NATO Genişlemesi: Neye Niyet Neye Kısmet?
Gerçekleşmesi durumunda İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği, Baltık Denizi’ni adeta bir NATO gölüne çevirerek bölgedeki NATO üyelerinin güvenlik endişelerini giderecek bir adım. Bu, Türkiye için de önemli, zira Rusya’nın yayılmacı politikasının nereye kadar gideceği bilinmiyor. Peki Türkiye kararların oybirliği ile alındığı NATO’da teröre destek verdikleri gerekçesiyle bu iki ülkenin üyeliğini engelleyecek mi?
NATO’ya üye olmasını engellemek için Ukrayna topraklarını işgal eden Rusya hiç beklemediği sonuçlarla karşı karşıya kaldı. Bir yandan Ukrayna’da millet olma duygusu daha da güçlenirken, öte taraftan yakın zamana kadar üyeleri arasındaki uyum ve güven günden güne eriyen NATO adeta bir rönesans yaşadı. Uzun süredir içinde bulundukları rehavetten uyanan Avrupa devletlerinin birçoğu, Rusya’nın revizyonist ve yayılmacı politikası karşısında askeri harcamalarını artırdılar. Rusya’ya yönelik ağır yaptırımlarla yetinmeyerek Ukrayna’ya çok ciddi miktarda askeri yardımda bulundular. İki ülke arasında Rusya lehine olan güç asimetrisine rağmen Ukrayna, Donbas dışındaki cephelerdeki istilayı durdurmayı ve geri püskürtmeyi başardı.
Ama asıl ‘neye niyet neye kısmet’ dedirten gelişme, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya başvurma kararları oldu. Bu karara kadar her iki ülkenin dış politikasının belirgin özelliği tarafsızlıktı. Finlandiya II. Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği karşısında ağır bir yenilgiye uğramış, sonrasında güvenliğini sağlamanın en doğru yolunun tarafsızlık olduğuna karar vermişti. İsveç ise en son 1812 yılında Napolyon Savaşları sırasında Rus Çarlığı karşısında ağır bir yenilgiye uğramış ve sonrasında hiçbir savaşa taraf olmamıştı. Zaten her iki ülkede de kamuoyunun çoğunluğu herhangi bir ittifaka ve bu arada NATO’ya üye olmaya karşıydı. Bu nedenle İsveç ve Finlandiya her ne kadar NATO ile yakın işbirliği içinde olduysa da daha önce hiç bir hükümet NATO üyeliğini gündeme getirememişti. Ancak Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bu durumu değiştirdi ve her iki ülkede de kamuoyunun çoğunluğu NATO üyeliğini desteklemeye başladı.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine başvurma kararları Transatlantik Topluluğu’nda büyük bir heyecan yarattı. Zira gerçekleşmesi durumunda İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği, Baltık Denizi’ni adeta bir NATO gölüne çevirecek ve NATO’nun doğu kanadını güçlendirerek bu bölgedeki NATO üyelerinin güvenlik endişelerini giderecek. Ayrıca her iki ülkenin ve özellikle İsveç’in savunma sanayilerinin ve teknolojilerinin hayli gelişmiş olduğunu da hesaba katmak lazım.
Yeni NATO genişlemesinin heyecanı Avrupa ve Amerika’yı sarmıştı ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan her iki ülkenin NATO üyeliğine sıcak bakmadığı mesajı geldi. İşin ilginci Erdoğan’ın, dolayısıyla Türkiye’nin bu yaklaşımı başlangıçta büyük bir endişe yaratmadı. Zira Batılı ülkeler açısından Türkiye’nin teröre destek veriyorlar gerekçesi ile İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini engellemesi veya geciktirmesi pire için yorgan yakmak olurdu ve bu beklenmiyordu. Gelgelelim Erdoğan’ın tutumunu bu sefer daha açık bir dille ve daha üst perdeden dile getirmesi işin ciddiyetini ortaya koydu.
Türkiye’nin Meşru Kaygıları
Öncelikle şunu belirtmek lazım ki Türkiye’nin tüm müttefiklerinden terör örgütü PKK ve türevleri ile tüm ilişkilerini kesmelerini; bu terör örgütlerinin, temsilcilerinin veya mensuplarının ülke sınırları içerisinde faaliyet göstermelerine izin vermemelerini beklemesi çok doğal. PKK terörü diğer ülkeler için tali bir konu gibi görünebilir ancak Ankara’dan bakınca bu konu Türkiye’ye yönelik en önemli birkaç güvenlik tehdidinden birisidir. Üstelik Türkiye bu konuyu yeni dile getiriyor da değildir. Terör örgütünün ve türevlerinin “kılık değiştirerek” Türkiye’ye müttefik ülkelerde varlık göstermesi uzun süredir Türkiye’nin bu ülkeler ile ikili ilişkilerinde önemli bir gündem maddesi olmuştur.
