Mustarip Bir Ruh: Oğuz Atay
Oğuz Atay’ın yaşadığı dönemde görmezden gelinmesinin nedeni “farklı” olmasıydı. Ölümünden sonraki yıllarda popüler olmasının nedeni de yine “farklı” olmasıdır. Özellikle 2000’li yıllarda yeni kuşak genellikle farklı olmak, farklı görünmek çabası içine girmiştir. Bu yıllarda farklı olmanın en önemli göstergelerinden biri Oğuz Atay, özellikle de Tutunamayanlar okumaktır.
“Oğuz Atay, Türk Edebiyatının gerçek efsanesi…” Bir arkadaşımın evinde gazeteden kesilmiş ve duvara yapıştırılmış bu yazıyla tanımıştım Oğuz Atay’ı. Yıllar sonra bir tez konusu belirlemem gerektiğinde aklıma gelen ilk isim yine o oldu. Oğuz Atay, 43 yıllık kısa bir hayatta, sadece yedi yıl süren ve biri tamamlanmamış, biri ise günlük biçiminde toplam yedi eser vermesine rağmen ölümünden yaklaşık yarım asır sonra bile Türk Edebiyatı’nın en bilinen ve sevilen yazarları arasında ilk sıralarda yer alıyor. Peki, kimdir Oğuz Atay? Nedir onu bu kadar unutulmaz yapan? Neden bu kadar sevilmişti?
Kastamonulu bir ağır ceza hâkimi olan, ayrıca bir dönem milletvekilliği de yapan Mehmet Cemil Bey ve aslen İstanbullu olan, ilkokul öğretmeni Muazzez Zeki Hanım’ın çocuğu olarak 1934 yılında dünyaya gelmiştir Oğuz Atay. Onun kişiliğinin oluşumunda bu iki ismin oldukça büyük etkisi vardır, zira toplumumuzun 100 yılı aşkın süredir içinde bulunduğu medeniyetler çatışmasının somut birer örneği gibidirler. Atay’ın düşünce ve zevk dünyaları bakımından Doğulu bir baba ve Batılı bir annenin birlikteliğinden doğan uyumsuzluğu (absürdü) henüz çocuk yaşlarda fark ettiği “Babama Mektup” adlı hikâyesinde açıkça görülür. Bununla beraber bu durum onun “arafta” bir yazar oluşunun da temelini teşkil eder. Çünkü Atay ne Doğulu ne Batılı, ne sağcı ne solcu ne de herhangi bir zümreye mensup olabilmiştir. Tutunamayanlar’da bir bölümü “öz Türkçe”, bir bölümü Osmanlı Türkçesi, bir bölümü ise kendine ait “Atayesk” bir dille yazar. İşte bu arafta duruşu ve kendi şahsına münhasır oluşu nedeniyledir ki Atay toplumun her kesimi tarafından kabul görmüştür. Diğer taraftan aile hayatında karşılaştığı bu durum onun da zamanla topluma uyumsuz bir birey olmasına neden olur ve ileride kendisiyle özdeşleşecek olan “tutunamayan” kavramının ortaya çıkmasına olanak sağlar. Aşağıda değinileceği üzere bu kavram yıllar boyunca toplumun bir kesimi tarafından kendilerini ifade etmede kullandıkları bir slogana dönüşecektir.
Günümüzde en ünlü yazarlar arasında yer alsa da Oğuz Atay’ın yaşamı boyunca başarılı bir insan olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Tutunamayanlar’daki Selim Işık gibi o da çocukluktan itibaren “büyük adam” olacağı yönündeki telkinlerin sonucunda asıl olmak istediği kişinin dışında başka bir karaktere bürünmek ve “mış gibi yaşamak” zorunda kalır. 1961 yılında evlendiği Fikriye Hanım’la sadece altı yıl evli kalabilmiş, 1967’de boşanmışlardır. Bunun üzerine edebiyata yönelir ve çok geçmeden ilk romanı Tutunamayanlar’ı yazar. 1970’te ödül alan eseri iki yıl boyunca hiçbir yayınevi “aklına geleni yazdığı” ve çok uzun olduğu gibi gerekçelerle basmak istemez. Esere ödül veren jürinin bile kitabı okuyup okumadığı konusunda şüpheler vardır. 1972’de roman, iki cilt olmak kaydıyla basılır ancak bu sefer de alıcı bulamaz. Görüşlerine çok önem verdiği Yusuf Atılgan’a romanın bir kopyasını gönderir ancak Atılgan’dan herhangi bir yanıt alamaz. Oyunlarla Yaşayanlar da benzer şekilde hiçbir tiyatro tarafından sahnelenmek istenmez. Kitap olarak basılması ise yazarın ölümünden sonra gerçekleşir.
