Okullarda Ücretsiz Yemek, Anayasa’ya Eklenmeli
Yoksulluk meselesine “muhtaçlara yardım etmek” perspektifinden değil, “hak temelli” bir bakışla yaklaşmak için bir şeylerin değişmeye başlaması gerekiyor. O başlangıç noktası da Anayasa ve oradan yola çıkarak kapsamlı bir “Okul Yemek Programı” Yasası ve Stratejisi’nin geliştirilmesi olmalı.
- MENEKŞE TOKYAY
- 9 Aralık 2022

Yaşar Kemal, “Neden hep yoksulluk yazıyorsun?” sorusuna “Bir ülkede yoksulluk varsa onu yazmayan yazar, yazar değil insan bile olamaz. İnsan yazıyorsa, insanlara bir şey söylüyorsa, sadece estetik değil söyleyeceği, yoksulluğun tepesine inecek yıldırım gibi” diye yanıt verir.
Hangi kurumu, hangi istatistiği, hangi marketi referans alırsanız alın değişmeyen tek gerçek, hepimizin hızla yoksullaştığı… Bu durum, siyaset-üstü bir şekilde tüm vatandaşların ve cüzdanlarımızın kabullendiği bir gerçeklik.
Enflasyonun düştüğüne dair tüm gaslighting (psikolojik manipülasyon) çabalarına rağmen sahada verili bir durum var: Çocuklar tereyağı, süt, peynir, et, yoğurt tüketemiyor.
Veriler Açlığı Gösteriyor
Resmi düzeyde Tüketici Fiyat Endeksi’ne göre, Kasım ayında bir önceki aya göre fiyatı en çok artan ürünler arasında tereyağı yüzde 17,5; taze süt yüzde 15,7; peynir yüzde 15 ile başı çekiyor.
DİSK-AR’ın TÜİK verilerinden yola çıkarak yaptığı hesaplamaya göre, Kasım ayında dar gelirlinin gıda enflasyonu yüzde 1.502’yi aştı.
Oysa, çocuk olsun yetişkin olsun, gıdaya erişim vazgeçilmez bir temel insan hakkı…
Son dönemde sivil toplum, hak savunucuları, medya ve muhalefet partilerinin ortak aklı sonucunda “çocuk yoksulluğu” ve “çocukların açlığı” gündemimizde yerini giderek daha fazla almaya başladı.
Bu ortamda, yani çocuklardan adaletin ve refahın esirgendiği şartlarda, hepimiz bir yandan çocukların tarikatlar elinde göz göre göre yaşadığı zulmü ve istismarı konuşuyoruz, bir yandan da çocuk yoksulluğunu masaya yatırıyor, çocuk yoksulluğu hakkında yazıyor, çocuk yoksulluğunun tepesine yıldırım gibi inmenin yollarını araştırıyoruz.
Ortak akıl, ortak vicdan, ortak sağduyuyla…
Çünkü insan, merhametle vurdumduymazlık arasında sallanan bir sarkaç gibidir ve yaşadığı toplumdaki iyilik kırıntılarının özgül ağırlığı belirler bu sarkacın hangi yanına kayacağını…
İşte bu sarkacın temel parametrelerinden biri de, okullarda açlığa mahkûm edilen, büyük bölümünde sağlıklı ve dengeli beslenme yetersizliğinden kaynaklı demir eksikliği anemisi teşhis edilen, açlıktan kaygı ve stres bozukluğu yaşayan, savunmasız çocuklar…
Altı yaşında zorla evlendirilmekle altı yaşında okulda açlıktan midesinden yükselen gurultulara isyan etmek arasında kalan çaresiz çocuklar…
Okulda beslenme çantalarında sadece kuru ekmek ve su olan, musluktan su içmek zorunda kalan, yüksek kantin fiyatları yüzünden okuldan tost bile alamayan, beslenme saatlerinde ne yediği görülmesin ve alay konusu olmasın diye arkadaşlarından saklanan, derslerine konsantre olamayan, açlıktan sınıfta baygınlık geçiren çocuklar…
Mahalle bakkalına veresiye yazdırarak beslenme çantasına peynir-ekmek konan, peynir, yumurta ve süt fiyatlarının dizginlenemeyen bir yükseliş trendinde olduğu, TÜİK, en iyimser ölçümlerle her üç çocuktan birinin yoksul olduğunu tahmin ederken, ücretsiz öğle yemeği verilmesine yönelik önergenin reddedildiği, çocukluğa “sosyo-politik bir sınıf kimliği”nin atfedildiği hakikat-sonrası bir ülke…
Önergeler Neden Reddediliyor?
Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin bir öğün yemek için artırılmasının “neden” reddedildiğini ise hiçbirimiz öğrenemiyoruz, anlamlandıramıyoruz.
Oysa ekonomist Atilla Yeşilada’nın geçtiğimiz günlerde yaptığı hesapta olduğu gibi, çocuk açlığı sorununun kökten çözümü için gereken 7 milyar dolarlık kaynak milli gelirin yüzde 1’inden düşük olmasına rağmen, buna neden kaynak ayrılamadığını gerekçelendiremiyoruz.
Dolayısıyla sorun kaynak olmaması değil, önceliklendirme meselesi…
Çocuk açlığı gibi bir utancın altında eziliyoruz.
Belediyelerin Örnek Uygulamaları
Çocukların iyi olma halini tesis etmek, ideal bir dünyanın koşullarını yaratmak, o çok özlem duyduğumuz “sosyal adaleti” bu topraklara yaygınlaştırmak için sürekli konuşuyoruz. Beylikdüzü’nden Çankaya’ya, Safranbolu’ya, İzmir’e dek CHP’li belediyeler düzeyinde beslenme desteği konusunda yerel çözümler üretiyor, ancak zaman zaman da engellerle karşılaşılıyor.
Örneğin Beylikdüzü Belediyesi, ilçedeki her çocuğun bir öğün sağlıklı gıdaya ücretsiz erişebilmesini sağlamak için “Beslenme Saati” uygulamasını hayata geçirdiğinden bu yana 773 haneden toplam 1.241 çocuğa okul günlerinde 90 bine yakın öğünü ücretsiz ulaştırdı. 10 mahallede 19 ayrı merkez kuruldu ve bu çantalar 5-14 yaş arası çocukların günlük alması gereken kalori miktarının 500 ila 700 kalorisini karşılayacak şekilde diyetisyen ve gıda mühendisleri gözetiminde hazırlanarak ailelere düzenli olarak ulaştırıldı.
Beslenme çantalarına elbette Beylikdüzü Belediyesi’nin kurumsal logosu konmuyor, çünkü bu bir lütuf değil, bir hak. Bunu da yapılan tüm yanlış uygulamalar neticesinde uzmanlara kulak vere vere öğrenmiş olmamız sevindirici.
Beylikdüzü’nün de Çankaya’nın da, bu projeler için hızla tüm imkânlarını seferber eden, adeta “kalbini koyan” diğer belediyelerin yaptıkları da oldukça önemli ve ilham verici.
Ne güzel der Alfred Adler; “Kendi yaşamlarımızı kendimiz yaratmalıyız. Eğer yeni bir şey yapılması ya da eskisinin değiştirilmesi gerekiyorsa bunun için kendimizden başkasına ihtiyacımız yok.”
Ama yetmiyor. Her üç çocuktan birinin yoksul olduğu bir ülkede elbette yetmiyor.
Ben bu noktada artık “vites artırmak”, bu uygulamaların ülke genelini kapsamasını sağlamak ve çocukların devlet tarafından ücretsiz beslenme hakkını “elde etmesini” anayasal bir zemine kavuşturmak gerektiğini düşünenlerdenim.
Altılı Masa’ya Önerim Var
Çocuk hakları alanında 10 yılı aşkın süredir doktora çalışması yapan ve uzmanlarla bu alan özelinde sürekli görüş alışverişinde bulunan bir araştırmacı olarak net bir öneri getiriyorum:
28 Kasım’da Altılı Masa’nın açıkladığı ve “insan onuru dokunulmazdır ve anayasal düzenin temelidir” ifadesinin Anayasa’ya eklendiği Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem için Anayasa Değişikliği Önerisi’ne benzer şekilde sosyal haklar konusunda yeni bir çalışma yapılsın ve Anayasa, çocukların insanlık onuruna yaraşır bir şekilde yaşamasını güçlendirecek yeni hükümlerle donatılsın.
