Muhalefet Adayını Açıklamalı mı?
Siyasi partiler açısından normal davranış, adayların resmi seçim takvimi içerisinde açıklanmasıdır; şimdiye kadar zaten hiç yapmadıkları bir iş için siyasi partileri zorlamak veya eleştirmenin bizatihi kendisi yadırganacak bir tutumdur.
31 Mart 2019 tarihinde gerçekleşen yerel seçimlerde, Ekrem İmamoğlu’na verilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı mazbatasının YSK tarafından geçersiz sayılması nedeniyle, 23 Haziran’da İstanbul seçmenleri ikinci kez sandık başına gitmek durumunda kaldı.
İlk yarışın aksine bu sefer iki aday arasındaki makas Ekrem İmamoğlu lehine net bir biçimde açıldı. Sandığa yansıyan siyasal tepki o kadar şiddetliydi ki, Binali Yıldırım mağlubiyetini en hızlı ilan eden aday olarak muhtemelen dünya demokrasi tarihine adını yazdırdı.
Sandıklar saat 17.00’de kapandı, seçim sonuçları ise YSK kararı gereği saat 19.00’dan itibaren açıklanmaya başlandı. O gece yorumcu olarak FOX TV’de konuktum ve yaklaşık 19.05 civarında haber merkezine Binali Yıldırım’ın saat 19.15’te basın toplantısı yapacağı bilgisi geldi. Yani sandık sonuçları paylaşılmaya başladıktan sadece 15 dakika sonra adaylardan birisi açıklama yapacaktı. Stüdyodaki herkes çok şaşkındı. Olan biteni anlamaya çalışıyorduk. O esnada anlam veremediğimiz ikinci bir hadise daha yaşanıyordu aslında. YSK sandık sonuçlarının duyurulmasına izin vermişti ama Anadolu Ajansı televizyon kanallarıyla veri paylaşmıyordu. Tüm ülkenin öğrendiği veriler 31 Mart seçimlerinde bilgi servisi yapmayan ANKA Haber Ajansı tarafından tedarik ediliyordu. Dolayısıyla ANKA Haber Ajansı olmasa, kamuoyunun o akşam sandık sonuçlarını öğrenmesi sıkıntılı olacaktı.
O karmaşa ve heyecan dolu atmosfer içinde stüdyodaki hiç kimse Binali Yıldırım’ın bu hareketine bir anlam veremiyordu. Ama şaşkınlığımız çok uzun sürmedi ve kısa bir süre sonra Binali Yıldırım kürsüye çıkarak mağlubiyetini ilan etti.
Bu açıklama ile birlikte seçim heyecanı da sona erdi. İşte sürprizlerle dolu o geceden itibaren yorumcular muhalefet blokunun Cumhurbaşkanı adayının kim olabileceği konusunu tartışmaya başladılar.
Oysaki genel seçimler biteli ve Cumhurbaşkanı seçileli henüz bir yıl olmuştu ama ülke dört yıl sonra yapılacak bir yarışta muhalefetin adayının kim olacağına kitlenmişti.
Normalde, diğer tüm konular gibi bu tartışmanın da bir süre sonra gündemimizden düşmesi gerekirdi. Ancak öyle olmadı; o an için muhalefetin hoşuna giden bu tartışmanın kendileri açısından da işlevsel olabileceğinin iktidar kurmaylarınca fark edilmesinden sonra işin rengi ve yönü tamamen değişti.
İktidar kanadı, muhalefet blokunda adaylık rekabeti üzerinden kriz çıkabileceğini gördüğü için bu tartışmayı diri tutmayı arzu ediyordu. Çeşitli partilerin içinde ve partiler arasında yaşanacak gerilimler iktidar açısından hem muhtemel hem de ideal bir durum anlamına geliyordu. Bu nedenle zaman zaman partilerin içinden, bazen de aktif siyasetin dışından isimleri dolaşıma sokarak tartıştırdılar.
Muhalefet partileri şimdiye kadar kendilerine kurulan bu kapana düşmediği için, seçim tarihine daha yıllar olmasına rağmen, “adayları bile belli değil” denilerek buradan bir başarısızlık ve “umutsuz vaka” algısı yaratılmaya gayret edildi. İşi o kadar ileri götürdüler ki, muhalefetin cumhurbaşkanı adayını tartışmakla görevli TV kanalları, yorumcular ve köşe yazarları ortaya çıktı.
