Okullarda Ücretsiz Beslenme Bir Haktır
Okullaşma bütüncül bir süreçtir. Sadece okul devamlılık hanesine atılan bir çentikten ibaret değildir. Karnı doymadan okula giden çocuğun şevki kırılır, dersi dinleyemez, sonunda hayatın ve kapitalizmin acımasız çarkı içerisinde o çocuk okulla arasındaki duygusal köprüyü yıkar geçer. Dolayısıyla karar alıcıların kısır tartışmalara gömülmek yerine, beslenme gibi temel bir ihtiyacı bir devlet politikası haline getirmek için ellerini çabuk tutmaları gerekiyor.
Okullarda ücretsiz yemek programının başlatılması gereği, bir süredir medya, sivil toplum, yerel yönetimler, hak savunucuları ve muhalefet partilerinin ortak girişimleri sonucunda çok daha görünür oldu ve bilinirlik kazandı.
Geçtiğimiz günlerde Ankara Kent Konseyi’nin Ankara’daki çocukların okullarda beslenme sorunlarını ele aldığı çalıştayında yaptığı konuşmada Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin belirttiği gibi, bu tür sorunlar planlama literatüründe “hınzır sorun” olarak geçiyor ve tam çözdüğünüzü düşündüğünüz anda sorunun yeni bir boyutu daha ortaya çıkıyor.
Ailelerin çocuklarının beslenme çantalarını boş göndermeleri, içine en fazla kuru bir ekmek veya bayat bir poğaça parçası koyabilmeleri gibi çarpıcı ve hüzünlü bir gerçeklikle somut düzlemde karşımıza çıkan bu “hınzır sorun” üzerinden doğan farkındalık aslında bize şunu gösterdi: Okullaşma bütüncül bir süreçtir. Sadece okul devamlılık hanesine atılan bir çentikten ibaret değildir. Karnı doymadan okula giden çocuğun şevki kırılır, dersi dinleyemez, mide gurultusu okuma azmini bastırır, sonunda hayatın ve kapitalizmin acımasız çarkı içerisinde o çocuk okulla arasındaki duygusal köprüyü yıkar geçer.
Bir çocuğun okula devam etmesini sağlamak, sadece kolluk güçleri ve okul müdürünün baskısı ile olmaz; bunu özendirici ve kolaylaştırıcı mekanizmaları da devreye sokmak gerekir. Hele ki Türkiye gibi çocuk yoksulluğu, çocuk işçiliği, erken yaşta evlilik ve okula devam sorunlarının çok-katmanlı, akut ve karmaşık bir sorunlar yumağı olduğu düşünüldüğünde…
Karar alıcı mercilerin aynı zamanda sorun çözme yetilerini güçlendirmeleri için iki soruyu yanıtlamaları gerekiyor:
- Sorun nedir?
- Çözüm stratejisi ne olmalıdır?
Burada sorun, çocuk yoksulluğu ve çocukların açlığıdır. Çözüm stratejisi ise, sorunun varlığını kabul etmek ve buna tüm paydaşlarla birlikte hızlı, etkin ve dünyadaki en iyi uygulamalarla örtüşen kalıcı bir çözüm geliştirmektir.
Kişinin karnının doyması, en temel gereksinimlerinden birinin karşılanması anlamına geldiği için beslenme desteği de okul terkini önlemedeki araçlardan biridir. Çocuğun okula devamlılığını teşvik eder; derslerine odaklanmasına destek olur; ailenin mutfak masraflarının azalmasına yardımcı olur ve çocuğun bedensel ve zihinsel gelişimine katkı sağlar.
İstatistikler Ne Söylüyor?
Resmi verilere göre gıda enflasyonunun Eylül ayında yıllık yüzde 92,4 artış gösterdiği Türkiye’de, resmi istatistik kurumu TÜİK’in 2020 verilerine bakıldığında, Türkiye’deki çocukların üçte birinin ciddi maddi yoksunluk yaşadıkları görülüyor.