Haydi; mevcut Anayasa’nın üçüncü bölümündeki “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” kısmında “eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” bölümünün altındaki 42’nci maddeye ek bir fıkra koyalım.
Hem böylesi bir hareketin seçmende karşılığı da var:
Metropoll Araştırma Şirketi, geçtiğimiz günlerde ‘öğrencilere bir öğün ücretsiz yemek’ konusunu seçmenlere sordu ve halkın yüzde 89,8’inin buna destek verdiği görüldü. Bu oran, CHP seçmeninde yüzde 96 iken AK Parti seçmeninde yüzde 87, MHP’de ise yüzde 79,5. Kamuoyuna açıklanmayan daha nice araştırmada da parti kimliğinden bağımsız olarak bu konuda yüksek oranda bir destek olduğu görülüyor.
1961 Anayasası’yla güvence altına alınan “gıda hakkı”nın 1982 Anayasası’ndan çıkarıldığını anımsayarak, tüm partilerin ortaklaştığı “okullarda ücretsiz yemek uygulamasını” net ve açık bir anayasal hak haline getirmek ve ek bir fıkra ile bunu Anayasa’ya “sabitlemek”, sorunu önemli ölçüde çözecek ve değişimin startını verecek.
Zira okul yemeği programının hükümetler-üstü bir şekilde geçerliliğini koruması, anayasal planda desteklenmesiyle mümkün. “İnsan onuru”nun anayasal düzenin temeli olmasında çocuklara onurlu bir yaşam imkânı tanımak da temel bir köşe taşıdır.
Yasa ve Strateji ile de Güçlendirilmeli
Yoksulluk meselesine “muhtaçlara yardım etmek” perspektifinden değil, “hak temelli” bir bakışla yaklaşmak için bir şeylerin değişmeye başlaması gerekiyor. O başlangıç noktası da Anayasa ve oradan yola çıkarak kapsamlı bir “Okul Yemek Programı” Yasası ve Stratejisi’nin geliştirilmesi olmalı.
Ayrıca Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler (BM) Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin, çocukların iyi olma halinin sağlanmasını hedef alan adımlar için hukuki çerçeve oluşturduğu da gözden kaçmamalı. Anayasa’nın 90’ıncı maddesine göre kanun hükmünde sayılan bu uluslararası sözleşmeye göre taraf devlet, çocuğun bakım ve korunması açısından gerekli önlemleri almalı; yaşam hakkı temelinde çocuğun hayatta kalması ve gelişimi için çaba sarf etmeli; çocukların yetersiz beslenmesi ile mücadele etmelidir.
Böylelikle, örneğin çocuklara ücretsiz yemek hakkını ihlal eden yasaların anayasaya aykırılıkları ileri sürülebilir ve kimin hakkı ihlal edilmişse anayasal bir hakkın ihlali üzerinden yargısal yollara başvurabilir.
Bu şekilde çocukların okullarda ücretsiz beslenme hakkını ihlal ettiği ortaya çıkan her türlü politika veya mevzuatın da hızlı bir şekilde reforma tabi tutulması sağlanır; çünkü referans burada “anayasa”dır ve anayasa, normlar piramidinin en üstünden bize muzipçe ama tüm otoritesiyle göz kırpar…
12 yıl boyunca zorunlu eğitime devam eden çocuğun yeterli gıdaya erişiminin sağlanması, devletin pozitif yükümlülüğü olmalıdır. Okullarda beslenmenin ücretsiz olması, zorunlu eğitim kapsamında bir hak olarak değerlendirilmelidir ve bu da devlete yükümlülük getirir.
Zorunlu eğitim çerçevesinde okullarda ücretsiz beslenmeyi takdir keyfiyetinden çıkarıp normatif ve zorunlu bir çerçeveye yerleştirmek gerekiyor.
