Plan Filistin Meselesinin Mahiyetini Değiştirecek
Dünya artık bu anlaşmazlığa bir askeri işgal tanımının bulanık objektifinden bakmayacaktır. Direniş devam edecek. Fakat, 30 yıldan fazladır Filistinlilerin özerklik üzerinden tanımlanan bağımsız devlet için mücadelesinden ziyade apartheid karşıtı bir mücadeleye benzeyebilir.
Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması” planı neyi temsil etmektedir? Bu plan İsrail-Filistin meselesi için ne ifade etmektedir?
Belgede adlandırıldığı şekliyle Trump’ın “vizyon”u farklı çıkar grupları için farklı şeyler temsil etmektedir. 2016’da seçilmesinden bu yana içerde ciddi meydan okumalarla karşı karşıya olan Trump’ın kendisi için, bu tek taraflı tasarı Amerika içindeki etkin İsrail yanlısı destek gruplarına, meclis azil soruşturması ve bu yılki yeni seçimlerle yüz yüze iken can havliyle desteklerine ihtiyaç duyduğu gruplara kur yapmasının bir yolunu temsil etmektedir.
Fakat planı tasarlayan asıl kişiler için, ismen Jared Kushner, ABD İsrail Büyükelçisi David Friedman ve onların İsrail içindeki sağ kanat müttefikleri için, bu vizyon tamamen farklı bir şeyi temsil etmektedir: bazılarının söylemeye cüret edebileceği şekliyle, uluslararası hukuk, işgal edilmiş topraklar, kanunsuz yerleşimler, mültecilerin statüsü ve Kudüs’ün statüsü ile ilgili Amerikan pozisyonunun değiştirilmesi dahil olmak üzere İsrail’in bütün tarihi Filistin üzerindeki kalıcı kontrolünü tümüyle desteklemesi için Amerikan dış politikasının esir alınması. Bunların hepsi sağ kanat İsrail taleplerinin dilek listesini temsil eder. Amerika’nın bu konulara ilişkin duruşu onların uluslararası hukuk nezdindeki statülerini değiştirmezken, İsrail için dünyanın en güçlü devletini kendi yanına almak çok kazançlı. Bu bakımdan Trump yönetimi Amerikan dış politikasıyla İsrail’in aşırı sağ ideolojisini senkronize ederek benzersiz bir fırsat sağlamış oldu.
Filistinliler için ise bu plan kendi tarihî anavatanlarında kendi kendilerini yönetmelerini engellemeyi, ilaveten zaten zayıflamış olan Filistin milli mücadelesine ciddi bir meydan okumayı amaçlayan bir çabayı temsil etmektedir. Lakin, Filistin’in en temel aktivistlerine, yani şu anda hareketin en dinamik kanadını temsil etmekte olanlara göre bu canlandırıcı bir an olabilir. Mücadeleyi tanımlayan söylem, Oslo Anlaşmaları ile belirlenen bir çeşit toprak-egemenlik mücadelesi olmaktan sivil ve siyasi haklar için mücadele çatışmasına doğru yönelecek gibi.
Bu anlaşma İsrail-Filistin meselesinde, normatif veya pratik, ne tür politika çıkarımlarına neden olacaktır?
Çıkarımlar muazzam. Pratikte, Amerika İsrail-Filistin için özünde apartheid formunda olan bir siyasi gelecek vizyonunu alenen müdafaa etti: Etnik ve dinî kimliklerine dayanarak değişen derecelerde hakların tanındığı iki ayrı halka hükmeden bir egemen mevcudiyet. Politik pratikte İsrail’in, Batı Şeria’nın yaklaşık yüzde otuzunu temsil eden alanı, Filistinlilerin çoğunlukla yaşadığı bölgeyi birbirinden koparan dağınık haldeki yerleşimleri de içerecek şekilde, toprakları ilhak etmesine yeşil ışık verildi. Bu resmi ilhakın ötesinde de İsrail, Filistinlilerin sınırlı bir özerklik ile yönetmeye devam edeceği geride kalan dışarı kapatılmış ve gettolaştırılmış yaşam alanları da dahil olmak üzere bütün bölge üzerindeki kalıcı egemen kontrolünü sürdürecek.
