Pandemi ve Sonrası Yoksulluğun Sınırları
Covid-19 süreci ve salgının muhtemel etkisi nedeniyle değişmesi öngörülen iş, kazanç, yaşam koşulu gibi kavramların anlamı aynı zamanda sınıfsal değişimi de tetikleyecektir… Bu durum devlet mekanizmalarının daha otoriter bir yapıya bürünüp kaotik yönelimleri ıslah veya bastırma çabası üretmesine neden olabilir.
Yoksulluğun ve zenginliğin sınırları onları var eden belirgin simgelerle birlikte değişiyor. Bu yazı geçmişte toprak, üretim araçları veya bugün gelişen teknoloji ile ortaya çıkan eşyalara olan yönelimin yarattığı yoksulluğa bağlı toplumsal durumu analiz etmeye çalışacaktır.
Baudrillard’a göre tüketim toplumunda sadece bireysel harcamaların hızlı artışı dikkate alınmamalıdır, yurttaşlar yararına üçüncü kişiler (özellikle yönetim) tarafından üstlenilen ve bazı kaynakların dağılımının eşitsizliğini azaltmayı amaçlayan harcamaların artışı da dikkate değerdir (2016, 30). Onun aktardığı istatistiki verilere göre bireysel ihtiyaçları tatmin eden kamusal harcamaların oranı 1959 yılında toplam tüketimin %13’ü iken 1965’te %17’ye yükselmiştir. Haliyle kamusal harcamaların refah devletinde bireylerin kaynaklara ulaşımı noktasında eşit şartlar yaratma arzusu/hedefi taşıdığı söylenebilir.
1980 sonrası ise neo-liberal politikaların Covid-19 pandemi döneminde daha belirgin bir şekilde ürettiği sonuçlara göre kaynaklara ve tüketim mallarına ulaşma noktasında üretilen imkânlar aynı eşitliği veya sınırlılığı işaret etmiyor. Refah devletinin değişen parametreleri sonrası yukarıda yapılan yoksulluk tanımının da değiştiğine şahit oluyoruz. Buna göre yeni ‘yoksulluk’ bireyin temel özgürlükleri olarak ifade edilen yiyecek, barınma, eğitim, sağlık gibi olgulara ulaşamaması olarak tanımlanmakta (Yaşar&Taşar, 2019, 121). Ak, yoksulluğun on bir anlam kümesi içerdiğini aktarır: ihtiyaç, yaşam standardı, kaynak yetersizliği, temel güvenlik eksikliği, yetki eksikliği, çoklu yoksunluk, yoksun bırakma, eşitsizlik, sınıf, bağlılık ve kabul edilmeyen ekonomik güçlük (2016, 298). Her iki tanımlamada geçen kavramlar temel ihtiyaçların ülkelerin ekonomik kalkınmışlığına bağlı olmaksızın değiştiğini gösteriyor. Çünkü burada temel parametre mal ve birey arasında kurulan köprünün geçişkenliği ve imkânları ile sınırlı.
Değişen ve aslında çeşitlenen yoksulluk tanımları daha geniş anlamda zenginlik tanımını da değiştirmeyi mecbur kılmıştır. Çünkü zenginliği tanımlayan ve görünür kılan sembollerin yok olduğundan bahsedebiliriz. Örneğin aristokrasinin simgesi olan toprak sahipliği veya burjuvaziyi var eden üretim araçlarına sahiplik bugün alt veya orta sınıfın da elinde bulundurabileceği nesneler haline gelebiliyor. Böylece sembolik olarak ‘varlık’ı temsil edebilme kabiliyetini yitirmiş oluyor. 1970’lerin Anadolu şehrinde araba veya televizyon sahibi olmak bir zenginlik göstergesi olarak o nesneleri semboller haline getiriyordu. Ama bugün belirgin sembollerden bahsedebilmenin imkânı ortadan kalkmış gibi görünüyor. Bu durum sınıfsallığın ortadan kalktığını göstermez ama yeni sınıfsallığı tanımlayan sembollerin değiştiğini simgeleyebilir. Erkilet, yoksulluğun değişen tanımını biraz da kır kent meselesi üzerinden ele alır. Ona göre dünyanın giderek kentlileşmesi ve kırın ortadan kalkmaya yüz tutması nedeniyle kırsal yoksulluk, yoksulluk tartışmaları içindeki önemini görece kaybetmiştir. Ona göre