Muhammed Bin Selman’ın Suudi Arabistan Yüzyılı

Ekonomik işbirlikleri ve diplomasi üzerinden tanımlayabileceğimiz ‘açık kapı politikası’, Muhammed bin Selman’ın Suudi Arabistan yüzyılı tahayyülünün kritik bir parçası ve Veliaht Prens’in riskli seçimleri bu hedeflerin gidişatını belirleyecek gibi duruyor.

Geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman (MbS) Fox News’e bir mülakat verdi ve konuşmasının belli noktaları Suudi Arabistan politikasına dair ipuçları barındırıyor. MbS, yakından takip edilen ve şimdiden hakkında birkaç biyografinin yazıldığı, bölge için kritik öneme sahip bir lider. 

 

Mülakatın içerik olarak detaylarını analiz etmeden önce, Veliaht Prens’in kendisini İngilizce ifade ederken öncesinden daha rahat olduğu notunu düşebiliriz. Körfez’deki diğer siyasi liderlerin aksine Batı’da eğitim almadığı için İngilizcesini ilerletmeye çalıştığı söyleniyordu ki bu durum görüşmeye de yansımış. Benzer minvalde, Suud televizyonlarına verdiği önceki röportajlarından daha rahat ve emin tavırlar sergiliyordu. Körfez’deki liderlerin siyasi günlük siyasi demeçler vermedikleri göz önünde alındığında, bu mülakat MbS için hem küresel hem yerel anlamda önemli.

 

Mülakatın içeriğinden bir temel yorum çıkaracak olursak, MbS’nin ekonomik getirisi yüksek her türlü siyasi işbirliğine açık ve uyumlu bir Suudi Arabistan imajı çizmeye çalıştığını söyleyebiliriz. 

 

İsrail’le Normalleşme 

 

İsrail’le normalleşme üzerine soru aldığında, bu sürecin görüşme aşamasında olduğunu ve Filistin halkının refahı için Tel Aviv’i kim yönetirse onunla anlaşmaya varmaya çalışacaklarını söylemesi başlı başına tarihi bir ifadeydi. Riyad’ın İsrail’le anlaşması, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn’in anlaşmasından öte, tarihi ve dini olarak daha derin bölgesel sonuçlar doğurabilir. BAE ve Bahreyn halkları açıkça medyada ifade etmeseler de, ikili konuşmalarda İsrail’le normalleşmeyi desteklemediklerini söylüyorlar. İki kutsal mabedin koruyucusu unvanına sahip Suudi Arabistan, bir diğer kutsal toprağı işgal eden siyasi erkle normalleşirse, birincisi, bunu nasıl meşrulaştıracak? 

 

İkincisi, Suudi Arabistan İsrail’le nasıl bir normalleşme formülü uygulayacak? Diğer bir deyişle, bu durum bölgesel güvenlik ve Filistin halkının hakları konusunda nasıl bir sonuç getirir? 

 

BAE ve Bahreyn’in İsrail’le ilişkilerini ekonomik bir zeminde tutmaları ve yalnızca yumuşak politika unsurlarını ön plana çıkarmaları, şu ana kadar Arap devletlerinin İsrail’le normalleşmeleri Filistin meselesini nasıl etkiler sorusu için iyi bir örnek olmadı. MbS’nin İsrail’le normalleşmesi hangi formda gerçekleşecek bu bir merak konusu. Geçtiğimiz Ağustos’ta Suudi Arabistan, Ürdün’deki büyükelçisi Nayif el-Sudairi’yi Filistin’de görevlendirerek diplomatik bir adım attı. Örneğin, atanan büyükelçi Filistin’e ve Mescid-i Aksa’ya baskının arttığı dönemlerde bir diplomatik girişimde bulunur mu? BAE ve Bahreyn’in işgal ve yerleşimciler gibi konulara girmemeleri; çatışmaların arttığı dönemlerde geri planda kalmaları, Suudi Arabistan’ın da takip ettiği bir politika mı olur? MbS’nin daha aktif ve yapıcı bir dış politika tercih etmesi, Suudi Arabistan’ın yerel ve bölgesel meşruiyeti adına daha rasyonel bir tercih olur. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu normalleşmeyi desteklediklerini ifade etti. Belki bu normalleşme, Türkiye ve Suudi Arabistan ilişkilerinde yeni bir işbirliği dosyası açabilir; çünkü Türkiye Tel Aviv’le yıllardır diplomatik ilişkiler yürüten, İslam alemi ve İsrail’le ilişkilerini dengeleme konusunda tecrübe sahibi bir aktör. 

 

Suudi Arabistan Yüzyılı, İran ve İç Politikada Reform 

 

Mülakatın ilerleyen kısımlarında, MbS’ye İran’da yaşanan nükleer gelişmeler soruldu. Veliaht Prens, İran’ın ya da başka bir ülkenin nükleer silaha sahip olmasının bir güvenlik sorunu doğuracağını düşündüğü için nükleer silahlanmaya karşı olduğunu söyledi. Nükleer silahlanmanın hâlihazırda gerçekleştiği ve pek çok devletin bu konuda girişimlere açık olduğu göz önüne alındığında, Veliaht Prens’in daha gerçekçi bir dış politika zemininde cevap vermesi beklenebilirdi. 