Amerikan politikası ayrıca İsrail-Filistin anlaşmazlığına nasıl yaklaştığı ve meseleyi nasıl algıladığıyla, özellikle İsrail’in artık ABD’nin tanımadığı Filistin’i askeri işgali ile ilgili olarak uluslararası kamuoyunun geri kalanıyla resmen kopmuştur. Dünya ABD’nin yaklaşımını takip mi edecek, karşısında mı duracak veya kendi içinde parçalanacak mı, bunun nasıl şekilleneceğini görmek ilginç olacaktır.
Yalnız pratikte, İsrail’in Batı Şeria’nın bir kısmını kendi topraklarıyla resmiyetle birleştirmesi, “sahip olanlar” ve “sahip olmayanlar” arasındaki tezatı keskinleştirecektir. Sonuç olarak, dünya artık bu anlaşmazlığa bir askeri işgal tanımının bulanık objektifinden bakmayacaktır. Mevcut tanım tabiatı itibariyle karmakarışıktı ve İsrail belirsiz kurallar içinde yaptıklarını meşrulaştırabiliyordu. İlhak, İsrail’in insanlara etnik-dinî temellerine göre farklı davranmak ve yönetmek üzerine kurduğu yönetim sisteminin kendisini odak noktasına getirecektir. Bu çok önemli bir durum. İsrail’in bu rejimi nasıl meşrulaştıracağını görmek çok zor, bu yüzden de ABD desteğini arkasına almak büyük önem taşıyor.
Bu anlaşma İsrail-Filistin meselesinde iki devletli çözüm paradigmasının sonunun ilanı mıdır? Eğer öyleyse, başka hangi alternatife sahibiz?
İki devletli çözüm, -İsrail yerleşimlerinin yayılması ve yerleşimcilerin işgali politik olarak geri dönülemez hale getirmesinden ötürü- yıllar önce gerçekleştirilemeyecek bir hedef oldu. Siyasi söylemde iki-devletli paradigmayı hala anlamlı kılan unsur bazı İsrailliler, Filistinli liderler ve uluslararası kamuoyu dahil olmak üzere, birçok aktörün anlaşmazlığın çözümü için en iyi, hatta tek mümkün seçenek olarak bu paradigmaya sarılması idi. Her ne kadar ABD’de Kasım ayında yönetimde bir değişiklik ihtimali beyhude bir umudu hala canlı tutsa da, Trump’ın planı bu anlayışın tabutuna çakılan son çivi olabilir. Daha muhtemel olan, fiiliyatta yaratılan gerçekliğin dünyaca daha tanınması olacak. Çok eşitsiz, tek devlet realitesi önünde sonunda bir dizi muhtemel sonuçları da meydana getirecektir. Bu da şu anda var olduğu gibi, Yahudi vatandaşların Yahudi olmayan emsallerinin üstünde ayrıcalıklardan yararlandıkları nevi şahsına münhasır bir apartheid devleti olarak kalabilir. Yahudi ve Filistin-Arap vatandaşların eşit olarak beraber yaşadıkları tek, seküler bir devlet olabilir. Ya da konfederasyon veya başka çeşit güç-paylaşımı düzenlemesi şeklinde, iki milletliliğin bir varyasyonu olabilir.
Sözde Trump’ın planı iki devlet öngörüyor, ama birçok sebepten ötürü bunu ileri sürmek oldukça gülünçtür. Birincisi, Filistin devleti sadece bir isim olarak öneriliyor ancak devlet olmanın önemli bileşenleri tamamen elinden alınıyor. İkincisi, planın mimarları hiçbir şekilde bir Filistin devleti istemediklerini çok da gizlemiyorlar. Bu planın asıl mimarisinde açıkça ortaya konuluyor: Filistinlilere sadece dört yıllık bir periyot içinde karşılanması gereken kapsamlı ve meşakkatli koşullar dizisini yerine getirdikten sonra bir “devlet” sunulacaktır ve bu devlet de sadece İsrail’in onaylayacağı bir devlet olacak – özünde, İsrail’e Filistin devleti üzerinde veto hakkı verilmiştir. Diğer taraftan, anlaşma kabul edilse de edilmese de İsrail planda kendisine tahsis edilmiş toprakları ilhak etmeye istediği anda başlama hususunda serbesttir. Planın hiçbir şeklide Filistinlileri bir anlaşmaya ikna etmek için olmadığı, basitçe söylemek gerekirse İsrail ilhakı için bir bahane sağladığı açıktır.
