Otizmlilerin Eğitimi Konusunda Eğitilmeliyiz
Otizmli bireylerin eğitimi, aynı zamanda toplumun da eğitimi demek. Otizmli bireylerle çalışacak öğretmenlerin, yöneticilerin ve otizmi bulaşıcı bir hastalık sayıp imza toplayarak otizmli öğrencilerin sınıftan atılmasını istemeye dek işi vardıran velilerin de önyargı ve ayrımcılık karşıtı bir eğitimden geçmesi gerekiyor. Otizm bulaşıcı değil, ama herkesin eğitim hakkına erişebildiği bir yurttaşlığın doğuracağı mutluluk son kertede bulaşıcı olacak.
Albert Einstein’a göre aslında herkes dâhidir. “Ama siz kalkıp bir balığı ağaca tırmanma yeteneğine göre yargılarsanız, tüm hayatını aptal olduğuna inanarak geçirecektir” der tüm zamanların en iyi fizikçilerinden biri kabul edilen Einstein.
Toplumda herkesin kendi yapabilirlikleri ölçüsünde yetenekleri ve varoluş gayeleri var. Toplumu dâhilerle olduğu gibi, türlü engeller sonucunda içlerindeki farklı becerileri ortaya çıkaramayanlarla, yaşamına anlam katma mücadelesi verenlerle ve toplumun türlü ayrımcılıkları karşısında var olmaya çalışanlarla da paylaşıyoruz.
Son dönemde “Otizmli piyanist yarışmada birinci oldu” veya “Down sendromlu yüzücü turnuvada altın madalyayı kaptı” gibi haberlerin gerisinde ise, toplumun içindeki bu cevherleri ortaya çıkarma çabası ve gereği görülüyor.
Avrupa’da Otizm Farkındalığı
Otizm temalı çalışmalar, farklı sosyal grupların topluma eğitim ve istihdam temelinde entegrasyonu konusunda bir süredir projeler uygulayan Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin odağında.
İnsan sermayesinin çeşitliliği üzerinden birlik yaratma çabasındaki AB genelinde yaklaşık 5 milyon otizmli bireyin olduğu tahmin ediliyor.
Şubat ayında Malta Uluslararası Havalimanı, uzun soluklu bir personel eğitimi ve mekânsal düzenlemelerin ardından Otizm Dostu Mekân akreditasyonu aldı. Otizmli çocuklar açısından havaalanları oldukça sorunlu mekânlar.
Gerek vızır vızır insan hareketliliği gerekse kalabalıklardan yükselen gürültünün bilişsel zorluklar yaratması, otizmli bireyleri çok derinden sarsabiliyor. Avrupa’da birçok havalimanı da son dönemde bağımsız kuruluşların verdiği eğitim ve yönlendirmeyle bu akreditasyonu almaya yöneldi.
Avrupa’da otizme dair farkındalık bununla da sınırlı değil.
AB, otizm konusundaki yasal dayanaklarını kendi iç hukuku ve uluslararası mevzuata referansla yıllar içerisinde geliştirdi ve bu süreci eşitlik ve ayrımcılıkla mücadele ekseninde yönetiyor. Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nin 24 ve 27’nci maddeleri, Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın 15’inci maddesi, AB Temel Haklar Şartı’nın 21 ve 26’ncı maddeleri bu süreçte temel dayanak noktaları…
Eğitim ekseninden bakıldığında, AB çapında üniversitelerin otizmli başvuru sahiplerinin erişimi için kolaylaştırılmış bir sistem kurması gerekiyor. Bu da düzenli raporlar dahilinde takip ediliyor ve Avrupa Sosyal Haklar Komitesi gibi kurumlar tarafından yerinde izlenip raporlanıyor.
Geçtiğimiz sene Belçika, ilkokul ve ortaokulda otizmli çocukların eğitime katılmasında yeterli teşvikleri sağlamadığı, yeterli sayıda özel eğitim uzmanı istihdam etmediği, sınıflardaki kişi sayısını azaltmadığı, öğretmenlere yeterli meslek-içi eğitim vermediği için kınandı.
