Okul Öncesi Eğitim Haktır, Lüks Değil
Ücretsiz kreş uygulamalarının bir devlet politikası haline gelmediği, zaten sosyal refah devletinden söz edilemediği ve bu konunun tamamen sosyal belediyeciliğin insafına bırakıldığı koşullarda, artık kadınların istihdamı ile bakım yükü arasında denge kurarken çocukların haklarını gözeten yeni bir toplumsal modele ihtiyacımız var. OECD ülkelerinde okul öncesi eğitime erişimde en son sırada yer alıyor oluşumuz, alarm zillerinin çalması için yeterli.
Kadın yoksulluğunun giderek derinleştiği bir dönemden geçiyoruz. Üstelik kadınlar, yaşamlarının en üretken evrelerinde omuzlarına yüklenen bakım yükü sebebiyle emek piyasasıyla istikrarsız ve kopuk bir ilişki içerisindeler.
Virginia Woolf, çoğumuzun başucu kitabı olan Kendine Ait Bir Oda’da, “Kadınları korumaktan vazgeçmeniz lazım, onları farklı işler ve farklı uğraşlarla baş başa bırakın; izin verin ki asker olsunlar, denizci olsunlar, otomobil sürsünler, liman işçisi olsunlar… Kadınlık korunmaya muhtaç bir varoluş olmaktan çıkınca her şey olabilir” der.
Kadınlığın, korunmaya muhtaç bir varoluş modelinden çıkması için bakım yükünün hakkaniyetli bir şekilde paylaşılması, bu yönde İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun seçim vaatleri arasında ilk sırada yer alan, “Benim en büyük projem bu kentin çocuklarına eşit bir gelecek sunmak” diye nitelendirdiği “çılgın projesi” Yuvamız İstanbul başta olmak üzere iyi uygulama örneklerinin yaygınlaştırılması şart. Örneğin 22 Eylül’de İBB bu proje kapsamında sekiz yeni kreş daha açtı. 27 Eylül’de ise 10 yeni kreşin daha temellerini arttı.
150 Mahalleye 150 Kreş
Bazı kreş ve anaokullarının yıllık ücretlerinin dünyanın en pahalı üniversiteleriyle yarışır şekilde 750 bin lira bandına ulaştığı, ailelerin doğum belgesiyle bebekleri daha 3-4 günlükken kreş için sıraya girdiği, ancak bir yandan da onlar kadar şanslı olmayan annelerin çocuklarını kreşe bırakamadıkları için üzerlerine kapı kilitleyip işe gitmek zorunda kaldığı veya hiç çalışamadığı için yoksullukla sınandığı İstanbul’da 150 mahalleye 150 ücretsiz kreş projesi tüm kararlılığıyla devam ediyor.
İBB hedeflediği sayıda kreşi tamamladığında, yılda 15 bin çocuğa güvenli ortamda erken dönem eğitimi verilmiş, 3.000’den fazla kadına direkt istihdam alanı sağlanmış, 15 binin üzerinde kadının omuzlarındaki bakım yükü hafiflemiş olacak. İmamoğlu’nun da ifadesiyle, “bu şehirde yaşayan bütün çocuklar ve annelerin birbirleriyle eşitlenmesi” hedefine daha da yaklaşılacak.
“Ancak,” diyor İBB İstanbul Planlama Ajansı (İPA) Sosyal Politikalar Koordinatörü Zelal Yalçın, “bu hizmetlerin kesintisiz bir şekilde artırılması ve sürekliliğinin sağlanması, bu projeyi tüm İstanbul’da sahiplenen siyasi ve bürokratik kadroların eliyle söz konusu hizmetlerin devam ettirilmesine bağlı.”
Çalışma saatleriyle uyumlu hizmet veren bu kreşlerde iyi yetişmiş ve sürekli meslek içi eğitim alan, ağırlıklı olarak da kadın eğitimciler yer alıyor.
Söz konusu kreşlerin altyapısı, ciddi bir sivil toplum-yerel yönetim-özel sektör işbirliği ve dayanışmasına da iyi uygulama örneği teşkil ediyor. Türkiye’de 30 yıldır erken çocukluk dönemine dair bilimsel programlar geliştiren ve Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı 10 bin personeli de eğiterek 1,5 milyon kişiye eğitim sağlayan AÇEV, kreşlerin müfredatı, öğretmen seçimi ve eğitimi, fiziksel mekân planları gibi konuların en bilimsel ve kaliteli şekilde gerçekleşmesi için uzmanlarını seferber etti ve İBB’ye destek verdi.
