Pandemide Tutunamayanlar: Kız Çocukları
Anneleri ve kız çocuklarını şiddet ortamında bir bütün olarak değerlendirip onları örselemeden şiddetten korumayı ve kollamayı öngören bir sistemden kendi isteğimizle çıktık ve yerine daha iyisini getirebileceğimiz de çok şüpheli.
- MENEKŞE TOKYAY
- 7 Nisan 2021

Kadınlar, çocuklar, engelliler, mülteciler, yaşlılar gibi toplumun risk altındaki ve kırılgan kesimlerinin sorunlarını özel günlerden özel günlere tartışmanın sağlıklı bir bakış açısı olmadığını ve bu toplulukların medya üzerinden sürekli gündemde tutulması gerektiğini düşünsem de, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı yaklaşırken pandemi öncesinde ve sırasında kız çocuklarının içinde bulunduğu hak temelli mücadeleyi bir kez daha anımsamanın yerinde olacağı kanısındayım. Çünkü hepimiz gayet farkındayız ki pandemi ve onun tetiklediği ekonomik kriz ortamları, toplumsal cinsiyete dair ayrımcılığın körüklendiği, kadınların ve kız çocuklarının neredeyse görünmez olduğu ve hatta gözden çıkartılabildiği karanlık çağlara geri dönüş anlamı taşıyabiliyor.
Pandemi ortamında çocukların uzaktan eğitimi maddi sebeplerden dolayı bırakarak, fiziksel kısıtlamalardan dolayı hane içinde cinsel sömürü mağduru olma eğilimlerinin arttığı bilinen bir gerçek. Okul sırf akademik değil, kız çocuklarının bilişsel, sosyal bütünlüğü açısından da önemli bir araçtı. Özellikle birçok kız çocuğu için okul kendini gerçekleştirebileceği, kendini birey olarak hissettiği; ev içi işlerde çalışmak, erken yaşta evlendirilmek, evdeki yetişkinden şiddet görmek veya tarımda iş gücü olmak yerine okuyarak bu yoksulluk döngüsünden kurtulabileceği bir imkan sunuyor, özgürleşmek isteyenler için bir nevi ipekböceği “kozası” örüyordu.
Öte yandan, Türkiye’de nüfusun üçte birinden fazlasını oluşturan çocuk nüfusun temel hak ve özgürlükleri pandemi boyunca genelgelerle kısıtlanırken, çocuk evlilikleri, mevsimlik tarım işçisi çocukların durumu, madde bağımlılığı sorunları kar topu etkisiyle büyüdü, derinleşti, kalıcılaştı.
UNICEF, 8 Mart tarihinde yaptığı bir açıklamada[1], salgınla birlikte gelecek on yıllarda çocuk yaşta evliliklerde 10 milyon daha artış yaşanabileceği uyarısında bulundu. Benzer şekilde “Save the Children” isimli uluslararası kuruluş da kısa süre önce dünya çapında yıl sonunda 500 bin kız çocuğunun daha zorla evlendirileceğine dikkat çekti[2].
Virüs mü Daha Zor, Yoksulluk mu?
Özellikle kayıt-dışı meslek gruplarına mensup ebeveynlerin çocukları, pandemi döneminde ailelerinin yaşadığı geçim sorunlarına birebir tanıklık ederken, destek mekanizmalarından mahrum kalmaları da onları bir kez daha örselemiş oldu. Teknolojik araçlara ve internete erişemedikleri için eğitim sisteminden dışlandılar; eşit koşullarda eğitim alma hakları ihlal edildi. Mevsimlik tarım işçilerinin çocuklarının önemli bir kısmı ise aileleri ile birlikte tarımsal arazilerde çalışmak zorunda kaldığı ve eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşamadığı için, bir yandan virüs tehdidine karşı canlarını korumak, bir yandan da temel yaşam ihtiyaçlarını gidermek için her gün saatlerce arazide çalışmak zorunda kaldılar. Kalabalık ailelerle tek bir çadırda temiz suya erişimin kısıtlı olduğu ortamlarda yaşadılar ve yaşamaya da devam ediyorlar. Mevsimlik tarım işçisi ailelerde çocuk emeği özellikle 12 yaş sonrası artıyor ve bu yaştan sonra da okul terk oranlarında artış gözlemleniyor, okula devam edenler de ağırlıklı olarak erkek çocuklar oluyor. Salgın sürecinde okulların kapalı olmasıyla birlikte de kız çocukları tamamen eğitimden kopmuş ve hane içindeki işlerde anneyle birlikte birer yükleniciye dönüşmüş durumda [3].
