Narmanlı Han Tanpınar Araştırmaları Akademisi – I

Portekiz’de Fernando Pessoa için düşünülebilmiş bir şey, niçin Türkiye’de Ahmet Hamdi Tanpınar için düşünülemiyor? Neden bu toplum Tanpınar’ı 57 milyon dolara değişebiliyor? Narmanlı Han deyince Türkiye’de akla neden Ahmet Hamdi Tanpınar Evi ya da Müzesi değil de, AVM ya da rezidans geliyor? Aslında elbette mesele sadece Narmanlı Han’ın müze olması değil, Tanpınar’dan bu kadar kolay vazgeçebilmek.

Geçtiğimiz hafta Perspektif’te yazdığım “Casa Fernando Pessoa” yazısında bir şairin/yazarın, bir toplumun varoluşunda ne kadar önemli bir yere sahip olabileceğini ele almaya çalışmıştım. Portekiz ile Pessoa arasındaki ilişkinin bazı ayrıntılarına işaret etmiştim. O yazıda Pessoa’yı Tanpınar’a çok benzettiğimi de ifade etmiştim. Bu yazıda ise tekrar Tanpınar’a odaklanmak istiyorum. Elbette okurlar bu iki yazıyı birlikte okuyup Pessoa/Portekiz ilişkisini Tanpınar/Türkiye ilişkisiyle karşılaştırabilirler.

 

Bilindiği gibi Ahmet Hamdi Tanpınar uzun yıllar İstanbul Beyoğlu’nda bulunan Narmanlı Han’ın bir odasında yaşadı. Bu han, 1831’de Rusya’nın elçilik binası olarak inşa edilmişti. 1933’te Narmanlı kardeşlere satıldıktan sonra ise onların adıyla anılmaya başlandı. Narmanlı Han sadece konumuyla ya da mimarisiyle değil, aralarında Ahmet Hamdi Tanpınar, Bedri Rahmi ve Aliye Berger’in de bulunduğu birçok sanatçı ve yazara ev sahipliği yapmış olması nedeniyle de önem kazandı. Narmanlı Han epey bir zaman biraz kaderine terkedilmiş biçimde varlığını sürdürdü. Han, bir süre önce 57 milyon dolara bir kozmetik ve tekstil şirketi ortaklığına satıldı.

 

Muhafaza Etmeye Değer Anlamlar

 

Tanpınar uzun yıllar Türkiye’de daha çok kendilerine “muhafazakâr” diyen kesim tarafından okundu ve sahiplenildi. Üstelik tek parti dönemi CHP milletvekili olmasına rağmen! Sadece Narmanlı Han’ın hikâyesinden yola çıkarak bile “Türkiye’de gerçekten bir ‘muhafazakârlık’ var mıdır? Hatta hiç var olmuş mudur?” sorusunu sormamak mümkün değil. Galiba buna benzer bir soruyu geçen haftaki yazımda da sormuştum! Bu noktada muhafazakârlığın da tıpkı sosyalizm, liberalizm, anarşizm vb. gibi Batı’dan gelen bir kavram olduğunu hatırlamak anlamlı olabilir. Burke’nin Fransız Devrimi eleştirisi, bir bakıma şu basit soruyu gündeme getirmek ister: “Geçmişte hiç mi iyi, doğru bir şey yoktu?”. Dolayısıyla, muhafazakârlık, muhafaza etmeye değer bulunan bir şeyler üretildiği iddiasına dayanır öncelikle. Eğer muhafaza etmeye değer anlamlar üretmemişseniz, her şeyden kolay vazgeçersiniz. Türkiye modernleşmesinin en tipik özelliklerinden biri de, geçmişte muhafaza etmeye değer hiçbir anlam veya değerin bulunmadığı düşüncesinin güçlü olmasıdır. Asıl ilginç olan ise, modernleşmeci ekolün böyle düşünmesi değil, ona her zaman mesafeli hatta muhalif olan kanadın, yani bugün iktidarda olan çizginin de aynı tavra sahip olması. Elbette, ikincisinin benzer tavrında “duygusal” sebeplerin daha fazla öne çıkıyor olduğunu da vurgulamak gerekir! Meselenin öncelikle bir zihniyet meselesi olduğunu unutmamak lazım. Kentsel dönüşüm, arsa spekülasyonu, rantçılık, mimari hoyratlık bunun tezahürleri sadece. Daha nitelikli değerler üretemeyenler, mevcut, egemen değerlere teslim olurlar.

