“Müfredat Öğretmen ve Öğrenciyi Birlikte Geliştirecek Biçimde Kurgulanabilirdi”
Bilginin her geçen gün katlandığı bir çağda özellikle de muhteva değişimine kayıtsız kalamazsınız. Her dem yeni olanı kucaklamak lazım. Bununla birlikte bu müfredat aslında yeni bir şey söylemiyor, yeni bir şey de ortaya koymuyor. Sadece müfredatta olmayanı, ama hayatta olanı müfredata alıyor. Müfredatın psikolojik ve felsefi temeli ve hangi eğitimsel paradigmaya dayandığı en önemli husus. Bu konuda değişen bir şey yok.
Mülakat: Naman Bakaç
Millî Eğitim Bakanlığı geçtiğimiz haftalarda Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ismi ile bir müfredat değişikliğine gidildiğini deklare etti. Bu gelişme ile eğitim sisteminin kronik ve aktüel sorunlarından biri olan müfredatın olumlu ve olumsuz boyutları tartışıldığı kadar, müfredatın nasıl bir süreç izlenerek hazırlandığı da konuşulur oldu. Kamusal alanda az da olsa yürütülen bu eğitim tartışmaları ağırlıklı olarak; biçimsel, popüler ve ideolojik boyutuyla ele alındı. Oysaki genelde eğitim sistemi, özelde eğitimin iskeleti addedilen müfredat; biçimsel ve popüler olandan çok niteliksel, paradigmatik ve bütüncül bir tarzda analizi gerektiriyor.
Perspektif, ülkemizin kronik sorunlarından biri olan eğitim sistemi ve mütemmim bir parçası olan müfredatın; hangi eğitimsel paradigmaya dayanması gerektiği, müfredat oluşum süreçlerinin nasıl bir seyirle yürütüleceği, hangi aktör/paydaş ve yöntemlerle ilke-hedef-amaç-kazanım-uygulama gibi parametrelerin belirleneceği, hangi yararın gözetilmesi gerektiği, en önemlisi de orta ve uzun vadede topluma ve bireye dokunarak kronik sorunları nasıl minimize edeceği gibi boyutları Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden Doç. Dr. Mehmet Emin Usta ile konuştu.
EĞİTİMDE MÜFREDAT, TÜM EĞİTİM FAALİYETİNİ PEŞİNDEN SÜRÜKLER
Akademisyen, bürokrat ve yazan-çizenler tarafından az çok bilinse de eğitimde müfredatın önemini ve gerekliliğini sokaktaki vatandaş için anlatın desek, ne dersiniz? Müfredat, eğitim sisteminde önemli bir unsur mudur? Neyi sağlar, neyi tamamlar ve hangi amaca matuf bir parametredir?
İnsanda iskelet neyse eğitimde program da odur. Bir eğitim programı genel hatları ile tüm eğitim faaliyetlerini içerir ve aynı zamanda tüm eğitim faaliyetlerinin belirleyicisidir. Öğretim programı dört öğeden oluşur. Bunlar hedef, içerik, eğitim durumları ve ölçme değerlendirme faaliyetidir.
Öncelikle bir müfredatın epistemolojik ve psikolojik temeli en önemli husustur. Bir müfredatın kendini yasladığı ya da gücünden istifade ettiği psikolojik ve felsefi temel nedir? Buna bakmak lazım. Mevcut Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nde söz edilen programda muhtemelen tartışmalardan kaçınmak için bu alana yönelik bariz bir vurgu görülmemekle birlikte yapılandırmacı kuramın izleri baskın olarak görülmektedir.
Bir eğitim programı 20 yıl sonraki insan tipinin ne olacağını belirler. Öğretmenin ne yapacağını söyler. Uygulayıcıya işiyle ilgili kolaylık sağlar. Sınıfta ne konuşulacağını, ne tartışılacağını belirler. Özetle eğitimde müfredat, tüm eğitim faaliyetini peşinden sürükler.
