Moskova Mutabakatı ve İdlib’de Kalıcı Barış Serabı
Moskova anlaşması aynı zamanda Eylül 2018’de Soçi anlaşmasında belirlenen sınırların ortadan kalktığını belirten bir deklarasyon. Sahada yeni bir gerçeklik var ve yeni anlaşma da bu gerçeklik üzerine bina edildi. Yani sahadaki realite masadan çıkan sonucu belirledi. Bu bağlamda Moskova mutabakatı Soçi 2.0 olarak da isimlendirilebilir.
Aralık 2019’da Esed rejimi tarafından resmi olarak startı verilen ve kısa bir süre zarfında bir insanlık dramına neden olan İdlib operasyonu 5 Mart’ta Moskova’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rus mevkidaşı Putin arasında varılan uzlaşı sonucu durduruldu. Esasen Aralık ayında ilan edilen operasyonun ilk aşaması Nisan 2019’da başlamış ve Ağustos ayına kadar devam etmişti. 3 aydan fazla bir süre boyunca İdlib’e saldıran ve okul, hastane ve pazar yerleri gibi sivil alanları dahil ayrım gözetmeksizin bombardımana tabi tutan Şam rejimi güçleri ve Rusya, Han Şeyhun gibi bazı bölgeleri ele geçirmenin dışında kayda değer bir ilerleme sağlayamamıştı. Bu bağlamda Aralık’ta yaşanan saldırılar Nisan ayında yaşanan çatışmaların ikinci raundu olarak okunabilir. Ne var ki, önceki aşamanın aksine, silahlı muhalif gruplar arasındaki organizasyonluğun da etkisiyle Rusya destekli rejim gerçekleştirdiği saldırılarla İdlib’de kısa bir sürede ciddi manada ilerledi ve M5 otoyolu ile Serakib gibi stratejik önemi haiz noktaları kontrol altına aldı.
Şubat ayında Halep’in batısı ve İdlib’in güneyinde çatışmaların tavan yapması ve Türk askerlerine dönük saldırılarda ciddi kayıpların yaşanması 27 Şubat’ta Ankara’yı Bahar Kalkanı operasyonunu başlatmaya sevk etti. Bahar Kalkanı operasyonu süresince Türkiye, Rusya’nın da göz yummasıyla, Moskova’nın kontrol ettiği Suriye hava sahasını silahlı insansız hava araçları vasıtasıyla etkili bir şekilde kullanarak Esed rejimine çok ciddi askeri kayıplar verdirdi. Rusya’nın Esed rejimine sağladığı teçhizatlar ve İran-destekli Şii milisler de Türkiye’nin gerçekleştirdiği saldırılardan nasibini aldı. Bu yakıcı gelişmeler yaşanırken tırmanan tansiyonu düşürmeye dönük olarak Türk ve Rus heyetleri görüşmeler gerçekleştirdi. Fakat, bunlardan arzulanan netice alınamayınca Moskova’da Erdoğan Putin zirvesi gerçekleşti ve taraflar bazı noktalarda uzlaşıya vardı.
Türkiye’nin Beklentilerini Karşılayan Bir Anlaşma mı?
Moskova’da deklare edilen anlaşmada aşağıdaki 3 madde dikkat çekti:
1-İdlib gerginliği azaltma bölgesindeki temas hattı boyunca tüm askeri faaliyetler 6 Mart 2020 tarihinde saat 00:01’den itibaren durdurulacaktır.
2-M4 karayolunun kuzeyinde 6 km ve güneyinde 6 km derinliğinde bir güvenli koridor tesis edilecektir. Güvenli koridorun işleyişine dair ayrıntılı esas ve usuller, Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu Savunma Bakanlıkları arasında 7 gün içinde kararlaştırılacaktır.
3-Türk-Rus ortak devriyeleri, 15 Mart 2020 tarihinde M4 karayolunun Trumba’dan (Serakib’in 2 km batısı) Ain-Al-Havr’a kadar olan kesimi boyunca başlatılacaktır.