sınıf-altı kavramı yoksullukla eş anlamlı kullanılmamalıdır. Zira yoksulluk daha ziyade gelir ve servete dayalı tanımlanırken, sınıf-altı modern refah toplumlarının genel kabullerini tehdit eden değersel ve davranışsal eğilimlere atıfta bulunur (2018, 283). Yoksulluğun değişen sınıfsal dinamikleri onu iktisadi bir değerlendirme alanı olmaktan da çıkarmaktadır. Yılmaz sınıf-altı kavramının 1977 yılında basılan Time dergisinin bir sayısında Amerika’da suç ilişkileri ile eşdeğer kullanıldığını söyler (2008, 129). Sınıf-altı kavramının suç ile ilişkilendirilmesi aynı zamanda kentin orta ve üst sınıfının güvende olma iddiasının da politik karşılığıdır. Böylece suç ekonomik bir gösterge ile ilişkilendirilerek alt sınıfın kaderi haline gelir. Aynı zamanda yoksulluk sadece iktisadi bir durum değil bir yaşam biçimi olarak suç ile ilişkilendirilir. Bu neoliberal toplum tasarımlarında sınıf atlama çabasının kaçınılmaz mücadelesini tetikler. Ayrıca “nöbetleşe yoksulluk” kavramı göç ve yoksulluğun Türkiye’nin 1980 sonrası neoliberal politikalarında kaçınılmaz matematiksel bir döngüyü ifade eder (Işık&Pınarcıoğlu, 2020). Kente gelen kırsal yoksullar kentin gettolarında suç ile ilişkili mekanizma inşa ederler.
Öte yandan yoksulluk Türkiye için de en temel siyasi ve toplumsal meselelerden biridir. Gündüz’ün aktardığında göre nüfusun %40’ı yoksuldur ve ülkemizde yoksulların %53.68’ini çalışanların oluşturduğu görülmüştür (2006, 40). Bu durumda emek ve kazanım arasında ortaya çıkan dağılımın adaletsiz olduğu söylenebilir. Gelir dağılımında ortaya çıkan adaletsizlik ekonomik politikaların yetersizliği ve lokal ya da evrensel krizlerin ortaya çıkardığı sonuçlar olarak şematize edilebilir. Yoksulluk düzeyi insani, mutlak ve göreli olmak üzere üç kategoride değerlendirilir. Bazı görüşlere göre bu üç yaklaşım arasındaki fark, yoksulluk sınırının belirlenmesinde ortaya çıkmaktadır çünkü bu üç yaklaşımın her biri için ayrı ayrı yoksulluk sınırı hesaplanır (Arparcıoğlu&Yıldırım, 2011, 74).
Covid-19 Sonrası Yoksulluğun Sınırları
Oxfam’ın 2021 Ocak ayında yayınladığı rapora[1] göre en zengin 1000 milyarderin servetinin pandemi öncesi seviyesine çıkması sadece 9 ay sürdü. En yoksulların durumunun düzelmesi için ise en az 10 yıl gerekiyor. TÜİK 2020 Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırma raporuna[2] göre ise yüksek eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 1,2 puan artarak %47,5’e yükselirken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay 0,3 puan azalarak %5,9’a düştü.
Sıralı yüzde 20’lik gruplar itibarıyla yıllık eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirinin dağılımı (%), 2011-2020
Tabloya göre en düşük %20’lik kesimin payı %0,3 düşüşle en büyük dikey hareketliliği pandemi döneminde yaşamış. Oxfam’ın raporuna göre 2008 yılında yaşanan krizde zenginler lehine alınan yasal kararlar bu defa insanlar tarafından tepkiyle karşılanıyor ve insanların bambaşka bir dünya talepleri yükselerek güçleniyor. Çünkü yoksulluğun sınırları ile ilgili değişimler siyasal tavır ile ilgili değişimleri de tetikliyor. Örneğin İSTANPOL’un Türkiye’de Gençlerin Güvencesizliği: Çalışma, Geçim ve Yaşam Algısı başlıklı rapora[3] göre görüşülen gençlerin büyük kısmı ekonomik ve sosyal problemlerin kaynağında dış etkiler yerine siyasilerin yetersizliğini ve etkili politika üretememelerini gösteriyor.