AÇEV’e ek olarak Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri ve Bernard Van Leer Vakfı uzmanları da bu çalışmanın önemli birer paydaşı oldu. Özel sektör ve bireysel bağışçılar da bu projeyi destekleyerek sürdürülebilirliğini güçlendirdi.
Çocuk ve Kadınlar İçin Eşit ve Adil Kent İhtiyacı
Programın şu anda ilkokul dördüncü sınıfa giden mezunları ve istihdam piyasasına bu sayede dönebilmiş anneleri de en güzel çıktılarından…
Çünkü çağdaş ve demokrat bir toplumda bir şehrin çocukları eşit olunca kadınlar da eşit olur.
Çünkü eşit ve adil bir kent modelinde çocuklar hayat mücadelelerine eşit koşullarda başlarsa, anneler de istihdamda yer alma çabalarında mümkün olduğunca eşit koşullarda ilerler.
Çünkü okulöncesi eğitim imkânı bulduğu için mutlu olan çocuk varsa, toplumsal yaşamın her alanında güçlenme imkânı bulduğu için mutlu kadın vardır.
Zelal Yalçın, İBB’nin kreş hizmetlerini vermesinin temel seçim vaatlerinde yer almasından “Yuvamız İstanbul”un isim anneliğine, proje paydaşlarının ve ekiplerinin oluşturulmasına kadar pek çok noktasında yer alan kıymetli bir uzman.
Erken çocukluk dönemine olan yatırımın, çocuk gelişimine olduğu gibi ekonomiye de geri dönüşü oldukça yüksek. Nobel ödüllü ekonomist Dr. James Heckman, bu döneme yapılan her 1 dolarlık yatırımın 7-10 dolar arası geri dönüşü olduğunu verilerle ortaya koymuştu.
Zelal Yalçın, İstanbul açısından bu eksikliği ve politikalarını şu şekilde aktarıyor:
“2019 yılında seçim kampanyasının yürütüldüğü dönemde, veriye dayalı bir yaklaşım belirlenmişti. O gün veriler bize şunu söylüyordu: İstanbul bu haliyle çocuklarımızın çocukluklarını, çocuk olma haklarını ellerinden alıyor. Özgürce oynayabilecekleri parklar yapılacağına, boş bulunan her yere binalar dikiliyor, sokaklar araba istilası altında, ağaçsız sokaklarda çocuklar doğadan kopuk yetişiyor. Egzoz dumanı soluyup daha çok hasta oluyor, daha çok ilaç içiyorlar. Çocuklarının bugününe sahip çıkamayan, onlara iyi imkânlar sunamayan bir kentin geleceği olamaz. Daha iyi bir gelecek, ancak bugünden yapacağımız kreşler, çocuk oyun merkezleri, parklar, sağlıklı bir çevre ve gıda, eğitim destekleri gibi yatırımlara bağlı. Diğer taraftan aile içinde toplumsal cinsiyete dayalı iş bölüşümü nedeni ile kadınlar ya çalışma hayatına aktif katılamıyor ya da çalışma hayatları, kariyerleri yarıda kesiliyor. Bugün bakım yükü nedeni ile işgücü piyasasına katılamayanların yüzde 100’nün kadın olması tesadüfi değil iradi bir sonuçtur. Çalışma yaşamında dahil olamayan her bir kadın için bu durum sadece o kadının ve o ailenin ekonomik refahı değil aynı zamanda bu ülkenin de refah kaybı.”
Her ne kadar belediyecilik hizmetlerinde genel olarak sayıların çok önemi olsa da, Zelal Yalçın, “skora koşmak bizi her zaman başarıya ulaştırmaz. Planlamaların ihtiyaç ile de örtüşmesi çok önemlidir. Aksi halde binalar yapılmış ama buna öncelikli ihtiyaç duyan kesimler bu hizmetlerden yararlanamamış olabilir” diyor.
Öncelikli Mahallelere Kreş Desteği
İBB, erken çocukluk dönemine yönelik bu yatırımında veriye dayalı politikalar üretme konusunda birkaç temel göstergeyi esas aldı ve çocuk sayısının yüksek, sosyo-ekonomik durumun düşük, erişilebilir kreş hizmetlerinin sınırlı olduğu bölgelere öncelikli yöneldi.
“150 Mahalleye 150 Kreş” sloganı ile yola çıkan Yuvamız İstanbul, sosyoekonomik olarak en dezavantajlı bölgelerden başlayarak ilk olarak 2020-2021 eğitim döneminde açılan 20 merkeze hizmet sunmaya başladı. 2022-2023 eğitim döneminde açılışı yapılan sekiz yeni kreşle toplamda 28 ilçede 65 kreşe ve 6.042 kapasiteye ulaştı.