 

Portekiz’de Fernando Pessoa için düşünülebilmiş bir şey, niçin Türkiye’de Ahmet Hamdi Tanpınar için düşünülemiyor? Neden bu toplum Tanpınar’ı 57 milyon dolara değişebiliyor? Narmanlı Han deyince Türkiye’de akla neden Ahmet Hamdi Tanpınar Evi ya da Müzesi değil de, AVM ya da rezidans geliyor? Aslında elbette mesele sadece Narmanlı Han’ın müze olması değil, Tanpınar’dan bu kadar kolay vazgeçebilmek. Narmanlı Han’ın Tanpınar’ın adını taşıyacak bir mekâna dönüştürülmesini tartışılmadı bile Türkiye’de. Özellikle de yıllar boyunca Tanpınar’ı bayrak edinen kesimler tarafından.

 

Müze En Anlamlı Seçenek mi?

 

Böylesi durumlarda “müze”, elbette konuşulabilecek seçeneklerden bir tanesidir. Ama ben Narmanlı Han için “müze” önerisinin en anlamlı seçenek olduğunu düşünmüyorum. Müze erken modernliğin ulus devlet inşasının temel kurumlarından biridir. Bu anlamda tipik bir 19’uncu yüzyıl kurumudur. Modern devletler kendilerini meşrulaştırmak için elzem olan “tarih inşası” için müzelere de ihtiyaç duyarlar. Bunların en önemli örnekleri Paris’teki Louvre Müzesi, Londra’daki British Museum ve Berlin’deki Bergama Müzesi’dir. Müze, sanılanın aksine, içindekilerin bugüne ait olmadığını da anlatır. Müze modernliğin kendi öncesini paranteze alması ve bugünden, yaşanandan koparmasıdır. Bu anlamda Louvre bir müze müzesidir de aynı zamanda.

 

Modernleşme toplumları genelde geçmişe Batı modernliği kadar anlayışlı bakmamıştır. Bazen “yık ve yenisini yap” diyerek tarihi binalara hoyratça yaklaşmıştır. Bazen de onları müzeleştirerek bugünkü yaşanan hayattan koparmıştır. Değişimin çok hızlı olduğu ve bunun kararlarının siyaseten verildiği toplumlarda bunun çok tipik bir semptom olduğunu da vurgulamak gerekir. Birçokları için bu iki seçenek birbirinden çok farklı gibi gözüküyor olabilir. Ama sonuçta ikisi de aynı kapıya çıkarlar. Aslında işin doğrusu, geçmişte gerçekten değerli olan bir şeyin bugünde de karşılığının olabilmesidir. Ancak müzede seyredilmeye değer bir geçmiş artık bugünde ikamet etmiyordur. Örneğin Hacıbekir müzesi olur mu? Lokumun lezzetinin tadılmadığı, sadece görüntülerini olduğu bir müze ne kadar anlamlı olabilir? Geçmişe ait değerli bir şey bugünde yeterince karşılık bulamıyorsa, o zaman o değerin bilincinde olanlar ona sahip çıkmalıdır. Bu noktada ilk akla gelen devlet olabilir ama bu da bence ezeli, ebedi reflekslerimizden biridir belki de. Esas sorun toplumun değerlerinin olması ve onlara sahip çıkmasıdır.