BİR MÜFREDATIN PSİKOLOJİK VE FELSEFİ TEMELİ VE HANGİ EĞİTİMSEL PARADİGMAYA DAYANDIĞI EN ÖNEMLİ HUSUS
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ismini taşıyan yeni müfredatı eğitim felsefesi açısından siz nereye oturtuyorsunuz? Yeni müfredatın felsefi ve fikri karakterinde ne var? 2017 yılındaki müfredat değişikliği veya eski Bakan Doç. Dr. Hüseyin Çelik döneminde yapılan müfredat değişikliğindeki felsefi karakterden farkı nedir?
Öncelikle şunu ifade etmem gerekir ki bu yeni bir müfredat değil. Önceki paradigmaya ve psikolojik yaklaşıma dayalı bir düzenleme. Bu düzenleme işin doğasından kaynaklı. Bilginin her geçen gün katlandığı bir çağda özellikle de muhteva değişimine kayıtsız kalamazsınız. Her dem yeni olanı kucaklamak lazım. Bununla birlikte bu müfredat aslında yeni bir şey söylemiyor, yeni bir şey de ortaya koymuyor zaten. Sadece müfredatta olmayanı, ama hayatta olanı müfredata alıyor. Müfredatın psikolojik ve felsefi temeli ve hangi eğitimsel paradigmaya dayandığı en önemli husus. Bu konuda değişen bir şey yok.
Hüseyin Çelik’in Millî Eğitim Bakanlığı döneminde davranışçılığa dayalı eğitim programı önemli ölçüde terk edilerek bilişselciliğin farklı bir versiyonu olan yapılandırmacılığa dayandırıldı. Peki yapılandırmacılığa geçiş ile ne hedeflendi? Bu kuramın ana varsayımı bilgi ve onu edinmeyle ilgilidir. Bu yaklaşıma göre bilgi bireyden bağımsız değildir, birey ile bilgi arasında çok önemli bir bağ vardır. Birey bilginin basit bir alıcısı değil, aynı zamanda üreticisidir. İnsan zihni boş levha değildir. Doğuştan gelen bir bilgi vardır. Eğitim ve öğretmen bu bilgiyi uyarır ve gün yüzüne çıkarır. Böylece birey üreten, iradesi ve tercihleri olan bir varlığa döner. Ancak bu yaklaşımın çok temel bir çıkmazı vardır. O da birey-değer ilişkisini iyi konumlandıramamış olmasıdır. Yeni değişiklikle bu durumun farkına varıldığı görülmekle birlikte, bu sorunun yapılandırmacı yöntemle çözülmeye çalışılması ciddi bir paradoks olarak görünüyor.
MÜFREDAT BİLGİNİN KAYNAĞINA İNEBİLMELİDİR
Değişiklik önemli mi? Evet. Yeterli mi? Hayır. Zira çok iddialı olacak ama mevcut eğitim sistemi paradigmatik ve köklü değişikliklere ihtiyaç duyuyor. Tabii bu da siyasetçi ya da bürokratların çok rahat göze alabileceği bir şey değil. Tekrar ediyorum, değişiklik önemli olmakla birlikte devrim niteliğinde değil. Aklıma Shakespeare’in Romeo ve Juliet’indeki bir dörtlük geldi:
“Felsefe bir Juliet yaratamadıkça,
Başka yere taşıyamadıkça bir kenti,
Bir prensin kararını değiştiremedikçe
Hiç yararı yok, yeter bundan söz etme! “
Aslında bu beklenti, felsefenin değeridir. Shakespeare’in konusu felsefe ya da aşk değil de eğitim olsaydı muhtemelen şöyle derdi:
“Eğitim yeni bir nesil yaratamadıkça,
Geliştiremedikçe insan bilincini,
Mutlu edemedikçe yeni nesli ve herkesi,
Yüceltemedikçe insanı,
Hiç yararı yok, yeter bundan söz etme!”
İşte bu da eğitimin değeridir.