Öyle anlaşılıyor ki, YSK’nın ilan edeceği seçim takvimi gereği cumhurbaşkanı adaylarının resmen belli olacağı güne kadar, iktidar kanadı bu tartışmayı sürdürmeye devam edecek.
İktidarın bu tutumu pek alışıldık olmasa bile yine de konumları ve çıkarları nedeniyle makul karşılanabilir. Ama işin garip tarafı, muhalefeti destekleyen çok sayıda köşe yazarı, TV yorumcusu vb. muhalif kanaat önderi de Millet İttifakı üzerinde aynı konuda baskı kurmuş durumdalar. Muhalefeti destekleyen TV kanalları, alternatif medya platformları ve gazetelerde cumhurbaşkanı adayının tartışılmadığı gün büyük olasılıkla yoktur.
Muhalefet aydınlarının, cumhurbaşkanı adayının bir an önce açıklanması gerektiği yönündeki değerlendirmelerinin en önemli gerekçesi “adayın seçmenle güçlü bir iletişim kurabilmek için zamana ihtiyacı var!” şeklindeki yanlış önermeye dayanıyor.
Neticede iktidar kurmayları ile bazı muhalif kanaat önderleri aynı noktada birleşiyorlar ve her iki grup da muhalefetin adayının açıklamaması üzerinden bir başarısızlık ve zafiyet tablosu çiziyor.
Muhalefetin yıllardır yaşadığı “kaybetme” kaygısı ve bunun tetiklediği “öğrenilmiş çaresizlik” duygusuyla da birleşince muhalif yayın organları ve aydınlar bilerek ya da bilmeyerek muhalefet seçmeninin psikolojisini olumsuz etkilemeye çalışan kaynaklara dönüşüyorlar.
Ancak bu noktada, muhalefet seçmenlerinin bu değerlendirmelerden etkilendiğini söylemek için elimizde yeterli veri olmadığını da belirtmemiz gerekiyor. Hatta tersine verilere de sahibiz. AK Parti’nin iktidar olduğu dönemden bu tarafa ilk kez son 5-6 aydır yürütülen araştırmalarda “Önümüzdeki seçimi kim kazanır?” sorusuna deneklerin büyük çoğunluğu (%55-60 arası) “muhalefet” yanıtını veriyor.
Muhalefet partileri de bu tartışmaları takip etmekle birlikte kendi yol haritalarını hayata geçirmeye devam ediyorlar. Dolayısıyla adaylık konusunda medya kurumlarının ve aktörlerinin sabırsızlığı ile seçmen ve siyasi partilerin konuya yaklaşımları arasında büyük bir makas oluştuğunu söyleyebiliriz.
Muhalefet Partileri Adayın İsmini Niye Açıklamıyor?
Bunun hem pratik hem taktiksel hem de stratejik gerekçeleri var. Bunları sıralamaya çalışalım:
1. Millet İttifakı’nın bir an önce adayını açıklaması gerektiğini ileri sürenler, muhalefet partilerinin çoktan yapmaları gereken bir işi şu ana kadar ihmal ettikleri gibi bir tablo çiziyorlar. Oysaki seçime dört, üç veya iki yıl kala belde belediye başkanlığı, ilçe belediye meclis üyeliği, milletvekilliği ya da Cumhurbaşkanlığı için bir partinin adaylarını açıkladığı herhangi bir örneğe siyasi tarihimizde pek rastlamıyoruz.
Devlet Bahçeli’nin 2020 yılında MHP’nin 2023’teki Cumhurbaşkanı adayının Erdoğan olduğunu ilan etmesi dışında 1983’ten bu yana siyaseti yakından takip etmeye çalışan biri olarak bendenizin hatırlayabildiği başka tek bir örnek bile yok.
Dolayısıyla siyasi partiler açısından normal davranış, adayların resmi seçim takvimi içerisinde açıklanmasıdır; şimdiye kadar zaten hiç yapmadıkları bir iş için siyasi partileri zorlamak veya eleştirmenin bizatihi kendisi yadırganacak bir tutumdur.
2. Yukarıda iktidarın muhalefeti adayını açıklamaya zorlarken esas amacının muhalefet içi krizleri tetikleme olduğundan bahsetmiştik. Millet İttifakı bu tuzağı bir süre sonra fark etti ve iktidarın stratejisini boşa çıkaracak hamleler yapmaya başladı. Meral Akşener’in “Ben Başbakanlığa adayım” açıklaması veya Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Belediye başkanları halka verdikleri sözleri yerine getirsinler” şeklindeki çıkışlarını bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Millet İttifakı’nın iki büyük ortağı da adaylık rekabetinin hem mevcut haliyle ittifaka zarar vereceğini hem de ittifakın büyüme potansiyelini şimdiden sabote etmek anlamına geleceğini görüyorlar. Halihazırda ittifakın dışında olan partiler, adayını şimdiden belirlemiş yahut adaylık için sert rekabetlerin yaşandığı bir yapının parçası olmayı niye istesinler ki?
