Molla Rejimi Gölgesinde Toplumsal Yapı ve İran’da Kadın Olmak

Mahsa Amini’nin ölümünün, kadınlar arasında uzun yıllardır bastırılmış enerji ve mücadele azmini açığa çıkardığı kesin. Her yaştan ve her kesimden İranlı olayı protesto etmek için açıkça ve korkusuzca sokaklara döküldüğüne göre, yalnızca kadınların değil genel olarak İran toplumunun insan haklarına saygılı ve daha özgür bir rejim istediği, hatta rejimin gitmesi gerektiğine inandığı su götürmez bir gerçek.

mahsa amani

İran’da şer’i rejimin kıyafet kurallarına uymadığı gerekçesiyle gözaltına alınan ve ahlak polisi tarafından gördüğü şiddet sonrası hayatını kaybeden 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin ölümü sonrasında tüm dünya kamuoyunun gözleri İran’a çevrildi. Aslında İran’da kadınlara yönelik böyle baskı ve şiddet olayları ilk kez olmuyor, sadece bu kadar belirgin bir biçimde gün yüzüne çıkmamıştı. Protestoların bu kadar güçlü bir şekilde İran dışındaki ülkelere de sıçraması, konunun yalnızca ulusal değil evrensel bir nitelik taşıdığının ve artık “bıçağın kemiğe dayandığının” bir göstergesi.

 

İran’da son dönemlerde yaşanan olayları daha iyi anlamak için biraz geçmişe gitmek ve İran’ın genel toplumsal yapısına vurgu yapmak gerekir. 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi sonucunda dini lider Ayetullah Humeyni’nin iktidara gelmesiyle birlikte İranlı kadınların kendilerine dayatılan şer’i rejimin hapsettiği dar alanda var olma ve kendi sınırlarını çizme mücadelesi verdiğini görüyoruz. İran’daki ataerkil iktidar ve toplum yapısına istinaden ailevi ilişkilerden siyasal kurumların işleyişine kadar birçok noktada dini kuralların başat olduğu, atanmış kurumların seçilmiş kurumlara oranla daha üstün geldiği, özgürlüklerin yalnızca dini liderin ve şeriat hükümlerinin çizdiği ölçüde yaşandığı ve erkek egemen bir yapının baskın olduğu açıktır. Muhammed Rıza Pehlevi döneminde görülen modern ve özgür hayat tarzından ivedi ve keskin bir şekilde aşırı muhafazakâr, baskıcı ve kısıtlayıcı bir yaşam biçimine evrilme süreci, İran’da dini kuralların, siyasal ve toplumsal alanda ne kadar belirleyici bir dinamik olduğunu gözler önüne sermektedir.

 

“Soraya’yı Taşlamak” adlı filmde İran’ın küçük bir köyünde zina yapmakla suçlanan masum bir kadının köyün erkekleri tarafından nasıl taşlanarak öldürüldüğü konusunun işlenmesi, aslında İran’da kadına yönelik bakış açısının anlaşılması açısından minimal bir örnektir. İran, Suudi Arabistan, Afganistan gibi kapalı ve şer’i kuralların hüküm sürdüğü ülkelerde kadınların özgürlüklerinin ikinci plana atıldığı, onların halen erkeğin güdümünde oldukları, ekonomik ve siyasal haklarının kısıtlandığı görülüyor. Örneğin, Afganistan’da Taliban rejimin bir dayatması olarak kız çocuklarının okula gidememesi, kadınların yüzlerinin görünmeyecek şekilde “hicab” giymeye mahkûm edilmesi, İran’da ise erkeğin yasal olarak dört kadınla evlenmesine müsaade edilirken, kadının mahkemeye gidip kocası başkası ile evlendiği için veya farklı bir sebeple boşanmaya hakkının olmaması, ayrıca boşandıktan sonra çocuğunun velayetini alamaması şer’i hükümlerle yönetilen ülkelerin kadına verdiği “değersizliğin” birer göstergesi.

