Nefes Alamayanların “Just Mercy” Talebi Irkçılığı Sonlandıracak mı?

George Floyd’un ırkçı bir refleksle öldürülmesi karşısında yargılamaların sonuçsuz kalmaması, daha iyi bir dünyaya evrilmenin başlangıcını bize sağlayabilir. Sonuçsuz kalması hali de özelde Amerika’da genelde ise dünyada George Floyd cinayeti ile başlayan protestoları, sömürgecilik, kölelik ve ırkçılık karşıtı hareketlerin daha görünür olmasına yol açarak, Immanuel Wallerstein’nin sıklıkla dile getirdiği “Bildiğimiz Dünyanın Sonu”nu getirebilir.

Nefes Alamayanların “Just Mercy” Talebi Irkçılığı Sonlandıracak mı?

“Just Mercy” filmi, Destin Daniel Cretton’un yönettiği ve başrollerinde Michael B. Jordan, Jamie Foxx ve Brie Larson’un oynadığı Aralık 2019’da vizyona geren suç, dram, hukuk ve adalet temalı bir filmdir. “Nefes alamayanlar” ise 25 Mayıs 2020 tarihinde beyaz bir polis tarafından boğularak öldürülen George Floyd’un haykırışını sembolize etse de aslında 401 yıldır köleleştirilerek Amerika’ya gemilerle getirilen siyahların bir türlü rahat yüzü görmemelerini tüm dünyaya duyuran bir fenomenin kendini pathos olarak ifade etmesinden başka bir şey değildir. Irkçılık ise Hz. Âdem-İblis kıssasından itibaren başlatılsa da (ateş, topraktan daha üstündür metaforu), bu yazının bağlamı açısından Amerika ve Avrupa tarihinde 1619 yılında köle ticaretiyle başlayıp ete-kemiğe bürünen “kendinden olmayan”a karşı sürdürülen çarpık, marazi bir ideoloji olarak vasıflandırılabilir.

 

Bryan Stevenson’un 2014 yılında yazdığı ve çok satanlar listesinde olduğu 150 hafta boyunca geniş okur kitlesine ulaşan “Merhamet: Adalet ve Kefaretin Hikâyesi” isimli kitabından uyarlanan film, avukat Bryan Stevenson’un gerçek hayatta da müvekkili olan Afro-Amerikalı Walter McMillian’ın işlemediği bir cinayetten dolayı, yalancı şahitlik, düzmece belge ve ifadelere dayandırılarak salt siyahi olduğu için verilen idam cezasına karşı verdiği hukuki mücadelesini anlatır.

 

 

Bryan Stevenson, siyah bir avukat olarak Harvard Hukuk Fakültesi mezunudur. Irkçılığın daha derinden hissedildiği Güney eyaletlerinden Alabama’da haksız yere idama mahkûm edilen, yoksul ve yasal savunmaları yeterince yapılmayan Afro-Amerikalılar için Eva Ansley ile kurduğu Eşitlik Adalet Girişimi (EJI) üzerinden mücadele eden kararlı, umutlu, genç ve de yılmaz bir adalet savaşçısıdır. 

 

Film, Stevenson’un siyah müvekkillerini hapishanede ziyaret ederken şahit olduğu ırkçı ve ayrımcı davranışlar karşısında (çıplak arama, hakaret, bağırma, kafasına silah dayama gibi) duyduğu öfke ile başlar. Sonrasında EJI için tutacakları ofisi ararken yaşadıkları bin bir türlü ayrımcılık, tehdit ve haksızlıklar silsilesiyle devam eder. Ardından Alabama’daki siyahların polis ve toplum içindeki hallerini gösteren “Öğrenilmiş Çaresizlik” davranışları, köleliğin ve suçluluğun peşinen kabullenilmişliği, siyahların doğuştan suçlu oldukları algısı, “Yeryüzünün Lanetlileri” gibi görülüp aşağılanmaları, siyah derilerine rağmen beyaz maske takanların davranışları, ötekileştirme ve sindirme sahneleri, siyahların tedirginlik halleri, ekonomik geri bırakılmışlıkları, ırkçılığın doğallığı, ırkçılık tutumları karşısında görülen toplumsal suskunluk, yalancı şahitlik, siyahilerin mahkeme salonlarında en arkada oturulmak zorunda bırakılışları, yargıçların siyah deriler üzerinden suçlu damgasını yapıştırdıkları çarpık hukuk sistemi, sistematik/yapısal ırkçılık ve son olarak polis-savcı-vali üçgeninde oluşturulan nitelikli ve dokunulmaz beyazlık dayanışması gibi nice sahnesi ile film bize “Nefes Alamıyorum” diyen George Floyd’un aslında sadece onun değil, neredeyse tüm siyahların hayatlarının nasıl açık bir hapishaneye dönüştürülüp, rahat nefes alamadıklarını dramatik bir şekilde gözlerimizin önüne seriyor. Filmin bu temaları oldukça başarılı bir şekilde işlediğini görüyoruz. 