3. Cumhurbaşkanı adayı olarak ilan edilecek ismin o andan itibaren bir hedef tahtası haline geleceğini herkes öngörüyor. Bu nedenle daha seçime yıllar varken adayın hırpalanmasına ve itibar kaybı yaşamasına imkân vermek siyaseten yanlış bir tutum olacaktır.
4. Millet İttifakı’nın ortakları bu süreç içinde akılcı bir hamle yaparak bazı konularda anlayış birliği geliştirmeyi başardılar: Ortak adayla yarışa girme ve adayı belirlemek için en az altı partinin yer alacağı bir masa kurma konusunda TBMM’de parlamenter sistemle ilgili çalışmayı yürüten partiler arasında mutabakat söz konusu. Dolayısıyla adayın kim olacağı üzerinde tartışmak yerine, hangi yöntemle ve kimler tarafından belirleneceği konusunda uzlaşma sağladılar.
2018 genel seçimlerinde bu konularda mutabakat oluşturamadıkları için partiler ortak bir aday belirleyememişlerdi. Daha açık ifade etmek gerekirse “masa kurma” konusunda uzlaşı sağlanamadığı için ortak isim üzerinde çalışma atmosferi de oluşmadı. O dönemde Temel Karamollaoğlu’nun yürüttüğü diplomasi bu masanın kurulmasına yeterli gelmemişti. Ama şimdi böyle bir masanın kurulması gerektiğini bütün partiler dile getiriyor. O yüzden de ortak bir isimle yarışa girmeye artık çok daha yakınlar.
5. Partiler de toplum da parlamenter sisteme geçiş sürecinin nasıl yürütüleceği konusunda muhalefetin fikir birliği sağlamasının öneminin farkında. Bu nedenle partiler kabaca şöyle bir sıralama yaptılar:
– Geçilmesi vaat edilen parlamenter sistemin temel prensipleri üzerinde uzlaş,
– Geçiş sürecinin nasıl yönetileceğine dair anlayış birliği geliştir,
– Aday belirleme sürecinin nasıl kurgulanacağı konusunda mutabakat oluştur,
– Zamanı gelince masayı kur ve ortak adayı belirle.
Görüldüğü gibi, bu yol haritasına göre aday belirleme aşamasından önce partilerin halletmeleri gereken önemli işler söz konusu. Bunlardan birincisi tamamlandı ve yakında kamuoyu ile paylaşılacak. Ama iş orada bitmiyor tabii ki. Seçim takvimi ilan edilinceye kadar partilerin yukarıda sıralanan konularda ev ödevlerini yapmaları gerekiyor.
Dolayısıyla adayın ismini bir an önce duymak isteyenler aslında siyasi partilerin “son aşama” olarak gördükleri bir işi en başta yapmalarını istiyorlar.
Sorun, Tablonun Yanlış Yorumlanmasında
CHP, İYİ Parti, DEVA, Gelecek Partisi, SP, DP ve HDP siyasi tarihimizde daha önce pek deneyimlenmemiş bir süreci yönetmeye çalışıyorlar. Söz konusu partiler birbirlerinden farklı kökenlere, yaklaşımlara, önceliklere ve ideolojilere sahipler. Bu çok renkliliğin bir avantaja veya dezavantaja dönüşmesinin arasında ise sadece ince bir çizgi var. Yeterince özenli davranılmaması durumunda bu zor sürecin akamete uğrama riski hiç de az değil.
Bu nedenle muhalefet blokunun temkinli hareket etmesi ve bir yol haritası üzerinde ilerlemeye çalışması, içinde bulunduğumuz koşullarda en doğru tutum olarak görünüyor.
Muhalefet partileri mükemmel bir performans ortaya koyamıyor olabilirler, ama şu ana kadar majör hatalar da yapmadılar. Araştırmalarda görülen iktidar ve muhalefet arasında iktidar aleyhine gün geçtikçe şiddetlenen güç dengesizliği bu durumun en büyük kanıtı.
Ortada bir sorun algısı varsa bile bu partilerden çok tabloyu yanlış yorumlayan kanaat önderlerinden kaynaklanıyor.