Pandemi ve Keyfiyet Krizi

Giderek artan merkezileşmeyle, katılım mekanizmaları işletilmeden verilen tepeden inme kararlarla pandemi başta olmak üzere hiçbir krizin yönetilemeyeceğinin fark edilmesi gerekiyor. Merkezileşme ile sorumluluk paylaşımının olmayışı; bakanlıklardan, valiliklere, oradan kurumlara kısacası bütün sistemin iş yapamayışına, gündelik hayattaki süreçlerin nasıl yönetildiği bilgisinden uzaklaşmasına sebep oluyor

Pandemi ve Keyfiyet Krizi

Geçtiğimiz yıl bu vakitlerde; okullar açılmış olmasa da sokağa çıkma ve şehirlerarası seyahat yasakları tamamen kaldırılmış, normalleşme başlamıştı. Aşıyla ilgili çalışmalar sonuç vermediği için bu normalleşmenin geçici olduğunu biliyorduk; endişeliydik ama bu kadar umutsuz değildik.

 

Bugün ise, kısıtlamaların keyfiyetle sürdüğü, yasak koyucular dışında sürdürülen yasakların pandemiye karşı herhangi bir işe yaradığını düşünen kimsenin olmadığı; bir çok ülkede aşılamayla normal rutine dönülmüşken, aşı seferberliğinin dillendirildiği ama uygulamada hissedilmediği bir dönemdeyiz. Sınavların yapılmayacağı kararıyla birlikte eğitim yılı fiilen bitmişken, gecenin bir vakti verilen ‘kavuşma’ kararı; okulların açılmasını isteyen veli ve öğretmenlere bile sevinç yerine ayrı bir endişe getirdi.  Velhasıl geçen yıl beklentinin sağladığı görece bir umut hali varken, bu yıl karamsarlık, kırgınlık ve öfke hakim.

 

Çünkü yıl boyunca, hem önlemler hem de pandeminin olumsuz etkilerini ortadan kaldırmaya dönük uygulamalarda keyfiyetin hakim olduğunu her seferinde yeniden deneyimledik. Kırgınlık, şaşkınlık ve öfkemizi sosyal medyada ironinin dibine vurarak geçiştirdik. Daha doğrusu yaşananlarla başa çıkmada başka bir seçeneğimiz olmadığı için, zor zamanların değişmez taktiği olan mizahı seçtik.

 

Can kayıpları, paylaşılamayan yaslar, sürecin ekonomik yükünün altında ezilen esnaf, küçük girişimciler, hiç gündem olamayan sektörler… Açıklanan paketlerde teşvikler, destekler belli grup ve sektörler için oluşturuldu, bir nevi pozitif ayrımcılık uygulandı.

 

Yasaklar noktasında çifte standart norm haline geldi. Yönetimdekilerin ve yakınlarında konuşlananların cenazelerden, toplu etkinliklere, iftar programlarından kafelere kadar, talkım-salkım noktasında davrandığına, geçen uzun yıl boyunca defalarca şahit olduk. Sürecin tek kazananı, turistin her gördüğü kişiyi aşılatmayı başaran ve virüsün de alanı turistlere bırakıp uzaklaştığı, vakaların sıfırlandığı (!) turizm sektörü oldu. Bakanların sektörden seçilmesinin avantajını burada gördük ama aynı avantajı eğitim başta olmak üzere diğerlerinde göremedik. Öğretmenler için aşı noktasında yaş uygulamasından bile önümüzdeki hafta vazgeçiliyor. Turizm Bakanı’nın sektörüne olan bağlılığının(!) Kültür Bakanı’na örnek olması çağrısında bulunan sosyal medya paylaşımlarını görmüşsünüzdür, yaşadığımız aslında bizim büyük çaresizliğimiz.