Mevcut eğitim sisteminin öteden beri çok önemli bir sorunu var: Etkililik. İlgili eğitim yönetimi literatürü, etkililiği, “gerçekleştirmeyi düşündüğünü pratikte gerçekleştirme düzeyi” olarak tarif eder. Bu açıdan baktığımızda olması gereken ile olan arasında bizi dehşete düşüren bir farka rastlıyoruz. Bu durum eğitim sistemini boşa ve işlevsizliğe düşürüyor. Etkililik düzeyi düşük bir eğitim sistemini nasıl daha etkili hale getirebiliriz? Eğitimden beklentimiz ne? Bu beklentinin berraklaştırılması gerekiyor. İşin özü bu. Müfredat bilginin kaynağına inebilmelidir. İkincil ve hatta üçüncül kaynaklar üzerinden bilgiyi edinmenin sakıncalı bir durum olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Örneğin kelebeği kitaptan değil, öğretmenden de değil, bizzat kelebekten öğrenmelidir.
BİR MÜFREDAT GÜCÜNÜ VE ETKİLİLİĞİNİ, BEYNİN İŞLEME MEKANİZMASINA UYUMU ORANINDA GÖSTERİR
Yeni müfredatla ilk kez yeni bir öğrenci profili tanımı yapıldığı ileri sürüldü. Buradan hareketle bize, yeni müfredatın odağında ne olduğunu, hedefinde neyi taşıdığını ve nasıl bir öğrenci profili belirlediğini anlatır mısınız?
Bir müfredat gücünü ve etkililiğini, beynin işleme mekanizmasına uyumu oranında gösterir. Dolayısıyla eğitimin nörobilişsel temeli çok önemli. Yapılandırmacı kurama geçiş ile bu sorunun çözümünde önemli bir mesafe katedilmişti aslında. Fakat orada ihmal edilen bir şey vardı: İnsan-değer, insan-coğrafya ilişkisi. Bu yönüyle bakıldığında bir müfredatın bilgi sosyolojisi temelinin olması gerektiği gerçeği ortaya çıkıyor. Yani Korkut Tuna’nın Batılı Bilginin Eleştirisi Üzerine kitabında belirttiği; ‘İslam coğrafyası modernleşme ile birlikte maalesef kendi ürettiği bilgi ile olan bağını koparmış. Batı’ya düşünsel olarak yenilmiş. Ve kendi paradigması kesintiye uğramış’ şeklindeki tespitlerine bakmak gerekiyor. Burada Batı paradigmasına ve bilim yapma anlayışına tamamen karşı olduğum biçiminde bir anlam çıkmasını istemiyorum. Oluşan durumun yeni ve özgün bir insan tipi çıkarmasının mümkün olmadığını söylemeye çalışıyorum. Dolayısıyla “yeni bir öğrenci profili” ifadesini çok iddialı buluyorum.
EĞİTİMLE İRADE VE KAMUSAL ALAN İLİŞKİSİNE YÖNELİK BÜTÜNLÜK SAĞLANABİLİRSE MÜFREDAT İSTENEN SONUCU VEREBİLİR
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile kamuoyuna duyurulan yeni müfredatın, mevcut müfredattan farklılaşan yönleri neler? Mesela yeni müfredatta, öğrenciyi zihinsel, sosyal, duygusal, duyuşsal, fiziksel ve ahlaki açıdan bir bütün olarak gören bütüncül eğitim yaklaşımı benimsendiği deklare edildi. Mevcut müfredat bundan yoksun muydu? Yoksa yetersiz veya eksik miydi? Bir karşılaştırma yapabilir misiniz?
Teknik olarak şu kabule sahip olmamız gerekiyor: Her müfredat değişir. Değişmeyen bir müfredat olabilir mi! Bu nedenle “önceki müfredat değiştiğine göre kötüydü” biçimindeki yargı doğru değil. Önceki müfredat kendi koşullarında belki de çok ileri bir adımdı, olması gereken şeydi. Müfredata her koşulda ve zamanda sadakat gibi bir eğilim olamaz. Müfredattan söz ederken, kutsal bir metinden söz etmiyoruz. Bilgi, insan, coğrafya, teknoloji ve insana dair, insanla ilgili her şey değişiyor.