Kreşlerde, ailelerin sosyo-ekonomik durumuna göre ücretsiz veya indirimli öğrenci kabulleri de var. Mevcut ücret aylık 940 TL olarak herkes için erişilebilir bir tutar şeklinde belirlendi. Annelerin çalışabilmelerini desteklemek amacıyla çalışma saatleri ile uyumlu bir hizmet verme seçeneği sunuluyor ve 7:30- 19:00 saatleri arasında aileler bu hizmetten faydalanabiliyor.
Kadın İstihdamı Boyutu
Meselenin kadın istihdam boyutu son derece kritik, çünkü erken çocukluk dönemindeki kreş hizmetlerinin eşit ve erişilebilir olması için yapılan her türlü yatırım, kadın istihdamına da yatırım anlamına geliyor.
Yoksulluğun bile cinsiyetlendirildiği bir ortamda, kadının ekonomik kırılganlığı özellikle boşanma sürecinde daha da artıyor; çünkü yıllarca bakım yükü omuzlarına yüklenen kadın, artık geçimini de sağlamak zorunda kalıyor ve bu süre zarfında mesleki becerileri zayıflamış, istihdam sektöründen kopmuş ve hatta yaşı itibarıyla geri dönemeyecek şekilde birçok sektörde de kabul göremez hale geliyor.
Şubat 2019’da TÜSİAD, AÇEV ve PwC işbirliğiyle “İş ve Özel Yaşam Dengesi Yolunda Çocuk Bakım ve Eğitim Kurumlarının Yaygınlaştırılması” başlıklı önemli bir rapor yayınlanmış; kamu ve özel sektöre politika önerileri getirip Türkiye ve dünyadan uygulama örneklerine yer vermişti.
Raporda; kreş arz ve talebine dair bütüncül bir kamu politikası geliştirilmesi, özel sektöre de her ailenin erişebileceği türden kreşler ve anaokulları açmada teşvik verilmesi öneriliyor. Kreşlerin yaygınlaştırılmasının belediyelerin görev alanına dahil edilmesi ve kreşlerin kurulum ve işletme giderlerinde belediyelere destek olunması gereğine dikkat çekiliyor. Ayrıca, kreş yatırımlarına yönelik KOBİ destekleri, vergi-prim teşvikleri getirilmesi de öneriler arasında.
Çocuk Hakları Boyutu
Konunun çocuk hakları boyutunu da ıskalamamak gerek. Taraf devlet olduğumuz Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Komitesi’nin Türkiye’ye ilişkin kısa süre önce yayınladığı görüş ve endişelerini içeren metinde, Türkiye’nin tüm çocuklar için kaliteli, uygun ve eşitlikçi bir eğitim sunması gereğine dikkat çekilirken, erken çocukluk eğitimine dair yeterli kaynak ayrılmadığı ve bu durumun engelli ve yoksul çocukları orantısız şekilde etkilediği kaydedildi.
Komite’nin tavsiyeleri arasında; marjinalleştirilmiş ve hassas durumdaki çocuklara odaklanarak, erken çocukluk eğitiminin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması ile ilkokula hazırlığın iyileştirilmesine yönelik yatırımların artırılması yer alıyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından hazırlanan “İnsana Yakışır İşin Geleceği için Bakım İşi ve Meslekleri” raporundaki verilerine baktığımızda ise, Türkiye’de küçük çocuğu olan kadınların işgücüne katılımı yüzde 24 iken, anne olmayanların katılımı yüzde 34 oranında kalıyor. Dolayısıyla, anne olan ve olmayan kadınlar arasında yüzde 10’luk bir istihdam açığı var ve erken çocukluk bakımına yönelik hizmetler ne kadar yetersizse, bu alandaki toplumsal cinsiyet eşitsizliği de o kadar derinleşiyor.
Ücretsiz kreş uygulamalarının bir devlet politikası haline gelmediği, zaten sosyal refah devletinden söz edilemediği ve bu konunun tamamen sosyal belediyeciliğin insafına bırakıldığı koşullarda, artık kadınların istihdamı ile bakım yükü arasında denge kurarken çocukların haklarını gözeten yeni bir toplumsal modele ihtiyacımız var. OECD ülkelerinde okul öncesi eğitime erişimde en son sırada yer alıyor oluşumuz, alarm zillerinin çalması için yeterli.