Yukarıdaki maddelere göz atıldığında üzerinde uzlaşılan noktaların Türkiye’nin beklenti ve taleplerini karşılamaktan uzak olduğu görülüyor. Daha doğru bir tabirle, Türkiye’nin askeri müdahalesinin yeterli ölçüde siyasi kazanıma tahvil edilmediği anlaşılıyor. Mutabakat bir süreliğine de olsa bölgedeki mülteci akınını durduracak ve sükûneti sağlamaya yardımcı olacaktır. Bir hayli kırılgan bir zeminde ilerleyen Türk-Rus ilişkilerinin daha fazla gerilmemesini an itibarıyla önlediği ve Türkiye’ye zaman kazandırdığı da doğrudur. Bu boyutlarıyla mühimdir.
Ancak, kimi çevrelerce mutabakatın Türkiye lehine büyük bir zafer gibi lanse edilmesi gerçeklikle bağdaşmamaktadır. Mutabakat İdlib krizini bir süreliğine dondurmaya hizmet edecektir. Ne var ki, çok boyutlu bir kriz alanı olan İdlib’de kalıcı barış ve çözümün gerçekleşmesi yakın vadede mümkün gözükmüyor. Bugüne kadar özelde İdlib’de genelde Suriye’de yapılan ateşkeslerin akıbetleri göz önünde bulundurulduğunda Moskova mutabakatının bölgeye kalıcı barışı getireceğini düşünmek için bir hayli naif olmak gerekiyor. Esed rejimi ve Rusya bugüne kadar Suriye’de ilan edilen ateşkesleri bir zaman kazanma ve savaşı yeniden organize etme aracı olarak kullanageldi. Astana sürecinden bu yana trend bu şekilde devam ediyor. Nitekim Moskova anlaşmasından kısa bir süre sonra ateşkesin ihlal edildiğine dair haberler de gelmeye başladı.
Moskova anlaşması aynı zamanda Eylül 2018’de Soçi anlaşmasında belirlenen sınırların ortadan kalktığını belirten bir deklarasyon. Sahada yeni bir gerçeklik var ve yeni anlaşma da bu gerçeklik üzerine bina edildi. Yani sahadaki realite masadan çıkan sonucu belirledi. Bu bağlamda Moskova mutabakatı Soçi 2.0 olarak da tesmiye edilebilir. Son haftalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı konuşmalarda mütemadiyen rejim güçlerinin Soçi sınırlarına dönmesi gerektiğini vurgulamıştı. Ancak, her ne kadar bazı ayrıntılar hâlâ net olmasa da Soçi 2.0 büyük ihtimalle rejimin İdlib’deki toprak kazanımlarını koruyacağını ve Soçi sınırlarına çekilmeyeceğini gösteriyor. Mutabakattan, Soçi Anlaşması’nda Türkiye’nin himayesinde kalması kararlaştırılan M5 otoyolu ve bu yol üzerindeki Han Şeyhun, Maarat El Numan ve Serakib’in rejimin denetimine bırakıldığı anlaşılıyor. Dahası şu an muhaliflerin kontrolünde bulunan M4 otoyolunun kuzeyi ve güneyinde oluşturulması planlanan altışar kilometrelik güvenli koridorda Türkiye ve Rusya’nın ortak devriye faaliyetinde bulunması öngörülüyor. Yani sıcak çatışma ile buralara ulaşamayan Rusya mutabakat ile M4 otoyoluna ulaşıyor.
Anlaşmada bir de zikredilmeyen fakat bir hayli yakıcı olan hususlar var. Örneğin Türkiye sınırına yığılmış yüzbinlerce insana anlaşmada değinilmiyor. Bu insanların evlerine dönmelerinin yakın vadede mümkün olmadığı her geçen gün daha da netleşiyor. Ülke içinde yerlerinden edilmiş bu insanların sınır hattında daha ne kadar şu anki şartlarda tutulabileceği bir soru işareti olarak önümüzde duruyor. Önümüzdeki dönemde bahse konu insanların sorumluluğu Türkiye’nin omuzlarında kalmaya devam edecek gibi görünüyor. Keza, rejim muhasarasında kalan Türk gözlem noktalarına dair bir ibare de yok mutabakatta. Gözlem noktalarının başka bir yere taşınıp taşınmayacağı da gizemini koruyor. Önümüzdeki dönemde bu tartışmanın yeniden alevlenmesi de kuvvetle muhtemel. Ancak şunu belirtmekte de yarar var; bahsettiğimiz bu noktaların Moskova mutabakatında yer almaması taraflar arasında bu hususların müzakere edilmediği anlamına gelmeyebilir. Bu sebeple ayrıntıları görmek için önümüzdeki dönemde sahada neler yaşanacağını beklemeliyiz.