Şunu da bilmemiz gerekiyor: Eğitim ve öğrenme, okulda başlayan ve biten bir şey değil. Ailede, çarşıda, tatilde, oyun parkında, müzede, laboratuvarda, mabette her yerde tecelli ediyor. Eğitim ve öğrenme, öğretmenle başlayan ve biten bir şey değil. Anne-babayla, esnafla, kardeşle, akrabayla, komşuyla tecelli ediyor. Eğitim sadece insan zihninin geliştirilmesi ile ilgili bir şey değil. Bedenin, ruhun, duyguların eğitilmesi gerekiyor. Mevcut düzenleme incelendiğinde Gestaltçı yaklaşımın sunduğu imkânlardan yararlanıldığı ve bütüncül bir yapı oluşturulmaya çalışıldığı hissediliyor. Sadece bu bakışın uygulayıcılara/öğretmenlere “işin nasıl yapılacağı” hususunda bazı kolaylıklar sunması gerekiyordu.
Ayrıca “ortam iyileştirme” denen hususun da gerçekleşmesi gerekiyor. Yani okul iyi ve istenen şeyleri öğretirken okul dışı öğe ve ortamın da bunu pekiştirmesi gerekiyor. Okulda iyi ve istenen öğretilirken kamusal ya da toplumsal alanın herhangi bir yerinde bunun hilafına bir şey olmamalı. Örneğin okulda bir bağımlılık ve ahlaki problem olarak kumar oynamanın kötü olduğu vurgulanırken, toplumda kumara davet eden reklam ve buna dair bir görünürlük olmamalıdır. Aslında bundan da daha etkili ve derin olan şey, “bireyin yanlış ve kötü olanı tercih etmeyecek” iradeye sahip olması ve bu iradeyi kullanabilmesidir. Dolayısıyla eğitimle irade ve kamusal alan ilişkisine yönelik bütünlük sağlanabilirse müfredat istenen sonucu verebilir.
BİR EĞİTİM PROGRAMINI NE KADAR MÜKEMMEL TASARLARSANIZ TASARLAYIN, NETİCEDE TOPLUMDAN ALACAĞINIZ DESTEK ÖLÇÜSÜNDE BAŞARI SAĞLARSINIZ
Müfredat oluşturma süreçleri, aktörleri, parametreleri, yöntemi vs. nasıl gerçekleştirilmelidir? Bakanlığın bu konuda izlediği yolu, süreci -ki 10 yıllık bir geçmişi olduğu deklare edildi- nasıl buluyorsunuz? Avrupa veya Uzakdoğu ülkelerinde müfredat oluşturma nasıl bir seyir izlenerek gerçekleştiriliyor?
Müfredat ya da öğretim programına ilişkin süreç genel olarak tüm dünyada benzer şekilde ilerler. Uzmanlar bir araya gelir. İhtiyaç analizleri yapılır. Komisyonlar kurulur. Elde edilen bulgular komisyonlara sunulur. Komisyonlar hedef ve kazanımları belirler. Bu hedef ve kazanımlar uygulanabilirlik açısından eğitim uzmanlarının eleştirilerine açılır ve belli süzgeçlerden geçer. Ardından taslak halini alır. Bu taslak tüm ülkeyi temsil ettiği düşünülen bir örneklem üzerinden denenir, yeniden gözden geçirilir ve genel program halini alır. Programın geliştirilmesi safhasında 1.000’e yakın akademisyen ve öğretmenin görev aldığı, askı sürecinde 70 bine yakın görüşün geldiği ve bu görüşlerin tamamının incelendiği ifade edilmiştir.
Bu yönü gayet iyi olmakla beraber komisyonlarda öğrenci temsilcisi, veli temsilcisi, sanayi kesimi temsilcisi, sivil toplum örgütleri temsilcisi, eğitim sendikaları temsilcilerinin durumuna ilişkin bir bilgiye rastlamadım doğrusu. Umarım bu kesimlerden de görüş alınmıştır. Çünkü bir eğitim programını ne kadar mükemmel tasarlarsanız tasarlayın, neticede toplumdan alacağınız destek ölçüsünde başarı sağlarsınız.
Yeni müfredatı incelediğinizde gördüğünüz eksiklikler, açmazlar ve yetersizlikler; müfredatta yer almayan ama olması gerekir dediğiniz hususlar nelerdir?