Yaşarken Anlaşılamayan Yazar
Tehlikeli Oyunlar’da Hikmet aracılığıyla “Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum” diyen Atay yaşarken anlaşılmayı başaramamıştır. Ölümünden yaklaşık iki yıl önce Günlük’te “… neden yazdıklarımı anlamıyorlar, neden çevrede kimse yok vs. Belki de anlaşılacak, önemsenecek bir şey yazmadım, yapmadım” diyerek bu yenilgiyi kabul eder. Atay’ın günlük yazmaya başlaması bile esasında anlaşılmadığını düşündüğünden dolayı kendini anlatabileceği bir mecra bulabilmektir. Zira Günlük’te neler yaptığını değil, neden yaptığını, neler yapmak istediğini anlatır bir üslup kullanmaktadır. Yine bu sebeptendir ki “Kimse dinlemiyorsa beni -ya da istediğim gibi dinlemiyorsa- günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda bana bunu da yaptınız” diyerek sitemkâr bir edayla başlar günlük tutmaya. Ne var ki tüm çabaları boşa gider Atay’ın. Anlaşılmadığı gibi derin bir sessizliğe de maruz kalır. Tanpınar’ın da yine günlüklerinde bahsettiği gibi bir “sükût conspiration’u, yani sükût suikastına” uğrar. Görmezden gelinmek, “yokmuş gibi” yapılmak, bir sanatçı için olumsuz eleştirilerden çok daha ağır bir durumdur.
Peki, Atay’ın anlatmak istediği şey neydi? Pakize Kutlu ile yaptığı söyleşide çok basit bir iş yapmak istediğini, insanı anlatmayı düşündüğünü söyler. Tutunamayanlar için söyler bunu Atay, ancak aynı eser ironik biçimde “içinde insan olmayan bir roman” olmakla suçlanır. Bu sefer de cevap olarak “Oysa ben insanı anlattım, olduğu gibi anlattım” dese de eserin yayınlandığı dönemde anlaşılması oldukça zordur. Bunda insanların içinde bulundukları durumun etkisi olduğu kadar Atay’ın avangart tutumunun da etkisi vardır. Şöyle ki; Tutunamayanlar, o güne kadar yazılmış romanlardan ve alışılagelmiş roman anlayışından çok farklı bir biçimde yazılmıştır. Birbirini yalanlayan iki önsözle oluşturulmuş çerçeve hikâyeler içinde noktalama işareti kullanılmadan yazılmış uzun sayfalar, içinde bolca ironi bulunan uzun bir şiir ve bu şiirin tahlilin yer aldığı bölümler, üstkurmaca, metinlerarasılık vb. bu romana postmodern bir hava katmıştır. Ancak okuyucular böyle bir okuma denemesine henüz hazır değildir. Dahası, sanat ve edebiyatta yenilik, gelenek için alışılagelmiş estetik yaklaşımı alt üst eden, hâlihazırdaki anlayışı temelden sarsan bir tehdit olarak görülür. Bu sebeple de yeni olanlar hemen kabul görmediği gibi çoğunlukla küçümsenme ve dışlanmayla karşı karşıya kalır. Tutunamayanlar’ın en başlarda gördüğü muamele de tam olarak budur.
Turgut ve Selim kent yaşamından, bürokrasiden ve sistemden sıkılmış, 20’nci yüzyılın bunalmış, yabancılaşmış aydın bireyleridir. Onların dertleri diğer insanlara benzememekte, kendi “özben”lerini aramakta, varoluşsal kaygılar taşımaktadırlar. Okur böyle bir şeyi daha önce pek görmemiş olduğundan ne onları ne de Atay’ı anlayabilmiştir. 1977 yılına gelindiğinde eserleri ikinci baskılarını yapmamış, oyunu sahnelenmemiş, sevdiği kadına kavuşamadığı gibi aile hayatında da başarılı olamamış, kurduğu şirketi dahi batmış bir şekilde hayatını kaybeder ve unutulmaya yüz tutar.
