Nargilenin Sosyolojisi
Nargile tüketiminin yaygınlaşmasının, Türkiye’nin mevcut kültür-politik kutuplaşmasını aşan bir yanı söz konusu. Nargile içen herkes AKP’ye oy vermiyor ya da CHP seçmeni olup da nargile içenler de mevcut. İlginç bir biçimde gündelik siyaset nargileyi kuşatamıyor, emir komutasına alamıyor.
Perspektif’te yazdığım “Halının Sosyolojisi” ve “Tespihin Sosyolojisi” yazılarında gençliğimde bir dönem turist rehberliği yaptığımı belirtmiştim. Ben rehberliği özellikle 1980’lerin ikinci yarısında ve 1990’ların başlarında yaptım. O yıllar bir anlamda Türkiye’nin Turgut Özal yıllarıydı. Turizm ciddi teşvik gören bir sektördü ve her sene ülkeye gelen turist sayısı hızla artıyordu. O dönemde Türkiye’ye gelen turistler içinde Avrupa kökenliler çok önemli bir paya sahipti. Benim çalıştığım dönemde Avrupa’dan Türkiye’ye yönelik bir kitle turizmi söz konusuydu. Avrupa’nın zenginleri veya maceracı ruhları çok daha önce Türkiye’yi gezmişlerdi. 1980’lerin kitle turizmiyle birlikte fiyatlar ucuzlayınca sıra Avrupa’nın orta sınıflarına gelmişti.
Avrupalı bir orta sınıf mensubu için tur şirketlerinden satın alınmış organize bir Türkiye seyahati biraz da görece güvenli bir oryantalist fanteziler deneyimi sunuyordu. Türkiye’nin hâlâ padişahlar tarafından yönetildiğini sananlar mı dersiniz, çok eşliliğin çok yaygın olduğunu düşünenler mi dersiniz, bütün Müslümanların aslında Arap olduğunu iddia edenler mi dersiniz… Kısacası ortalama bir orta sınıf Avrupalının kafasındaki “Doğu” imajını oluşturan bütün kültürel egzotizmler Türkiye için de geçerliydi. Bu turistlerin en azından bir kısmı için Türkiye; lokumun, rakının, şiş kebabın, dansözlerin, Türk kahvesinin ve nargilenin ülkesiydi. Dolayısıyla Türkiye’ye geldiklerinde ilk tecrübe edilecekler listesinde bunlar yer alıyordu.
Benim turist rehberliği yaptığım yıllarda yukarıda yaptığım listedeki pek çok şeye erişim hiç de zor değildi. İlginç bir biçimde bunun bir istisnası vardı: Nargile. 1980’lerde Türkiye’de nargile bugünkü kadar kolay rastlanır bir şey değildi. Üstelik o dönemde rehberlik yapanların çok büyük bölümünün benim yaşıtlarım ve tıpkı benim olduğum gibi üniversite öğrencileri olduğu düşünülürse, bizlerin hayatlarında çok yer kaplayan bir şey de değildi. Ancak Avrupalıların, özellikle de erkek olanlarının en çok sordukları şeylerden biri nargileydi. Onlar Türkiye’de her köşe başında nargile içen biriyle karşılaşacaklarını umarak gelmişlerdi sanki. Biz rehberler nargilenin o zamanki Türkiye’de pek yaygın olmadığını söylediğimizde bize inanmıyorlardı çoğu zaman. Bizden sürekli nargile kahvesi önermemizi istiyorlardı.
Nargile Kahveleri/Kafelerinin Ortaya Çıkışı
Nargilenin özellikle büyük şehirlerin kültürel kamularına yaygın olarak girişi sanırım 1990’larla birlikte yavaş yavaş başladı ve hızla da genişledi. Belli bir süre sonra artık her tarafta nargile kahveleri/kafeleri belirmeye başladı. Bu tam da post-modern bir atmosferin yaygınlaşmasıyla paralel şekilde gerçekleşti. Türkiye gibi modernleşme toplumlarında, modernliğin Avrupa antropolojik kültürüyle fazla özdeş olarak algılanması nedeniyle, birçok eski/kadim/geleneksel kültürel öge gündelik hayattaki yerini koruyamamıştı. Post-modern zamanlar ise modernin içinde pre-modern addedilen ögelerin varoluşunu artık daha meşru hale getiriyordu. Nargile geleneksel olan üzerindeki bu tür modern eleklerden sızdı ve post-modern zamanlarda yeniden mevcudiyet kazandı.
Aslında aynı şey nargile etrafında sıralayabileceğim başka birtakım kültürel ögeler için de geçerliydi. Örneğin büyük şehirlerde kahve ve çay bahçesinden kafeye ilk geçiş sürecinde, genellikle bu “çağdaş” mekânlarda Türk kahvesi pek yaygın değildi. Özellikle İtalyan kahvesi yapan makinelerin ilk getirilmeye başladığı yıllarda. Bu yeni kamusal mekânlarda benzer bir durum çay için de geçerliydi. Ülkede poşet çay yeni yeni yaygınlaşmaya başlamıştı. Bu yeni mekânlarda ince belli bardakta demleme çay bulmak pek kolay olmuyordu. Belki de Türk kahvesi ve ince belli bardakta çay, yeşil çuha masa örtülü erkek kahveleriyle, aile çay bahçelerine özgü bir biçim olarak öngörülüyordu. Alternatifleri ise daha “çağdaş” bir hayat tarzının.
