoğun anlamı ifade ederler. Aforizmalar felsefenin ortaya çıkmasından önceki hikmet geleneğini temsil ederler.
Aforizma söylemek ucuz bir iş değildir. Andrew Hui, anlamını bilmeden bilgece sözleri söylemeye Hamlet’teki Polonius’tan esinlenerek “Polonius etkisi” diyor. Bilgece sözleri yanlış yerde ve yanlış zamanda söylemeye de “Sancho Panza etkisi” diyor.
“Düşünmek daima düşünmeyi düşünmektir”, “okumak dokumaktır” benzeri cümleler; aforizma ya da vecize değildir. Bunlarda hiçbir hikmet yoktur. Bu cümlelerde okuyanları etkileyen, ses tekrarlarından kaynaklanan şiirsel etkidir ama bu tür laflar şiir de değildir. Kavram üretmek adına bunlara “Keloğlan etkisi” gibi bir isim versem, halk irfanına hakaret etmiş olurum. Biz zaten Michael Kohlhaas’ın nasıl yazıldığını hâlâ bilmiyoruz. En iyisi sözü tadında bırakmak.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.