Ülkelerde Anayasal Uygulamalar
BM nezdinde istişare statüsünde bulunan uluslararası sivil toplum kuruluşu PVA’nın kurucusu ve Lübnanlı hak savunucusu Mohamad Safa’nın geçtiğimiz günlerde Twitter’da paylaştığı tespiti oldukça önemli: “Okul yemekleri herkes için ücretsiz olmalı. Tüm gün boyunca yasal olarak hazır bulunmasını talep ettiğiniz bir yerde çocukların yediklerinden para almak, bir hak ihlalidir”.
“Hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek” diye söz veriyorsak, “Derin yoksulluk çocukları vurmasın” diye temennide bulunuyorsak, bunu Anayasa’da, normlar hiyerarşisinin en üst düzeyinde sabitlemeliyiz. Böylelikle çocuklara okul yemeği programı, temel bir hak olarak sunulmalı ve bu da bireye devlet tarafından bağışlanmış bir hak olarak değil çocuğa insan olmasından kaynaklı sahip olduğu bir hak olarak verilmeli. Hukuk devleti bunu gerektirir.
Hindistan, okul yemeği programını anayasayla temellendiren ülkelerin başında geliyor. Ayrıca bu alanda çok değerli bir başarı öyküsünü de ortaya koyuyor. Hindistan’da 2001 yılından bu yana, devlete ait tüm ilköğretim okullarında yaklaşık 130 milyon kişiye her gün ücretsiz yemek veriliyor.
Bu radikal adımın atılmasını sağlayan da Anayasa Mahkemesi’nin bir kararı… Bu karar sonucunda Hindistan Anayasası’nda yer alan “yaşam hakkı” çerçevesinde gıdaya erişim hakkı, çocuklar özelinde harekete geçmek üzere bir dayanağa dönüştü. Bu karara göre hükümetler, devlet okullarındaki bütün çocuklara sıcak öğle yemeği vermekle yükümlü. Bu şekilde de, yani okul yemeğini anayasal bir hak olarak sabitleyerek (constitutional right to food), söz konusu programın geniş kitleler tarafından sahiplenilmesini ve anayasa ile de desteklenmesini sağlamış.
Benzer şekilde Brezilya da okul yemeği programına anayasada yer verirken, bunu ilgili yasa ve Ulusal Eğitim Planı ile de destekliyor. Zaten Brezilya, Şili ve Hindistan, okul yemeği programının uygulanması konusunda Türkiye dahil birçok ülkeye danışmanlık verecek kadar başarılı ülkeler olarak kabul ediliyor.
Güney Afrika ve Hindistan gibi birçok ülke, gıdaya erişim hakkını açık ve doğrudan kabul ediyor; herkesin gıdaya erişim hakkı olduğunu, bu olanaklara sahip olunmayan durumlarda ise sosyal güvenlik çerçevesinde yeterli gıdanın temin edilmesi gerektiğini anayasaya eklemliyorlar. Bazı ülkeler, gıda hakkının çocuklar gibi nüfusun spesifik bir kategorisi için de özel olarak belirtildiği anayasalara sahipler.
Kolombiya gibi bazı ülkeler ise çocukların yeterli miktarda gıdaya erişimini temel hak olarak anayasalarına eklemlemiş durumdalar. Başka ülkeler de gıdaya erişim hakkını daha genel çerçevede insan hakkı kapsamına alarak, anayasalarında spesifik olarak çocuklara yönelik bir atıfta bulunmuyorlar. Bu hakkın İrlanda Anayasası gibi örneklerde dolaylı ve zımni olarak tanınması, yasaların ilgili durumlarda yorumlanmasını gerektiriyor.
Hem Anayasa hem Yasa hem de Sivil Toplum Desteği
Burada kritik olan nokta, okullarda ücretsiz yemek programını anayasal zeminde başlattığımızda bunun kapsamlı bir yasayla da desteklenmesi ve bu desteğin evrensel hale getirilmesi; yani çocukların maddi durumuna göre değil, tüm devlet okullarını kapsayacak şekilde uygulanması, böylelikle çocuklar arasında “damgalanma” riskinin ortadan kaldırılması.
Peki, okulda yemek programını anayasal bir zemine kavuşturmak yeterli mi? Evet anayasal zemin sağlanması bu programın kalıcılığı, bağlayıcılığı ve sürdürülebilirliği açısından büyük bir adımdır; vaatlerin beş yıllık kalkınma programlarında birer niyet beyanı olarak kalmamasını, eyleme dökülmesini sağlar. Çünkü anayasa, en yukarıda Demokles’in kılıcı gibi bekler.