Eurostat verileri ise, AB’deki yüzde 23,6’lık ortalamaya karşın Türkiye’de çocukların yüzde 44,3’ünün yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında olduğuna dikkat çekiyor.
Her okulda bir öğün ücretsiz ve sağlıklı yemek talebi aylardır farklı düzeylerde dilendirilse de, aslında başlangıç noktası 2011 yılında Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Politikalar Forumu (SPF) tarafından hazırlanan “Devlet İlköğretim Okullarında Ücretsiz Öğle Yemeği Sağlamak Mümkün mü?” başlıklı kapsamlı rapordu.
Kısır tartışmalar arasında gözden kaçırılan ancak hazırlanmasına büyük emek verilmiş bu değerli raporda farklı ülke modelleri incelenmiş ve Türkiye’ye yönelik modeller ortaya konmuştu.
Raporda okul yemeği programı; “kalıcı eşitsizliklerin dönüştürülmesinde etkin bir sosyal politika aracı” olarak tanımlanıyor. Dolayısıyla Eurostat verilerindeki “yoksulluk veya sosyal dışlanma riski”yle mücadele, okul beslenme programları aracılığıyla çocuklara yönelik koruyucu ve önleyici politika demetinin kapsamında yer alıyor.
Birçok çocuk, ailesinin yoksulluğundan devraldığı kalıcı eşitsizlikleri eğitim yaşantısına taşımak zorunda kalıyor ve bu da onları sosyal dışlanma riskiyle karşı karşıya bırakıyor. Devletin örgün eğitim içindeki tüm çocuklara istisnasız beslenme desteği sağlaması ise çocuğu koruyucu ve dışlamayı önleyici bir politika aracıdır.
100’ün Üzerinde Ülkede Var
Dünyada 100’ün üzerinde ülkede, ilköğretim düzeyinde ücretsiz okul yemeği sağlandığı, Hindistan’da 2001 yılından bu yana devlete ait tüm ilköğretim okullarında yaklaşık 130 milyon kişiye her gün ücretsiz yemek verildiği düşünüldüğünde, Türkiye’de devlet okullarındaki 16 milyon çocuğun beslenmesinin sağlanmasının ivediliği rakamsal olarak da gözümüze çarpıyor. Zira beslenme ihtiyacı, özellikle günümüz şartlarında tamamen pazar koşullarına terk edilemeyecek kadar kritik bir düzeye gelmiş durumda.
Bu programın uygulanmasıyla birlikte, yoksulluğun çocukların bugünü ve geleceği üzerinde ipotek kurmasının önlendiği; bir öğün yemek sayesinde yoksul ailelerin çocuklarına yapacağı mutfak harcamalarının yüzde 10 oranında düştüğü, bir anlamda ailelere sosyal transfer yapıldığı; ekonomik krizlerde çocukların okula devamlılığının sağlandığı belirtiliyor.
Ayrıca beslenme desteği, akademik performansın iyileşmesi; beslenme bozukluklarının, bodurluğun ve obezitenin önlenmesi; çocuk işçiliğinin azaltılması; çocukların öğrenmeyi sevmeleri ve okulla duygusal bir bağ kurmaları gibi etkiler de doğuruyor. Örneğin SPF’nin raporunda da yer aldığı şekliyle, Pakistan’da 1998-2004 yılları arasında yürütülen bir proje ile, okula her ay en az 20 gün gelen kız öğrencilere kumanya olarak 4 litre yağ verilince okullaşma oranları yüzde 135 oranında artmış.
Kâğıt Üzerinde Verilmiş Sözler
Türkiye’de okul yemeği programı her ne kadar On Birinci Kalkınma Planı’nda (2019-2023) yer alsa da (“Dezavantajlı bölgelerden başlayarak okul yemeği uygulamasına geçilecektir”) ve 2020 yılından beri okullarda ücretsiz öğle yemeği uygulaması başlatılarak obeziteyle mücadele edileceği konusunda hedefler ortaya konsa da, Hatay, Gaziantep ve Şanlıurfa’daki bir pilot çalışma haricinde somut ve sürekliliği olan bir adım ne yazık ki atılmış değil.
