On Binlerin Dönüşü: Helalleşme Seferinin Gönülsüz Neferleri
“Helalleşme” seferine gönülsüz katılanlar çoktu muhalefet safında. Onları bu söylemde tutan ise zafer vaadiydi. Kendilerini olmak istemedikleri pozisyonda tutan, bana göre erdemli bu denemeye dayanmakta zorlandı birçoğu. Şimdi görünen o ki amaçsız kalan bu yığınlar evlerine geri dönmek istiyorlar. CHP’nin “klasik” çizgisini yeniden canlandırmak için on binlerin dönüşü başlıyor.
- EVRE ERTAŞ
- 3 Haziran 2023

Tarihimizde ilk defa yaşadığımız iki turlu başkanlık seçimini bitirdik. Seçim öncesi sık sık dile getirilen sokak olayları olmadı. Sevinen sevindi, üzülen üzüldü; fakat ilk turda karışan muhalefet cephesi ikinci turun tamamlanmasıyla Kolpaçino filmindeki “kumar masası” misali bir kaosa sürüklendi.
Seçim akşamı sonuçlar belli olduktan sonra televizyon kanallarında yorumcular, güzide yorumlarını bizlerle paylaştılar. Suçlular, sorumlular, az çalışanlar, çok çalışanlar, dersler, ödevler, bir dolu fikir… Ben biraz ortamın durulmasını, umutsuzluğumun hafiflemesini, sokağa çıktığımda yine hiçbir şeyin -şimdilik- değişmediğini görerek sakinleşmeyi bekledim. Ve sonunda ilk turun sonunda biraz da sinirle yazdığım fakat yayınlanmasını ikinci tura bıraktığım yazımı revize etmek için klavyeyi önüme aldım.
14 Mayıs akşamı, taze veriler üzerinden ışık hızıyla analiz yapan yorumcular, piyasa tabiriyle, ulusalcılık söylemini satın aldılar. Bu engin analizlerin yanında muhalefetin içinde sıkılmış dişler bir anda gevşedi. Seçim gecesi ve sonrası yaşanan feci iletişim performansıyla başlayan ve çorap söküğü gibi gelen “Kılıçdaroğlu’nun doğru aday olmadığı”, Altılı Masa’nın yeni ortaklarına verilen milletvekilliği tartışmaları derken ikinci tura gelindi ve 28 Mayıs Pazar gecesini hep beraber yaşadık. İlk turun sonunda başlayan tartışmalar şimdi daha da şiddetlenmiş biçimde devam ediyor. AK Parti’ye yakın medyanın bile dahil olduğu bir CHP tartışması başlamış durumda. Herkes CHP konuşuyor, herkes CHP’nin iyiliğini istiyor, herkes CHP’nin tek muhalefet alternatifi olduğu konusunda hemfikir. Belki bu bile CHP için önemli başarıdır.
CHP, hepimizin şahit olduğu gibi, uzunca süredir duruşunu ve söylemini değiştirme çabası içindeydi. Daha kucaklayıcı, kimliklere sıkışmayan bir söylem üretme amacıyla uzunca yol aldı ve sonunda Ankara ve İstanbul gibi iki önemli büyükşehri yıllar sonra kazanmayı başardı. Buradan gelen cesaretle 2021 yılında Kılıçdaroğlu’nun yaptığı “helalleşme” çağrısıyla birlikte yeni CHP’nin duruşu da vücut bulmuş oldu. İstanbul seçimlerini kazanan Millet İttifakı’nın başat aktörünün bu cesur hareketi, aslında Altılı Masa’nın da adı konulmamış motivasyonuydu. Ancak DEVA Partisi ve Gelecek Partisi’nin katılımıyla oluşan bu ittifak, “helalleşme” seferinin samimiyetini sorgulayacak arızaları ortaya çıkardı. Muhalefet tabanı, daha doğru tabirle seküler ve uzun yıllardır AK Parti muhalifi olan kesimler, bu partilerin temsilcileriyle şartlı veya zoraki birliktelik içinde gibiydiler.
Bu hâl en başından beri kendini bir şekilde gösteriyordu aslında. Bütün süreç boyunca, muhalefetin kanaat önderi, yorumcu ve gazetecileri, bu partiler ve liderleriyle bir nevi hesaplaşma ve onları özeleştiriye zorlama yolunu tercih ettiler. En zor görevi üzerine almış olan bu partiler, AK Parti’den kopan seçmene hitap etmek yerine kendilerini bu yeni ittifakın tabanına kabul ettirme sınavına tabi tutuldular. Bu tavır, muhalif bloka geçmek isteyen muhafazakâr seçmen için olacakların fragmanıydı âdeta.