Öte yandan Covid-19 döneminde artan işsizlik oranları sadece ekonomik göstergelerde oynama yapmayacaktır. Oluşan kaotik durumun siyasal mekanizmaları da etkileyeceği tahmin ediliyor. Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Ofisi verilerine göre pandemi dönemiyle birlikte 27 ülkeden 237.1 milyon insan muhtaç durumda. Suriye, Sudan, Orta Afrika, Yemen gibi hastalık, kıtlık, savaş gibi çeşitli insani ve sosyal krizle mücadele eden ülkelerde ihtiyaç sahibi insan sayısı ülkenin %50’sinden fazlasını oluşturuyor.[4] Suriye’de bu oran %76.2, Güney Sudan’da %75.1, Yemen’de %71 ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nde %59 olarak görülüyor. İstatistiğe dâhil edilen 27 ülkenin tamamı siyasi karışıklık ve sosyal düzensizlik ile yıllardır mücadele eden yerler. Haliyle siyasi kaos ile yoksulluk arasındaki derin ilişki işsizlik rakamları ile gelecek on yıllarda ortaya çıkacak durumun nihai sonuçları olabilir.
Yoksulluğun sonuçları arasında konuşulması gereken bir diğer konu tüketim alışkanlıklarının değişimi olmalıdır. Tüketim nesneleri birtakım semboller içerir. Örneğin tarım toplumunda sınırlı bir tüketim nesnesi haliyle zenginliğin sembolü iken bugün kent hayatında alt-orta-üst tüm sınıfların ulaşabildiği ve onun masraflarını günlük harcama listesine dâhil ettiği bir nesneye dönüştü.
Büyüyen kentler ve artan göç oranları iletişim araçlarının tüketim oranlarını da ciddi oranda etkiledi. Bir iletişim aracı ve günlük hayatı organize eden araç görevi gören akıllı telefonlar her gün gelişen teknolojiyle aldığı yol ile tüketim pazarında etkin rol oynuyor. Haliyle bu gibi nesnelere ulaşımın kısıtlanması yeni bir yoksulluk tanımı olarak okunabilir. İşsizlik ile ortaya çıkacak gelir düzeyindeki düşüş günlük harcama kalemlerinde en temel ihtiyaçlara odaklanma zarureti doğuracaktır.
Kent yoksulluğunun maruz kaldığı bir diğer sorun dışlanmadır. Aksan, sosyal dışlanmanın en belirgin özelliğinin, bireyin veya belirli bir grubun toplumla olan ilişkilerinin veya farklı refah kurumlarıyla olan bağlarının zedelenmesini veya kopmasını ifade ettiğini söyler (2012, 14). Dışlanma yoksulluğun sebebi veya sonucu olarak ortaya çıkabilir. Tarım üretimin azalması ile kendi ekonomik düzeyinde insanlarla kırda yaşayan insanların kentte kenar mahallelerde gettolar oluşturması hem yoksulluğa bağlı dışlanmayı hem de kültürel dışlanmayı üreten bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Sorun, pandemi döneminde lokal alanların sınırını aşma eğilimi göstermektedir. Karakaş’a göre küreselleşme sürecine paralel olarak yaşanan yoksulluk olgusu, ileri kapitalizme özgü küresel süreçlerin toplumsal yaşama verdiği yeni biçimlerle bağlantılı olarak son derece karmaşık bir nitelik sergilemekte ve çağımıza özgü yeni biçimler alan sömürme, engelleme, dışlama ve bastırma biçimleriyle derinleşmekte ve adeta kronik hale gelmektedir (2010, 5). Sömürme, engelleme, dışlanma ve bastırma yoksulların kendi mekânlarını inşa etmelerini veya var olan gelir düzeyi düşük mahallelere taşınmalarını zorunlu hale getirmekte. Bununla birlikte kentte kırdan gelen nüfusla birlikte artan konut kirası kentte gettoların yayılımını da artırmakta.
Yoksulluk Oranları
Dünya Bankasının 7 Ekim 2020 tarihli basın bülteninde[5] pandemi dolayısıyla aşırı yoksulluğa var olana ek olarak 88 ile 115 milyon insanın itileceği belirtiliyor. Öte yandan aynı bültene göre bu oran 2021 Ocak ayına kadar 150 milyonu bulabilir. Yoksulluk oranlarındaki dikey artış işsizliğin ciddi oranda artışı ile beraber yoksulluğun tanımlanmasında ulaşılması gerektiği söylenen olgulara erişimin sınırlılığı ile da alakalı. Eğitim, sağlık ve birçok temel ihtiyaç kalemine erişim konusunda sorunlar artarak devam etmekte.