 

Evdeki Bulgurdan da Olma

 

Tıp dünyası, sivil toplum, akademi başta olmak üzere kurumlar, toplumsal oluşumlar, pandemiyle mücadelede kısıtlamaları talep ederken; daha çok ekonomik destekleri öncelediler. Çocukların ve yaşlı bireylerin başta olmak üzere toplumsal iyi olma hali, kamusal alan hakkı çok az konu edilebildi. Kamusallığı  keyfiyete göre düzenlenme konusunda hesapları olan iktidarlar için, bu taleplerin bulunmaz bir nimet oluşturduğunu şimdi daha iyi farkediyoruz. İşin kötü tarafı, ufak bir normalleşme anında bile; hemen virüsle korkutmaların başlaması. Bu tavır, keyfiyet halinin görünür kılınmasını engellediği gibi, kamunun aşı, ekonomik, sosyal, psikolojik destekler noktasındaki sorumluluklarının gözden kaçırılmasına da sebep oluyor. Keza sivil toplumun,  son normalleşme kararlarında da yine gözardı edilen sanat-müzik-sahne sektörüyle dayanışma kampanyaları yürütmesi önemli; ancak buradaki keyfiyet halinin ve sorumluluk noktasının perdelenmemesi de gerekli.

 

 

Süreçle ilgili alınan önlemler, genelge üzerine genelgeyle değiştirilen uygulamalar hantallığı, kurumlar arası koordinasyonsuzlukları çözme noktasında umut olarak gösterilen başkanlık sisteminin merkezileşmeyi sağlarken gündelik hayatla ilgili mevcut durumu tümüyle göremediğini ve haliyle yönetemediğini de ortaya koydu. Tarım sezonu başlarken fide satışı yasağı konması, pazarların hep aynı günlerde veya yerlerde kurulması, öğrencilerin hepsinin kendi mahallesindeki, bölgesindeki okullara gitmesi, pandemiyle derinleşen sorunlar…

 

Tam Bir Hayaller/Hayatlar Mevzusu: “Kavuşuyoruz”

 

Gece vakti twitleriyle ‘kavuşuyoruz/başlıyoruz’ mesajları verildiğinde saat gibi işleyeceği düşünülen bir sistemde yaşadığımızı sanıyor yöneticilerimiz… Oysa o mesajın atıldığı andan beri okul yöneticileri, öğretmenler, servisçiler, veliler yani eğitimin tüm paydaşları özellikle bir yıldır hiç açılmayan sınıflarda sistemin işleyebilmesi için bir uğraş içinde. Süreçte inisiyatif kullanılamadığı için bir b planı oluşturulmamış idi çünkü.  

 

Gelinen noktada, giderek artan merkezileşmeyle, katılım mekanizmaları işletilmeden verilen tepeden inme kararlarla pandemi başta olmak üzere hiçbir krizin yönetilemeyeceğinin fark edilmesi gerekiyor.  Merkezileşme ile sorumluluk paylaşımının olmayışı; bakanlıklardan, valiliklere, oradan kurumlara kısacası bütün sistemin iş yapamayışına, gündelik hayattaki süreçlerin nasıl yönetildiği bilgisinden uzaklaşmasına sebep oluyor. Muhalefet yaşanan krizden çıkış yolu olarak güçlendirilmiş parlementer sisteme işaret ediyor, ancak bu sistemin işleyişi hakkında kamuoyuna net bir işleyiş planı sunmadığını görüyoruz.

 

Pandemi bu yönüyle kriz zamanlarıyla ilgili politikaların nasıl olması gerektiğini ana hatlarıyla ortaya koyuyor. Dezavantajlı kesimlerin kriz politikalarına dahil edilmesi, krize göre daha da dezavantajlı hale gelen sektörler (pandemide sanat sektörü misal), katılımcı karar alma mekanizmalarının kurulması ve en önemlisi de tüm aşamalar için yerelleşmenin önemi. Bu yapılabilseydi süreç boyunca hepimizin aklıyla dalga geçildiğini düşündüğümüz uygulamalar yaşanmazdı ve eğitim, kamusal hayat, ekonomik tedbirler noktasında etkilerin daha az olması sağlanabilirdi. Bu süreçte karar mekanizmalarının yerelden işletilmesini bırakın, merkezi hükümetin belediyelerin krize karşı aldığı önlemleri, sosyal politikaları engelleme yoluna gittiğini de ayrıca not edelim.

 

Bana Sistemini Söyle!

