Pearl Harbor: İstihbarat Başarısızlığı mı Japonların Şansı mı?
Amerikalılar hiçbir zaman Japonların bu kadar cüretkâr ve karmaşık bir saldırıyı gerçekleştirecek askeri beceri ve teknolojiye sahip olduklarını öngörmüyordu. Bunun bedelini ise çok ağır bir kayıpla savaşa girerek ödediler.
Herhangi bir ülkede gerçekleşmesi beklenmemiş her eylem istihbarat başarısızlığı olarak yorumlanır. ABD için Pearl Harbour ve 9/11, İngiltere için 7 Temmuz Bombalaması, İsrail ve Filistin için Aksa Tufanı Operasyonları istihbarat başarısızlığı olarak değerlendirilen olaylardan sadece birkaçı. Peki istihbarat gerçekten de başarısız mı? Tarih bize gösteriyor ki istihbarat başarısızlığı olarak değerlendirilen olaylar sadece analiz hataları, haber toplama yetersizliği ya da kurumlar arası koordinasyon eksikliği ile sınırlı değil. Zaman zaman liderlikteki eksiklikle ve politikacıların uzun vadeli stratejileri çerçevesinde minimal gördükleri kayıpların beklenenden daha büyük olması, düşman imkân kabiliyet muhakemesinin yanlış değerlendirilmesi gibi daha birçok neden bu başarısızlıkların ardında yatan nedenler arasında görülmekte. Genelde de başarısızlıklar tek bir hatanın değil, art arda gelen bir dizi hatanın sonucu.
Güvenlik ve istihbarat konularında çalışan birimler ve kurumlar tüm dünyada başarısızlıkları ile anılır. Oyunun doğası böyle kurgulanmıştır. Bu başarısızlıkların yaşanmasında şüphesiz haber toplama yeteneklerindeki teknik uygulama ve kapasite eksikliği, zaman zaman analiz hataları, zaman zaman kurumsal koordinasyon hataları, bazen zamana duyarlı raporlamaların aksaması ve bazen de hiç umulmadığı üzere o gün şansınızın yaver gitmemesi etkilidir. Böyle durumlarda yüzlerce başarılı faaliyet gerçekleştirmiş olmanız, o tek saldırıyı engelleyememiş olmanız ile gölgelenir. Özellikle bu başarısızlıklarda şansın bir defa karşı tarafa geçmiş olması, büyük bir domino etkisi yaratarak suçlu bulunmanız ve komplo teorileri çerçevesinde yıllarca anılmanız demektir. Brighton otel bombalaması sonrasında IRA’nın yaptığı açıklamanın sonunda olduğu gibi:
“… Bugün şanssızdık ama unutmayın, yalnızca bir defa şanslı olmamız yeterli. Sizlerse her zaman şanslı olmalısınız…” (Brighton Saldırısı Sonrasında IRA’nın Açıklamasından Bir Kesit-Brits: The war against the IRA, Peter Taylor, s.265)
Belki şansızlık, belki gerçekten ardı arkası kesilmeyen istihbarat hatalarının bir neticesi ve yıllardır komplo teorilerine konu olan Pearl Harbour Bombardımanı, yıl dönümünde istihbaratın önemini ve başarı(yı)sızlığı anlamak açısından güzel bir örnek niteliği taşımakta. ABD’nin ilk 9/11’i olarak ifade edilen Pearl Harbour Bombardımanı umulmayanı beklemek, düşmanı kendi penceresinden her zaman yorumlamak ve gereğinden fazla bürokrasiye bağlı kalmamak gerektiğini, ABD istihbarat tarihi açısından en can alıcı şekilde gözler önüne sermekte.
Yıl 1937… Japonya komşu devletlere karşı giderek saldırganlaşan bir politika izlemekte. Ona göre ekonomik ve demografik sorunları çözmenin tek yolu olarak toprak genişletme, ithalat pazarını ele geçirme ve doğal kaynakların kontrolünü sağlayarak mümkün. Fakat bu durum ABD’de ciddi bir rahatsızlık sebebi oluşturmakta. Nitekim Amerikalı analistlere göre özellikle petrolde dışa bağımlı olan Japonya’nın enerji kaynağını ortadan kaldırmak, ilerleyişini durdurmanın en etkin yolu. Bu bağlamda 1939 Temmuz’da ABD-Japonya Ticaret Paktı’nın sonlandırılması neredeyse yüzde 80 kadar ABD’ye bağımlı olan Japonya için genişlemenin önündeki en stratejik hamlelerden bir tanesi. Kısaca Japonya için petrol yoksa savaş yok, savaş yoksa genişleme yok.