Dolayısıyla, muhalefet partileri başta olmak üzere sivil toplumun net bir şekilde şunu sorması ve yanıt araması gerekiyor: Dezavantajlı bölgelerden başlayarak okul yemeği uygulamasına geçilecekti, 2023 yılına iki ay kaldı. Şimdi değilse ne zaman?
Bu konuda Millî Eğitim Bakanlığı ile Dünya Gıda Programı (WFP) işbirliğinde okul yemeği programına dair fayda-maliyet analizi protokolü Haziran ayında imzalandı. Ancak halen bu analizin sonuçlarının okullarda ücretsiz yemek uygulamalarına yönelik bir izdüşümüne rastlamış değiliz. Üstelik kronik açlıkla mücadele eden çocuklara yönelik faydasının maliyetlerini gölgede bırakacağı apaçık ortadayken…
2020 yılında WFP’nin yayımladığı rapora göre, dünya genelinde her iki çocuktan biri okul yemeği programlarından yararlanıyor. Dolayısıyla Türkiye bu konuda şimdiden oldukça geri kalmış durumda.
Sık sık çocukları “geleceğimizin güvencesi” olarak gören köhne zihniyetten kurtularak, çocuklara birer birey olarak yaklaşan ve onların gelecekte değil tam da şu andaki iyi olma hali (well-being) göstergelerini iyileştirmeye odaklanan bir çağdaş yaklaşıma geçilmesi gerekiyor. Bu da çocukların yoksulluğa ve yoksunluğa mahkûm olmadığının kavranması ve buna uygun araçların devreye sokulmasıyla mümkün.
Ancak tüm bu girişimler yamalı bohça gibi ilerledikçe kalıcılıkları ve sürdürülebilirlikleri konusunda ister istemez soru işaretleri doğuyor. Dünya çapında okul yemeği programları genel olarak üç finansman kaynağına dayanıyor: (1) Ulusal bütçelerden kaynak ayrılması, (2) ulusal düzeyde bağışçılar ve özel sektörün devreye sokulması ve (3) BM kurumları başta olmak üzere yabancı bağışçıların fonlarının kullanılması.
Düşük gelirli ülkeler ise, bu konuda bilgi birikimi ve teknik donanım kazandıkça finansman kaynaklarını giderek yabancı kaynakları azaltarak yerel bağışçılar ve özel sektörün sağladığı fonlar üzerinden yürütmeye başladılar. Dolayısıyla, kendi kendine yeterlilikleri ve okul beslenme programlarında dış destek kaynaklarına bağımlılıklarını azaltmaları söz konusu.
Anayasal Bir Hak
Çocuk yoksulluğu bu kadar öncelikli bir hal almışken, yerel düzeyde farklı aktörler çocukların okul beslenmesine dair spontane, palyatif ve günü kurtarmaya dönük girişimlerde bulunuyor. Kısa vadede yapılması gereken ise okul yemek programının bir anayasal hak haline getirilmesi ve bunun Anayasa’ya eklenmesi için Meclis’te gerekli lobicilik faaliyetlerinin yürütülmesidir.
Elbette örneğin Ankara’da Yenimahalle Belediyesi ilçe sınırlarındaki İlkyerleşim Mahalle Bostanı gibi yenilikçi çözümlerle bölgedeki çocukların beslenmesine yerel kaynaklarla çözüm aranması değerli bir girişim. Benzer şekilde, bir başka mahallede muhtarın kişisel ilişkileri sayesinde her ay yoksul hanelere döner dağıtılması da mutfak harcamaları açısından büyük bir katkı sağlıyor. Ancak bu girişimlerin sürdürülebilirliği için yasal bir zemine aktarılmaları şart.
Bu konuda Hindistan’ın başarı öyküsü bize gösteriyor ki okullarda ücretsiz yemek verilmesinin Anayasa Mahkemesi tarafından anayasada hak (right to food) olarak ifade edilmesi ya da İtalya örneğindeki gibi anayasal bir hak olan sağlık hakkı çerçevesinde değerlendirilmesi, yapılan ve yapılacak olan girişimlere yasal ve sürdürülebilir bir dayanak sağlıyor.
