Paralel Kamuları Aşmak

Demokrasiyi belirleyen neye inandığımız ya da inanmadığımız; nasıl örtündüğümüz ya da örtünmediğimiz değil. Yurttaşlık; davranmaya başladığımızda, ötekilere yönelik davranış ve tutumlarımızda kamuyu, paralel kamularımızı değil hakiki bir kamuyu öngördüğümüzde mümkün olabilecek bir şey.

Geçen hafta Perspektif’te “Yeni Bir Cumhurun Sosyolojisi” başlıklı bir yazı yazmıştım. Bu yazıda Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını desteklediklerini bir Açık Mektup ile kamuya ilan eden bir grup Kartal İmam Hatip Lisesi mezunu ve mensubunun tutumlarının olası sosyolojik anlamını ele almıştım. Şu anda okuduğunuz yazı da aslında onun bir devamı. Bu sefer konuya başka bir açıdan yaklaşmaya çalışacağım.

 

Sözünü ettiğim Açık Mektup şu cümleyle sona eriyordu: “Ezcümle, davetinize icabet ediyor ve sizin, ülkemizin 13’üncü Cumhurbaşkanı olmanızı Allah’tan niyaz ediyoruz.” Türkiye’nin egemen siyasi fay hatları açısından bu cümle, tek başına, bir CHP genel başkanının cumhurbaşkanlığı adaylığını desteklemek için pek de uygun gözükmüyor ilk bakışta. Dilerseniz öncelikle dilden başlayayım. Örneğin “ezcümle” Türkçede dindar, “muhafazakâr”, İslamcı, sağcı cephenin kelime haznesine ait bir kelimedir daha çok. Aynı şey “icabet etmek” ve “niyaz etmek” fiilleri için de geçerli. Klasik bir CHP seçmeni kendini bu kelimelerle ifade etmez genellikle. Bu da bizi, içinde yaşadığımız ülkenin göz ardı edilemez bir gerçeğine götürüyor: Ağzımızdan, kalemimizden çıkan kelimeler bile kendimizi ait hissettiğimiz ideolojik kodların vesayeti altındadır. Türkiye’de ilk kez karşılaştığınız, daha önceden tanımadığınız biriyle konuşmaya başladıktan birkaç kelime, birkaç cümle sonra hangi partiye oy verdiğini muhtemelen tahmin edebilirsiniz. 

 

Kelimelerin Siyasal Tapuları

 

İnsan kendini seçtiği kelimelerle de açığa vurur. Siz hiç devrim diyen bir sağcı ya da inkılap diyen bir solcu gördünüz mü? Kimilerinin aklına şu haklı soru geliyordur belki de: Birçok dilde de biraz böyle değil midir? Evet öyledir ama sadece “biraz”. Ya da şöyle ifade edeyim: Dünyanın pek az dilinde kelimelerin bu kadar aşikâr siyasal tapuları söz konusudur. Kısacası adı üzerinde “ulusal dil”in bile aslında yeterince ulusal bir kanon haline gelmediği ortadadır. Türkçe dil dünyası içinde her ideoloji, her siyaset, her kültürel kod, her teolojik tercih kendi çadır kentini kurmuş, orada mutlu mesut yaşamaya devam etmektedir. Bir bakıma Türkçe aslında bir paralel diller ülkesidir. Bu dil meselesinin üzerine yazmaya devam edebilirim kolaylıkla. Örnekleri, açmazları, oksimoronları çoğaltabilirim. Ancak Açık Mektup’un sadece son cümlesinden bile aşikâr olan bir başka boyut üzerinde de durmak istediğim için burada durmak istiyorum. Belki ileride bu konuyu bir başka yazıda tekrar ele almak üzere.

 

Sözünü ettiğim mektubun son cümlesiyle ilgili olarak ele almak istediğim diğer bir nokta ise Allah vurgusu. Aslında CHP’nin temsil ettiği dil dünyasında Tanrı belki de Allah’tan daha çok kullanılan bir kelimedir. Sonuç olarak Allah Arapça, Tanrı ise Türkçe ve her ikisi de aynı anlama geliyor. Ama derdim sadece dilsel farklılığa vurgu yapmak değil. Asıl meramım Bay Kemal lakaplı bir CHP liderine yönelik bir destek mektubunda “Allah’tan niyaz etmek”in sosyolojik olarak ne anlama gelebileceğini tartışmak.

