Muhalefetin Dış Politikası

Aslında hükümetlerin dış politika üzerindeki etkileri düşündüğümüz kadar fazla değil. Bir ülkenin dış politikası tarih, coğrafya, uluslararası sistem, bölgesel dengeler, ülkenin o dönemdeki ulusal kapasitesi, iç politik gelişmeler, kamuoyu algısı, hâkim elitin çıkarları ve ideolojik faktörlerin etkisiyle belirleniyor. 

Yirmi yıla yakın süredir farklı formlarda AK Parti ve Erdoğan tarafından yönetilen Türkiye’de, ilk kez bir seçimde iktidar değişikliği olasılığı ufukta belirdi. Aslında bu olasılığın konuşulur olması bile birtakım ezberlerin bozulması anlamına geliyor. Çok uzak olmayan bir geçmişte Erdoğan’ın seçim kaybetmesi Almanya Milli Futbol Takımının maç kaybetmesinden bile daha düşük bir olasılık olarak görülüyordu. Bu yaygın kabul Erdoğan’ın siyasi liderliği ve taraftarlarının bir bölümünün ona “körü körüne bağlılığı” kadar muhalefetin “beceriksizliğine” de bağlanıyordu. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bunlara yeni bir argüman eklendi. Bu iddiaya göre artık Türkiye’de “gerçek bir seçim yapmak imkansızdı”, bir diğer ifade ile Türkiye’deki seçimler an itibariyle tiyatrodan ibaretti.

 

Bu algı Türkiye’de olduğu kadar yurtdışında da yaygındı. Bu dönemde yurt dışında katıldığım toplantılarda Türkiye’deki seçimlerin adaletsiz de olsa gerçek olduğunu ve muhalefetin kazanma şansını olduğunu söylediğimde kimi zaman naif olduğum, kimi zaman da otosansür etkisi altında konuştuğum düşünülüyordu. Erdoğan seçim kaybetmezdi, zaten kaybedeceği seçimin yapılmasına izin vermezdi. Bu argümanları tehlikeli buluyordum, zira iktidarın demokratik yollarla değiştirilebileceği inancı ortadan kalkarsa demokrasi dışı arayışlar güç kazanabilirdi.

 

2019 yılında gerçekleştirilen ve muhalefetin Türkiye’deki büyük şehirlerin neredeyse hepsinde kazandığı seçimler naif olmadığımı ve otosansür yapmadığımı gösterdi. Gerçi AK Parti’nin İstanbul’daki seçimleri sudan sebeplerle iptal ettirmesi bu sefer de iktidarın gelecekte seçim sonuçlarını tanıyıp tanımayacağı hususundaki soru işaretlerini güçlendirse de tekrar edilen seçimde İstanbul’daki seçmenin iradesini bu sefer sarih şekilde ifade etmesi de gözden kaçmadı.

 

Artık Türkiye’de seçimlerin gerçek olup olmadığının sorgulanması şöyle dursun, yapılacak ilk seçimde iktidar değişikliği ciddi bir olasılık olarak kabul ediliyor. Bu algı Türkiye’de de, Türkiye dışında da böyle. Başka ülkelerde Türkiye’yi takip eden uzmanların şimdi merak ettiği şey iktidar değişimi durumunda Türkiye’nin dış politikasının ne ölçüde ve ne yönde değişeceği. Şunu da belirtmek lazım ki Avrupa’da ve Amerika’da bu soru Türkiye’nin son yıllarda uygulayageldiği dış politikada köklü değişiklikler olması ve Türkiye’nin yüzünü yeniden Batı’ya dönmesi umudunu da içeriyor.

 

Bu soruya cevap vermek bir yanıyla zor bir yanıyla ise kolay. İşin zor kısmından başlayacak olursak, öncelikle seçimlerde Erdoğan’ın rakibinin kazanması durumunda yeni Cumhurbaşkanı olacağını bilmiyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (kısaca Meclis de denebilir ama son zamanlarda böyle uzun uzun yazmayı seviyorum) nasıl bir sandalye dağılımı olacağını bilmiyoruz. Cumhurbaşkanlığı kabinesinin nasıl şekilleneceğini ve Dışişleri Bakanı’nın kim olacağını da bilmiyoruz. Henüz ortada olmayan bir iktidarın dış politikasının neye benzeyeceğini nasıl bilebiliriz ki?