Meclis’i Kazanmak
Başkanlık sistemine geçildiğinden beri Meclis’in bu sistem yüzünden işlevsiz kaldığı yönünde fikir beyan eden muhalefet yorumcuları, CHP listelerinden girenleri görünce aniden Meclis’in de önemli olduğunu idrak ettiler. Oysa zaten gerçek, Meclis’in sistem yüzünden işlevsiz olduğu değil, iktidar partisinin Meclis’te çoğunluk olması ve Erdoğan’ın bu çoğunluk üzerindeki şahsi hegemonyasıyla alakalıydı. Meclis’in, cumhurbaşkanı ile aynı çizgide olmaması durumunda, çıkardığı yasalar ile Cumhurbaşkanı Kararnamelerini iptal etme gücü olduğundan, dolayısıyla Meclis’i kazanmanın öneminden hiç bahsetmediler.
İttifak oluştuktan sonra günlerce ortak politikalar üzerine yapılan çalışmaları da “masada oturup yemek yiyorlar” diyerek küçümseyen yorumcular ve gazeteciler, oluşan mutabakatların Meclis’te ve yürütmede bütün olarak hareket etmenin teminatı olabileceğini de es geçip, seçim sonrası neden o metinlerin düzgün anlatılmadığından dem vurmayı tercih etti. Bu es geçme hâli güvensizliğin yansımasıydı aslında. Pek tabii birçok iletişim hatası yapılmakla birlikte muhalif cenahın “kanaat önderleri”, kendilerinin haberdar olabilecekleri birçok çalışmayı, gelişmeyi görmezden gelmeyi ve binlerce defa cevaplanmış soruları tekrar tekrar sormayı tercih etti. Muhalefetin Fahrettin Altun’u olma hevesinde gibi konuşan yorumcular ve hayatı Twitch canlı yayınlarında oynadıkları strateji oyunları gibi zanneden mutsuz genç erkekler, ele geçirdikleri her fırsatta Masa’nın bu yeni ortaklarına had bildirmekten geri de durmadı. Sonuçta bu kişiler de tabanın parçasıydı ve kendilerince haklı sebeplerle AK Parti geçmişi olan bu oluşumlara yanaşamıyorlardı. Aslında içten içe istenen şey rövanştı ve bu partilerin orada olması bunun önüne geçiyordu. Ve “helalleşme”, işin özünde muhalefet için bir araçtı.
Delege Edilen “Helalleşme” Görevi
Bu araçsallaşmanın yankıları İstanbul seçimlerinden itibaren hafif hafif görülmüyor değildi. Ekrem İmamoğlu’nun Eyüpsultan’da hutbe okutmasından sonra oluşan homurdanmalar, kazanılan zaferin hatırına kısık sesle dile getiriliyordu. İmamoğlu’nun her kesimle iletişim kurma çabası sonuç getirmişti. Taban, Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’na bu “helalleşme” görevini delege etti. “Helalleşme”, zafer kazandırdığı müddetçe işe yarayacak bir tavırdı. Bunun böyle olduğunu açık açık konuşmaktan ve tartışmaktan geri de durmadılar. Çünkü delege etmişlerdi ve kendileri uzaktan izleyecekti.
Muhalefet gazetecilerinin ısrarla aday üzerinde tartışması da bence politika üretmek yerine bu delege etme tavrının ürünüydü. Politikaların özü ve ne söylediğiyle ilgilenmeden Tayyibyen Mitolojinin şekil şartlarını yerine getirmeye ve onun emarelerini aramaya girişildi muhalefete yakın yorumcular tarafından. İstanbul Belediyesi kazanılmıştı, bir de üstüne siyasi yasak baskısı gelince mitolojinin eksik parçaları yerine oturuyor gibiydi. Bu hamle kendisinin adaylığına engel teşkil ediyor görünse de, İmamoğlu’nun doğal aday konumunu perçinliyordu muhalefet açısından.