Varoluşsal Sorgulama ve Toplumsal Dönüşüm
Atay’ın yaşamındaki tüm bu olumsuzluklar/başarısızlıklar esasında onun başarısının da temelini oluşturur. Özellikle günlüğünün yayınlanmasının ardından Atay’ın fildişi kulesinden insanları eleştiren, kibirli ve alaycı bir kişi değil, aksine anlaşılma ve var olma çabası içinde inleyen “mustarip bir ruh” olduğu görülür. Herkesin kendinden bir parça bulabildiği bu ruha karşı zamanla, pişmanlık ve vefa duygusu karışık bir sevgi beslenmeye başlanır. 1980 sonrası küresel çapta yaşanan değişimlerin yanı sıra ülkemizde de birçok şey eskisi gibi olmayacaktır. İdeolojik kavgaların bitmesinden dolayı hem fiziksel hem de zihinsel enerjinin kanalize edilebileceği bir alan bulunamayınca bireyler kendi içlerine dönüp, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde varoluşsal bir sorgulama içine girdiler. Bu sorgulayış toplumsal bir dönüşümü de beraberinde getirdi. Edebiyat okuru için ise bu dönüşümü anlatan, içinde bulunduğu durumu kavramasına yardımcı olacak bir roman bulma imkânı yoktur. İşte bu ortamda Atay’ın günlüğü Enis Batur ve Ömer Madra tarafından 1984 yılında Milliyet gazetesinde bir yazı dizisi olarak yayınlanır. Oğuz Atay için bir dönüm noktası sayılabilecek bu olaydan sonra Atay, yeniden keşfedilir adeta. Özellikle de Tutunamayanlar, toplumsal dönüşümün anaforunda bunalan Türk aydını için başucu kitabı haline gelir. “Tutunamama”, 1980 sonrası Türk toplumunun içinde bulunduğu sosyo-psikolojik durumu ifade eden bir kavram olur. Yaşarken ikinci baskısı yapılmayan kitapları, yüzlerce baskı yaparlar. Tiyatro oyunu aynı şekilde sahnelenir, hatta diğer eserleri de tiyatroya uyarlanarak defalarca sahnelenir. Televizyon dizilerinde eserlerinden bölümlere sıkça yer verilir. Sosyal medyayla birlikte şöhreti daha da artar; her platformda eserlerinden alıntılar, adına açılmış hayran sayfaları, kurmaca karakterlerinin adlarıyla açılmış hesaplar ve paylaşımlar görülür. Böylelikle Oğuz Atay, günümüzde en çok tanınan ve eserleri en çok satılan yazarlardan biri olur.
Atay’ın yaşarken göz ardı edilmesinde ve ölümünden yıllar sonra büyük bir ilgi görmesinde zamanın koşullarının oldukça önemli bir yeri vardır. Yaşadığı dönemde salt insanı ve onun iç dünyasını anlatan, herhangi bir sınıfa mensup olmayan ve varoluşsal kaygılarla boğuşan Atay’a ilgisiz kalınması olağan bir durumdur. Dramatik bir değişim gösteren dünyada yalnızlaşan ve varoluşunu sorgulamaya başlayan modern insan ise kendisini Atay’ın eserlerinde bulmuştur. Somut problemlerin yoğun olarak bulunduğu 70’lerin toplum yaşantısı ile daha çok soyut problemlerin egemen olduğu günümüz sosyal yaşamı arasındaki fark, Oğuz Atay’ın yaşarken değil de ölümünden yıllar sonra anlaşılmasının nedenini çok iyi açıklar. Özellikle teknolojiyle birlikte daha çok içine kapanan ve iyice yalnızlaşan birey, kendine oluşturduğu sahte bir kişilik ve yaşamla “mış gibi” bir hayat sürmektedir. Anlam veremediği ve adlandıramadığı bu durumu Atay eserlerinde doğrudan ele almış, “tutunamama” olarak adlandırmıştır. Böylelikle Atay’a olan ilgi günden güne artmıştır.
Yaşamın Absürtlüğü
Atay’ın karakterlerinin sadece içlerine kapanık, kırılgan, karamsar, sıkılgan ve bunaltılı tipler olduğunu, eserlerinin salt bu tarzda oluşturulduğunu söylemek yanlış olur ki böyle bir durumda bugünkü popülerliğine ulaşabilmesi oldukça zor olurdu. Onun anlatımdaki en büyük silahı ironidir. Hem kendi hayatında hem eserlerinde alttan alta eğlenceli ve komik bir yön mutlaka göze çarpar. Ancak bu sıradan bir mizah değil, hüzün ile iç içe geçmiş bir mizahtır. Yaşamın uyumsuzluğuna (absürtlüğüne) ve ağır kurallarına karşı Camus’nün Başkaldıran İnsan misali, bir başkaldırışın ifadesidir. Günümüz insanının bu yöntemi çok beğendiğinden söz edilebilir, şöyle ki Onur Ünlü’nün içinde bolca absürtlüğün, ironinin ve derin bir hüznün bulunduğu Leyla ile Mecnun adlı dizisinin de yine benzer özellikleri nedeniyle nitelikli izleyicinin en beğendiği televizyon yapımları arasında gösterilmesi günümüz insanının beğeni ölçütlerinin bir göstergesidir.