 

İşin kolay kısmına gelecek olursak, aslında hükümetlerin dış politika üzerindeki etkileri düşündüğümüz kadar fazla değil. Bir ülkenin dış politikası tarih, coğrafya, uluslararası sistem, bölgesel dengeler, ülkenin o dönemdeki ulusal kapasitesi, iç politik gelişmeler, kamuoyu algısı, hâkim elitin çıkarları ve ideolojik faktörlerin etkisiyle belirleniyor. Bu faktörlerden tarih, coğrafya, uluslararası sistem ve bölgesel dengelerin kısa vadede sabit olduğunu varsayabiliriz. Bu durumda değişecek olan faktörleri iç politik gelişmeler, iktidar koalisyonunun çıkarları ve siyasal tahayyülleri, kamuoyu algısı ve ideolojik faktörlerle sınırlandırabiliriz.

 

Değişmeyecek olan faktörler zaten Türkiye’nin uzun vadeli stratejisini belirliyor. Bu faktörlerin etkisi ile Türkiye güvenlik kaygılarını ön plana çıkartan, büyük güçlerin arasında bir denge ve bu yolla stratejik özerklik arayışında olan, bölgesinde üstünlük kurmaya bunun için de ulusal kapasitesini sürekli olarak geliştirmeye çalışan bir dış politika stratejisini farklı iktidarlar döneminde uyguladı. İktidar değişikliği durumunda bu stratejinin değişmesi için herhangi bir sebep bulunmuyor. Bu çerçeve Türkiye’nin 1971’den beri devam eden Kıbrıs politikasında, 1992’den beri devam eden Azerbaycan politikasında köklü değişiklikler beklememek gerekir. Günümüzün sıcak konusu olan Doğu Akdeniz meselesindeki tarihsel sürekliliği Hazal Pabuççular ‘12 Ada ve Türkiye’ adlı kitabında detaylarıyla ele alıyor. Bu açıdan bakınca kullanılan enstrümanlar değişse de Doğu Akdeniz politikasının aynı hedefler doğrultusunda devam etmesi beklenebilir. Türkiye Körfez Savaşı’ndan (1991) beri terör örgütü PKK’nın toprak kontrolünün ve devletleşmesinin önüne geçmek için çaba sarf ediyor ve iktidar değişikliği durumunda bu yaklaşımın değişmesi için de hiç bir sebep yok. Dikkat ederseniz bu konular Türkiye ve Batılı müttefikleri arasındaki ilişkiyi en çok zorlayan konular ve gelecekte de böyle olması beklenebilir. Öte yandan Türkiye ve Batı arasındaki genel atmosferin olumlu olduğu bir ortamda yaklaşım farklılıkları daha etkin bir biçimde, krize dönüşmeden yönetilebilir.

 

Nelerin değişeceğine gelecek olursak önceliği iç politikaya vermek gerekiyor. Millet İttifakının bileşenleri, Gelecek Partisi ve Değişim ve Atılım Partisi’nin de katılımıyla parlamenter sisteme dönüşü hedefleyen bir çalışma yapıyor ve temel hak ve özgürlüklerin gelişmesi bu çalışmanın önemli bir ayağını oluşturuyor. Zaten birbirinden çok farklı ideolojik temelleri olan bu partilerin işbirliğinin devamı da ancak çoğulcu ve demokratik bir yaklaşımla mümkün olacaktır. Türkiye’nin temel hak ve özgürlükleri geliştirmeyi hedefleyen demokratik reformlara dönüşü Batılı müttefikleri ile ilişkilerinin yumuşamasına katkıda bulunacaktır.

 

Bazen kamuoyu algısı kendiliğinden oluşan bağımsız bir değişken gibi ele alınıyor. Oysa her ülkedeki kamuoyu o dönemin resmi söyleminden fazlasıyla etkilenir. Hükümetin iletişim kanalları üzerindeki etkisini düşünecek olursak bu durum Türkiye’de daha da belirgindir. Türkiye’nin Batılı müttefikleri ile ilişkilerinin yumuşamaya başladığı dönemde Türkiye’deki güncel hâkim söylemi tarihsel bir bağlama yerleştirip servis eden dönem dizilerinin de değişmeye başlaması şaşırtıcı olmaz.

