Popülist Siyaset ve Ordular

Ordular çoğu zaman milli çıkar tanımının kendi uhdelerinde olduğuna inanır. Ancak ordular herhangi bir siyasi partinin sempatizanı, kolu veya uzantısı gösterilmek konusunda da rahat değildirler. Dolayısıyla, silahlı kuvvetlerin, popülist siyasetin devlet kurumlarını siyasallaştırma, otonom yapılarını yok etme çabasına direnç gösterme ve dahi bunu tersine manipüle etme kapasitesi de fazladır.

Popülist Siyaset ve Ordular

Avrupa’da ve ABD’de sağ ve sol popülist siyasetçilerin iktidara gelmesi ve popülist dalganın dünya siyasetini etkilemesiyle popülizm üzerine ciddi bir yazın oluşuyor. Popülizmin bir ideoloji olup olmadığı, popülizm ve demokrasi ilişkisi, popülist hükümetlerin dış politikaları gibi birçok konu gündemde.

 

Popülist siyasetçilerin ordularıyla ilişkileri ise Soğuk Savaş dönemi ve sonrası Latin Amerika tecrübesine rağmen göz ardı ediliyor. Halbuki siyaseten güçlü ordular iktidara gelmeyi arzulayan popülist hükümetler için ciddi tehdit oluşturabildikleri gibi, siyaseten otonom kurumlara tahammül edemeyen popülist liderler de farklı ölçek ve şekillerde orduyu siyasallaştırıyor. Örneğin, sadece otuz bin aktif askerlik bir orduya sahip, demokratik sivil-asker ilişkileri normunu benimsemiş Avrupa Birliği’ne üye Macaristan gibi bir ülkede bile popülist Başbakan Viktor Orban, orduyu popülist politikalarının dışında bırakamıyor. Partisi Fidezs’in organizatörlerinden olduğu ve Fidezs’e mensup siyasetçilerin ve ‘sadık’ siyasilerin davet edildiği iddia edilen yıllık siyasi toplantılarda tartışmalı şekilde ordu mensuplarını hazır bulunduruyor. Macaristan Silahlı Kuvvetlerinin eski günlerine geri döneceğini gururla ilan edip ordusunu güçlendirme planları yaparken, Macar çocukları daha vatansever kılmak için milli eğitimi de askerileştirme adımları atıyor.

 

Popülist Söylem

 

‘Kralın Tüm Adamları’ filminde hâkim siyasi-ekonomik elite rakip olarak valiliğe aday olan, ‘halk adamı’ Willie Stark seçim kampanyası sırasında taşrada yaptığı konuşmalarda seçmenlere şu cümlelerle seslenir:

 

‘‘Taşralılar, bana kulak verin! Gözünüzü açın. Taşralıya taşralıdan başkasının faydası yoktur. Oy vermezseniz yoksunuz. Sofranızdan ekmeğinizi çalan, evlatlarınızı okulsuz bırakan, sizi ‘cahil’ diyerek hor gören bu şehirli kodamanlar, beni yıllarca kandırdıkları gibi sizi de kandırdılar. Şimdi onları kandırma sırası bizde. Onlara günlerini göstermeye, intikam almaya geliyorum. Durumunuzu düzeltmek sizin, benim ve Tanrı’nın ellerinde. Sizinle köprülerin, okulların, ekmeğin, kitapların, yolların arasına giren her şeyin kafasına vurun. Tokmağı bana verin; ben sizin için kafalarına kafalarına vurayım.”

 

Bu kısa alıntı popülist siyasetçilerin öne sürdükleri ortak temaları özetler. Popülist liderler kendilerini halktan biri olarak görürler. Popülist siyasetçi, halkın dilini konuşur, halk gibi öfkelenir, öfkesini halk gibi dile getirir, lafı dolandırmaz ve ‘milletiyle’ herhangi bir aracı kullanmadan konuşmak ister. Mitingleri, Tayland’ta Thaksin Shinawatra’nın ‘Başbakan Thaksin Halkla Konuşuyor’ programı gibi radyoyu ve Chavez’in ‘Alo Presidente’ ve Ekvador’da Rafael Correa’nın ‘Vatandaş Bağlantısı’ örneklerinde olduğu gibi televizyonu kullanarak halkıyla doğrudan kesintisiz iletişim kurar. Uzun yıllar ihmal edilmiş, dertleri dinlenmemiş, talepleri ve hareketleri hor görülmüş (ve popülist siyasetçinin tahkim etmek istediği) toplumsal kesimler ‘millet’ olarak tanımlanır. Yıllarca iktidarın nimetlerinden faydalanmış, millete ve değerlerine yabancılaşmış, ‘dış güçler’le kol kola, kozmopolit kesimler ise halk düşmanı, gayr-i milli unsurlardır.