 

“Just Mercy”, izleyiciye duygusal gerilimi hissettirmeyi başaran bir film. Duruşma salonlarında siyah avukat Bryan Stevenson’un yaptığı konuşmalar, özgürlükçü ve ırkçılık karşıtı aforizmalarla örülmüş; retorik felsefenin bütün unsurlarını (ethos,pathos,logos) taşıyan oldukça
duygulu, öğretici ve evrensel ahlaki değerlerle yüklü mesajlar içeriyor. Bu bakımdan filmin etkileyiciliği, duruşma sahnelerinde daha çok öne çıkıyor.

 

Özellikle, yönetmenin yakın plan tercihleri, hikayenin duygusal unsurlarının ve karakterlere ait ifade detaylarının çok daha yoğun bir şekilde aktarılmasını sağlamış. Bu yaklaşım sayesinde film, çok söz sarfetmeden güçlü bir görsel dil kurmayı başarıyor. Bununla birlikte film, adalet kavramı üzerine çok sayıda çarpıcı sözü de barındırıyor:

 

“Korku ve öfkeyle mi yönetileceğiz, yoksa hukukun üstünlüğü ile mi?”

 

“Yoksul ve masum yerine, zengin ve suçluya daha iyi davranan bir sistemi kabul edersek, adaletten bahsedemeyiz”

 

“Gerçeği görmezden gelen bağnazlık ve önyargıyla beslenen umutsuz insanların kolay çözümleri adalet değildir. Bu doğru değildir.”

 

“Hukuk fakültesinde dünyayı değiştirmeye dair büyük fikirlerle çıktım. Ama Bay McMillan bana dünyayı sadece fikirlerle değiştirmeyeceğimizi hatırlattı. Kalplerimizde inanç olması gerekli. Bu adam nasıl umutlu kalabileceğimizi öğretti. Çünkü biliyorum ki, umutsuzluk adaletin düşmanıdır.”

 

1993 yılında Amerikan Senatosunda İdam Cezası Duruşmasında siyah avukat Bryan Stevenson’un sarfettiği sözler:

 

“Fakirliğin karşıtı zenginlik değildir. Fakirliğin karşıtı adalettir. Ulusumuzun karakterini, zengin ve ayrıcalıklara karşı davranışlarımız değil, fakir ve hükümlülere karşı davranışlarımız yansıtıyor. Bu masum adamın (sanık Walter McMillian’ı kastediyor n.b) izinden gidersek eğer, dünyayı daha iyi bir yere çevirebiliriz. Hepimize adalet lazım. Hepimize merhamet lazım ve belki de hepimize beklenmeyen bir lütuf lazım.” 

 

 

Dünyayı daha iyi bir yere çevirmek için 30 yılı aşkın süredir mücadele eden siyah avukat Bryan Stevenson, haksız ve ayrımcılık kokan 140 idam mahkûmuna verdiği ücretsiz ve yasal savunma desteğiyle hala Amerika’da mücadelesini sürdüren yılmaz ve gözü pek bir adalet savaşçısıdır.

