Popülizme Karşı Yeni Bir Siyaset Tarzı
Ortak zihniyet yapısı ve egemen siyaset tarzı, ülkeyi ve vatandaşları bir arada tutan zamkın giderek çözülmesine neden oluyor. Bu tarz, ülkeye aidiyet duygusunu zedeliyor. Ülkenin ve milletin birliği için yapılacak olan şey sorunlu zihniyetin, siyaset tarzının değişmesi için çabalamaktır. Başka çıkış yolu yok.
Dünyanın geçirdiği süreç analiz edildiğinde, popülist politikaların bu denli etkili olduğu başka bir dönemin yaşandığını söylemek zor. Geçmişte yaşanmış olsa da küresel düzeyde yaygın bir siyaset anlayışını temsil etmeye başlaması 2008 ekonomik krizi sonrasına denk düşer. Mesele sadece söylem düzeyinde olsa, sorun olmayabilir. Ama söylem düzeyini aşarak uygulama süreçlerine yansıdığında, içe kapanmacı, ayrıştırıcı, ötekileştirici, yer yer ırkçı ve insan yerine ‘devleti’ kutsayıcı formlarda kendine temsil alanı bulabiliyor. Bunlara, her şeyi terör ile ilişkilendirme yaklaşımı eklediğinde, konu daha da sorunlu bir hal alıyor. Bir yandan hayat kaliteleri düşen vatandaşlar, öte yandan konforlu yönetme imkânına sahip olan yönetici elit.
Birçok analistin, “küresel siyasal sistemin içine girdiği depresyon ve panikatak ruh hali” olarak tanımladığı bu meseleye çözüm üretilememesi, geçici olduğu değerlendirilen tarzın giderek yaygınlaşmasına, geleceğe ilişkin ciddi kaygıların ortaya çıkmasına neden oluyor. Çünkü bu tarz, farklı geleneklere sahip ülkelerde karşılık buluyor ve giderek ciddi sorunlara dönüşme kapasitesine sahip. Ülkeleri karıştırmak isteyen aktörler tarafından da elverişli bir durum olarak değerlendiriliyor. Dolayısıyla mevcut durum hem geçici bir heves değil hem de sürdürülebilir değil. Dünyanın ve insanlığın bu cendereden çıkması ise şart.
Kim Çözecek?
Popülizmin, siyaseti zehirleyen, toplumu kutuplaştıran ve kurumları işlevsizleştiren bir tarafı var. Bu haliyle de siyasal alanı enfekte edep çürütebiliyor. Özü itibarıyla mesele siyasal; ancak çözüm, sadece siyaset kurumuna havale edilerek çözülecek bir boyutta değil. Neredeyse tüm siyasetçiler tarafından kullanışlı bir tarz olarak görülmesi, siyasetin çözüm için adım atmasını zorlaştırıyor. Bu nedenle, tüm kesimlerin odaklanmasıyla çıkış yolu bulunabilecek bir mesele. Yani çözüm için toplumun oldukça geniş bir kesiminin tutum alması gerekiyor. Başka türlüsü mümkün değil. Yaşanılan sorunlar üzerinden konuyu gündemde tutmak ve siyaset kurumunu çözüme zorlamak şart.
Çözümü zorlaştıran faktörleri; sorunun birçok ülkede yaşanması ve giderek yayılma kapasitesine sahip olması, dünya genelinde bir ‘lidersizlik’ sorunun devam etmesi, ABD’nin Trump döneminde yaşadığı siyasetsizlik ve Biden yönetiminde kayda değer bir değişimin yaşanmaması, Rusya ve Çin’in bu konuyu sorun olarak görmemesi, hatta desteklemesi şeklinde sıralamak mümkün. Bununla birlikte; kimi sol çevrelerin olan bitene siyasal kimlik hastalığı muamelesi yapmaları da önemli bir sorun. Olay, siyasal kimlik meselesi değil, siyasal tarz meselesi. Çünkü dereceleri farklı olmakla birlikte, tüm siyasal kesimlerde yansımalarına şahit olunan bir sorun. Dolayısıyla konuyu siyasal eğilimler üzerinden değerlendirmek doğru olmadığı gibi çözümü de zorlaştıran bir yaklaşım.
