Özel’in CHP’si ve Değişim Umutları…
Özgür Özel’in CHP kadar büyük bir kurumun genel başkanlığını seçim marifetiyle kazanmış olması başlı başına kıymetli bir şey, darısı diğer siyasi partilerin başına… Özel’in CHP’sinin özel bir CHP olmasını umanların ve ummak için sebebi olanların sayısı az değil; bu potansiyelin ne kadar gerçekleşeceğini bize Özel’in ve ekibinin marifeti gösterecek.
Geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen CHP kurultayı birçok açıdan siyasi tarihimizde yerini almayı hak ediyor. Öncelikle ülkemizde gerçek anlamda rekabetçi, yani iktidardakinin koltuğunu kaybetme olasılığı taşıdığı seçimler pek yapılmaz. Apartman yönetiminden Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar geniş bir yelpazede genellikle iktidardakiler bir şekilde koltuklarını korurlar. Hele, dernek ya da siyasi partilerimiz gibi örgütlü yapılarda bir seçim varsa, bunu muhtemelen ya iktidara sahip olanlar ya da onlara yakın olanlar kazanırlar. Böyle bir süreklilik, demokrasiyi “seçilmiş kişilerin görevlerinden seçim yoluyla gönderilebilmesi” olarak tanımlayan Popper’ın canını hayli sıkardı, o başka.
Siyasi tarihimizde seçim marifetiyle koltuğundan olmuş siyasi parti genel başkanı sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor, bırakın, birçok siyasi partide kazanma şansı olan bir ikinci adayın çıktığı kongre/kurultay bile gerçekleştirilmiyor. Siyaset biliminde kültür kavramına sık sık başvurmayı sevenler için iyi bir örnek oluşturabilir, evdeki sofradan siyasi parti yönetimine kadar pederşahi kültürün izlerini görüyoruz, muhalifler için zor bir yaşam.
İşte CHP’nin kadim genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi rakibi Özgür Özel’e kaybetmesi bu kadar istisnai bir vaka. Bu noktada CHP’yi en azından rekabetçi bir seçim gerçekleştirdiği için tebrik etmek gerekir, böyle bir kurultayı hayal bile edemeyen siyasetçiler olduğunu biliyoruz. Öte yandan çok da iyi bildiğimiz gibi bir siyasi birimi demokratik ilan etmek için sandık yetmez, demokrasinin çok sayıda prosedürel niteliği bulunur. Aday olabilme, aday gösterebilme, serbestçe görüşlerini ifade edebilme ve en önemlisi görüşlerini serbestçe oluşturabilme gibi nitelikler bir seçimi demokratik kılar. CHP kurultayına giden yolda bu prosedürlere ne kadar riayet edildi, bilmiyoruz; siyaset bilimciler için iyi bir araştırma konusu olabilirdi.
Türkiye siyasetini tartışırken sürece değil, sonuca odaklanmak da bir gelenek. Bunun, “Amaçlar araçları meşrulaştırır” diyen Makyavel’in bu coğrafyadaki popülaritesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz, zaten Makyavel’in kitabında sık sık referans verdiği “ideal” lider tiplerinden biri de Fatih Sultan Mehmet; yazar, padişahımızın eylemlerinin bir Prens için örnek oluşturacağını düşünmekte. CHP’deki liderlik değişimini muhtemel sonuçları açısından değerlendirmek hayli spekülatif olsa da içinde bulunduğumuz siyasal iklim açısından iyi bir fikir verebilir.