 

İran Anayasası’nın 20’nci maddesinde ülkenin bütün vatandaşlarının, eşit olarak kanunun koruması altında bulunduğu ve “İslami kriterlere uygun bütün siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel haklara sahip” olduğu hükme bağlanmıştır. Burada vurgulanması gereken nokta, kadın ve erkek bütün vatandaşların “eşit” haklara sahip olduğu değil, yalnızca “dini kriterlerin çizdiği ölçüde” eşit olduklarıdır.[1] Örneğin, molla rejimi kadınların devlet başkanı, hâkim, savcı gibi önemli makamlara gelmesini yasaklıyor. Burada genel kanaat, kadınların “karar verici” statüsünde olmasının kabul edilemez olduğudur. “Meritokrasi”, yani yönetimin liyakatli ellere bırakılması mottosu hükümetin çeşitli aşamalarında popüler hale gelmiş olsa da; entelektüel, eğitimli ve uzman kadınların birçoğunun, devletin yönetim pozisyonlarına/karar verici makamlarına erişim dışı bırakıldığı görülüyor.[2]

 

Baskıcı Politikaların Getirdiği Yasaklar

 

Bu baskıcı politikalar başka alanlarda da tezahür ediyor. Birkaç örnek sıralamak gerekirse; İran’da babanın izni olmadan kadınlar evlenemiyor, eşinin izni olmadan İran’dan yurtdışına çıkamıyorlar. Böylesi durumlar, kadınların geleceklerini ilgilendiren ciddi konularda halen erkeğin onayına tabi olduğunu gösteriyor. Bu da ülkeyi kadınlar için “açık bir cezaevine” çeviriyor. Eğitimle ilgili de birçok kısıtlama görüyoruz. İlköğretim ve lise eğitimi İran’da “haremlik-selamlık”, yani kız-erkek ayrı şekilde oluyor. Dokuz yaşındaki okula giden kızların başlarını örtme zorunluluğu da cabası. Üniversitelerde her ne kadar karma eğitim olsa da, bazı üniversitelerin bölümlerinde halen kız öğrencilerin kayıtları kabul edilmiyor, yalnızca erkek öğrenciler üniversitelere alınıyor. Sosyal yaşam noktasında ise gençlerin içki içip eğlenebilecekleri kafe veya barlar yok, zira içkili mekânlar “molla rejimi” tarafından yasaklanmış. Her yasağın ters tepip gayri-ahlaki olarak görülen alışkanlıkları daha fazla tetiklediği gerçeğinden hareketle, gençler de içkilerini el altından alıp kapalı alanlarda içebiliyor, bu da “ev partisi” kültürünü yaygınlaştırıyor. Yine kadınların futbol maçlarına gitmesi ve stadyumlara girmesi yasak. Bunun gibi birçok yasak sıralamak mümkün. İran’ın baskıcı zihniyetini düşündüğümüzde Türkiye’ye neden bu kadar çok İranlı gencin geldiğini anlamak pek de zor olmasa gerek.

 

İran’da tüm bu yasakların ve yaptırımların uygulayıcısı haline gelen, molla rejiminin baskı aygıtı olarak kullanılan, “Gaşt-e Erşad” adı altında bir “ahlak polisi” birimi var ve yıllardır İran’da bilhassa kadınlara korku salıyor. Sakallı erkekler ve çarşaflı kadınlardan oluşan bu ahlak polisleri, sokaklarda insanların karşısına çıkıp onları şeriata uygun giyinmeye zorlayıp yaşam tarzlarına müdahale ediyor. Molla rejimi, ahlak polislerini en radikal, tutucu ve fanatik kişiler arasından seçiyor. İslami Ceza Kanunu’nun 638’inci maddesine göre, başörtüsü takmayanlara veya başını uygun şekilde örtmeyenlere 10 gün ila 2 aya kadar hapis cezası veya para cezası verildiğini vurgulamak lazım.[3]

 

Mahsa Amini’nin Ölümü ve Protestolar

 

İran’daki toplumsal yapıyı genel hatlarıyla özetledikten sonra gelelim Mahsa Amini’nin ahlak polisi tarafından öldürülmesi konusuna. Bu sansasyonel ölüm, ülkede özellikle gençler arasında siyasi ve sosyal kısıtlamalara yönelik kızgınlığı ve öfke patlamasını ayyuka çıkaran ve bardağı taşıran son damla oldu. Yediden yetmişe herkes, ahlak polisinin faşizan uygulamalarını ve molla rejiminin diktatörlüğünü eleştirmek için sokaklara döküldü, kepenk kapattı, hatta bazı kadınlar başörtülerini çıkarıp yakma cesaretinde bile bulunarak eylem yaptılar. Bu eylemlere Türkiye de dahil birçok Batı ülkesi destek verdi. Dünyanın birçok farklı noktasından kadınlar sembolik de olsa “saçlarını keserek” İran’da kadınlara özgürlük verilmesi ve özel hayatlarına müdahale edilmemesi gerektiğini tüm dünyaya haykırdı. Bu başkaldırının, 2009’daki Yeşil Hareket ve 2019’da akaryakıt fiyatlarının artışına karşı başlayan protestolardan sonra en katılımlı ve en çok ses getiren direniş yöntemi olduğunu söylemek mümkün.