Zaten İsveç ve Finlandiya da dahil olmak üzere hiçbir ülke Türkiye’nin kaygılarının yersiz olduğunu belirtmemiştir. Aksine gerek NATO üyelerinin birçoğu gerekse NATO Genel Sekreteri, Türkiye’nin meşru kaygıları olduğunu kabul ettikten sonra bu kaygıların görüşmeler yoluyla giderilerek NATO genişlemesinin önünün açılması beklentilerini dile getirmişlerdir. İsveç ve Finlandiya ise, terör örgütlerine destek verdikleri iddiasını kesin bir dille reddetmekle birlikte Türkiye’nin kaygılarını gidermek üzere görüşmelere hazır olduklarını belirtmişlerdir.
Burada üzerinde durulması gereken birkaç konu var. PKK ve türevlerine gösterdikleri müsamaha konusunda birçok ülkeye yönelik benzer eleştirileri varken, Türkiye neden İsveç ve Finlandiya’nın üzerinde duruyor? Zira NATO’da kararlar oybirliği ile alınıyor ve NATO’ya üye olabilmek için İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’nin oyuna ihtiyacı var. Bir diğer ifade ile Türkiye’nin elinde bu iki ülkeye karşı koz var.
Peki üye devletlerin NATO’daki oy haklarını ikili ilişkilerinde koz olarak kullanmaları nasıl karşılanıyor? Çok genel olarak ifade edecek olursak hoş karşılanmıyor. Öte yandan ikili sorunları NATO’ya taşıyan ilk Üye Devlet de Türkiye değil. Örneğin Yunanistan, Makedonya’nın NATO üyeliğine ancak ismini Kuzey Makedonya olarak değiştirmesi karşılığında izin vermişti.
Diğer taraftan İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği, hele içinde bulunduğumuz koşullarda, geçmiş örneklerle karşılaştırılamayacak kadar önemli. Türkiye için de önemli, zira Rusya’nın yayılmacı politikasının nereye kadar gideceği bilinmiyor. Türkiye’de bunu görmezden gelenler olsa da Türkiye ve Rusya halen üç cephede; Kafkasya, Suriye ve Libya’da vekalet savaşı veriyor. Daha 2020 yılında gerçekleşen ikinci İdlib Savaşı’nda Rus hava saldırısı ile 34 Türk askeri şehit edildi. Dolayısıyla Türkiye, Rus yayılmacılığı karşısında rehavet içinde olma lüksü olan bir ülke değil.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı İbrahim Kalın verdikleri demeçlerle Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine ilke olarak karşı olmadığını, ancak bu ülkelerin terör örgütleri ile aralarına mesafe koymalarını beklediğini açıkladılar. Yani Türkiye’nin amacı ‘bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek’. İsveç ve Finlandiya da Türkiye’nin kaygılarını giderecek adımlar atma konusunda olumlu sinyaller verdiler.
Türkiye’nin işi sıkı tutacağı ve iki ülkeden geri çevrilemez yazılı garantiler isteyeceği belli oluyor. Şu ana kadar Türkiye’nin yaklaşımı ciddi bir tepki çekmedi ve hatta genel olarak anlayışla karşılandı, ancak önümüzdeki süreçte yaşanacak gelişmeler bu durumu tersine de çevirebilir. Şayet Türkiye, İsveç ve Finlandiya ile başlatılmış müzakerelerde maksimalist ve katı bir tutum takınırsa, o zaman Türkiye’nin “gerçek hedefi” sorgulanmaya başlar.
Aşırı Genişletilmiş Terörizm Tanımı
Tabii Türkiye’de son yıllarda terörün tanımının aşırı genişletilmiş olması da Türkiye’nin uluslararası arenada karşısına çıkan sorunlardan birisi. Önüne gelene terörist yaftasının yapıştırıldığı bir ülkenin terörizm konusundaki eleştirileri ne yazık ki daha az ciddiyete alınıyor. Bu konunun İsveç ve Finlandiya ile yapılacak müzakerelerde de gündeme gelme olasılığı var. Türkiye’nin terörizmin tanımı konusunda AB ile yakınsaması, PKK başta olmak üzere terör örgütlerine karşı verdiği mücadelede de Türkiye’nin elini güçlendirecektir.
Şahsen iyimserliğimi koruyorum; İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’nin haklı kaygılarını giderecek adımlar atacağını ve Türkiye’nin de bu sürecin sonunda vetosunu geri çekeceğini düşünüyorum. Ancak sürecin uzaması durumunda, ki şu anda tablo öyle görünüyor, bütün taraflar için maliyet artacaktır.