TÜİK verilerine göre Türkiye’de göreli yoksulluk oranı %15. Bu oranı belirleyen etmen toplumun genel düzeyinin altında olmakla tanımlanıyor. Bu oranın 2019 yılında dair TÜİK çalışmasında %14,4 olduğunu görüyoruz. 2017 yılından itibaren artış gösteren bu oran en büyük artışı 0,6 ile 2019’dan 2020 yılına geçişte gösteriyor.
Eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine göre hesaplanan yoksulluk oranı (%), 2011-2020
Dünya Bankasının yaptığı çalışmaya göre 2003 ile 2006 yılları arasında “tüketim yoksulluğu”nda ciddi bir düşüş görülmektedir.[6] Kısa vadeli krizler hariç yoksulluğun 2008 krizine kadar belirgin oranlarda düştüğü söylenebilir.
Burada kavramın tüketim yoksulluğu olarak verilmesi analiz edilmelidir. Zira makalenin konusu olan yoksulluğun değişen parametreleri yoksulluk ve tüketim arasındaki ilişki biçiminin değiştiğini gösteriyor. Tüketime konu olan nesnelerin değişimi aynı zamanda yoksulluğun biçimlerindeki değişimleri de ortaya koymaktadır. Örneğin Hootsuite ve We Are Social’ın yaptığı araştırmaya[7] göre Türkiye’de Ocak 2021 verilerine göre nüfusun %90.8’i mobil iletişim kullanıyor ve 65 milyon civarında (%77) mobil internet kullanılıyor. Ayrıca sosyal medya kullanım oranı 60 milyon civarı ile ülke nüfusun %70,5’ine tekabül ediyor. Internet ve sosyal medya kullanımı yoksulluk sınırlarının değişimi olarak okunabilir. 20 yıl önce lüks tüketim kategorisine dâhil olan bu parametrelerin bugün yaygın kullanımı sınıfsal sınırların değiştiği ve yeni sınıfsallıkların kendi parametreleri ile var olduğunun bir göstergesidir diyebiliriz. TÜİK 2019 maddi yoksunluk oranı %26,3 olarak görünürken 2020’de bu oran %27,4 olarak karşımıza çıkıyor. Maddi yoksunluk lüks tüketim grubundan çıkıp değişen yaşam koşullarında gündelik ihtiyaçlar haline gelen tüketim harcamalarını ifade ediyor. Beyaz eşya grubu, araba, kısa süreli tatil, konut kredisi gibi harcamalar bu başlıkta değerlendiriliyor.
Maddi yoksunluk oranı ve bir önceki yıla göre değişimi, 2016-2020
Bu tüketim grubuna ulaşım aynı zamanda bunların günlük hayatta etkin bir şekilde yer edinmesi anlamına geliyor. Rawest araştırmanın Doğu ve Güneydoğu’da Sivil Toplum Manzarası ve Covid-19 Etkisi başlığıyla yayınladığı raporda çocuk çalışmaları yapan kuruluşların çoğunlukla dezavantajlı mahallelerde faaliyet yürütmeleri sebebiyle, çevrimiçi süreçlere geçmede tabletin ve internet erişiminin olmayışı gibi temel engellerle karşılaştıklarını belirtilmiş.[8] Covid-19 pandemisi döneminde dünya genelinde çevrimiçi eğitime geçilmesi internet kullanımını eğitimin temel bir nesnesi haline getirdi. Böylece internet kullanımına ulaşımı sınırlı olan gençlerin eğitimden mahrum kalması eğitimli sınıfın bazı gösterenlerini değiştirecektir. Türkiye gibi geç modernleşme yaşayan ülkelerde eğitim sisteminin ulusal sınırlar çapında dizaynı uzun yıllar ve zahmetli aşamalar gerektirmiştir. Hane halkı gelir düzeyinde temel harcama kalemlerinde düşük orana sahip olan haberleşme ve eğitim hizmetleri oranının artması beklenmelidir. International Data Corporation (IDC) şirketinin verdiği rakamlara göre dünya genelinde 2020 yılının son 3 aylık çeyreğinde 353 milyon akıllı telefon satışı gerçekleşmiş. Bu rakam kayıtsız satışlar da dikkate alındığında dünyadaki muhtaç sayısından daha fazla bir rakama tekabül ediyor.
