Müdafaa-i Hukuk Mirasından 2023’e: CHP Nedir? – I
CHP bugün, üstlendiği siyasal mirasın keyfini sürmekten fazlasını yapma kapasitesini günbegün eriten bir siyasal partidir. Bu durumu hem 13 yıllık genel başkanının, seçim yenilgilerine rağmen ciddi bir değişime gitmekteki isteksizliğinde hem parti içinde değişimin aktörü olarak görülen isimlerin bir etki üretmekten uzak adımlarında hem de CHP’li isimlerin kendi seçmenlerini “mecburiyet” paradigması içinde değerlendirebilmesinde görüyoruz.
CHP, iktidar olup olmamasından ya da son yıllarda ekseriyetle sınıfta kalan siyasal performansından bağımsız bir şekilde Türkiye’nin en önemli siyasal partilerinin başında geliyor.
Bu önemin kaynağı her şeyden önce Cumhuriyet’i kuran parti olma hüviyeti ve iddiasına dayanıyor.
Mevcut yönetiminin özellikle 14-28 Mayıs seçim sürecinden sonra kendi tabanını sürüklediği siyasal apatiden bağımsız bir şekilde CHP, gerek kendisine bağlı seçmen kitlesi gerekse kendisine karşıt siyasal pozisyonlarla birlikte siyasal hafızada vazgeçilemez bir konumu koruyor.
Bu sebeple CHP’nin tarihi, kronolojik bağlamdan ziyade siyasal performans, söylem ve konum alma açısından bugünün CHP’sini tanımlamada, onun ne olduğu sorusuna yanıt vermede bir rehber niteliğine bürünüyor.
Dolayısıyla iki kısımdan oluşacak bu tartışma, kurumsal muhalefetin, maruz kaldığı ve ilginç bir şekilde yeniden üretmeyi sürdürdüğü siyasal çıkmaza dair öneriler geliştirmeyi hedefliyor.
Bununla beraber bir siyasal yapının, salt mirasıyla onu oluşturan aktörlerden bağımsız bir şekilde düşünülmesinin hem kurumsal hafızaya hem de siyasal rekabete verdiği zarar da tartışmamızın dikkat çekeceği bir diğer konu.
Siyasal Mirasın Konforu
Nitekim miras olgusu, CHP söz konusu olduğunda “devleti kuran parti” olmanın mirası elinizdeki tek enstrümana dönüştüğünde bütünüyle onun hükmünde hareket edersiniz.
Bunun anlamı ise güncel duruma dair körlüklere kapılmanız ve bu körlükleri hem mümkün kılıp hem de üreten konforlu bir konumun keyfini sürmeniz olacaktır.
CHP bugün, üstlendiği siyasal mirasın keyfini sürmekten (enjoying) fazlasını yapma kapasitesini günbegün eriten bir siyasal partidir.
Bu durumu hem 13 yıllık genel başkanının, sonuncusu ciddi siyasal travma yaratmış seçim yenilgilerine rağmen ciddi bir değişime gitmekteki isteksizliğinde hem parti içinde değişimin aktörü olarak görülen isimlerin bir etki üretmekten uzak adımlarında hem de CHP’li isimlerin kendi seçmenlerini “mecburiyet” paradigması içinde değerlendirebilmesinde görüyoruz.
Erken Dönem Mirası
CHP’nin mirasını üstlendiği Halk Fırkası, Müdafaa-i Hukuk cemiyetlerinin dönüştüğü bir siyasal yapıydı.
6 Aralık 1922 günü ilk kez Halk Fırkası adında bir siyasal yapı düşüncesinde olduğunu dile getiren Mustafa Kemal, bir sınıf partisinden ziyade tüm ulusu temsil eden bir partiyi tahayyül ediyordu.
Halk Fırkası, 1912’den 1922’ye kadar süren bir var olma mücadelesinin dinamizmini yeniden inşaya yönlendirecek ve bunu kapsayıcı bir şekilde gerçekleştirecek bir siyasal parti olmalıydı.
Dolayısıyla Halk Fırkası, kökeninde kurucu bir şiddeti barındırıyordu, diyebiliriz. Yeni devlet ve yeni toplum Halk Fırkası’nın gölgesi altında kendini yapılandıracaktı.
Zafer Toprak’ın deyimiyle o dönem tüm Kıta Avrupa’sının giriştiği “yeni insan” inşasını Halk Fırkası inkılaplar yoluyla üstlenecekti.
Fırka, Cumhuriyet’in ilanı sonrasında, 10 Kasım 1924’te Cumhuriyet Halk Fırkası adını aldı. (Findley, Halk Fırkası’nın Cumhuriyet ön adını almasını Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasına bağlar).
Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) Mustafa Kemal için o denli önemliydi ki 15 Ekim 1927 tarihinde toplanan ilk büyük kurultayı, Erzurum ve Sivas kongreleri ile eşdeğer görüyordu. Ulusun bütününü temsil etmesi açısından bu kurultayı, özellikle Sivas Kongresi’nin devamı olarak “ikinci büyük kongre” şeklinde kabul tanımlıyordu.
Sivas kongresinin yeni iradenin doğuşuna zemin oluşturması gibi CHF de kendi kadroları içinden yeni siyasal partilerin doğuşuna olanak tanımış bir üretkenliğe sahipti.
Kasım 1924’te Ali Fuat (Cebesoy) ve Rauf (Orbay) önderliğinde, 32 iki milletvekili ile kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF), “acılar içinde ve özgürlükten yoksun olarak doğan bir çocuk” gibi tanımlanıyordu.
Ankara’nın başkent yapılmasıyla “gururu incinen” İstanbul’un tepkisi ve iskân sorunlarının yaşandığı İzmir gibi bölgelerdeki gelişmeler de bu muhalefet partisinin doğuşuna vesile oldu.