Tıpkı hitap ettiği kesim gibi Oğuz Atay da bir aydındır. Bununla birlikte eleştiri amacıyla kullandığı ironi ve mizahın hedefinde de yine aydın kesim yer almaktadır. Atay’ın okuyucuları eleştirilerin kendilerine doğru yapıldığını hissettiklerinde, ona karşı bir tavır almak yerine daha bir yakınlık duymuşlardır. Çünkü Atay, bu eleştirileri kendinden farklı gördüğü “karşı taraftakilere” değil, bizzat içinde yer aldığı insanlarla birlikte kendine de yapmaktadır. O, bu içtenliği sayesinde okuru kendine bağlayabilmiştir.
Oğuz Atay, insanı anlatmıştır. Toplumun bir kesimini, bir ideolojinin temsilcisini veya ideal bir insanı değil, herkesin içinde kendini görebileceği, kanlı canlı, bu topraklarda yaşayan, her gün herkesin aynada yahut sokakta görebileceği insanı anlatır. Dahası onun metinleri cinsiyetsiz, yaşsız, yani her yaştan kadın ve erkeğin okuyup kendinden bir şeyler bulabileceği metinlerdir. Günümüz dünyası bu tarz bir üretkenliğe henüz geçmekteyken Atay bunu yıllar öncesinde başarabilmiştir. Eserleri her ne kadar bir “rüya” veya “oyun” içinde geçse de içindeki kişiler ve onların sorunları oldukça gerçektir. Onların toplumu veya dünyayı değiştirmek için peşinden koştukları büyük idealleri yoktur. En temelinde özgür olabilmeyi, kendileri (Özben, Benol) olabilmeyi, anlaşılmayı ve sevilmeyi isterler. Tıpkı Selim Işık gibi “büyük adam” olmak gibi bir niyetleri yoktur. Tutunamayanlar’da (s. 559) Atay, yazdığı bu romanı için: “Bu kitap ne ciddi kavgaların ne büyük ve yaygın sıkıntıların ne de ezilen insanların romanıdır; bu kitap mustarip bir ruhun iç çekişlerinin romanıdır” der. Çocuklukları anne-babalarını memnun etme çabası içinde geçen dolayısıyla da yetişkin olduklarında kendi istedikleri değil ailelerinin istedikleri bireyler haline gelen ve Y kuşağı olarak adlandırılan nesil, Atay’ın kendi yaşamıyla benzerlikler gösteren bu eserlerinde kendi iç çekişlerinin yankısını bulmuşlardır.
Atay’ın yaşadığı dönemde görmezden gelinmesinin nedeni “farklı” olmasıydı. Ölümünden sonraki yıllarda popüler olmasının nedeni de yine “farklı” olmasıdır. Özellikle 2000’li yıllarda yeni kuşak genellikle farklı olmak, farklı görünmek çabası içine girmiştir. Bu yıllarda farklı olmanın en önemli göstergelerinden biri Oğuz Atay, özellikle de Tutunamayanlar okumaktır.
Ciddi Okurlar ve Entelektüel Görünmek İsteyenler
Günümüzde Atay’ın bu kadar ön planda olmasında iki farklı kesimin etkisinden bahsedilebilir. Birinci kesimde ciddi okurlar vardır. Onlara göre Oğuz Atay, günümüz düşünce ve edebiyat dünyasının anlaşılabilmesi açısından mutlaka okunması gereken bir isimdir. Bu nedenle nitelikli okuyucular tarafından bolca okunmaya devam etmektedir. Aynı doğrultuda Murat Gülsoy, edebiyatla uğraşanların Oğuz Atay’ı etkilenerek okumuş olduğunu, herkesin kendine göre bu etkiyi taşıdığını düşündüğünü söyler. Gülsoy’a göre ironi, kara mizah, acı alay hatta sinizm, sadece günümüz edebiyatının değil özellikle muhalif kültürün yaygın olarak kullandığı zihinsel araçlar haline gelmiştir. İkinci grupta ise genelde entelektüel görünmek isteyenler yer alır. Bulundukları her mecrada Atay’dan bir alıntı yapsalar da aslında kitaplarını okumazlar ya da yarım bırakırlar. Yapılan bir araştırmada yarım bırakılan eserler arasında Tutunamayanlar’ın en üstte çıkması buna güzel bir göstergedir. Olumsuz görünmekle birlikte bu durum Atay’ın şöhretini artıran etkenlerden biridir.
Bugün geniş bir perspektiften baktığımızda Oğuz Atay’ın yıllar önce sorduğu “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” sorusuna yanıt geç de olsa verilmiş gibidir. Atay, okundukça anlaşılmaya, anlaşıldıkça sevilmeye devam edecektir; çünkü o, bu toplumu anlayan nadir insanlardan biridir ve bunu gerçekten hak etmektedir.