Buna karşın Hollanda ve Finlandiya gibi Avrupa ülkelerinde ve Amerika, Kanada, İngiltere ve Avustralya’da otizmlilerin erken çocukluk döneminden itibaren eğitime katılması, yenilikçi ve dinamik eğitim modülleri ve mekânsal tasarımlar eşliğinde teşvik ediliyor.
Aileler de bu konuda bilinçlendiriliyor. Çünkü otizmli bireyler otizmli oldukları için değil, insanlar onlara doğru bir şekilde davranmadıkları için zorluk yaşıyorlar.
Otizmli bireyler gereken aşamada eğitime katılamadıkları, dışlandıkları için sonraki aşamalarda istihdam piyasasına dahil olamıyorlar.
Erasmus programları kapsamında da öğretmenlerin otizm spektrumundaki çocuklara erişimleri ve kapasitelerinin güçlendirilmesi veya otizmli bireylerin istihdamı ve sosyal içerme konusunda da parlak projeler yürütülüyor.
Birçok AB ülkesinde otizmli bireylerin eğitimi ve toplumsal yaşantıya katılımında kolaylaştırıcı rol üstlenmeyen veya engel çıkaran kurumlar yakından takip edilerek davalar açılıyor ve aileler çocuklarının haklarını bu şekilde koruyabiliyorlar.
Avrupa’da otizm farkındalığı konusundaki güçlü kamuoyu baskısına ek olarak, bu alanda çalışan dernekler otizmli bireylerin eğitimi konusunda iyi uygulama örneklerini bakanlıklara raporluyor ve benzer çalışmaların uygulanmasını istiyor.
Avrupa’da otizm farkındalığı açısından çok farklı bir “çağ” yaşanırken, özel eğitimden yararlanması gereken çocuklara eğitim hakkını uluslararası düzeyde tanıyan tüm sözleşmelere taraf olan Türkiye’de ne yazık ki bu kadar parlak bir tablodan söz etmek mümkün değil.
Türkiye’de Otizmli Bireylerin “Hayata” Erişimi
Yaklaşık 1,3 milyon otizmli yurttaşın yaşadığı ülkemizde 0-14 yaş aralığında yaklaşık 150 bin, 0-19 yaş aralığında ise 500 bin kadar otizmli birey olduğu tahmin ediliyor. Ama bu bireylerin özel eğitim gereksinimlerini karşılamak, ancak maddi imkânı olan ailelerin harcı oluyor.
Gerek ilk üç yılda tanı konması için ilgili sağlık taramalarına erken aşamada erişilememesi gerekse her hafta belirli bir saat gidilmesi gereken yoğun eğitime kaynak ayrılamaması sonucunda, Türkiye’de çocuk ve gençlerin yüzde 90’dan fazla bir kısmının eğitime erişemediği, özel eğitim alabilenlerin ise sadece yüzde 5’lik şanslı azınlığı oluşturduğu biliniyor.
8 milyonun üzerinde üniversite öğrencisinin yalnızca 5.000’inin örgün eğitim alan engelli öğrenci, 45 bininin açık ve uzaktan üniversiteye kayıtlı engelli öğrenci olduğu bir ortamda, örgün üniversite eğitimi içerisinde engelli gençler sadece yüzde 0,06’lık bir dilime karşılık geliyor.
Üniversiteye giden otizmli öğrenci sayısı ise sadece 25. Evet, yanlış okumadınız: 25.
Uzun yıllardır otizm alanında eğitim davalarıyla ilgilenen İstanbul Otizm Gönüllüleri Derneği Kurucu Başkanı ve avukat Sedef Erken’e göre, üniversite yıllarındaki 25 otizmli birey, hem de toplumun tüm engellemelerine rağmen orada eğitim görmekte “diretiyor”.