Fakat bu hamle ve uluslararası baskı, 1940’ta Japonya’nın Almanya ve İtalya ile üçlü anlaşma imzalayarak “mihver” devletlerini oluşmasını sağladı. Japonya, Eylül 1941’deki Kabine İmparatorluk Genel Karargahı’nda ambargoların sonlandırılması için diplomatik yollar ile müzakerelerin sağlanması, aksi haldeyse ABD, Britanya ve Hollanda’ya savaş ilan edileceği yönünde bir ültimatom yayınlandı. Ne var ki 7 Aralık sabahına kadar Pearl Harbour Bombardımanı gibi sürpriz bir harekât ile Japonya’nın ABD’ye savaş açacağı karar vericiler tarafından değerlendirilmedi. Halbuki böyle bir saldırının gerçekleşebileceği yönünde bir dizi emare çoktan belirmişti ve saldırının Japonya tarafından başarıyla sonuçlandırılıp sonuçlandırılmayacağı neredeyse tamamen şansa bağlıydı. Üstelik bu şans saldırının mimarı Yamamoto tarafından yüzde 50-50, en iyi ihtimalde yüzde 60-40 olarak görülüyordu. Neticede bu saldırıda altı uçak gemisi, iki savaş gemisi, üç kruvazör, beşten fazla muhrip, denizaltılar ve 350’den fazla uçak yer alacak, bu unsurlar etkin harekât alanına sessizce yaklaşacaklardı.
Nitekim bu yaklaşma hamlesi başarıyla gerçekleştirildi ve 7 Aralık sabahı 2.400’den fazla insanın, ABD donanmasının o zamana kadarki en büyük darbeyi aldığı ve ülkenin II. Dünya Savaşı’na girmesine neden olan olay gerçekleşti. Bu olayla ilgili olarak şans mı, istihbaratta başarısızlık mı yoksa bilerek yapılmış bir ihmalkârlık mı soruları hâlâ günümüzün tartışma konusu.
İstihbarat Hataları
Yaşanan olayda istihbarat hatalarını haber toplama ve analiz safhalarında ilk olarak görmekteyiz. Bu hatalar genel itibarıyla düşman imkân kabiliyet muhakemesi dediğimiz istihbaratın fonksiyonlarından birinin merkezinde toplanmakta.
Haber toplamada yapılan hatalardan ilki insan istihbaratında gözlemlenmekte. Olaya daha yaşanmadan çok uzun zaman önce Hawaii’de Japonya’ya ait güçlü bir insan istihbaratı ağının olduğu yetkililer tarafından bilinmekte. Bölgede elçilikte çalışan Tadashi Morimura isimli bir diplomat göreve başladığı andan itibaren Hawaii’de bulunan askeri bölgeleri gözlemlemekte ve sürekli raporlamalar yapmaktaydı. Fakat ABD istihbaratı bunu çok uzun bir süre fark etmedi. Öyle ki Nippu Jiji isimli İngilizce ve Japonca yayın yapan gazetede “Yerel Japon başkonsolosluğuna yeni atanan sekreter Tadashi Morimura, bu sabah Japonya’dan Nitta Maru ile buraya geldi. Görevlendirme, yurt dışına çıkış başvuruları ve diğer konulardaki çalışmaların hızlandırılması amacıyla yapıldı” şeklinde geçen haberde bir gariplik fark edilmedi. Halbuki Tadashi Morimura ismi misyon listesinde yer almıyordu. Bu durumda bahse konu olan kişi başka bir kimlik ile ABD’de faaliyet yürütüyor demekti ki bu da Morimura’nın casus olabileceği anlamına geliyordu. Buna karşılık ABD istihbaratı konuyla ilgili herhangi bir emare toplamamıştı ve kendisi hakkında oldukça kısıtlı bilgiye sahipti.