Bence en önemli hususlardan biri, bu müfredatın başarısının öğretmenin entelektüel becerisi ile sınırlandırılmış olmasıdır. Tabir yerindeyse bu müfredat öğretmenin becerisi kadar başarı şansına sahip. Oysa müfredat öğretmen ve öğrenciyi birlikte geliştirecek biçimde entegre olarak kurgulanabilirdi. Örneğin müfredatın iddialı olduğu konulardan biri de eleştirel düşünmedir. Kendisi eleştirel beceri gösteremeyen bir öğretmen, öğrencinin eleştirel beceri sürecini nasıl yönetebilir ki? Millî Güvenlik Dersi formatında sekizinci sınıflar için kurgulanmış T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersinde nasıl bir eleştirel beceri umulmaktadır? Örneğin kadına seçme ve seçilme hakkını verdiğimiz hususu gururla anlatıldığında, bu hakkın açık oy-gizli sayım ve tek parti (seçecek başka parti yok) siyaseti ortamında verildiğine dair bir bağlantı kurulabilecek mi? Bu bağlantı genel ve övgü dolu anlatımın içinde kaybolan bir durum olarak mı kalacak? Programın geneli incelendiğinde bu vb. durumların aynı kaldığı, biçimsel düzenlemelere yönelik övgülerin varlığını koruduğu, birçok hususta öze inemediği ve özün ıskalandığı hususu görülecektir. Bu yüzden bu müfredat değişimine çok büyük anlamlar atfetmek doğru değil.
Yeni müfredat, eğitimde birikmiş hangi sorunlarımızı orta ve uzun vadede çözecektir? Bildiğiniz gibi 2006 ve 2017’de müfredat değişse de yapısal ve aktüel eğitim sorunlarımız büyük oranda değişmeden varlığını sürdürmektedir.
Öncelikle sorun ne? Türkiye toplumu bu konuda hemfikir mi? Belki de herkesin hemfikir olması gerekmiyor. Ama ben de kendi penceremden şunları söyleyebilirim. Toplumdaki birçok problemin kaynağı bireycileşme ve modernleşme. Haz ve ben algısı başat rol oynuyor.
İzninizle üç örnek vereyim. 10 yıldan fazladır üniversitede hocayım. Öğrencilerimiz her sınav döneminde “Hocam sorular çoktan seçmeli test olacak, değil mi?” diye soruyorlar. Çünkü öğrenciler metin yazmaya kapalı, yazmayı bilmiyorlar. Analiz yapmayı bilmiyor, cevabı hazır görmek istiyorlar. İkincisi, dünyada İsrail’in işlediği suçlara ve teröre yönelik öğrenci gösterilerine bakın. Bu gösteriler özünde bir bilince ve farkındalığa karşılık geliyor. Ancak ülkemiz üniversitelerinde hiçbir tepki göremiyorsunuz. Çünkü gençlerdeki aidiyet kavramı problemli. Bu durum elbette sadece müfredatla açıklanabilir bir şey değil ama neticede tek başına olmasa da eğitim sistemi buna yol açıyor. Üçüncü bir husus, kendine ve çevreye dair duyarlılığı. Gençler kendi dışında ne olup bittiğinin farkında değiller, ilgilenmiyorlar, önem ve değer affetmiyorlar. Toplumsal değerler onlar için özel bir anlam ifade etmiyor. Mevcut olanı eleştiriyor, yerine bir şey koyamıyorlar. Toplumsal değerleri hoyratça eleştiriyor, onlarla adeta savaşıyorlar. Popüler kültüre dair eleştirel bir duruşları yok.
Kendilerini yoracak hiçbir şey yapmıyor, emek vermek istemiyor, sadece sonuç görmek istiyorlar. Telefonda ekranı çevirme hızına benzer bir yaşam arzuluyorlar. 20 saniyeyi aşan bir konuşmaya ve hatta videoya bile mesafeli duruyorlar. Müfredatı ne yapıp edip, çaba ile sonuç elde edebilecekleri bir hale getirmek gerekiyor ki ancak emek vererek bir şeye sahip olabileceklerini anlasınlar. Sabır ve sebat gibi kavram ve tutumlara kapalılar maalesef.