 

Artık iyi bilindiği üzere popülist liderler, temsilcisi olduklarını iddia ettikleri ‘milleti’ yeknesak bir blok olarak yansıtır, böylece toplumdaki çoğunluğu oldukça kabaca iki gruba indirgerler. Popülist siyasette siyaset, yargı, ordu, medya vb. alanlar arasındaki çizgiler bulanıklaşır; her alan ve kurum nihai popülist misyona omuz vermek durumundadır. Kurumların yerliliği bu destekle ölçülür. Lider, parti ve devlet aynılaşmaya başlar. Hükümete eleştiri lidere, lidere eleştiri devlete başkaldırı sayılır.

 

ABD Başkanı Trump’ın koronavirüsle mücadele konusunda eyaletlerle giriştiği söz dalaşı sırasında dile getirdiği “Kişi ABD Başkanı olduğunda yetkisi mutlaktır” cümlesi olağanüstü şartlar altında söylenmiş bir dil sürçmesi olarak geçiştirilemez. Popülist lider kutsal bir misyon için seçildiğine inandığından yetkisi herhangi bir belge veya demokratik ilke ile sınırlandırılamaz; ona karşı çıkmak, onu seçen ‘kutsal’ varlığı (millet iradesi ve/veya Tanrı) sorgulamak, ona karşı çıkmak anlamına gelir.

 

Popülizm ve Ordular

 

Sivil veya asker kökenli popülist siyasetçi —ülkenin bulunduğu bölgeye, medya gücüne, halkı harekete geçirme kapasitesine ve halk desteği oranına da bağlı olarak—- hızlı ve etkin karar almaya ve uygulamaya engel olduğunu iddia ettiği ‘silahsız’ kurumları, bireyleri ‘derin devlet’ ile ilişkilendirebilir. Böylece onları etkisizleştirebilir ve kontrolü altına daha rahat alabilir. Silahlı kuvvetler ise siyasetin çoğu zaman bir şekilde yöneldiği ama rahat yönetebildiği, popülist ajandasına kolaylıkla dahil edebildiği kurumlardan değildir. Silahlı kuvvetler ve popülizmin birbirlerine uzak olduklarını bile söyleyebiliriz. Örneğin, Latin Amerika’da ‘anti-komünist’ ordular Soğuk Savaş döneminde sol popülizmi büyük bir tehdit olarak algılıyorlardı. Arjantin’de Juan Peron döneminde olduğu gibi, popülist hareket ve lider darbeyle yönetime gelen askeri yönetimin içinden de çıkabilir. Ancak bu, Peron’un daha sonra yine bir ordu darbesiyle iktidardan devrilmesinde de görüldüğü üzere, eski asker, yeni popülist siyasetçinin orduyu kolayca popülist yönetiminin parçası yapabileceği anlamına gelmez.

 

Venezuela’da 1992 darbe girişiminde başarısız olduktan sonra 1998’de iktidara gelen Hugo Chavez orduyu popülist programında müttefiki yapana dek en az bir darbe teşebbüsü, ordunun katıldığı birçok başka darbe-dışı müdahale atlattı. Aradan geçen yirmi iki yıla rağmen Venezuela’da iktidarın ordudan emin olduğu hala söylenemez.

 

Brezilya’nın mevcut sağ popülist Cumhurbaşkanı Jair Bolsanaro da emekli ve muvazzaf generallere kabinesinde ciddi sayıda koltuk verdi. Ancak Bolsanaro’nun ordunun siyasi gücünü arttırmasından şikayet etmediği bu durumda bile generaller Bolsanaro’nun diktatörlük döneminden kalma yaraları kaşıyan, ucuz popülist siyasetinden memnun gözükmüyorlar. Silahlı kuvvetler ile popülist siyasetçiler arasında gergin bir ilişki olduğunu söyleyebiliriz. Öncelikle, ordular, polislerin aksine çoğu ülkede toplumdan uzak yaşar. Bu şekilde halkta meydana gelen cereyanlardan, siyasetteki kutuplaşmalardan, toplumda yer bulan ‘yıkıcı’ fikirlerden uzak durabilecekleri düşünülür (dü) (çoğu zaman böyle olmamış ve artık olması bu iletişim çağında iyice zor olsa da).