 

ABD’deki Michigan Üniversitesi’nden küresel sağlık uzmanı olan Prof. Dr. Elizabeth King’in yaptığı araştırma, yönetim şekillerinin ve kurumsal işleyişlerin pandemiyle mücadelenin seyrini nasıl etkilediğine odaklanıyor. King’e göre, yönetim sistemi (demokrasi veya otokrasi), resmi siyasi kurumlar (federal yapılar, başkanlık kurumları vs) ve devletin kapasitesi (sağlık sistemleri ve kamu yönetimi üzerindeki kontrol) gibi unsurlar, ülkelerin Covid-19’a verdiği tepkileri şekillendiriyor.

Bültenimize Üye Olabilirsiniz

Diyarbakır Ticaret Odası yaptığı ankette, şehirde pandeminin ekonomik etkileri için önemli bir adım olan kısa çalışma ödeneğini kullanabilen işletmelerin oranının yüzde 29 olduğunu tespit etmiş. Bu oranın düşüklüğünün en büyük sebebi ödenekle ilgili 450 prim günü koşulu. Sanayinin, istihdamın daha gelişmiş olduğu illerde destekten yararlanma oranı çok daha yüksek. DTSO Başkanı Mehmet Kaya, bu örneğin bile tedbirlerin illerin, yerelin öznel koşullarına göre alınmasının önemini ortaya koyduğunu kaydediyor. Kaya’ya göre, illerde oluşturulan hıfzıssıhha kurulları veya valiliklerin süreçte yetkiyi kullanamayışının sebebi de merkezileşme ve sorumluluk paylaşımının gerçek anlamda devreye konulmaması… Pandemi sürecinde oluşan sıkıntılarla ilgili valiliklerin suçlandığını hatırlatan Kaya, bu noktada valilerin sorumluluk almaktan geri durduğunu belirtirken, bunun önlenmesi için bilim kurulunun bir benzerinin her ilde oluşturulması gerektiğini böylece hem yetki hem de sorumluluğun daha kolay üstlenileceğini kaydediyor.

 

Kentlerde Katılım ve Civar Demokrasisi

 

Yerelden çözüm, yerelleşme derken sadece yerel yönetimlerin rolüne vurgu yapılmıyor. İşaret edilen şehirlerin tüm paydaşlarının ve tabi o şehirlerde yaşayanların kendini içinde hissettiği ve bizzat katılımcı olduğu bir model. Siyaset bilimci Ulaş Bayraktar bunu ‘civar demokrasisi’ olarak kavramsallaştırıyor. Bayraktar, Salgın Sonrası Ekolojik Manifestolar kapsamında yazdığı makalede, salgın sürecinin yerel yönetimlerin sorunların çözümünde neden ve nasıl daha etkili olabileceğini göstermiş olduğunu vurgulayarak, sadece yerel yönetimlere alan açılması noktasında değil, kentlerde yaşayan yurttaşların kararlara katılımı ve hemşehri hukuku içindeki uygulamaların da belirleyiciliğine işaret ediyor. Belediye Kanunu’nun 13. maddesinde ‘herkesi yaşadığı şehrin hemşehrisi ilan ederek onlara karar ve hizmetlere katılma, bunlar hakkında bilgilenme ve yararlanma hakkı’ sunduğunu hatırlatan, Bayraktar bu doğrultuda, hemşehrilerin bilgi edinme, bir araya gelme, örgütlenme ve katılımının gerçek anlamda sağlanmasının önemine işaret ediyor. 

 

Böyle bir katılım modeli, ülkenin dört bir yanını inşaat projeleri için taş ocaklarıyla tahrip edilmesine alan açan, yöre halkının tepki eylemlerini pandemi yasağıyla engelleyen, ekolojik, sosyal, ekonomik riskleri büyük olan, halkın yüzde 64’ünün yapılmasına karşı çıktığı  Kanal İstanbul ısrarını, Marmara Denizi için tehlike çanları çaldığı günlerde bile sürdüren bir yönetim için ütopik kalıyor. Sistem değişikliğinin bir zihniyet değişimi olarak ele alınması; bu yüzden hayatiyet taşıyor.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.