Erken, sayılarının bu kadar az olmasının asıl sebebini ise daha kreş ve ana sınıfından itibaren otizm konusunun çocuk ve ailesi için bütünüyle bir ayrımcılık üzerinden ilerlemesiyle ilintili görüyor.
Şu anda 15 yaşındaki oğlu Ozan’ın 2011 yılında ana sınıfına otizmli olduğu için kabul edilmemesi üzerine hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bu konudaki ilk davayı açan, hem de Otizm Eylem Planı’nın ilk taslak raporunu yazıp ilgili bakanlığa götüren Erken, o zamandan bu zamana bu konuda ciddi hiçbir adımın atılmadığını, sorunun yok sayıldığını söylüyor.
Oğlunun yaşadıklarına benzer sorunlarla karşılaşan aileler, şikâyetlerini dilekçeleri ile dile getirip yasal haklarını talep ettiklerinde bu sorunların müfettiş raporlarına bile yansıtılmadan üstünün kapatıldığını ifade ediyor.
Şunu verili bir gerçeklik olarak kabul edelim:
Üniversite öncesi eğitimde, özellikle de ilkokul aşamasında okulda kaynaştırma eğitimi sırasında arkadaşları, veliler veya eğitimciler tarafından olumsuz bir tutumla karşılaşan veya örneğin uzaktan eğitimde kaynaştırma modüllerine dahil edilmeyen, yok sayılan, çoklu ayrımcılığa uğrayan çocuğun yaşadığı travma, sonraki eğitim süreçlerini doğrudan etkiliyor.
Oysa çözüm basit: Akranları ile birlikte eğitim almak her çocuğun temel hakkıdır.
Önyargı ve Ayrımcılık Karşıtı Eğitim
Otizmli bireylerin eğitimi, aynı zamanda toplumun da eğitimi demek. Otizmli bireylerle çalışacak öğretmenlerin, yöneticilerin ve otizmi bulaşıcı bir hastalık sayıp imza toplayarak otizmli öğrencilerin sınıftan atılmasını istemeye dek işi vardıran velilerin de önyargı ve ayrımcılık karşıtı bir eğitimden geçmesi gerekiyor.
Dolayısıyla, eğitim fakültelerinde otizmle ilgili eğitimin yetersiz noktalarının giderilmesi, meslek-içi eğitimde verilen eğitimlerin çağın gereklerine ve uluslararası en iyi uygulama örneklerine göre güncellenmesi ve otizmli bireylere yönelik özel eğitim öğretmeni, sosyal hizmet uzmanı, dil ve konuşma terapisti açığının ise acilen kapatılması şart.
Bunun için de 2000 yılından beri yapılmayan otizmli birey sayımının güncellenmesi, kaç otizmli yurttaşın hangi bölgelerde yaşadığı, hangi yaş aralığı ve eğitim düzeyinde olduğu gibi temel verilerin demografik ve sosyolojik olarak sağlanması gerekiyor. Ancak bu şekilde doğru ve hedefe yönelik bir planlama yapılabilir. Bir şeyi ölçemezseniz düzeltemezsiniz de…
Sağlık, Eğitim ve Çalışma bakanlıklarının koordineli çalışması gereken bu süreçte eğitmenlere yönelik farkındalık ve doğru iletişim eğitimi verilmesiyle eş zamanlı olarak velilere ve öğrencilere de bu alanda bilgilendirme ve yönlendirmede bulunulması gerekiyor.
Uzmanlar, otizmle ilgili kanıt temelli ve sistematik bir izleme gereğine işaret ediyorlar. Bu konuda sahada yoğun bir şekilde çalışan Tohum Otizm Vakfı ve şehir bazlı kurulan otizm derneklerinin otizmli çocukların eğitimi için hazırladıkları eğitim portalları ve rehberler de bu açıdan sahadaki eksikleri anaakımda tartışma olanağı veriyor.