İstanbul Sözleşmesi Sonrası Dönem
Öte yandan, Türkiye’nin Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi diğer adıyla İstanbul Sözleşmesi’nden imzasını geri çekme kararı ise, sanılanın aksine sadece kadınlar üzerinden değil kız çocukları üzerinden de okunup irdelenmeli. Örneğin sözleşmenin 26.maddesinde aile içi herhangi bir şiddet olayının çocuk tanıklarının korunması ve kendilerine psiko-sosyal danışmanlık desteği sağlanması hükmü söz konusu iken, 32.maddesiyle birlikte 18 yaş altındaki çocukların zorla evlendirilmeleri durumunda evliliklerin geçersiz ve hükümsüz kılınabilmesi veya sona erdirilmesine dair tedbirlerin alınması gündeme geliyor. Sözleşme’nin ruhunda ise, şiddet mağduru kadının çocuğuyla birlikte ele alınması ve hem kadına hem de çocuğa şiddet döngüsünün yeniden tekrarlamaması için gerekli sosyo-ekonomik ve psikolojik desteğin sağlanması şart koşuluyor.
Dolayısıyla, anneleri ve kız çocuklarını şiddet ortamında bir bütün olarak değerlendirip onları örselemeden şiddetten korumayı ve kollamayı öngören bir sistemden kendi isteğimizle çıktık ve yerine daha iyisini getirebileceğimiz de çok şüpheli. Keza bu sistemi de uygulama ve izlenme düzeyinde ne kadar sorunlar yaşadığımız malum. İstanbul Sözleşmesi’nin içerdiği hükümlerin uygulanması konusunda en önemli araçlarından biri olan ve izleme ve denetleme komitesi GREVIO’ya sunulan iki yıllık raporların, imzamızın geri çekilmesiyle birlikte artık hazırlanmayacak olması, sahayı takip edenlerin veri toplamasında zorluk yaratacak; dolayısıyla kaç çocuğun cinsel şiddete maruz bırakıldığı veya zorla evlendirildiği öğrenilemeyecek.
Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK’in en güncel verilerine göre, 2001-2018 yılları arasında 17 yaş altı çocuklarda doğum sayısı 542 bin 821 olurken bu çocukların 20 bin 392’si 15 yaş altıydı ve 2018 yılında 15 yaş altı 167 çocuk doğum yaptı[4]. Öte yandan, Temmuz 2020’de açıklanan TÜİK verileri ise, 16-17 yaş grubunda evlenen kız çocuklarının sayısının (17 bin 47) erkek çocuk sayısının (940) yaklaşık 20 katı olduğunu ortaya koyuyor. Aile Mahkemesi hakimlerinin ise, 2019 yılında 16 yaşında olan 11 bin 446 çocuğun evlenmesine izin verdiği, resmi istatistiklerde yerini buluyor. Bununla birlikte, çocuk yaşta evlilikle birlikte yaşanan erken ve sık hamilelik ve doğum, doğum veya hamileliğe bağlı ölümler, kız çocuklarının okul bırakma ve okuldan atılma oranlarının yükselmesi ve aile içi şiddet riskinin, fiziksel hareketliliğin kısıtlanmasıyla birlikte artması da cabası.
Parklarda oyun oynaması, yaşıtlarıyla matematik problemi çözmesi veya sinemaya gitmesi gereken kız çocuklarının, uluslararası standartlarda çocuk sayılan bir yaşta kadınlık ve annelik rollerine soyunması, erken yaşta evliliklerin daha sıkı bir düzenlemeye tabi tutulmaması durumunda önümüzdeki dönemde yoksulluk, yoksunluk ve şiddet döngüsünü artırma potansiyelini içinde barındırıyor. Zira bu olumsuzluklar tablosuna, kız çocukları arasında artan madde bağımlılığı tehdidi de eklemleniyor. Sosyal Demokrasi Vakfı SODEV’in İstanbul’da Bağcılar ve Sultanbeyli ilçelerinde gerçekleştirdiği ve verileri geçtiğimiz ay açıklanan “Yoksul Semtlerde Madde Kullanımının Yaygınlaşması” raporu[5], bunun mikro ölçekte en çarpıcı sonuçlarından birini veriyor; zira araştırmaya katılan ailelerin yarısı, yaşadıkları ilçelerde uyuşturucu bağımlılığı problemi olduğunu söylüyor; emniyetten denetim ve devriye faaliyetlerinin artmasını talep ediyor.
Lanzarote Sözleşmesi’nin Önemi
Öte yandan, İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekilmesinin verdiği cesaretle toplumdaki bir takım baskı gruplarının yeni beklentisi, Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması olarak da bilinen Lanzarote Sözleşmesi’nden de çıkılması. 2007 yılında kabul edilip 2010 yılında yürürlüğe giren, Türkiye dahil tüm Avrupa Konseyi üye devletleri tarafından imzalanan ve onaylanan bu sözleşme, çocuklara karşı cinsel suçların önlenmesi, faillerin kovuşturulması ve çocuk mağdurların korunmasını öngörüyor; çocuk pornografisi ve fuhuşun yasaklanması için her türlü tedbirin ele alınmasını talep ediyor; önleyici ve koruyucu bir ceza hukuku alanı oluşturuyor. Türkiye’de, 10 Eylül 2011 tarihinden beri söz konusu Sözleşme yürürlükte.