Buradaki dikkat çekici husus, toplumsal ve siyasal tepkinin CHF içindeki kimi isimler açısından belirleyici olmasıdır. Elbette bu belirleyici olma durumunu Milli Mücadele’yi ve Halk Fırkası’nı var eden politik dinamizmden ayrı düşünemeyiz.
TpCF, bu dinamizmin doğrudan örneğidir, nitekim Serbest Fırka deneyimine nazaran CHF’nin arzu ettiği, onun kontrolünde açığa çıkan bir oluşum olmaktan ziyade bizatihi bir siyasal refleksin ifadesidir.
Yani TpCF, dönemin karar vericilerinin kendilerine yönelik toplumsal tepkiyi dindirebilmek için giriştiği bir çözüm girişimi olmaktan fazlasıdır.
Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) ise TpCF’ye nazaran daha geniş bir toplumsal ve siyasal huzursuzluğun teskin edilebilmesi yönünde bir girişimi ifade ediyor.
CHF’nin siyaset üzerinde kurduğu tekele rağmen artan siyasal ve toplumsal huzursuzluk, kendisini temsil edecek bir kanal arayışındaydı. Bunun farkında olan Mustafa Kemal, Ali Fethi Bey liderliğinde bir fırkanın kurulmasının önünü açtı.
Aynı zamanda iki partili sistemin siyasal gerilimi azaltacağı ve ekonomik, mali reformların gerçekleşmesinin imkânı olması umuluyordu.
CHF, kendi kapasite sorununu kendi içinden doğan bir kapasite ile çözme iradesi gösteriyor gibiydi.
Fakat bu girişim de kimileri için siyasal olgunluğun yoksunluğu kimileri içinse dönemin CHF’sinin tahammülsüzlüğü ve yeni rejimin tahammülsüzlüğü nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanacaktı.
Bunun yanında gerçek bir olgu var ki SCF, kendisinden beklenen çok daha büyük bir toplumsal destekle yüz yüze geldi.
Tek Parti Psikolojisi
Bu desteğin şaşırtıcı yanını dönemin CHF kadrolarının kitlelerle iletişimindeki zayıflığı, kopukluğu olarak da okuyabiliriz.
Hatta böylesi bir iletişime gerek bile duyulmaması olarak da.
Öte yandan dönemin koşulları gerek yurt içi gerek yurt dışı bağlamında bu zayıflığı üreten birer etmen olabilir.
Biz burada bu etmenler ya da bunların haklılığı ile ilgilenmiyoruz. Asıl konu, CHF’nin erken dönemde bıraktığı ve kurumsal hafızanın sığındığı mirasın niteliğidir.
Keza erken dönem, hem TpCF hem SCF deneyimleri bağlamında siyasal rekabetin gerçekleşmediği bir statükoyu ifade ediyor.
Siyasal rekabetin yokluğunu, genel olarak siyasal hayatın bir unsuru olarak ele almak yerine CHF penceresinden ele aldığımızda, karşımıza değişimin ancak ve ancak kontrollü gerçekleştiği bir psikoloji ile karşılaşıyoruz.
Bu psikoloji aynı zamanda konjonktürel olarak gerekli bir refleksin de göstergesi.
Fakat yaklaşık bir asır sonra karşımıza çıkan “gemiyi limana ulaştıran kaptan” söylemini, demokratik olgunluğunu seçimler düzeyinde ispatlamış bir toplumda ve ülkenin sosyo-ekonomik statüsü en gelişmiş, eğitim düzeyi en yüksek seçmen kitlesine sahip olduğunu iddia eden bir partide neden duyduğumuzu sormamız gerekiyor.
Nitekim erken Cumhuriyet döneminde bile karşılaştığı siyasal ve toplumsal huzursuzluklar için başarısızlıkla sonuçlansa da bir alan açmayı denemiş CHF’nin mirasının yüz yılın sonunda bu şekilde ele alınmasını sorgulamamız da.
Bugün CHP, mirasını üstlendiğini iddia ettiği erken dönem CHF’sinin psikolojisini kendi seçmenlerine ve diğer muhalif partilere yükleme peşinde.
CHP ile ittifak dışında bir strateji iddiasında bulunan İYİ Parti’ye yönelik tepkiler, seçmenini partiye sadakatle sınayan ve salt bu doğrultuda ele alan yaklaşımlar günümüz CHP’sinin tipik tek parti tipolojisine kapıldığını gösteriyor.
Üstelik 21 yıllık bir başarısızlık hikâyesiyle ana muhalefet konumunda bunu yapıyor. Türkiye’de bir siyasal parti, üstlendiği mirasla konumlandığı nesnel uğrakta, muhalefet konumunda olmasına rağmen tek parti psikolojisi ile idare ediliyor.
Dahası, parti içinde değişimi talep eden aktörler de tek parti psikolojisi içinde hareket ediyor. Erken Cumhuriyet koşullarında bile kendi içinden kapasite üretmeye çabalayan CHF’nin aksine “değişim” iddiasındaki aktörler de CHP’yi siyaset yapılacak yegâne yer, “tek parti” olarak kodluyor.
Bu yaklaşım da kurumsal muhalefetin alternatif bir projeksiyon ortaya koymasını engelliyor, çünkü CHP, keyfini sürdüğü nesnel konumu sayesinde muhalif siyasal alanı ipotek edebiliyor. Kendisini, açığa çıkan kapasite sorunlarına rağmen muhalif alanla özdeş kılarak eleştirileri, “muhalefete muhalefet yapılmaz”, “iktidara yarar” gibi argümanlarla sekteye uğratıyor.
(Devam edecek)