 

Silahlı kuvvetler bu şekilde kendi kurumsal bütünlüklerini koruyabilecekleri gibi ‘ulusal’ bir kurum olarak kalarak toplumsal bütünlüğün de garantisi olabilmeyi ister. Buna ek olarak, askerlik mesleğinin kendisinde kaçınılmaz bir elitizm vardır. Uzun yıllar süren ciddi bir formel ve beden eğitimi, çoğu zaman dil eğitimi, disiplin ve uzmanlık gerektiren profesyonel bir meslektir askerlik. İlaveten, silahlı kuvvetlerde subay olmak tam da seçkin bir grubun bir parçası olmak anlamına gelir. Popülist siyasete içkin basit yerlilik, millilik söylemine pek de uymayan şekilde ordular; uluslararası eğitimler, ortak tatbikatlar, uluslararası barışı koruma misyonlarında farklı ülkelerden askerlerle birlikte yaşama ve ortak operasyon yapma sayesinde (özellikle de hava kuvvetleri ve donanma) kozmopolit bir kültür de kazanır.

 

Son olarak, ordular hakkında en rahat yapılabilecek genelleme ise (hayali) ‘rasyonel demokrasi’ arzularıdır. Popülist yöntemin aksine sorunların rasyonel şekilde çözülmesi, hükümet politikalarının toplumsal grupların milli çıkarı göz ardı eden heva ve arzularına göre değil de bilimin ve uzmanlık ışığında geliştirilmesini arzular ordular.

 

Siyasete meraklı orduların olumsuz ‘siyasetçi’ algısı tam da oy avcısı, kimlik siyaseti yapan, rasyonel çözümler yerine sinsi kurumları ve gizli güçleri suçlayan ve insanlara kısa vadede duymak istediklerini söyleyen popülist siyasetçi algısıdır. Silahlı kuvvetler birçok ülkede siyaset üstü kalmak ister, siyaset-üstü olduğunu iddia eder. Orduların kendilerini siyaset üstünde konumlaması ve rasyonel demokrasi düşleri, Türkiye’de de olduğu gibi, orduları çoğu zaman vesayetçi pozisyona iter, demokratik rejimlere ciddi gölge düşürür. Ordular çoğu zaman milli çıkar tanımının kendi uhdelerinde olduğuna da inanır. Ancak ordular herhangi bir siyasi partinin sempatizanı, kolu veya uzantısı gösterilmek konusunda da rahat değildirler.

 

Kısmen bu nedenlerden de ötürü, silahlı kuvvetlerin, popülist siyasetin devlet kurumlarını siyasallaştırma, otonom yapılarını yok etme çabasına direnç gösterme ve dahi bunu tersine manipüle etme kapasitesi de fazladır. Ne de olsa devletin diğer kurumlarına hızla atama yapılabilir ve bu durumda kurumun kalitesi liyakatsiz atamayla bozulduğunda maliyet en azından kısa vadede daha tolere edilebilir olabilir. Ancak çoğu ülkede ‘siyaseten otonom’ olan silahlı kuvvetlerde liyakatsiz atamanın veya kurumun altını oymanın maliyeti kısa vadede de daha ağır olabilir. Ordular asıl görevleri olan savaş ve savunma konularında zafiyet gösterebilirler.

 

En önemlisi, ordunun elinde silah olduğu gerçeğini de unutmamak gerekir. Popülist siyasetçinin milleti mobilize etme gücü olsa da bu yeterli olmayabilir. Haiti’de yirmi dokuz senelik Duvalier hanedanlığının ardından 1990 yılı Aralık ayında yapılan ilk demokratik seçimde büyük bir destekle ‘ahlaken tiksinç elitlere’ karşı söylemle iktidara gelen popülist Jean-Bertrand Aristide, kendi atadığı ordu komutanı tarafından dokuz ay sonra 1991 yılı Aralık ayında iktidardan düşürüldü.