 

Bazı kesimler tarafından bu protestoların İran hükümeti nezdinde pek bir değişiklik yaratmayacağı ve birkaç güne kalmaz hayatın eskisi gibi normale döneceği iddia edilse de, Mahsa Amini’nin ölümünün, kadınlar arasında uzun yıllardır bastırılmış enerji ve mücadele azmini açığa çıkardığı kesin. Her yaştan ve her kesimden İranlı olayı protesto etmek için açıkça ve korkusuzca sokaklara döküldüğüne göre, yalnızca kadınların değil genel olarak İran toplumunun insan haklarına saygılı ve daha özgür bir rejim istediği, hatta rejimin gitmesi gerektiğine inandığı su götürmez bir gerçek. Din ve ahlak adına örtünmeyi mecbur kılan rejimin yasaları karşısında İranlı kadınlar, “örtünme dayatmasını” diktatörlüğün bir sembolü olarak kabul ediyor, hatta başörtüsünü bir “nefret objesi” olarak görüyor. Bunun tam tersine molla rejimi için de başörtüsü “Berlin Duvarı” gibi kendilerini ayakta tutan güçlü bir sütun. Şayet bu sütun düşerse rejimin de düşeceğinden endişe ediyorlar.

 

Devletin Bekası Sarsılır mı?

 

Fakat İran’da Cumhurbaşkanı’nın siyaseti bırakması veya değişmesi pek bir çözüm getirmeyecek gibi, zira “dini liderin” sözleri adeta bir kutsal kitap niteliğinde. Dolayısıyla İran’daki radikal çözüm dini liderin ve molla zihniyetinin değişmesi. Bu makam ve zihniyet ortadan kalkarsa, şeriat hükümlerinin esnetildiği, kendi toplumunun yaşam tarzına daha saygılı ve Batı ile daha yakın ilişkiler geliştiren bir mekanizmanın ortaya çıkabileceği bir konjonktür doğacaktır. Yani tek çözüm, Pehleviler dönemindeki modern ve insan haklarına saygılı İran Devleti’ne geri dönüştür. Bu yeni oluşumun da şimdiki şartlar altında bir dış müdahale olmadan -İran rejiminin kendi iradesiyle- gerçekleşmesi epey zor görünüyor. Yeni bir “Arap Baharı” gibi dış destekli devrimsel bir hareket olmadan yalnızca içerideki protestolarla devletin bekasını sarsacak bir gelişme olması, ne yazık ki başta dini lider ve molla rejimi varken çok zor.

 

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Özgürlük olmayan ülkede ölüm, yıkılış vardır. Her ilerlemenin, kurtuluşun anası özgürlüktür” sözü, İran gibi özgürlüğü elinden alınmış toplumların yaşadıkları vahşeti özetlemeye yetiyor aslında. Bu noktada demokrasiye inancı tam olan bireyler olarak en büyük temennimiz; medyada sıkça paylaşılan “kadın saçını sembolize eden siyah bayrak” gibi, İranlı ve baskı altında ezilen tüm Ortadoğu kadınlarının saçlarının rüzgarla buluştuğu özgür günlerin bir an önce gelmesidir.

 

__

[1] Kalkandelen, Zulal (2010). İran’da Kadın Olmak: Şeriatın Gölgesindeki Kadın. Cafrande.

[2] Ridgeon, Lloyd (2005). Religion and Polititics in Modern Iran, New York: I.B. Tauris&Co.Ltd.

[3] Sambur, Bilal (2022). Molla diktatörlüğünün vahşeti, hukuksuzluğu ve ahlaksızlığı karşısında kadın, hayat ve özgürlük. Independent Türkçe.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.