 

Filmde yer alan ve 2015 yılı gibi yakın bir tarihte özgürlüğüne kavuşan Afro-Amerikalı Anthony Ray Hinton karakteri başta olmak üzere onlarca siyahiye özgürlüğünü sağlayan, ırkçılık üzerine şekillenen “beyaz dayanışmasına” karşı haksız yere cezalandırılan idam mahkûmlarına hem adalet hem de siyah bilincini yerleştirmeye çalışan Stevenson; Amerika’daki özgürlük mücadelesinde önemli bir yer tutan “Sivil Haklar Hareketi”nin öncüsü Martin Luther King, hem siyah haklar hem de İslami mücadelenin öncülerinden Malcolm X, sömürgecilik ve ırkçılık karşıtı mücadelenin hem teorisyeni hem de aksiyoneri olan ünlü Cezayirli düşünür Frantz Fanon, “Siyah Bilinci” hareketinin hem kurucusu hem de köleliğin/ırkçılığın/sömürgeciliğin psikopatolojisini yerle yeksan eden Güney Afrikalı aktivist Steve Biko gibi isimler arasında yer alan lakin onlar kadar popüler olmamış bir aktivisttir.

 

George Floyd’un ırkçı bir refleksle öldürülmesi karşısında yargılamaların sonuçsuz kalmaması, daha iyi bir dünyaya evrilmenin başlangıcını bize sağlayabilir. Sonuçsuz kalması hali de özelde Amerika’da genelde ise dünyada George Floyd cinayeti ile başlayan protestoları, sömürgecilik, kölelik ve ırkçılık karşıtı hareketlerin daha görünür olmasına yol açarak, Immanuel Wallerstein’nin sıklıkla dile getirdiği “Bildiğimiz Dünyanın Sonu”nu getirebilir. Çünkü 2012 yılında katledilen siyah genç Travyon Martin ile başlayan #BlackLivesMatter (Siyahların Hayatı Değerlidir) Sivil Haklar Hareketi, 2014 yılında New York’ta bir polis tarafından boğazı sıkılarak yine “Nefes Alamıyorum” çığlığına rağmen cinayete kurban giden Afro-Amerikalı Eric Garner ile kitleselleşmişti.

 

Amerika’nın karanlık tarihi olan kölelik ve sömürgecilik ile yüzleşip, “Siyah Öfke”yi düşmanlaştırmadan alnının akıyla çıkması, ırkçılık illetini sonlandırmaya itebilir. George Floyd cinayeti veya Just Mercy filminde anlatılan haksız yere idama mahkûm edilen siyahlara uygulanan şiddet, zulüm ve ayrımcılık basit bir polisiye hadisesi olarak okunmamalıdır. Polislerin işledikleri suçun “Cezasızlık İlkesi” ile ya da Amerikan yasalarında mevcut olan polislere uygulanan “Nitelikli Dokunulmazlıkları”yla izah edilerek geçiştirilecek vaka-i adiyeden ibaret bir hadise ise hiç değildir. Mesele daha köklü ve esaslıdır. 

 

Just Mercy (2019), imdb: 7,6

 

Genel olarak Batı’da özelde ise Amerika’da yerleşik olan sistematik ve yapısal ırkçılığı, “Uygar Beyaz” “İlkel Siyah” ayrımı gibi temelde insan olmaya bakıştaki çarpıklığa dayanan paradigma ve kurumlar meselesidir. Bu paradigma sarsılmadığı ve “Just Mercy” filminin de teması olan “adalet merkezli” bir zihniyet hayatın merkezine yerleşmediği müddetçe, ırkçılık ve kölelik düzeni bitmeyeceği gibi, bunun karşısında İngiltere Bristol’da köle tüccarı Edward Colston’un heykelinin yıkılmasıyla da kitleler yetinmeyebilir. 

 

Zira kitleler, Fransız sömürgesi Karayipler’deki köle tüccarlarının heykelini de, Kongo’yu sömürgesi yapan Belçika Kralı 2. Leopold heykelini de yıkmaya yönelmişken, “Zulm ile âbâd olanın âhiri berbâd olur” hakikatini, Batı düşünce ve hukuk dünyasının hem antropolojik hem de sosyolojik olarak iyi okuması gerekmektedir. Bu okuma gerçekleşirse insanlık “Just Mercy” filmindeki Bryan Stevenson’un “Dünyayı daha iyi bir yere çevirebiliriz” temennisini kuvveden fiile geçirebilir. George Floyd cinayeti ve ardından başlayan kitlesel protesto ve taleplerin bu kuvveden çıkışı bize göstermesi açısından insanlık adına büyük bir gelişmeye vesile olma ihtimali akıldan çıkarılmamalıdır.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.