Ama bu da yeterli değil. Anayasa’yı ihlal eden politikalar ve yönetmeliklerin hızlı bir şekilde tespit edilmesi ve bu sürecin de sadece hukukçular eliyle değil, hükümet ve sivil toplumu bir araya getirecek şekilde tüm paydaşlarla yönetilmesi gerekir.
Ayrıca, anayasal zemine kavuşan okullarda yemek programını destekleyecek şekilde yurttaşlık geliri uygulamasına geçilmeli; çocukların gıda ile beslenmesine ek olarak onların iyi olma halini desteklemek üzere aile temelli sosyal politikalar da devreye girmeli. Ancak bu şekilde kalıcı eşitsizliklerin birbirini yeniden üretmesinin önüne geçilebilir.
Muhalefet Partileri Ortak Aklı İzliyor
Bu açıdan, CHP Genel Başkan Yardımcısı Faik Öztrak’ın 3 Aralık’ta İkinci Yüzyıla Çağrı/Vizyon Lansmanı konuşmasındaki “Aile Destekleri Sigortası’yla her aileye asgari bir gelir sağlayacağız” vurgusunun “Ülkemizde hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek” vaadinden sonra gelmesi oldukça anlamlı ve önemli.
Benzer şekilde Gelecek Partisi de geçtiğimiz günlerde ‘Çocuk Politikaları Reformu’ modelini açıkladı. Çocuk dostu bütçe geliştirilmesi ve bütün okul öncesi kurumlara, ilköğretim ve ortaöğretim okullarına -çocukların ekonomik durumlarına bakılmaksızın- bir öğün yemek dağıtılması da bu reformun ayrılmaz bir parçasıydı.
İYİ Parti de, “Rüzgârgülü Projesi” çerçevesinde devlet okullarında okuyan çocuklara sabah kahvaltısı ve öğle yemeği verilmesi için Meclis’te yoğun bir mesai harcıyor. Pilot proje ilk olarak Demre Belediyesi’nde uygulanmış, ancak ilçe Millî Eğitim Müdürlüğü tarafından iptal edilmişti.
Oysa partiler-üstü ortak sağduyu, “çocukların açlık yüzünden kayıp bir kuşak olmasının önüne geçilmeli” diyor.
Zamanının çok ötesinde bir edebiyatçı, gazeteci, hak savunucusu ve entelektüel olan Suat Derviş ne güzel der İstanbul’un Bir Gecesi adlı romanında: “Bu kapının iç tarafında bir kalbi, bir beyni, iki ak bir karaciğeri, bir midesi olan, etten, kandan, kemikten yapılmış insanlar hep birbirinin eşidirler.”
Bu etten kemikten eşitliği, gıdaya erişimde adaletsizlik yaşayan çocuklar lehine tesis etmek için o kritik adımı Anayasa’dan başlayarak atmanın vakti geldi. Hemen, şimdi, daha fazla çocuğu bu açlık ve yoksunluk döngüsüne kurban vermeden… Zira tüm ekonomik büyüme hedefleri, insan kaynağının doğru kullanımıyla olanaklı.
Çağdaş dünyada her sosyal devlet, insanını gözeten, insanına yatırım yapan politikalarla inşa edilir. İnsan kaynağının en derin temellerine indiğimizde ise, küçük yaşlarda doğru ve sağlıklı beslenmeyle gelişen bilişsel yetiler ve eğitimde fırsat eşitliği çıkıyor karşımıza.
Bu açıdan geçtiğimiz günlerde avukat Fikret İlkiz’in şu tespiti oldukça önemli: “Özgürlüklere dayalı ve demokrasiyi içine sindirmiş anayasaların en önemli özelliği insanın ‘devlet’ için değil, devletin ‘insan’ için var olduğunu kabul etmekten geçer.”
Seçimler sokaklarda kazanılırken, sosyal adalet de çocukların temel ihtiyaçlarına verilen değer üzerinden inşa edilir ve pekişir.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

MENEKŞE TOKYAY