 

Benim gördüğüm kadarıyla Açık Mektup’un imzacıları, Kartal İmam Hatip Lisesi mezunu olmayı artık reddederek, bundan pişman olarak Bay Kemal’i desteklemiyorlar. Allah’tan her anlamda vazgeçerek, kelime haznelerini değiştirerek bir CHP liderinin cumhurbaşkanlığını tercih ettiklerini ifade etmiyorlar. Bu kararlarını artık ateist, agnostik, deist ya da Türkçede genelde hep yanlış kullanıldığı gibi “laik” olmaya bağlamıyorlar. Yani mahalle değiştirmiyorlar. İslamcı mahalleden laisist mahalleye geçmiyorlar. Aslında yaptıkları gayet basit: Birer Müslüman yurttaş olarak, onları Türkiye koşullarında otomatikman ait addeceğimiz mahallenin geleneksel oy verme davranışının dışına çıkıyorlar. Türkiye’nin bir mahallesinden diğerine geçmiyorlar. Paralel iki kamunun birinden çıkıp diğerine dâhil olmuyorlar. Bence yeni ve bir o kadar da ilginç bir tecrübeyi ülkenin tarihine katıyorlar. Açık Mektup imzacılarının tutumu, yeni bir kamu imkânı sunuyor bizlere. Belki de “ortak kamu” gibi bir oksimorona artık ihtiyaç duymayacağımız bir tarihsel doğallığa davet ediyorlar bizleri.

 

“Dip Dalga”

 

Türkiye’de kendini öncelikle Müslüman olarak tanımlayan bir yurttaşın, üstelik ateist, agnostik, deist ya da “laik” olduğunu ilan etmeden CHP liderini desteklemesi özellikle önemli. Çünkü son yıllarda çok sık tartışılan “dip dalga”dan, gençlerin, hatta ilahiyatçıların ateistleşmesi, deistleşmesinden farklı bir sosyolojik değişime karşılık geliyor bu durum. “Dip Dalga” terimini Hamdi Tayfur’un editörlüğünü yaptığı Dip Dalga: Eski Müslümanlar, Yeni Deistler/Ateistler/Agnostikler… kitabının başlığından ödünç alarak kullanıyorum. Bu kitap üzerine daha ileride yazmayı düşündüğüm için şimdilik ayrıntıya girmek istemiyorum. Ancak şimdilik bu Açık Mektup ile ilgili olabilecek yönüyle konuyu tartışmayı yeğliyorum. Bu “dip dalga” Türkiye’nin iki paralel kamusu tarafından da bir mahalleden diğerine geçiş olarak okunuyor. İslamcılar da, laisistler de onları böyle değerlendiriyorlar. Aradaki tek fark ise şu: Birinciler durumu olumsuzluyor, ikinciler ise olumluyor.

 

Açık Mektup imzacılarının tutumları ise bundan farklı bir sosyolojik değişime işaret ediyor. Ben epey bir zamandır İslamcılığı da, laisistliği de Türkiye’nin teoloji-politik geriliminin kutupları olarak değerlendiriyorum. Bu anlamda ne İslamcılık sadece bir din ne de laisizm sadece bir ideoloji. Her ikisi de ciddi ciddi teoloji-politik özellikler gösteriyorlar. Yani İslamcılık da biraz ideoloji, laisizm de biraz din. İslamcılığın sadece Müslüman olmak olmadığını son yıllarda iyice öğrendik Türkiye’de. Ama uluslararası literatürde sivil dinler ya da seküler dinler diye bir kavramsallaştırma olduğu da aşikâr. Şu an yazmakta olduğum Siyasi Simya başlıklı kitabın en azından bir bölümünde tamamen bu meseleleri ele almaya çalışıyorum.

 

Bu yazının sınırları içinde vurgulamak istediğimse sadece şu: Açık Mektup imzacılarının yaptıkları şey benim baktığım pencereden, ülkenin teoloji-politik temelli oy verme davranışında bir kırılma alenen. Dolayısıyla dini, inancı terk etmeden, onun içinde kalarak bir sosyolojik değişimi işaret ediyor. Oy verme davranışında, en azından mektuptan anladığım kadarıyla, demokrasi, temel insan hakları, hukuk devleti, sivilleşme, liyakat, eşitlik gibi bazı “evrensel” ilkeler kriterleşmeye başlıyor.  

 

Yurttaşlık ve Kamu

 

Uzun lafın kısası, Türkiye’de asgari bir kamunun, asgari bir cumhuriyetin, asgari bir demokrasinin mümkün olması için herkesin “laik” olması gerekmiyor. Sadece devletin, kamu erkinin laik olması yetiyor. Bir vahiy dini olan İslam’ın, Kur’an-ı Kerim’in demokratik olması da gerekmiyor. O kitaba inanan yurttaşların demokrat olmaları yetiyor. Demokrasinin temel ölçütleri bu güneşin altındaki her yerde aşağı yukarı aynı. Bunların bazılarını yukarıda sıraya dizmiştim zaten. Bir de buna Türkiye’ye özgü ek kriterler eklenenin bir manası yok. Demokrasiyi belirleyen neye inandığımız ya da inanmadığımız; nasıl örtündüğümüz ya da örtünmediğimiz değil. Yurttaşlık; davranmaya başladığımızda, ötekilere yönelik davranış ve tutumlarımızda kamuyu, paralel kamularımızı değil hakiki bir kamuyu öngördüğümüzde mümkün olabilecek bir şey. 

 

Sadece bu nedenle bile Açık Mektup imzacısı gençler saygıyı hak ediyorlar bence.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.