 

Ekvador’da Abdalá Bucaram 1996 yılında popülizme tam imanla başkan oldu. 1997’de Soğuk Savaş sonrasının ilk ‘postmodern darbesiyle’ devrildi. Bucaram meşru, seçilmiş lider olarak ‘halkını’ direnişe çağırdı ama taraftarları oralı bile olmadı. Ya da 2009 Honduras darbesinde olduğu gibi, popülist Devlet Başkanı Manüel Zelaya (ABD destekli) darbeyle devrildi. 2019’da Bolivya’da Evo Morales de ordunun baskısı neticesinde istifa etmek durumunda kaldı ve destekçilerini mobilize etme gücü hiçbir işe yaramadı. Venezüela’da 2002 yılında Chavez’e karşı ve Tayland’da popülist Başbakan Thaksin Shinawatra’ya yönelik 2006 darbe girişimlerini de hatırlayabiliriz.

 

Ordular silahını kullanmayarak da siyasi rol oynayabilir. Göreve geldiği günden bu yana ısrarlı ama çelişkili adımlarla ABD ordusunu popülist siyasetinde kullanmaya çalışan ve bunu yaparken de aslında ordunun siyasi alanını genişletmekten gocunmayan ABD Başkanı Trump ve George Floyd protestolarında şu ana dek ABD ordusunun tavrında görüldüğü üzere; popülist siyasetçi şiddet içermeyen, ifade ve toplanma özgürlüğünden doğan demokratik eylemleri, popülizmin fıtratı gereği istismara, ondan çıkar sağlamaya yönelirken orduyu da kullanmaya çalıştığında orduyu daha da siyasallaştırdığı kadar kendi altını da oyacaktır: hem orduyu ‘kavga’nın hakemi konumuna getirir ve böylece ordunun siyasi konumunu pekiştirir hem de ‘ulusal’ ordunun halka karşı silah kullanmama gönülsüzlüğü popülist siyasetçinin altını oyabilir.

 

Ayrıca, silahlı kuvvetler halktan uzak olsalar da, özellikle zorunlu askerliğin olduğu ülkelerde halkla aralarında bağ oldukça sağlam ve derin olabilir. Bu bakımdan orduyu bir bütün olarak halka tümden sırtını dönmüş, gayr-i milli elitin parçası gibi yansıtmak daha zordur. Nihayetinde popülist siyasetçiye oy veren yoksul halkın, belki başkentteki ekonomik ve/veya siyasi elitin içinde yakını yoktur ama oğlu askerliğini yapıyordur, oğlu veya kızı gerçekten ulusal olan bir orduda pekâlâ subay olabilir. Orduların merkezdeki siyasi ranta el koymuş elitin parçası veya müttefiki oldukları durumda bile, popülistler orduyu doğrudan hedefe koy(a)mazlar.

 

ABD’de Afganistan ve Irak işgallerinde olduğu gibi, ordu bitmeyen savaşlara sürüklenmiş, halkın vergileri bu anlamsız savaşlara harcanmış olabilir ama bunun nedeni ordunun kendisi değil halkı umursamayan eski sivil yönetimlerdir. Popülist Trump için Afganistan Belgeleri değil, ‘Obama gibi Amerikalılığı şüpheli birinin ABD başkanı olabilmesi’ni sorgulamaya davet eden Obamagate iddiası daha önemlidir. Bu açıdan popülist siyasetçilerin öfke duyduğu ve öfke yönelttiği elitler, genelde orduyu kapsamadığı gibi, halkla arasındaki bağ ordunun siyasete daha rahat müdahalesine veya Trump örneğinde olduğu gibi popülist siyasetçinin istediğini yapmamasına imkân tanır.

 

Popülist Sivil-Asker İlişkileri

 

Popülizmin siyasette demokratikleştirici bir unsur olabildiğini biliyoruz. Popülist hareketler ‘öz yurdunda garip, öz vatanında parya’ gibi hissettirilen (bazen de toplumun çoğunluğunu oluşturan) insanlara seslerini bir duyan olduğunu hissettirir. Venezuela’da 1990’ların sonlarında meclise, siyasetçilere ve mevcut siyasi partilere halk desteğinin dibe vurduğu bir anda Hugo Chavez’in ortaya çıkması, ABD’de Trump’ın, Tayland’ta Thaksin’in ortaya çıkışında bunu görürüz. Popülist lider ilk anda sivil-asker ilişkilerinde de demokratikleşme yolunu açabilir. Terörle mücadeleden, varsa askeri şirketleri aracılığıyla ekonomiden rant ve siyasi güç devşiren, rasyonel demokrasi diye meşrulaştırılmış vesayet rejimi kuran silahlı kuvvetlere karşı harekete geçebilen bir popülist lider, ilk planda sivil siyaseti güçlendiriyor gözükebilir.