Morimura aslında Takeo Yoshikawa ismiyle 1933 yılında Japon Donanma Akademisi’nden mezun olmuş bir subaydı. Kendi ifadesine göre Yoshikawa, 1936’da Japonya’nın deniz istihbarat servisinde ordudayken geçirdiği sakatlanma sonrasında sivil olarak çalışması için teklif almış. Şunları söylüyordu: “İngilizce öğrendiğimden beri, İngiliz ve Amerikan donanmalarıyla ilgili bölümlere atandım. Amerikan donanması konusunda Japon donanmasının uzmanı oldum. Her şeyi okudum; ataşelerimizin diplomatik raporları, dünya çapındaki ajanlarımızın gizli raporları, New York Times askeri işler editörü Hanson Baldwin gibi askeri yorumcuları okudum. Tarih de okudum. Ünlü Amerikan amirali Mahan’ın eserleri gibi.”
Kısacası ABD istihbaratı donanma üzerine uzman bir istihbaratçıyı, misyon listesinde adı bulunmadığı ve bu ismi basına yansımış olduğu halde tespit edemedi ya da konunun üzerine gitmedi.
Bir diğer önemli zafiyet sinyal istihbaratı noktasında gerçekleşmiş durumda. Washington’daki ABD Donanma Karargahı’nda bulunan ve “Çatıdaki Çete” olarak tabir edilen kriptologlar 1920’lerde Japon şifreli iletişim cihazlarının şifrelerini kırmayı başarmış ve Japon donanmasının “Kırmızı Kitap” olarak isimlendirdiği şifreleme dokümanını çözerek, “Mavi Kitap” isimleri verdikleri çözüm dokümanını hazırlamışlardı.
ABD Donanma İstihbaratı, Magic adı verilen gizli bir program aracılığıyla Japon iletişimini dinlemekteydi. 6 Aralık 1941’de, yani saldırıdan bir gün önce, istihbarat Washington’daki Japon delegasyonunun iletişimini çözmeyi başarmış “ABD hükümeti ile müzakere yolları ile çözüm elde edilemediği” mesajını elde etmişlerdi. 7 Aralık 1941 sabahının erken saatlerinde istihbarat, 14 bölümden oluşan mesajın önemini hemen fark etmiş ve Başkanı bilgilendirdikten sonra Ordu Genelkurmay Başkanı, hem Hawaii hem de Filipin departmanlarının komutanlarını, bir saldırı potansiyeli olduğu konusunda uyarmıştı. Hedef hâlâ bilinmese de Japon saldırısı yüksek bir ihtimaldi. Hassasiyeti ve Japonların eline geçme ihtimaline yönelik endişe göz önüne alındığında mesajın telgrafla gönderilmesi gerekiyordu ve bu süreç pazar günü ofislerin kapalı olması nedeniyle sekteye uğradı. Üstelikte mesaj sadece belirli üst düzey yetkiliye sunulmak üzere şifreliydi.
Bir diğer önemli hata ise düşman imkân kabiliyet muhakemesi yaparken, hasmın komutanlarını yeterince ayrıntılı incelememiş olmalarıdır. Saldırının planlayıcısı olan Isoroku Yamamoto 57 yaşında, 1904-1905 Rusya Japonya savaşında iki parmağını kaybetmiş bir komutandı. Hakkında söylenenlere göre alışkanlıklarının başında kumar oynaması bulunmakta. Haliyle kumar bağımlılığı olan ve risk iştahı yüksek bir komutanının savaşı kazanmak için nelerden vazgeçeceği ve neleri planlamış olabileceği doğru şekilde analiz edememişti.
Haliyle Amerikalılar aslında Japonları hafife almışlardı. Japonların Pearl Harbor’daki başarıları kısmen şaşırtıcı iyi şansa bağlı ama aynı zamanda bir dizi istihbarat hatasının sonucu. Amerikalılar hiçbir zaman Japonların bu kadar cüretkâr ve karmaşık bir saldırıyı gerçekleştirecek askeri beceri ve teknolojiye sahip olduklarını öngörmüyordu. Bunun bedelini ise çok ağır bir kayıpla savaşa girerek ödediler. Günümüz terör çağında ise yaşanan bu olaydan alınan ders geçerliliğini korumakta: Tehditkâr bir rakiple karşı karşıya kaldığınızda, kendi varsayımlarınızı bir kenara bırakmalı ve onun gibi düşünmelisiniz. Ayrıca harekâtın sürpriz prensibini eline alan düşmanın bir defa şanslı olması yeterli, siz ise her zaman şanslı olmalısınız.