 

Bu noktada bir başka önemli meseleyle karşı karşıya geliyoruz. Bu sahip çıkmanın, değer bilmenin yolu, yöntemi nasıl olacak? Müze, hâlâ birçoğumuzun aklına ilk gelen çözüm olabilir. Buradaki iyi niyeti anlamakla birlikte, pek katılmıyorum. İşin aslı, o değeri bugünde popüler olmasa da yaşatacak kurumları üretebilmek. Örneğin Hacıbekir’in ticari bir kurum olarak varlığını sürdüremeyeceği tarihsellikte ne yapacağız, ne yapmalıyız? Yoksa onu, kamu ya da sivil toplumun desteğiyle, lokum üreten bir işletme olarak ayakta tutmaya mı çalışmalıyız? Sürekli zarar edeceğini bile bile, eğer lokumu çok seviyorsak, bir Lokum Sevenler Derneği kurup, onun üzerinden Hacıbekir’in yaşamasını mı sağlamalıyız? Müzede lokumun adı var ama tadı yok. O lezzeti hayatın içinde nasıl tutacağız? Bence asıl mesele bu.

 

Tanpınar’ın Derdi Türkiye idi

 

Narmanlı Han sonuç olarak bir AVM oldu. Kozmetik ve yeme/içme sektörleri ağırlıklı olarak. O kadar parayı veren birinin, bu yatırımı para kazanmak için yapmadığını düşünmek hayalcilik olurdu herhalde. Peki, Narmanlı Han’ın korunmaya değer olduğunu idrak edebilseydik, bunu nasıl yapabilirdik? Narmanlı Han’ı paranın, rantın rüzgârından koruyabilmek için öncelikle onun satışından elde edilecek paradan daha önemli bulabilecek değerlere sahip olan bir zihniyetin hâkim olması gerekir. Ancak böyle bir zihniyetin var olduğunu varsayarak, neyin, nasıl yapılması gerektiği konusunda da tartışabiliriz. Ayrıca Narmanlı Han’ı korumak istememiz mesela Tanpınar yüzünden ise, bu tercihin seçime de yansıması gerekmez mi? Müze olunca ne olacak? İnsanlar oraya gidince ne görecekler? Eğer bunu Tanpınar için yapacak isek, öncelikle Tanpınar’ın derdinin, niyetinin ne olduğu düşünmemiz gerekmez mi? Tanpınar’ın derdi bence Türkiye idi. Ama dünyalı, dünyada bir Türkiye.

 

Artık belki yazının başındaki konuya dönebilir ve şu soruyu tekraren sorabiliriz: Neden Lizbon’da bir Fernando Pessoa Evi olabiliyor da, İstanbul’da bir Ahmet Hamdi Tanpınar Evi olamıyor? Ülkeleriyle ilişkilerini birbirlerine çok benzettiğim Pessoa ile Tanpınar’ın ülkeleri neden yazarlarına farklı davranabiliyor? Portekiz ile Türkiye arasındaki en önemli fark belki de budur. Abarttığımı düşünenler yanılıyorlar. Ayrıca biraz abartmayı göze alamdan da dikkatleri odaklayamazsınız. Özellikle de Türkiye’de.

 

Tanpınar gibi, kendine, Türkiye’ye ve dünyaya geniş bir açıdan bakabilen bir entelektüelin, bu topraklarda nadir olduğunu düşünüyorum. Benim naçizane önerim bu geniş perspektife paralel bir akademinin Tanpınar’ın adıyla kurulması ve bunun mekânının Narmanlı Han olması olabilirdi. Yani Narmanlı Han Tanpınar Araştırmaları Akademisi. Artık çok geç diyebilirsiniz elbet. Ben öyle düşünmüyorum. Bu ülke 57 milyon dolarları nerelere harcamadı? Sözünü ettiğim muhayyel kuruma ait ayrıntıları gelecek haftaki yazımda ele alacağım. Umarım bir yazıya sığdırabilirim.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.