 

Tayland’tan Türkiye’ye kadar siyaseten güçlü ordular (ve bazen başka kurumlar, örneğin Dışişleri Bakanlıkları) siyasi nüfuza sahip oldukları yerlerde ‘hükümet ve devlet’ arasındaki ayrımı kullanırlar. ‘Hükümetler gelip geçicidir; baki olan devlettir. Ordunun asıl sadakati ulusa/devlete/Kral’adır’ anlayışına sığınır, vesayeti meşru göstermeye çalışırlar. Popülist siyasetçi önce hükümet-devlet ayrımının demokrasiyi halksızlaştırdığını, böylece statükoyu beslediğini ortaya koyar. Ancak popülist siyasetin bu ayrıma cevaben parti, hükümet ve devleti eşitlemesi daha büyük vesayete yol açtığı gibi sivil-asker ilişkilerini de demokratikleştirmez.

 

Benzer şekilde, silah ve teçhizat temininde çok uzun yıllardır konuyu bilen asker veya sivil her uzmanın şikâyet ettiği ‘dışa bağımlılık’ meselesi ve ‘yerli savunma sanayi’ rüyası popülizmin yerlilik ve millilik temalarıyla örtüşür. Popülist siyasette bu vurgu yerli sanayide önemli gelişmelerin önünü açıyor ve sivil siyasetin elini güçlendiriyor gibi gözükebilir. Ama savunma harcamaları eskiden olduğu gibi yine demokratik denetime girmediği gibi bu kez popülist siyaset malzemesi yapıldığı için ‘demokratik denetim fikri’ dahi meşruiyetini kaybeder.

 

Popülist siyasetçinin orduyla ne yapmak istediği, neler yapabileceği (yani sınırları) konusunda kafası karışıktır. Örneğin, ABD Başkanı Trump, bir yandan ordusunu kendi seçmen kitlesinde olduğu kadar ordu içerisinde de bir o kadar tepki gören kalıcı askeri müdahalelerden kurtarır. Diğer yandan ordusunu Meksika sınırına konuşlandırabilir. Ordu personeline yönelik konuşmalarında ordunun kendisine oy verdiğini ima edebilir. Önce kabinesinde tanınmış emekli komutanlara görev verip onlardan meşruiyet devşirmeye çalışabilir, sonra aynı komutanları görevden alabilir veya istifaya zorlayabilir. Kabinesinden ayrılan bir emekli generali ‘dünyanın en balon generali’ diyerek eleştirebilir, kendisinin azil sürecinde Kongrede tanıklık eden Ulusal Güvenlik Konseyi üyesini ‘derin devletin’ parçası olmakla suçlayabilir. Daha sonra askeri yargı süreçlerine müdahale eder ve Irak ve Afganistan’da savaş suçu işlemiş ‘beyaz’ Amerikan askerlerini affederek kendi komutanlarıyla ters düşebilir. Affettiği bu askerler ordudan ayrıldıklarında da Trump onları popülist siyasetinin parçası yapar. İşte ordu ile darbe tehlikesi olmadığı ve ordunun siyasi gücünü kırmak gibi bir ajandası da olmadığı için bu kadar rahat edebilen Trump, aynı orduyu ülke içi gösterilere karşı da kullanabileceği fikrine de kapıldı. Ancak ABD ordusunun yukarıda değindiğimiz tavrı da popülist siyaset ile ordu arasındaki huzursuz ilişkiyi ortaya koyar.

 

Sonuç olarak popülist siyasetçi, orduyu ister istemez popülist ajandasında yanına çekmeye çalışır, ‘yerlicilikle’ orduyu popülist siyasete malzeme ettikçe onu siyasallaştırır. Darbe geçmişi olan ve demokratik olgunluğa erişmemiş ülkelerde popülist iktidarlar demokratik ilkelerin ve hesap verebilirliğin altını oydukça, ordunun tam olarak ne zaman kontrol altına alınmış olunacağı bilinemez, ordunun tam sadakatinden emin olunamaz. Popülist siyasetçi ordudan duyduğu endişeyi gidermek yerine orduyu daha da siyasete çeker, endişesini de kullanmaktan kendini alamaz. Başka türlü siyaset -örneğin sivil asker ilişkilerini gerçekten demokratikleştirmek – denemek yerine, darbe olasılığını gündemde tutmak, örneğini darbe dedikoduları çıkarmaktan kendini alıkoyamaz.

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.