Ama zaman içinde kültürel hayat kendi yatağını buldu ve oradan devam etti. Post-modern tüketim toplumu kültürünün önünde bu tür vesayetler duramadı. Bugün artık her tür mekânda her tür kahve ve çay ısmarlamak neredeyse mümkün. En sosyetik kafelerde ince belli bardakta çay olduğu gibi, en umulmadık çay bahçelerinde de espresso makinesi olabiliyor. Özellikle 35 yaş altı Türkiye’de bu toprakların bir çay ülkesi olmaktan bir kahve ülkesi olmaya doğu evrildiği söylemek bile mümkün. Bizim kuşağa, Batı’da yaşayan arkadaşlarımızın, kuzenlerimizin sabah kahvaltısında kahve içmeleri biraz tuhaf gelirdi. Sanrım bir kuşak içinde bu tercih Türkiye için bile bir standart haline gelecek.
Bu post-modern kültürel melezlenmeler içinde uzun zamandır benim en çok dikkatimi çeken ise nargile. Nargile kafelerinin özellikle üst gelir grubundan insanlar için bu kadar yaygınlaşması ve büyükşehirlerin kültürel kamularında yer kaplamaları bana hep ilginç ve sosyolojik olarak analiz edilmesi gereken bir konu olarak gözükmüştür. Kimileri bunu bir tür kültürel irtica olarak görüyor olabilir. Kimileri ise bastırılmış geleneğin geri dönüşü. Elbette bu tür değerlendirmelerin haklı çıkacakları bazı örneklemler bulunabilir Türkiye’de. Ancak ben meselenin biraz daha geniş bir sosyal dinamizme bağlı olabileceğini düşünüyorum.
Pre-Modern Bir Tütün Tüketme Biçimi
Önce nargileyi bir soyutlayalım isterseniz. Nargile esas olarak nedir? Nargile pre-modern bir tütün tüketme biçimidir. Pre-modern derken Sanayi Devrimi, Fordist-Taylorist seri üretim kayışı, buna paralel olarak kitlesel tüketimci refah toplumu gibi sosyolojinin temel kavramlarından önceki bir çağda kullanılan bir nesnedir. Son cümleyi yazarken birden aklıma geldi; nargilenin sosyoloji öncesi bir form olduğunu bile söyleyebiliriz bence. Ne de olsa sosyoloji de modern bir şey çünkü. Ancak nargile aynı zamanda sabit mekân ve boş zaman isteyen bir kültürel tercihi de işaret ediyor. Modern hayatın debisine pek uygun olmayan, kullanıcısından fazla talepkâr olduğu söylenebilecek, hatta biraz da ağır bir eşya. Dolayısıyla da tüketicisinden benzer bir ağırlığı istiyor eşyanın tabiatına uygun olarak. Bu açıdan bakıldığında nargile zanaatı çağrıştırıyor bence. Tıpkı yirmilik bir sigara paketinin endüstriyi çağrıştırması gibi. Sigara paketi modern hayatın ritmine daha uygun ve teşvik edici bir tütün tüketme formu. Zaten bu nedenle de bu kadar yaygınlaşabilmiş.
Bugün sözünü ettiğim türdeki mekânlarda nargile kullananlar ise artık orta-üst sınıftan insanlar. Cüzdanları kalın. Zamanları geniş. Nargilenin bile bir ekonomi-politiği var yani. Dolayısıyla nargile tüketiminin yaygınlaşmasının, Türkiye’nin mevcut kültür-politik kutuplaşmasını aşan bir yanı söz konusu. Nargile içen herkes AKP’ye oy vermiyor ya da CHP seçmeni olup da nargile içenler de mevcut. İlginç bir biçimde gündelik siyaset nargileyi kuşatamıyor, emir komutasına alamıyor. Elbette İslamcı yeni zenginlerin düzenli gittiği hiper lüks nargile mekânları yok değil. Ancak Nişantaşı yaşama kültürü içinde büyümüş, iyi eğitimli, yüksek maaşlı seküler profesyonellerin içinde de nargile kafelerinde sabahlayanlar var. Çünkü post-modern zamanlarda nargile bu sosyal kesimler için aynı zamanda bir gösteriş tüketimi alanı veya kamusal görünürlük bahanesi artık. Nargile sadece bir tütün tüketim formu değil yani. Yeni tip bir sosyal konforun simge biçimlerinden biri.
Uzun lafın kısası sosyoloji toplumsal değişimin bilimi. Nargilenin sosyolojisinden söz etmek de bu anlamda bir şımarıklık değil, çünkü yaşadığımız toplumdaki değişim süreçlerini hayatımızı çevreleyen eşyaların kullanımındaki değişimler üzerinden de takip edebiliriz. Ülkemin bazı solcuları yine bana kızacaktır ama şunu söylemeden de yazıyı bitirmek istemiyorum: Bir holdingin sahibi ile bekçisinin aynı partiye oy verebildiği bir ülkede elbette sınıfsallığı da nargile tüketim mekânları üzerinden takip etmek şaşırtıcı olmasa gerek!