Türkiye’nin İşi Zor
Küresel sistemin sorunu haline gelen popülist yaklaşımın, Türkiye’de oluşturduğu etkiyi kırmak ve demokratik zemini tahkim etmek daha zor görünüyor. Siyasi partilerinin kullandığı dil, zihniyet kodları ve sahip oldukları tutum bu zorluğun temel göstergeleri. Çünkü partiler benzer söylemler ve iş görme tarzları üzerinden politika yapıyorlar. Yani olay sadece küresel popülist etkinin Türkiye’ye yansıması değil, kimi yapısal sorunların da etkili olduğu bir durum. Çözümü zorlaştıran yapısal sorunları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:
- Değiştirilmesi ve konuşulması teklif edilemez konuların varlığı. Bu, sadece anayasadaki kimi maddelere ilişkin bir değerlendirme değil. Bununla birlikte, tek parti dönemi ve askeri darbelerle biçimlendirilmiş zihniyetin neden olduğu sorunlu tutumlar. Bu mesele o kadar derin ki, siyasi parti ‘farklılığı’ anlamsızlaşıyor. İfade biçimleri farklı olsa da benzerlik çok baskın.
- Siyaset kurumu ile güvenlik bürokrasisi arasındaki derin ‘ilişki’ ve güvenlik bürokrasisinden etkilenmeye açık siyasal kadroların, anlayışların varlığı. Tüm siyasal kadroları etkileyen ve içine çeken sorunlu bir ilişki. Temel sorun, herkesin kendi güvenlik bürokrasisini oluşturduğunu değerlendirmesi ve bu ilişki biçimiyle yüzleşme ihtiyacı duymaması.
- Sistem değişikliğiyle birlikte zorunluluk haline gelen ittifak denklemi. Bu durum; yüksek sesle söylenen cümlelerin siyasette ‘itibar’ görmesine, politikasızlığın yol olmasına, aritmetiğin siyaseti esir almasına ve siyasetin kısırlaşmasına neden olmaktadır. Daha kötüsü ise hem iki blok dışında siyaset yapma olasılığının oldukça zorlaşması hem de blokların milliyetçi partiler tarafından ‘esir’ alınması.
- Siyasi partilerin sahici politika yapmaktan uzaklaşması ve hep birlikte popülist politikaların etkisine açık bir dile teslim olmaları. Çünkü bu tercih, emeksiz, çabasız, risksiz ve ‘konforlu’ bir siyaset yapma imkânı tanıyor.
- Siyasi partilerin, geniş toplumsal kesimlerin taleplerine, kaygılarına değil, siyasal tabanları zannettikleri marjinal, lümpen ve sesleri çok çıkan kesimlere kulak vermeleri, bunlara göre politika yapmaları önemli bir sorun. Bu tutum ise geniş kitleleri ve kararsızları kaybettiren çıkmaz bir sokağa girmektir.
Hem İktidarın Hem de Muhalefetin Meselesi
Popülist politikalar söz konusu olduğunda herkes iktidarı suçluyor. Sonuç itibarıyla yönetimden sorumlu olduğu için bu değerlendirme anlaşılabilir. Peki, muhalefetin pozisyonu nasıl, muhalefet bu sorunun aşılması konusunda umut veriyor mu? Muhalefet blokunun iki ana aktörünün söylemi analiz edildiğinde, geleceğe ilişkin sahici bir umuttan bahsetmek zorlaşıyor. Kullanılan kimi ifadeler, insanın akılına, “muhalefette iken böyle konuşan, yönetimi ele aldığında kim bilir nasıl davranır?” sorusunu getiriyor.
“Fitil fitil burunlarından getireceğim”, “Yakalarına yapışacağım”, “El koyacağız”, “Ben hesap soracağım” gibi ifadeler sıklıkla kullanılıyor. Hukuk devleti ve yasal mevzuatta bu tür ifadeler üzerinden cezalandırma imkânı yok. Bu ifadeler, “kendi yargılama sistemini egemen kılmak ve cezayı kendisinin kesmesi” anlamına gelir. Eğer herkes kendi hukukunu tesis edecek ve cezasını kesecekse, hukuk devletinden bahsetmek nasıl mümkün olacak? Aslında bu ifadeler, bilinçaltında var olanı dışa vurma ve popülist yaklaşımın söyleme dönüşmüş halidir. Diğer bir konu ise muhalefet partilerinin kamuoyunu etkilemek için doğru olmayan bilgiler üzerinden politika yapmalarıdır. Halbuki popülizmin en temel göstergesinin doğru olmayan bilgiler üzerinden halkı yanıltmak olduğunu herkes bilir. Bu siyaset tarzı, ülkenin hiçbir sorununu çözemez ve sağlıklı bir geleceğin kurulmasını sağlayamaz. Bir yandan iktidardan şikâyet etmek, öte yandan ise popülizm konusunda daha ileri bir pozisyon alacağını göstermek.