Yerel düzeyde belediyeler tarafından başlatılan beslenme desteği programlarının yaygınlaşması için Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), UNICEF, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) gibi uluslararası kuruluşların Türkiye temsilcilikleriyle ortak projeler de yürütülebilir.
Burada dikkat edilmesi gereken, beslenme desteğinin okullardaki tüm çocuklar için sağlanması, “bireysel hedefleme” yapılmaması, beslenme desteği alan çocukların akranları tarafından “damgalanması”nın önlenmesi, toplumsal olarak utanç duymalarına yol açacak durumların ortadan kaldırılmasıdır.
Zira örneğin İngiltere’de ilkokulun ilk iki senesi tüm çocuklara -isterse ebeveynleri İngiltere’nin en zengini olsun- ücretsiz okul yemeği verilirken, sonraki senelerde sadece belirli ekonomik düzeydeki çocuklara bu imkânın tanınmasıyla birlikte ortaya ciddi sorunlar çıkmış; okul yemeğinden yararlananlar arasında 100 bine yakın öğrenci, onlardan daha “şanslı” olan diğer öğrencilerin aşağılamasıyla muhatap olmamak için bu haktan faydalanmamıştı.
Bireysel hedefleme, Finlandiya ve İsveç hariç orta ve yüksek gelirli ülkelerde sıklıkla uygulanıyor. Ancak bunun doğurduğu ciddi bir toplumsal maliyet olan sosyal damgalanma ve utanç, giderek ülkelerin alternatif stratejiler geliştirmelerini gerektiriyor.
Yeterli, güvenilir, sağlıklı ve besleyici gıdaya ulaşamamanın çocuklar üzerinde doğurduğu gelişimsel bozukluklar ve sağlık sorunları dikkate alındığında; beslenme desteği, çocukların günlük sağlıklı gıda ihtiyacını mümkün olduğunca karşılayabilecek besin maddelerinden oluşmalıdır. Örneğin 1994 yılından beri tüm devlet ilköğretim okullarına evrensel olarak yemek götüren Brezilya’da okullarda dağıtılan ücretsiz yemek ile çocukların günlük beslenme ihtiyacının beşte birini karşılamak hedefleniyor.
Roman Mahallelerinde Eğitime Teşvik
Ayrıca sıcak öğle yemeğine ek olarak atıştırmalık ve kahvaltılık da verilmesi gibi uygulamalar, okula devamlılığı teşvik edecektir. Zira çocukların beslenmesini sadece karınlarını doyurmak olarak görmek, onları işlenmiş gıdalara ve karbonhidrat ağırlıklı beslenmeye zorlamak anlamına gelebiliyor. Geçtiğimiz yıllarda Samsun ve Edirne’de Romanların ağırlıklı yaşadığı mahallelerde uygulanan bu modelle birlikte Roman çocukların okula devamlılıklarında karınlarını doyurmaları, sabaha ucuz bir cips yerine çorba veya sıcak bir poğaça ile başlamaları önemli bir itici güç olmuştu.
Benzer şekilde, 2009 yılından beri Sulukule Gönüllüleri Derneği tarafından Sulukule mahallesinde okul terkini önlemek adına okulda beslenme desteği yürütülüyor. İlkokul birinci sınıftan ortaokul sona dek devam eden bu proje sonucunda birçok çocuk sırf yemek yiyebilmek için okula devam etmeye başladı.
Öte yandan, okul yemeği programlarıyla birlikte kadınların çocuğun beslenmesi konusunda artan fiziksel ve duygusal sorumluluklarının hafifletilmesinin yanı sıra yerel tarım ekonomisi ve yerel kalkınmaya da destek olunacağı, beslenme unsurlarının yerel tedarikçilerden karşılanması durumunda kooperatiflerden mahalle bostanlarına dek birçok yerel üreticiye de istihdam olanağı doğacağı unutulmamalı.