 

Mülakatın bir diğer önemli noktası, Veliaht Prens’in Suudi Arabistan’ın gelecek yılları için oldukça iddialı hedeflerinin olduğunu gizlememesi. 21’inci yüzyılın Suudi Arabistan yüzyılı olacağını ve dünyada hangi meselede olursa olsun girişimi olan bir devletin, örneğin ABD’nin, bir şekilde Riyad’la iş yapacağını söylemesi, ülkesini ne kadar merkezi bir konumda gördüğünü ortaya koyuyor. Bu ifadeler yerel politika için de anlamlı mesajlar veriyor. MbS’nin Fox News’e özgüvenli ve yer yer aşırıya kaçsa bile Suudi Arabistan övgüsü dolu konuşması, Suud toplumunun genç ve gelecek vaat eden liderlerine duydukları itimadı artırabilir.

 

Veliaht Prens’in mülakatta da ortaya koyduğu üzere, Krallık için temel hedefleri hep ekonomik minvalde. Bölgenin siyasi istikrarının ekonomik kalkınma için bir şart olduğunu dile getiren MbS, OPEC kararlarının ve BRICS politikasının finansal önceliklere dayandığını söyledi. 

 

Bu ekonomik okumalar ve pozitivist kalkınma fikirleri arasında, attıkları tweet’ler yüzünden hapse atılan insanlar ve Krallık’taki ifade özgürlüğü üzerine gelen sorulara: “Bütün kanunlarımızla gurur duymuyoruz, kötü kanunlarımız da var ve onları değiştirmek için uğraşıyoruz” ifadelerini kullanması ilginç bir yorum oldu. Özellikle bahsi geçen terör kanununun MbS’nin kendisi tarafından çıkarılmış olması, bu ifadelerin rasyonalitesinin sorgulanmasına neden olabilir. Bir diğer husus, Suudi Arabistan’da yargının bağımsız olmasını yaşanan bu trajik davaların nedeni olarak göstermesiydi. “Ben bir lider olarak yenilik istiyorum, fakat kanunları yavaş yavaş değiştirebiliyorum ve yargının kararlarına müdahale edemem” ifadesi ve mecliste görev alan avukat sayısının çok az olduğunu vurgulaması sosyal medyada tepki gördü. MbS şu an kanunen ve fiziken Krallık’taki en güçlü insan ve kendisinin üstünde bir devlet gücü var manasına gelen bu ifadeleri tam da bu nedenle eleştirildi. 

 

Veliaht Prens’i anlatan yazı dizisinde de değindiğimiz gibi, MbS, Suudi Arabistan’ı önümüzdeki 50 yıl boyunca yönetmesi beklenen ve bütün rakiplerini stratejik hamlelerle eleyerek yükselen bir aktör. Dünya genelinde Müslümanlar için, Suudi Arabistan’ın belli konularda hamleleri kritik öneme sahip. Türkiye’de “İslam dünyası lideri” kavramı tıpkı İran ve Suudi Arabistan’da olduğu gibi milli bir yerden okunuyor ve bu konuda hem toplumsal hem siyasi olarak yerleşmiş bir kanı var. Fakat Suudi Arabistan da İslam dünyasının bir kısmı için bu unvanı taşıyor, bu nedenle MbS’nın İsrail’le normalleşme hususunda bu denli açık ve rahat olması şaşırtıcı. Dolayısıyla mülakattaki kritik başlıklara ve MbS’nin iddialı projelerine rağmen, en merak uyandıran unsur bu normalleşmeyi nasıl bir siyasi zemine oturtacağı. 

 

Veliaht Prens iç politikada hâlâ temkinli adımlarla ilerliyor ve toplum nezdinde genel olarak destek görüyor. İsrail’le el sıkıştığında, bunun BAE ve Bahreyn’de olduğu gibi sessiz bir toplumsal tepkiyle karşılanacağını düşünmüyorum. Bir diğer yandan bu hassas dengeyi bölgesel boyutlarıyla yürütmesi gerekiyor. Örneğin, Yemen’de anlaşmak üzere olduğu İran, açıkça normalleşmeyi desteklemediğini söylerken, İsrail’le diplomatik ilişkiler kurması Yemen’de barışın ertelemesine neden olur mu? Bu sorular, İsrail Turizm Bakanı Haim Katz’ın bu hafta Birleşmiş Milletler’in programı için Riyad’a resmî bir ziyarette bulunmasıyla tekrar gündeme geldi. 

 

Mülakatın bütününe yayılan ekonomik işbirlikleri ve diplomasi üzerinden tanımlayabileceğimiz ‘açık kapı politikası’, MbS’nin Suudi Arabistan yüzyılı tahayyülünün kritik bir parçası ve Veliaht Prens’in riskli seçimleri bu hedeflerin gidişatını belirleyecek gibi duruyor.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.