İdlib’in Türkiye ve Rusya İçin Önemi
Bu noktaya kadar Moskova mutabakatına değindik. İdlib’in Türkiye ve Rusya arasında neden büyük bir sürtüşme alanı olduğunu da anlamamız icap ediyor. İdlib Astana sürecinde 4 gerginliği azaltma bölgesinden biri olarak belirlenmişti. Ancak, 4 bölgenin 3’ünün “terörizme karşı savaş” kisvesi altında rejim güçlerince ele geçirilmesinin akabinde İdlib’in nüfusu ve ehemmiyeti gitgide arttı. Zira rejimin ele geçirdiği bölgeleri terk etme ferasetini gösteren sivil halk ve savaşçılar yüzlerini İdlib’e döndüler. 2015 yılında muhaliflerce ele geçirilen İdlib’in nüfusu yıllar geçtikçe bu şekilde arttı. Savaş öncesi nüfusu yaklaşık olarak 1,5 milyon olan İdlib’in nüfusu, çatışmalardan kaçanların bölgeye yerleşmesi ile 3 milyonun üzerine çıktı. 2017 sonrasındaki dönemde hem binlerce savaşçı hem de yüzbinlerce sivil insan bilhassa İdlib’e yerleşmek mecburiyetinde kaldı.
İdlib’in Türkiye için neden önemli olduğu hususunda birkaç faktör zikredilebilir. Öncelikle Türkiye, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün açıkladığı resmi rakamlara göre geçici koruma statüsü altında yaklaşık olarak 3,6 milyon Suriyeliyi ağırlıyor. Ülkenin ekonomik ve sosyal durumu göz önüne alındığında ülkenin yeni bir mülteci dalgasını kaldırabilmesi mümkün görünmüyor. İdlib’in şu anki nüfusu da 3 milyonun üzerinde ve son 3 ayda 1 milyona yakın insan yerinden oldu. Ülke içinde yerinden olmuş insanların Fırat Kalkanı ya da Zeytin Dalı harekât bölgelerine gönderilmeleri de mümkün değil zira bu alanlar zaten kapasitelerinin üzerinde bir nüfusa sahip. Bu noktalara ek olarak, İdlib’in rejim tarafından ele geçirilmesi Türkiye’nin Fırat’ın doğusundaki ve batısındaki varlığını da tehlikeye sokacaktır. İdlib’in kaybı Türkiye’nin ilerde bu bölgelerde uzun dönemli tutunmasını zorlaştıran bir faktör olacaktır. Bölgenin muhtemel kaybı Astana ve Soçi süreçlerinde muhalefetin garantörü olan Ankara’nın muhalifler nezdindeki güvenilirliğini de sorgulatacaktır. Bu minvalde, Türkiye önümüzdeki yıllarda Suriye ile ilgili herhangi bir siyasi anlaşmada söz sahibi olabilmek için İdlib’i elinde bulundurmak mecburiyetinde.
Rusya açısından İdlib ise ülkenin Doğu Akdeniz’deki çıkarları açısından stratejik önemi olan bir alan. Lazkiye’nin doğusunda 2015 yılında kurulan Hmeymim hava üssü İdlib’deki silahlı muhalif gruplarca zaman zaman füzelerle hedef alınıyor. Moskova’da düzenlenen basın toplantısında Putin de bu konuya değindi nitekim. Bu durum da Rus karar alıcılar nezdinde tedirginlik yaratıyor. Ayrıca, Moskova Esed rejiminden Tartus limanını 49 yıllığına kiralamış durumda. Bu limanın ulaşım faaliyetlerinin yanı sıra Rusya’nın ciddi manada etkinliğini arttırdığı ticari aktiviteler için de kullanılması öngörülüyor. Liman aynı zamanda savaş gemileri için bir üs görevi görmeye de devam edecek. Bu noktaları göz önünde bulunduran Rus politika yapıcılar İdlib’i Doğu Akdeniz’deki uzun dönemli çıkarlarına büyük bir tehdit olarak algılıyor ve bu nedenle İdlib’in askeri yollarla Esed rejiminin kontrolü altına girmesini istiyor. Esed rejimine verilen askeri desteğin sebebi bu. Çeçenlerle yapılan savaşlardan beri Moskova isyan bölgelerinde şehirleri yerle bir etme stratejisini sürdürüyor. İdlib’de yaşanan şey de tam bu. Bölge adım adım yutuluyor rejim ve Rusya tarafından. Önümüzdeki günlerde İdlib’de Rusya’nın çatışma atmosferini arttırması muhtemeldir zira Moskova İdlib’deki sorunu çözmek akabinde de diğer alanlara yönelmek ve askeri kazanımlarını Beşşar Esed’in ülkenin başında olacağı bir siyasi anlaşma ile taçlandırmayı hedefliyor.