Seçim Kazanmak
CHP’deki liderlik değişiminin olumlu sonuçları olacağına inanan bir tür geniş koalisyon olduğunu söyleyebiliriz. Bu koalisyonun en dış halkasında tabii ki biz sıradan insanlar durmaktayız. 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinden mağlup olarak çıkmış yüzde 48’lik bir kesim için seçimlerin kazanılması bir hayat memat meselesi haline dönüşmüş durumda. Başkanlık sistemlerinin “kazanan her şeyi alır” mottosu, seçimi kaybedenlerin tamamıyla yönetimden dışlanması anlamına geliyor. Parlamenter sistemde yüzde 11 bile oy alsanız iktidara bir şekilde dokunmanız ve ülke yönetiminde yer almanız mümkünken, başkanlık sisteminde bu imkânsız. Bu nedenle bir süredir sürekli kaybeden ve ülke yönetiminden dışlanan vatandaşlar için bir sonraki başkanlık seçimin kazanılması şart, CHP’deki liderlik değişiminin bir sonraki seçimi kazanabilmeyi başarması bekleniyor. Zaten kurultay sürecinde “Değişimci” sıfatını taşıyan ekibin farklı üyeleri zaman zaman bu hedeflerini belirtmiş durumdalar: “Seçim kazanabilen bir CHP!”. Seçimin nasıl kaybedildiğine dair anlamlı bir muhasebe henüz gerçekleştirilmediğinden, nasıl kazanılabileceğine dair bir reçete ortaya konmasa da en azında şoförü değiştirmenin otobüsü doğru yola sokacağına da inananlar var.
Sözü geçen umut koalisyonunun içerisinde daha kısa vadeli düşünen bir kesim olduğunu da biliyoruz: Mart 2024’te yapılacak yerel seçimlerde bir başarı kazanmak. Bu başarının ne olacağı konusunda görüşler farklı; iyimserler eldeki belediyelere yenilerini eklemeye odaklanırken, kötümserler evdeki bulgurdan olmamayı önceliyorlar. 2019’da kazanılan Adana, Mersin, Antalya, Ankara ve İstanbul gibi büyükşehirleri kaybetmemek ve mümkünse bir iki tane daha kazanabilmek… Ülkenin parçalanmış siyasi coğrafyası yerel seçimlerin sonuçlarının üçte ikisinin bugünden belli olduğunu söylese de, umut fakirin ekmeği. Dolayısıyla Özgür Özel yönetiminin eldeki belediyeleri korumak gibi minimum bir başarıyı gerçekleştireceğini umut edenlerin sayısı da az. 2019 seçimlerinin geniş tabanlı bir koalisyonun başarısı olduğunu düşünenler için gelecek seçimlerin olmazsa olmaz koşulu da bu koalisyonun yeniden kurulması… Yaz boyunca Altılı Masa liderleri arasındaki laf atışmaları göz önünde tutulursa, en azından Özgür Özel’in yeni bir yüz olması hasebiyle bu koalisyonu yeniden inşa etme şansının bir “tık” fazla olduğunu söyleyebiliriz, bu da muhaliflere biraz umut verebilir.
CHP’nin Değişimi
Daha az sayıda kişiyi ilgilendiren bir konu da Özgür Özel’in yönetiminde bir parti olarak CHP’nin değişebilmesi meselesi, yeni yönetimin bu konuda bir adım atması da bekleniyor. CHP’nin ideolojik olarak değişmesi gerektiği konusunda geniş bir uzlaşma var, ancak yön konusunda kafalar karışık. Takip edebildiğim kadarıyla yeni yönetim içerisinde daha “sol” bir CHP’yi arzulayanlar var, sağa yanaşma manevralarının beyhude olduğunu düşünüyorlar. Daha “Kemalist” bir CHP’nin muhalefete daha iyi yön vereceğini söyleyenlerin olduğunu da biliyoruz. Bu iki istikamet kesişmez değil, ancak birlikte yaşamayı da çok başaramadıklarını gördük. Şu anda sesleri çıkmasa da seçimlere doğru Türkiye’nin yüzde 65 sağcı nüfusa sahip olduğunu hatırlatıp “sağa sapalım” diye bastıranlar olacaktır, göreceğiz. Ülkemizde siyasetçilerin ideolojik duruşlarını objektif bir şekilde saptamak imkânsız olduğundan, Özel ne kadar solcu, ekibindekiler ne durumda bilmek kolay değil; siyasi görüşlerinden emin olduğumuz birkaç kişinin yanı sıra üyelik dilekçesini ANAP’a verecekken yanlışlıkla kendisini CHP’de bulmuş gibi gözüken kişiler de var. Hangi akım daha baskın olacak, göreceğiz.