Harcama türlerine göre hanehalkı tüketim harcamasının dağılımı (%), 2018, 2019
“Konut ve kira” kaleminde yaşanan artışın sosyal refah devletinden neoliberal politikalar ile kopuşu gösterdiği söylenebilir. Zira konut temel ihtiyaç parametresi olarak hane halkı tüketim harcamalarında üst bir harcama seçeneği olarak görülmemelidir. Bununla birlikte barınma, beslenme ve giyim insanlığın temel ihtiyaç skalasında hep ön planda olmuştur. Yeni süreçte sağlık, eğitim, haberleşme ve eğlence kalemlerindeki artışın yeni yoksulluk tanımı ile alakalı olduğu söylenebilir.
TÜİK istatistiklerine göre sürekli yoksulluk oranı ise 2019 yılında %12,7’den 2020’de %13,7’e yükselmiş. Sürekli yoksulluk temel ihtiyaçların giderilmesi noktasında ortaya çıkan sınırlılığın devamlılığı olarak tanımlanır.
Medyan gelirin %60’ına göre sürekli yoksulluk oranı ve bir önceki yıla göre değişimi, 2016-2020
Bir başka ilginç konu ise yoksulluğun temel ihtiyaçların karşılanması olarak tanımlanmasına rağmen Türkiye’de yoksul sınıfa dair sektörel bazda yapılan çalışmalarda en yüksek yoksulluk oranının tarım sektöründe görülmesidir. Devlet Planlama Teşkilatı ile Dünya Bankası Refah ve Sosyal Politika Analitik Çalışma Programının 2003-2006 yıllarını kapsayan raporuna göre tarım sektöründe çalışanlar toplam nüfusun %12,3’ünü oluşturuyor ve yoksulların %27’si bu sektörde çalışıyor. Hatta aynı rapora göre 2006 yılında tarımdaki yoksulluk oranı aynı yılın işsiz ve faal olmayan insanların yoksulluk oranından bile yüksek. Haliyle burada ortaya çıkan bulgunun temel ihtiyaç parametreleri bakımından bir değişimle yorumlanabileceği görülüyor. Zira temel ihtiyaçlar gıda, giyecek ve barınma ise Türkiye’de bahsedilen yıllarda tarım alanlarının insanların yaşam alanları ile iç içe olduğu görülür.
TÜİK 2019 verilerine göre okur-yazar olmayanların %27,5’i, yükseköğretim mezunlarının %2,2’si yoksul. Aynı çalışmaya göre okur-yazar olmayanların %27,5’i, bir okul bitirmeyenlerin %23,6’sı yoksul iken, bu oran lise altı eğitimlilerde %12,1, lise ve dengi okul mezunlarında ise %5,8 yoksulluk oranı mevcut. Bu veriler istihdam ile eğitim arasında artan bağımlılığın yoksulluğun tanımlanmasına etki ettiğini gösteriyor. Buna göre eğitim seviyesi arttıkça yoksulluğun azalması eğitimin bir temel ihtiyaç kategorisi olarak insanların gündemine girdiğini gösteriyor. Bu oran aynı zamanda tarım sektöründe ortaya çıkan yoksulluğun nedeni ile de ilişkilendirilebilir. Zira eğitim seviyesi artan endüstriyel toplumlarda tarımsal üretimin azaldığı veya endüstriyel tarıma geçildiği görülmektedir. Böylece geleneksel tarım yapan eğitim kademesi düşük toplulukların giderek yoksulluk sınırına düştüğü gözlemlenebilir. Ayrıca geleneksel tarım yapan ailelerin çocuklarının eğitim alarak kırdan kente göçtüğü ve buralarda başka istihdam alanlarına kaydığı modern toplumların bir realitesi olarak önümüzde durmaktadır. Bu durumda tarımda giderek azalan istihdam endüstriyel toplumların tüketim nesnelerine kaymakta, bu hem tarımla uğraşan toplulukların gelir düzeyini düşürmekte hem de yeni kent toplumunun tüketim nesnelerindeki parametreyi değiştirmektedir. Kültürel düzeydeki değişim tüketim alışkanlıklarını belirleyen temel etmenler arasında gösterilir. Bourdieu’nun kültürel sermaye düşüncesi Yanıklar’a göre hem bireylerin eğitim kurumlarındaki başarısını etkileyen etmenlere, hem de toplumsal tabakalaşma düzeninin kültürel faktörler aracılığıyla nasıl devam ettirildiğine dikkatimizi çeker (2010, 122).