 

İktidar değişikliği durumunda dış politikayı etkileyen en büyük değişim ideolojik alanda görülecektir. Türkiye dış politikası son yirmi yıldır şu veya bu şekilde İslam dünyasının lideri ve Batı karşısında sözcüsü olmaya odaklı bir ideolojik yaklaşımın etkisi altında. Arap ayaklanmaları döneminde bu yaklaşım daha da belirgin hale geldi. Mısır’daki darbe ile birlikte süreç tersine döndüğü zaman Türkiye sanki Arap Baharı hala varmış ve devam ediyormuş gibi davranmaya devam etti. Sonuç olarak Suudi Arabistan ve bölgesel ağı ve İsrail tarafından dışlandı, daha da ötesi açıkça hedef alındı. Bu durum Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de diplomatik izolasyonuna ve artık diplomatik yöntemlerle koruyamadığı çıkarlarını kılıç şakırdatarak koruma yoluna gitmesine yol açtı. Bu da Türkiye üzerindeki baskıyı daha da artırdı.

 

İktidar değişikliği olmayan bir ortamda bile Türkiye nihayet ulusal çıkarlarına hizmet etmeyen bu politikadan çıkışın arayışlarına başladı. İktidar değişikliği olması durumunda Türkiye’nin bu politikadan daha inandırıcı şekilde uzaklaşmasını, ulusal çıkarlarına zarar vermedikleri sürece Mısır, İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler ile dengeli ilişkiler yürütmesini bekleyebiliriz. Böyle bir politika değişikliği Türkiye’nin elini diplomatik olarak güçlendirecek ve Türkiye bölgedeki çıkarlarını korumak için saldırgan bir ülke izlenimi vermek zorunda kalmayacaktır.

 

Batı’da en çok merak edilen konu ise iktidar değişikliği durumunda Türkiye-Rusya ilişkilerinin nasıl etkileneceği. Tabi bu konunun sadece Batılı başkentlerde değil Moskova’da da merak ediliyor olduğunu tahmin etmek zor değil. Türkiye ve Rusya arasında rekabetçi işbirliği olarak tanımlanabilecek ilişki zannedilenden çok daha fazla süreklilik arz ediyor. Soğuk Savaş döneminde bile Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile sanayi işbirliği ve Sovyetler Birliği’nin Türkiye’deki ağır sanayi altyapısının kurulmasındaki etkisi malum. Dolayısıyla iktidar değişikliği durumunda Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini tamamen kesmesi gerçekçi bir beklenti olmaz. Öte yandan NATO üyesi Türkiye’nin çok ağır mali ve siyasi bedeller ödeyerek Rusya’dan S-400 aldığı ve sonuçta hala operasyonel hale getiremediği S-400 sistemlerini ve Rusya ile stratejik alana da kayan ve şeffaf olmayan bir ilişki modeli geliştirmesini sadece yukarıdaki çerçeve içerisinde açıklamak da mümkün değil.

 

Türkiye’deki mevcut iktidar Batılı devletlerin kendisini devirmek istediğini düşünüyor ve bunu her fırsatta dile getiriyor. İlk defa 2013’deki Gezi protestoları sırasında açıkça dile getirilen bu şüphe 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında iktidar nezdinde kesin bir kanaat halini aldı. Zaten S-400 alımı da dahil olmak üzere Rusya ile Batı’yla ilişkilerin zayıflaması pahasına yaşanan yakınlaşma da bu ortamda gerçekleşti. Yukarıda ele alınan nedenlerle Batılı müttefikleri ile daha olumlu ilişkiler kurabilecek olan yeni bir iktidarın, ulusal çıkarların gerektirdiği alanlarda Rusya ile işbirliğini sürdürmesi ancak bu işbirliğini NATO üyeliği ile çelişmeyen ve Türkiye’nin dünyadaki yerini sorgulatmayan bir çerçeveye oturtmak için çaba sarf etmesi beklenebilir.

 

Türkiye-Çin ilişkilerinin nasıl evrileceği de merak uyandıran bir başka konu. Çin’in ekonomik gücü Batı Avrupa ülkelerinin dahi göz ardı edemediği bir gerçek iken Türkiye’de olası bir yeni hükümetin Çin ile ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmeyi hedeflememesi şaşırtıcı olur. Öte yandan Batılı müttefikleri ile ilişkilerini geliştirmiş, diplomatik olarak güçlenmiş bir Türkiye’nin Çin ile ilişkilerinde daha özgüvenli olması ve örneğin Çin’in Uygur Türkleri’ne reva gördüğü muamele karşısındaki sessizliğini bozması beklenebilir.

 

Türkiye’de ilk seçimde iktidarın değişip değişmeyeceğini bilmiyoruz. Bugün için bu sadece olasılıklardan birisi. Ancak bu Türkiye’nin müttefiklerinin artık göz ardı edemeyeceği ve bugünden hazırlanmaya başlamaları gereken bir olasılık.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.