Bir de Özel yönetiminin parti kadrolarında yaratacağı değişimden umutlu olanlar var. 1990’lı yılların kötü alışkanlığı, siyasi partilerimiz tabana pek ihtiyaç duymadan siyaset yapmayı seviyorlar. 11 milyon kişinin üye gözüktüğü AKP’yi başka bir başlıkta tartışmak gerekir; 1,4 milyon üyesi olan CHP en azından bu konuda diğer partilerden ayrışıyor. Ülkemizde siyasi parti üyeliği, hele partiniz iktidarda değilse çok muteber bir şey değil, bu yüzden 1,4 milyon üye de bir başarı. Bu kadar çok (!) üyenin ne kadarı aktif üye, bilmiyoruz. 2015’ten anekdotal bir bilgi: 1 milyona yakın oy aldığı İstanbul 1. Bölge’deki 80 bin üyesinin yarıya yakınının önseçimde oy kullandığı, birinci sıraya yerleşen adayın da 25 bin oy aldığını biliyoruz. Geçtiğimiz kurultay sürecinde katılımın bundan daha iyi olduğunu ummak yanlış olur. İlçe ve il yönetimlerinden başlayarak, parti meclisine kadar uzanan geniş bir yelpazede parti kadrolarının kendi içerisinde bir elit oluşturduğu ve bu elitin parti içi iktidarın yanı sıra belediye meclisleri ve başkanlıkları gibi parti dışı iktidarı da kontrol ettiği bilinegelmiş bir şey. Böyle bir durumda da, Özel’in yönetiminde partinin dışa açılabileceğini, üye sayısını artırabileceğini ve toplumsal renkliliği daha fazla yansıtabileceğini; en azından partide siyaset yapmak isteyenlerin önündeki cam-beton her türlü engeli kaldırabileceğini umanlar var. Bunlara tabii sıranın kendilerine geldiğini düşünenleri de ekleyelim. Ülkedeki başkanlık sistemi gibi parti içi siyaset de sürekli kaybeden ve dışlanan geniş bir kesim yaratmakta maharetli. Özellikle 2024 yerel seçimlerinde yerel yönetimlerde yaşanacak bir harmanlama bu dışlanmış kesimler için umut verici olacak, o kesin.
Bu listeye ekleyebileceğimiz bir kesim de Türkiye siyasetinin çoğunlukla elitler tarafından yönlendirildiğini düşünenler; dolayısıyla parti yönetimindeki değişimin parti elitindeki değişimi de tetikleyeceğini ve buradan kendilerine bir fırsat alanı doğabileceğini umuyorlar. Kral değişirse, vezirler de değişir… Bu sayıca çok daha az ancak siyasi sermaye açısından çok daha zengin bir kesimin umutlarının ne kadar gerçekleşeceğini bize zaman gösterecek, çünkü siyasette vezir olmayı umarken piyon durumuna düşmek çok yaygın görülen bir pratik. Partilerin elit kadroları genelde liderlerin iki dudağının arasındaki bir pozisyon olduğundan paraşütle gelenin asansörle gitme olasılığı her daim mevcut. Daha farklı bir siyaset tarzında elitler güçlerini toplumdan ve parti tabanından alabilirlerdi, ancak ülkemizde bu yapı asla var olmadı, bu da bir gerçek. Olması gerekiyor mu, bence evet; ancak eğer amaç parti genel merkezindeki üst katlarda bir oda edinmekse, pek de ihtiyaç yok. Özel’in parti meclisine baktığımızda yeni yüzlere pek de yer açmadığını görüyoruz, resim yerel seçimlere doğru daha da netleşir, fikir sahibi oluruz.
Sonuçta, Özgür Özel’in CHP kadar büyük bir kurumun genel başkanlığını seçim marifetiyle kazanmış olması başlı başına kıymetli bir şey, darısı diğer siyasi partilerin başına… Seçilmesi ne kadar umut uyandırdı, gözlemim Kılıçdaroğlu’nun 2010’daki seçimi gibi bir fırtınanın henüz kopmadığı yönünde, belki de ülkedeki siyasi bıkkınlığa mağlup oldu bu değişim. Yine de saydığım üzere Özel’in CHP’sinin özel bir CHP olmasını umanların ve ummak için sebebi olanların sayısı az değil; bu potansiyelin ne kadar gerçekleşeceğini bize Özel’in ve ekibinin marifeti gösterecek.