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Bir diğer sorun olarak terk edilen tarım alanlarının kuraklaşması beraberinde endüstriyel gıda alanında da bazı olumsuz etkiler yapmakta. Bu durum sadece Türkiye’ye özgü de değildir. Tüm dünyada artan nüfusa paralel artan gıda ihtiyacı kent yoksullarının oranını ve yoksulluk düzeylerini giderek artırmakta. Birleşmiş Milletlerin Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu başlıklı raporuna göre önceki 2019 yılında 690 milyon olan açlık çeken insan sayısı önceki 5 yıla göre 60 milyon artmıştır. Fakat 2020 yılında bu sayıya 130 milyon insan eklenmiştir. Aynı rapor yaklaşık 3 milyar insanın ise sağlıklı beslenmeden yoksun olduğunu göstermekte. Yani yaklaşık 4 milyar insanın toplamda yoksullukla mücadele etmesi gerektiği anlaşılıyor.
Sonuç
İnsanlık tarihinde her dönem yoksulluk ve muhtaç olma durumu olagelmiştir. Fakat endüstriyel toplumlarda yoksulluk, emek ve verimlilik bağlamında sınıfsal bir döngüye dönüşmüştür. Neoliberal toplumlarda ise yoksulluk sistematik bir yaşam alanı olarak tasarlanmaktadır. Yoksul sınıfların varlığı tabakalaşma eğiliminde üst sınıfların garantörü olarak durmaktadır. Üretim ve tüketim gücü elinde olan üst sınıfların orta ve alt sınıfı belirleyen etmen olarak belirgin bir güce ulaştığı görülüyor. Covid-19 süreci aradaki farkın giderek derinleştiğini bize gösterdi. Zenginliği gösteren sembollerin giderek kaybolduğu neoliberal eko-politik süreçlere dâhil olan ülkelerde pandemi dönemi parasal servet üzerinden zengin sınıfın tanımlanır hale geldiğini gösteriyor. OXFAM’ın raporuna göre dünya çapında milyarderler 18 Mart ve 31 Aralık 2020 tarihleri arasında servetlerini 3,94 trilyon dolar artırdılar. Şu an toplam servetleri 11,95 trilyon dolara ulaşmış durumda; bu da G20 ülkelerinin pandemiye yönelik olarak harcadıkları tutara eşit. Dünyanın en zengin 10 milyarderi bu süre içerisinde toplam servetlerinde 540 milyar dolarlık artış gördü. Buradaki temel mesele sadece zenginlerin servetlerindeki artışın gösterilmesi değildir. Aynı zamanda zenginlerin servetlerinin toprak, mal gibi semboller üzerinden gösterilmek yerine parasal değer olarak okunmasıdır. Zira makalede iddia ettiğimiz gibi zenginliği simgeleyen semboller neoliberal politikalarla ortadan kalkmış fakat sınıfsal fark artarak devam etmektedir. Gelişen teknolojinin yaygınlık kazanan dağıtım ağı sayesinde bugün ortak davranışlar üretebilme/benzeştirebilme potansiyeli yüksek eşyalar (cep telefonu, araba) dünyadaki insanların ulaşabileceği merhaleye ulaşabilmiştir. Ama gelişen ağın aynı zamanda gelir dağılımında adalet yerine tekelleşmeyi doğurduğu da belirginleşiyor.
Covid-19 süreci ve salgının muhtemel etkisi nedeniyle değişmesi öngörülen iş, kazanç, yaşam koşulu gibi kavramların anlamı aynı zamanda sınıfsal değişimi de tetikleyecektir. Zenginliği sembolize eden çeşitli nesnelerin yeniden belirli tabakaların belirgin sembolü haline gelmesi beklenebilir. Her bir tabakanın anlamında gelişecek değişimlerin aynı zamanda diğer sınıfların da sınırlarını değiştireceği öngörülüyor. Durkheim’in iş bölümü kuramı çerçevesinde toplumsal sınıfların kentin sınırları içinde örgütlenme biçiminin değişimi yoksullukla diğer sınıflar arasında olası çatışma ihtimallerini de ortaya koymakta. Bu durum devlet mekanizmalarının daha otoriter bir yapıya bürünüp kaotik yönelimleri ıslah veya bastırma çabası üretmesine neden olabilir.