Fatih Terim’ini arayan Fenerbahçe halini almış bu aday tartışması iyi yönetilmemiş olabilir. Buna katılabilirim, fakat kimsenin şu soruya cevap verdiğini de hatırlamıyorum: İmamoğlu, bu seçimde aday olsaydı bir noktada istifa etmek zorundaydı. Bu durumda Meclis çoğunluğu sayesinde İstanbul’u ele geçiren AK Parti yönetiminde, muhalefetin kampanya gücü daha da kısıtlanmayacak mıydı? 2019 yerel seçimlerinde bir gecede billboardları değiştiren kuvvet iki ayda neler yapamazdı? Tartışma bu eksende hiç yürümedi.
Akşener’in 3 Mart’ta Millet İttifakı’nı “kumar masası”na benzeterek çıkardığı krizi, orada sarf edilen sözlerin Erdoğan’ın mitinglerinde “ama montaj ama şu ama bu” değil, doğrudan izletmesinin etkilerinden söz edilmediği gibi. Ya da BaBaLa TV’de başörtülü rehber kadının sorusuna Kılıçdaroğlu’nun verdiği güzel cevaba yoğunlaşmak yerine, soru soran genç kadının AK Parti bağlantısının araştırılması ve aslında rehberlik lisansı olmadığı yönünde başlatılan linç gibi.
Tüm sorun bu yeni partilerdi, onların adayları, onların programları, onların bagajları ve onların temsiliyetleri. TİP’inden İYİ Parti’sine bütün seküler muhalefet blokunun her fırsatta hedefinde yer aldılar. Bu atmosferde AK Partili seçmenin oylarını alması beklendi onlardan. DEVA ve Gelecek Partisi’nin hiç hatası yok mu? Elbette var, bunu tartışmıyorum. Partilerin tek tek tercihlerinden veya yanlışlarından ziyade temelde daha farklı bir dinamik olduğunu göstermeye çalışıyorum sadece.
Söylemlerim Temsiliyet Problemi
AK Parti’ye eli gitmeyen “muhafazakâr” seçmenin, CHP ve dolayısıyla da Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısının sokakta ve sosyal medyada temsilini göremediğini, muhalefet tabanının, yorumcularının, gazetecilerinin İmamoğlu’nu da Ali Babacan’ı da araçsallaştırdığını farklı vesilelerle görebildiğini düşünüyorum. Erdoğan’ın Atatürkçülüğü bile daha gerçekçi kaldı bu “helalleşme” çağrısı yanında. 14-28 Mayıs arası yaşananların nedenlerinden birisi de söylemlerin temsiliyet problemiydi belki de.
Bunları hangi pozisyondan yazdığımı bilmenizi isterim. Ben seküler ve çoğunluğu CHP, kalanı da solculardan oluşan bir çevrede yetiştim, hâlâ da aynı mahallede yaşıyorum. Buradaki durum Ksenophon’un Anabasis’inde, kendilerini hiç ait hissetmedikleri bir sefere çıkan on bin kişilik Grek ordusunun, evlerinden uzakta, Irak çöllerinde amaçsız kalması gibi. Kadıköy’de, İzmir’de, Beşiktaş’ta bu “helalleşme” seferine gönülsüz katılanlar çoktu muhalefet safında. Onları bu söylemde tutan ise zafer vaadiydi. Kendilerini olmak istemedikleri pozisyonda tutan, bana göre erdemli bu denemeye dayanmakta zorlandı birçoğu. Sade vatandaşından yorumcusuna, politikacısından danışmanına yol boyunca rahatsızlıklarını bir şekilde belli ettiler. Şimdi görünen o ki amaçsız kalan bu yığınlar evlerine geri dönmek istiyor. CHP’nin “klasik” çizgisini yeniden canlandırmak için on binlerin dönüşü başlıyor.
Bu tarz geri dönüşün CHP ve Türkiye siyaseti açısından, genel kanının aksine, uzun vadede olumlu sonuçları olacağı kanaatindeyim. CHP’nin toplumsal muhalefeti kendi içinde eritme çabası; yeni söylemlerin, yeni fikirlerin ve bunun ötesinde yeni kimliklerin önünde engel gibi duruyor. Tabanının gönül rahatlığıyla oy verdiği, daha popülist, daha korumacı bir CHP, en azından muhalif siyasetin önünü açar ve kimse çıkmak istemediği bir sefere ikna edilmek zorunda kalmaz. Tabii böyle bir CHP olursa, Ersan Şen’in adaylık talebini kısa süre de olsa düşünen İYİ Parti nerede ve nasıl pozisyonlanır? Onu da biz düşünmeyelim.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

EVRE ERTAŞ