Plana itiraz eden aktörler ve ülkeler (AB, Rusya, Türkiye ve bölgesel devletler başta olmak üzere) karşılık vermek için hangi seçeneklere sahipler?
Özellikle ABD’nin temel arabulucu olarak güvenilirliğinin sarsılması ve Filistin ile ilişkilerinin çökmesinden dolayı, uluslararası kamuoyunun müdahalesi her zamankinden daha önemli. Bölgesel devletler dahil uluslararası kamuoyunun yapabileceği şey Trump’ın planını ve ona dayanak sağlayan ön kabulleri reddetmek. Diğer tarafların yapabileceği başka bir şey ise İsrail ve Filistinliler ile ilişkilerini yeni gerçeklikleri hesaba katarak güncellemeye başlamak. Bu İsrail’in yarattığı “fiilî gerçekleri” kabul etmek değil, fakat evrensel insan haklarına ve uluslararası hukuka dayanarak anlaşmazlığın çözümü için yeni alternatiflerin oluşumuna yardım etmek manasına gelmektedir. Bu ayrıca İsrail’e baskı uygulamak anlamına geliyor ki ülkenin politikalarını değiştirebilecek olan tek şey de bu baskı. Anlaşmazlığı bu noktaya getiren yegâne şey, ABD ve AB’nin geçmişte İsrail’in politikaları üzerinde baskı kurma konusundaki suskunluklarıdır. İsrail ile güçlü ilişkiler sürdüren ülkeler geçmişin bu başarısız politikalarını bırakmalı artık. Türkiye ve Arap ülkeleri dahil olmak üzere tüm ülkeler, İsrail ile ilişkilerinde bu ülke ile olan kendi milli çıkarlarını gözeterek hareket ettiler. Son 15 yılı şekillendiren bu görece istikrarlı dönem sona eriyor. Daha fazla bölgesel istikrarsızlık ise kimseye yararlı değil.
Filistin sorununda nereye doğru gidiyoruz?
Gelecek, en azından kısa ve orta vadede, kasvetli görünmektedir. Çözümün kolay olmayacağı ve şiddetli çatışma ihtimalinin büyüyeceği yeni bir döneme giriyoruz. Şu anda, bir taraf tüm avantajları elinde tutmakta ve yarattığı etnik ayrıştırma ve eşitsizliği sürdüren rejimi sonlandırmaya yönelik çok az ilgisi ve niyeti var. Yine de bu sisteme meydan okumalar devam edecek. Filistin halkı haklarından mahrum edilmiş haldeler ve mevcut durumlarına direnmek haricinde bir seçenekleri yok.
İsrail, kendi anavatanlarında milyonlarca insanın kendi kendini yönetme hakkını reddederek bir Filistin devleti kurulmasını engelledi. Hatta bu topluluğu sonu olmayan bir mahrumiyetle karşı karşıya bırakarak kendi yarattığı devlette siyasi haklarını tanımayı reddetti. Ve bu sebeple, direniş büyük ihtimalle devam edecek. Fakat, direnişin kapsayıcı yapısının anlaşmazlığın değişen dinamiklerine uymak için evrilmesi muhtemeldir. 30 yıldan fazladır Filistinlilerin özerklik üzerinden tanımlanan bağımsız devlet için mücadelesinden ziyade apartheid karşıtı bir mücadeleye benzeyebilir. Aynı zamanda İsrail, Birinci ve İkinci İntifada boyunca karşılaştığı büyük ölçekli kırılmalardan kendini izole etmek için tasarladığı bugünkü düzeni muhkem kılmak için on yıllar harcadı. Dahası, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri yürürlükte olan liberal dünya düzenine önemli meydan okumalar olarak görülecek şekilde küresel atmosfer de değişiyor.
Çeviri: Rumeysa Yetimoğlu
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.