Ben şu aşamada içimdeki iyimsere kulak vererek, hükümetin böyle riskli bir adım atacağı beklentisi içerisinde değilim, özellikle de çocuk pornografisi ve dijital ortamlarda çocuk sömürüsünün, derin internette çocukların alınıp satılmasının dünya çapında olduğu gibi Türkiye’de de kronik bir sorun olup uluslararası işbirliği sonucu takibi ve engellenmesinin yapıldığı mevcut koşullar altında. Zira birkaç ay önce başkentte gerçekleştirilen kapsamlı bir operasyon sonucunda kurtarılan Ezidi kız çocuğun Türkiye’de IŞİD tarafından derin internette satılmaya çalışıldığını hepimiz öğrenmiştik[6]. Öte yandan, birçok hak savunucusunun da önemle vurguladığı gibi, pandemide çocuklar pedofillerin hedefi haline gelmişken, Türkiye çocuk fuhuşu, çocuk kaçakçılığı ve çocuk pornografisi gibi alanlarda adeta bir transit ülkeye dönüşmüşken, böyle riskli bir adımın atılmasının kimseye faydası olmayacağı kanaatindeyim.
Bültenimize Üye Olabilirsiniz
Dolayısıyla, İstanbul Sözleşmesi etrafında dönen tartışmalarda ufkumuzu biraz daha derinleştirip bir de konuyu kız çocuklarının geleceğinin nasıl etkileneceği boyutundan değerlendirmenin gerekli olduğu kanısındayım. Çocukların özgürleşmesi ve güçlenmesini sağlayan uluslararası önemdeki bir sözleşmenin koruyucu, kollayıcı kanatlarının altında olmadığımız her an, çocukların psiko-sosyal ve ekonomik olarak korunmasını önceliklendiren, hak odaklı ve daha üstün bir yasal ve uygulayıcı çerçeve getirmediğimiz sürece, pandeminin de hızlandırmasıyla kayıp bir kuşak gibi akut bir sorunla başa çıkmamız gerekebilir. O durumda da atılmamış her adımın, korunmamış her çocuğun toplumsal gelişmişlik açısından doğuracağı maliyeti ölçmek imkansızlaşır.
Bu “ideal dünya” elbette tüm Batılı ülkelerde de tam anlamıyla kurulmuş değil. Ama 23 Nisan veya 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü’yle sınırlı kalacak bir tartışmadan da fazlasını hak ediyor. Çünkü değişen dünyada, bu yeni normalde, kız çocuğu olmak devletin, sivil toplumun, akademinin ve her şeyin yanı sıra ailelerin de farkındalığını ve dönüşümünü gerektirecek. Kız çocuklarına fırsat yaratmak için hepimizin bir şekilde elimizi taşın altına koymamız lazım. Bir süredir kısıtlı imkanlar içerisinde ulusal ve uluslararası planda çok büyük yarışmalarda dereceler almış üstün yetenekli çocuklarla yaptığım röportajlarda bunu fark ettim. Kız çocuklarının kendilerini gerçekleştirmeleri, yetenekleri doğrultusunda geleceklerini tasarlamalarında bugünden onlara bir yardımlaşma, dayanışma ağı kurmamız, kah birine bir duvar piyanosu satın alarak veya bir diğerinin resim çalışmalarını sanatsever bir çevreye tanıştırmak bizim için küçük, ama onlar için büyük bir adım olabilir. Belki de büyük yazar Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’da söylediği gibi: “Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim.” Ve belki de kız çocukları özelinde bu güzel sözleri hepimiz birlikte, umutla, birbirimizden güç alarak inşa edeceğiz.
__
[1] https://www.unicef.org/press-releases/10-million-additional-girls-risk-child-marriage-due-covid-19
[2] https://www.savethechildren.net/news/covid-19-places-half-million-more-girls-risk-child-marriage-2020
[3] https://tr.euronews.com/2020/06/07/mevsimlik-tarim-iscilerinin-yoksulluk-dongusu-kalici-hale-geliyor
[4] https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/turkiyede-son-18-yilda-542-bin-821-cocuk-anne-oldu-5516387/
[5] http://sodev.org.tr/sodev-yoksul-semtlerde-madde-kullaniminin-yayginlasmasi-raporu-yayimlandi/
[6] https://www.gazeteduvar.com.tr/ankarada-kurtarilan-cocuk-derin-internette-satisa-cikarilmis-haber-1514838
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

MENEKŞE TOKYAY