__
Ak, Muammer (2016). Toplumsal Bir Olgu Olarak Yoksulluk. Akademik Bakış Dergisi. Sayı: 54 Mart – Nisan 2016. Sf. 296-306
Aksan, Gamze (2012). Yoksulluk ve Yoksulluk Kültürünün Toplumsal Görünümleri. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi – 27. Sf. 9-19
Arpacıoğlu, Ö. & Yıldırım, M. (2011). Dünya’da ve Türkiye’de Yoksulluğun Analizi. Niğde Üniversitesi İİBF Dergisi, 2011, Cilt: 4, Sayı: 2, s. 60-76.
Aydın, Kemal (2018). Max Weber, Eşitsizlik ve Toplumsal Tabakalaşma. Journal of Economy Culture and Society 2018; 57: 245-267.
Baudrillard, Jean (2016). Tüketim Toplumu; Söylenceleri/Yapılar. Çev. Hazal Deliceçaylı, Ferda Keskin. İstanbul. Ayrıntı Yayınları.
Erkilet, Alev (2018). En Alttakiler, Ötekiler, Kenardakiler: Türkiye’de Sınıf-Altı. Editör. Lütfi Sunar. Türkiye’de Toplumsal Tabakalaşma ve Eşitsizlik. 1. Cilt. Sf.275-298. Ankara. Nobel Yayıncılık.
Gülpınar, Fuat (2012). Eşitsizlik ve Toplumsal Tabakalaşma Açısından Vatandaşlık Üzerine Sosyolojik Bir Analiz. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 67, No. 1, 2012, s. 81-109.
Gündüz, Yılmaz A. (2006). Türkiye’de Yoksullukla Mücadele Üzerine Bir İnceleme. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi. Kış-2006 C.5 S.15. sf 34-55 (https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/69880)
Işık, O. & Pınarcıoğlu M. (2020). Nöbetleşe Yoksulluk; Gecekondulaşma ve Kent Yoksulları: Sultanbeyli Örneği. İstanbul. İletişim Yayınları.
Karakaş, Mehmet (2010). Küresel Yoksulluğun Öteki Yüzü: Yeni Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma. Sosyal Bilimler Dergisi / Cilt: XII, Sayı: 2, Aralık 2010. Sf. 1-16
Yanıklar, Cengiz (2010). Kültürel Sermaye, Eğitim ve Toplumsal Tabakalaşma: Pierre Bourdieu’nün Yeniden Üretim Kuramına Eleştirel Bir Bakış. Sosyoloji Dergisi Sayı: 22. Sf. 121-138
Yaşar, S. & Taşar M. O (2019). Kavramsal Olarak Yoksulluk ve Türkiye’de Yoksullukla Mücadele Politikalarının Etkileri. Sosyal Ekonomik Araştırmalar Dergisi (The Journal of Social Economic Research) ISSN: 2148 – 3043 / Dönem / Cilt: 19 / Sayı: 38. SF. 118-144
Yılmaz, Bediz (2008). Türkiye’de Sınıf-Altı: Nöbetleşe Yoksulluktan Müebbet Yoksulluğa. Toplum ve Bilim Dergisi. Sayı.113. sf. 127-145.
[1] https://www.kedv.org.tr/public/uploads/files/raporlar/2021/Oxfam%202021%20Es%CC%A7itsizlik%20Viru%CC%88su%CC%88%20Raporu.pdf
[2] https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Gelir-ve-Yasam-Kosullari-Arastirmasi-2020-37404
[3] https://d4b693e1-c592-4336-bc6a-36c134d6fb5e.filesusr.com/ugd/c80586_da3b8ef31e414cbeba0d83a2eee60639.pdf
[4] https://data.humdata.org/visualization/covid19-humanitarian-operations/?layer=people_in_need_2021
[5] https://www.worldbank.org/en/news/press-release/2020/10/07/covid-19-to-add-as-many-as-150-million-extreme-poor-by-2021
[6] https://documents1.worldbank.org/curated/en/551771468160520948/pdf/754380NWP0Box30uality0ChangesTurkey.pdf
[7] https://www.webolizma.com/hootsuite-ve-we-are-social-2021-dijital-turkiye-raporu/#Mobil_Internet_ve_Sosyal_Medya_Kullanimi
[8] https://rawest.com.tr/wp-content/uploads/2021/01/Dogu-ve-Guneydoguda-Sivil-Toplum-Manzarasi-ve-Covid19-Etkisi.pdf