Kreş Haktır, Lüks Değil
Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politika Forumu, 2009 yılında hazırladığı bir raporda şu tespite yer vermişti:
“Türkiye’de çocuk bakım ve daha genel anlamda erken çocukluk eğitimi hizmetlerine erişimin, ekonomik, sosyal ve bölgeler arası eşitsizlikler ile derin bağı göz önüne alındığında, mahalleler bazında ücretsiz kreşlerin yaygınlaştırılması ve sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı bölgelere öncelik verilmesi, hâlihazırda bu hizmetlere erişimi olmayan kesimlerin hizmete erişimini kolaylaştıracak ve böylelikle çocuk hizmetleri konusunda toplumsal eşitliğin sağlanması açısından sınırlı ama önemli bir katkı sağlayacaktır.”
İşte bu model, kadını sosyal yardımlara bağımlı hale getirmek yerine, onu en başından özgürleştiren, toplumsal yaşamdan koparmadan ona entegre eden, ayrıca çocuğu da erken çocukluk eğitiminin faydalarından mahrum etmeyen çözümler üzerinden ilerlemeli.
Kısacası; erişilebilir, ücretsiz, güvenilir ve çağdaş standartlarda eğitim verilen anaokulu ve kreşler birer haktır, lüks değil.
OECD’nin, kısa süre önce, 12 Eylül günü yayımladığı 2023 “Bir Bakışta Eğitim” raporunda da bu yaramıza parmak basılıyor. Raporda, nitelikli erken çocukluk eğitiminin, tüm çocuklara adil bir başlangıç fırsatı vermesi açısından önemine değiniliyor ve iki ebeveynin aynı anda istihdama katkısının böylelikle kolaylaştığı anımsatılıyor.
OECD’de 2 yaş altı çocukların yüzde 18’i bir yuvaya kayıtlı iken bu oran bizde yüzde 1’in altında. Aynı şekilde OECD ortalamasında 2 yaşındaki çocukların ortalama kayıt oranı yüzde 43, 3 yaşındakilerin oranı ise yüzde 74 iken bizde bu oranlar sırasıyla yüzde 6 ve yüzde 20. OECD ülkeleri erken çocukluk eğitimi için çocuk başına harcanan kaynakları 2015 ila 2020 arasında ortalama yüzde 2,5 oranında artırırken, ülkemizde bu kaynaklar yüzde 1,2 oranında azalmış.
OECD kısaca şunu söylüyor: Erken çocukluk eğitimine demografik talebi karşılayacak şekilde devletten yeterli kaynak aktarmazsanız, çocukluğun bu kritik aşamasına yapılması gereken yatırımları önemsemezseniz, ülkenizdeki çocuklar küresel yarışa 5-0 geride başlarlar ve bu açığı kapatmaları için ya bir deha olmaları gerekir ya da sosyo-ekonomik açıdan avantajlı bir aileye doğmuş olmaları.
Türkiye’de nüfusun neredeyse yüzde 10’unun 4 yaş altı çocuklardan oluştuğunu, yani ülkede 7 milyona yakın bebek ve küçük çocuğun erken çocukluk dönemi hizmetlerine ihtiyacı olduğunu gözden kaçırmamak gerek.
“İstanbul’da 0-4 yaş nüfus, 1,3 milyona yaklaşıyor. Kentte her yıl 230 binden fazla, her gün 630’dan fazla doğum oluyor. Sevgili Yiğit Aksakoğlu’nun da işaret ettiği gibi bu bebeklerin ileride ne olacaklarını, kaç yıl okulda kalacaklarını, ne gibi sağlık sorunlarına sahip olacaklarını, yaklaşık ne kadar gelirleri olacağını ise genetik kodları değil, posta kodları belirliyor. Yani ileride ne olacağımızı aslında doğduğumuz mahalle ve bu mahalle ve çevresindeki imkânlar belirliyor” diyor Zelal Yalçın.
Kentlerin, erken çocukluk dönemi hizmetleri için çağdaş, erişilebilir ve kaliteli bir altyapıya kavuşturulması, şu anda karşımıza çıkan tüm sorunların çekirdeğinde yer alan bir konu. Hatta, kadın istihdamından kentlerdeki suçluluk oranlarına, çocuklarda uyuşturucu bağımlılığından çocuk ihmali ve istismarına, ev gençlerine, üniversiteye gidene kadar 21’inci yüzyıla uygun yaşam becerilerini geliştirmemiş öğrencilere dek birçok kronik sorunumuzun kökeninde mutlaka erken çocukluk eğitimine gerekli özen ve önemin gösterilmemesi yatıyor.
Şayet Türkiye, kadınları ve çocukları seven bir ülke ise, bu kritik konuda yerel yönetimlere, özel sektöre ve sivil topluma giderek daha büyük bir sorumluluk düşüyor.
Haydi, sorumluluk başına! Ve karanfil elden ele…