Sonuç itibarıyla; ortada çok büyük bir yangın var ve bu yangını söndürmek için taşıma su yeterli gelmiyor. Karar alıcıların kısır tartışmalara gömülmek yerine, beslenme gibi temel bir ihtiyacı bir devlet politikası haline getirmek için ellerini çabuk tutmaları gerekiyor.
Çözüm Aslında Basit
Birçok uzmanın ortak fikri; Türkiye’de okul yemeği programı için kaynak yokluğu değil, kaynakları önceliklendirme ve yeniden dağıtma sorunu olduğu yönünde. Bu açıdan örneğin El Salvador’da ulusal bütçe içerisinde bir kalem olarak yer alan okul yemeği programlarının başarısı, istikrarlı bir fon ayrılmasına bağlı görünüyor. SPF’nin bir önerisi de Türkiye’de şans oyunlarının gelirlerinin bir kısmının bu programa aktarılması.
Ayrıca, kamuda karar alma ve uygulama düzeyinde de bakanlıkların işbirliği yapması önemli. Zira, beslenme içerikleri belirlenirken Millî Eğitim Bakanlığı’nın Sağlık Bakanlığı’yla, çocuk işçiliğinin önlenmesi boyutu konusunda ise Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’yla düzenli temas halinde olması gerekiyor.
Dolayısıyla, ilgili tüm bakanlıklar taşın altına elini koymalı, koordineli çalışarak sorunu ivedilikle çözecek bir strateji geliştirmeli, bir eylem planı hazırlamalı. Fayda-maliyet analizi çalışmaları yapıp sonra aylarca konuyu rafa kaldırmamalı.
Bu konuda yıllardır çalışan, sahayı bilen, bilimsel literatür taraması yapmış tüm uzmanların, hak savunucularının ve akademisyenlerin görüşünden, bilgisinden, deneyiminden yararlanılmalı; kamu yararıyla bağlantılı olan bu konuyu politize etmeksizin çözüm getirecek işbirlikleri geliştirilmeli.
“Ben her şeyi bilirim” demek yerine “Birlikte beyin fırtınası yaparak her şeyi çözebiliriz” denebilmeli. Paydaşlarla çalışma ve sorun çözme kültürü ise siyasi ve toplumsal olgunluk gerektiriyor.
Bu açıdan, dünyada okul yemeği programlarını en başarılı yürüten ülkeler arasında gösterilen Şili, Hindistan ve Brezilya örnekleri incelenerek, en iyi uygulama örneklerinin Türkiye koşullarına ne oranda yansıtılacağı konusunda fikir alışverişleri yapılmalı. Paydaşlara, uzmanlara, bu konuya yıllarını vermiş aydınlara danışmaktan korkmamalı.
Çocukların sağlıklı beslenmeye erişimi bir lütuf, bir sosyal yardım veya bir masraf kalemi olarak görülmemeli. Bunun hak ve eşitlik temelli bir perspektiften bakıldığında temel bir insan hakkı olduğu, çözümünün de kamusal bir gereklilik olduğu anlaşılmalı.
Okul çağındaki çocuklara ücretsiz beslenme haklarının teslim edilmesi bir lüks değildir; toplumsal bekamızın gereğidir. Bu “hınzır sorunun” çözümü için altın reçete de yok. Ancak anayasal ve yasal bir altyapı getirildiği, bakanlıklar-arası koordinasyon sağlandığı, meselenin toplum tarafından sahiplenildiği ölçüde çözülemeyecek sorun da yok.
Prof. Tekeli’nin çok yerinde bir tespiti vardır: “Diyelim ki aniden karşınıza aç bir çocuk geldi. Ne yaparsınız?” diye sorar ve devam eder: “Hemen bir yiyecek bulup onu besleyip açlığını gidermeye çalışırsınız. Bu bir çözümdür. Ama bu çözüm aklın çözümü değildir. Duygunun çözümüdür”.
Çocukların okullarda ücretsiz beslenme programına dahil edilmesi için acilen aklın çözümünü devreye sokmanın vakti geldi de geçiyor bile. Yangın büyük.