Yeni Çatışmalar Yolda
Moskova mutabakatı her ne kadar İdlib’de bir süreliğine çatışma ortamını ve mülteci akınını azaltacak olsa da bölgeye dair kalıcı bir şey vaat etmiyor. M4’ün kuzey ve güneyinde kurulması planlanan güvenli koridorda radikal oluşumların varlığı dikkat çekiyor. Bu sebeple çok uzak olmayacak bir dönemde bölgede çatışma sarmalının yeniden başlaması kuvvetle muhtemeldir. Bu çatışma sadece muhalif unsurlar ile rejim ve Rus güçleri arasında da cereyan etmeyebilir. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ve Suriye El Kaidesi olarak bilinen Hurras ed-Din gibi örgütler de çatışma yaşayabilir.
Öncelikli olarak HTŞ ve Hurras ed-Din ile rejim arasında çatışmaların yaşanması muhtemel zira bu grupların güvenli koridoru terk etmeleri kolay görünmüyor. Nitekim HTŞ yayımladığı resmi açıklama ile anlaşmayı reddettiğini açıkladı. Örgüt açıklamasında Moskova uzlaşısını “yeni bir serap” olarak tavsif edip silahlı mücadelenin devamının önemine vurguda bulundu. Benzer şekilde Hurras ed-Din yöneticisi Ebu Humam Eş Şami de bir ses kaydı yayımlayarak anlaşmaya karşı çıktı. Şami ayrıca silahlı gruplara gerilla taktikleriyle savaşa devam etme çağrısında da bulundu.
İkinci olarak, Rusya güvenli koridorun radikallerden temizlenmesini Türkiye’den bekleyecektir. Bu ise hiç de kolay bir görev değil. Soçi Anlaşması’nda da bu görev Türkiye’ye verilmişti. Türkiye, HTŞ içindeki ılımlılar ile radikalleri birbirinden ayırmaya çalışmıştı bu dönemde. Ancak, HTŞ bir süre sonra İdlib’deki muhaliflere saldırarak etki alanını genişletip İdlib’in de facto yöneticisi hâline geldi. Bu da müzakere masasında Ankara’nın elini Moskova’ya karşı zayıflattı. Rusya bu durumu bir hayli efektif bir şekilde kullandı ve Erdoğan ile Putin arasındaki görüşmelerin hemen hepsinden önce İdlib’de gerilimi arttırdı. Böylelikle Moskova diplomatik kazanımlarını maksimum düzeye çıkarmayı hedefledi. Uzun bir süredir Türkiye’nin elini zayıflatan radikal oluşumların Moskova mutabakatı sonrasında Türkiye ile karşı karşıya gelme ihtimali mevcut. HTŞ ve bilhassa da Astana ve Soçi süreçlerine en başından karşı olan ve Türkiye ile koordinasyonu tasvip etmeyen Hurras ed-Din arasında sıcak çatışma yaşanma ihtimali var. Bu durumda TSK’nın radikalleri silah zoruyla güvenli koridorun dışına çıkarması gerekebilir. Aksi takdirde Rusya bu grupların mevcudiyetini sürekli olarak müzakere masasına getirecektir. Uzunca bir süredir zaten Rusya ve Esed rejimi yaptıkları saldırılara mazeret olarak radikal unsurları öne sürüyor. Moskova uzlaşısı spesifik olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından “terör örgütü” olarak tanımlanan grupların ortadan kaldırılmasına da atıfta bulunuyor. Bu da HTŞ ve Hurras ed-Din demek ki Eylül 2018’de imzalanan Soçi Anlaşmasında “radikal terör örgütleri” gibi daha muğlak ifadeler kullanılmıştı. Bu noktalar göz önünde bulundurulduğunda İdlib’de yeni çatışmaların çok uzak bir ihtimal olmadığı söylenebilir. Bu durum da Türkiye sınırına doğru yeni bir mülteci hareketliliğine sebebiyet verebilir. Rusya’nın sivil alanları gelişigüzel bir şekilde bombaladığı hesaba katılırsa mülteci sorununun büyüklüğü anlaşılır.