Bu konularda uzun zamandır görüşlerinden yararlandığım avukat Erken, otizmli bireylerin eğitimine dair yapısal sorunların çözümü için devlete ciddi görevler düştüğünü, ancak konunun hiç ilerlememesinin bir sebebinin de sivil toplumda henüz gelişmemiş olan hak savunusu anlayışı olduğunu belirtiyor.
Yakın bir zamanda birkaç dernek bir araya gelerek bu anlamda bazı çalışmalar başlatmışlar ve daha dinamik bir ağ kurulması da hedefler arasında.
Denizli Otizm Derneği’nin hazırladığı “Eğitimde Ayrıştırılan Otizmliler ve Çözüm Önerileri: Denizli İzleme Araştırması” verileri aslında tek bir kent özelinde değil, ülkenin farklı şehirlerinde otizmli bireylerin ve ailelerin yaşadıkları sorunlara mikrodan makroya yayılan bir şekilde ışık tutuyor.
Münferit Değil Yapısal Sorunlar
Otizmli çocukların eğitim hakkından söz ederken hep şöyle bir haber kalıbıyla karşılaşırız: Kayıt döneminde okullara kabul edilmeyen otizmli bireyler, kabul edilmemeleri doğrultusunda diğer velilerin baskıları, okul idarecisinin bu baskılara boyun eğmesi ve bu konunun medyaya yansıması durumunda da kamu otoritelerinin bu vakaların münferit olduğu ve sorumluluklar hakkında derhal idari soruşturma başlatılacağı yönündeki demeçleri…
Oysa, Denizli Otizm Derneği’ne göre, bu tür olaylar münferit değil, doğrudan yapısal bir sorunun yansımaları…
Eğitim hakkıyla ilgili olarak otizmli bireylerin yaşadıkları sadece okula kabulle sınırlı değil, kabul edilen okulda da katmerlenen ayrımcılık, sözel ve fiziksel şiddet, uyarlanmamış eğitim müfredatıyla ve yetersiz destek personeliyle devam ediyor. Bu hak ihlallerinin yarattığı çoklu ve ardışık travmalar, neticede bireyleri üniversite eğitiminden soğutuyor ve “kaderine” mahkûm halde evde oturmaya itiyor.
Otizmli bireylerin aileleri, eğitim sisteminde kapsamlı bir reform çağrısında bulunuyor. Bu süreçte otizm derneklerinin temsilcilerinin katıldığı bir istişare süreci de, yaşanan deneyimlerin bundan sonra atılacak adımlara ışık tutmasını sağlayacak. Örneğin otizmli bireylerin okulu terk veya eğitim sistemi dışına çıkma sebepleri doğru ve etkin bir izleme ve raporlama ile incelendiğinde hem bu kişileri eğitim sistemine yeniden katmak mümkün olacak hem de benzeri durumların sarmal etkisiyle gelecekte yaşanması önlenebilecek.
Otizmli bireylerin önemli bir kısmının sanatın farklı alanlarına ilgi duyduğu ve yeteneklerini bu alanlarda geliştirdiklerinde topluma entegrasyonlarının da arttığı düşünüldüğünde, her biri kendi içinde birer süper güç barındıran otizmli bireylerin “cevherlerini” bulacak türden kişiselleştirilmiş eğitim sistemlerinin yaygınlaştırılması da gerekiyor.
Otizmli piyanist Beril Zorlu’nun bu açıdan yıllardır annesiyle verdiği yoğun emek ve başarma gayreti beni her zaman duygulandırıyor ve aldığı her ödülde, katıldığı her konserde ve çıktığı her sahnede otizmli bireylerin kendilerini gerçekleştirme azmine dair umut aşılıyor.
Otizm bulaşıcı değil, ama herkesin eğitim hakkına erişebildiği bir yurttaşlığın doğuracağı mutluluk son kertede bulaşıcı olacak.