Türkiye’nin İdlib Krizi Seçenekleri
Türkiye önümüzdeki dönemde önceki ateşkeslerin akıbetini göz önünde bulundurarak İdlib’e yönelik askeri tahkimatını arttıracaktır. Ayrıca Ankara, rejim ve Rusya’nın ateşkesi ihlal etme olasılığına karşı ABD’den Patriot hava savunma sistemi temin etmeye dönük gayretlerine devam edecek gibi görünüyor. Türkiye, aynı zamanda ateşkesin sürekliliğini sağlamak için İdlib’de radikal örgütleri kontrol altına almayı hatta HTŞ’yi Suriye Milli Ordusu ile birleştirmeyi dahi deneyebilir. Kısa bir süre önce HTŞ’nin kendisini lağvedeceğine dair haberler medyaya yansımıştı. Ancak şu an HTŞ’nin böyle bir birleşmeyi sıcak karşılaması pek mümkün görünmüyor. Bu da bölgede askeri eskalasyon ile neticelenebilir.
Değindiğimiz hususlardan hareketle İdlib’deki insanları ve Türkiye’nin çıkarlarını koruyacak tek şeyin uluslararası desteğe sahip, uçuşa yasak bölge kararıyla desteklenmiş bir güvenli bölgenin kurulması olduğu belirtilebilir. Buna dönük olarak Türkiye İdlib sorunsalını uluslararasılaştırmaya devam edecektir. Uzun bir zamandır AB ve NATO Suriye krizinde etkisiz eleman işlevi görüyor. Türkiye İdlib konusunda tek başına kalmış durumda. Buna rağmen güvenli bölgenin kurulmasında Ankara’nın şimdilik AB ve NATO nezdindeki girişimlerini arttırmaktan başka çaresi gözükmüyor. AB ve NATO’nun Suriye krizindeki etkisizliği uzunca bir süredir müzakere masasında Türkiye’nin elini Rusya karşısında zayıflatıyor. Bu nedenle Ankara, Avrupa üzerindeki baskıyı arttırmaya matuf olarak Türkiye’de hâlihazırda bulunan mültecilerin Avrupa’ya geçişlerini durdurmayabilir. Ankara’yı bu kararından vazgeçirebilecek şey AB ile güncellenmiş bir mülteci anlaşması olabilir. Ancak, AB’nin böyle bir anlaşmaya ne kadar gönüllü olacağı bir tartışma konusu.
Ezcümle, Moskova mutabakatı son aylarda yarattığı komplikasyonlarla dünyanın ilgisini çeken İdlib kördüğümüne kalıcı bir çözüm getirmekten bir hayli uzakta. Önümüzdeki aylarda bu sorunun yansımalarını daha fazla konuşuyor olacağız. İdlib krizi, özellikle de Türk-Rus ilişkilerinin geleceğinde bir test alanı olmaya devam edecektir. Bununla beraber, son yıllarda Suriye savaş sahnesindeki gerçekliklerden neşet eden ve savunma endüstrisinden ticarete, turizmden uzun dönemli enerji anlaşmalarına kadar pek çok alanda günbegün gelişen Türk-Rus ilişkilerinin İdlib krizi nedeniyle çöküşe geçmesi beklenmemeli. İdlib ile başlamayan Türk-Rus ilişkileri İdlib krizi ile de bitmeyecektir. Her ne kadar iki ülkenin bölgenin geneline dair vizyonları bir hayli farklı olsa da Türk-Rus ilişkilerinin kısa ve orta vadede yaşanılan krizlere rağmen devam etmesi kuvvetle muhtemel. Uzun vadede çok boyutlu Türk-Rus ilişkilerinin geleceğini ise çatışma alanlarında ortaya çıkacak yeni dinamikler belirleyecektir.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.