Halbuki yapılması gereken, hukuku egemen kılmak ve yasal mevzuatı işletmektir. Bunun için hukuk devletinin işler kılınması vaat edilerek, “Yapılan yanlışlıkların hepsi hukuka taşınacak ve sorumluların hukuk karşısında hesap vermesi sağlanacak” ifadesi kullanılabilir. Hem demokrasiden ve hukuktan bahsetmek hem de “burunlarından getirmek”, “yakalarına yapışmak” türü ifadeleri kullanmak oldukça sorunlu. Parti tabanını konsolide etmek için işe yarayabilir ama demokratik ilkeleri hayata geçirme ve popülizmden kurtulma imkânı tanımaz. ‘Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak’ gibi bir şey. Bu dilin, tutumun ve anlayışın ülkenin sorunlarını çözmesini beklemek çok zor. Unutmayalım ki popülizmin iktidardaki versiyonu maliyet üretirken, muhalefetteki versiyonu geleceksizlik üretiyor. Yani, fasit bir döngü.
Yeni Siyaset Tarzının Ana Başlıkları
Çözüm konusu gündeme alındığında yapılması gereken, durumu netleştirmek ve yeni bir siyaset tarzının geliştirilmesi için çaba göstermek. Yapılacak ilk şey, üzerinde durulması gereken başlıkları somutlaştırmak. Bu çerçevede ilk anda yazılabilecek konular;
- Tüm toplumsal kesimlere eşit mesafede duran, vatandaşlarla uyum içerisinde olan, vatandaşların taleplerini yönetim süreçlerine yansıtmaktan kaçınmayan, vatandaşların tümünü önemli/değerli kabul eden ve onların haklarına saygılı olan kerim devlet anlayışının ülke yönetimine hâkim olmasının sağlanması.
- Ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin kendini içinde hissedeceği, çoğulcu bir millet anlayışının siyasi ve bürokratik kadrolar tarafından içselleştirilmesi ve her alanda bu ilkenin hayata geçirilmesi.
- Toplumda her inançtan, etnik kesimden, mezhepten ve meşrepten insanın yaşadığını kabul etmek, buna göre politika geliştirmek, bunları yok saymanın veya inkâr etmenin insani ve hukuki olmadığını kabul etmek.
- Özgürlükçü din ile özgürlükçü laiklik anlayışının devletin tüm kademelerine ve toplumun tüm kesimlerine benimsetilmesi. Bunun ise bütün hanif inanç ve değerlerin özünün korunması ve yaygınlaşması olarak kabul edilmesi.
- Bütün vatandaşların eşit haklara sahip olduğunu kabul etmek ve bu kabulü uygulama süreçlerinin ana unsuru yapmak.
- Siyasi faturası ve sonuçları ne olursa olsun, halka her hal ve şartta doğru bilgi verilmesinin, şeffaflığın ve hesap verebilirliğin tüm alanlarda belirleyici olması.
- Seçimlerin, ülkeyi kimin yöneteceğini belirleme aracı olduğunun kabul edilmesi ve seçilenin ise ülkeyi var olan yasal mevzuat çerçevesinde yönetmesi.
- Siyasette kullanılan kelimelerin çoğunluğu geçmişe ait kavramlar. Sosyal demokrasi, milliyetçilik, küreselcilik, liberalizm, muhafazakârlık, üst akıl, yabancı düşmanlar, içimizdeki hainler, yobazlar gibi kavramların tümü geçmişin, dünün kavramları. Dünü ifade eden kavramlarla yarının konuşulamayacağının görülmesi ve geleceğe ilişkin yeni kavramların üretilmesi.
- Yaşanılan çağ, çeşitliliklerin ve farklılıkların çağı. Dolayısıyla demokrasinin de bu çeşitliliği ve farklılığı barındırabilecek biçimde yeniden yapılandırılması.
- Siyaset kurumunun ve politika yapıcıların birbiriyle konuşmayı denemesi, başarması, hatta konuşmak zorunda olduklarına inanmaları. Bu sağlanamazsa, ifade edilen olumlu adımlar atılsa dahi bu konuşmama hali her şeyi yeniden enfekte eder.
Temel Mesele Zihniyetin Değişmesi
Ülkenin sorunlarının neler olduğu, tüm siyasi taraflarca biliniyor. Sadece öncelik sıralaması değişiyor. Bunun nedeni ise zihniyeti biçimlendiren ana faktörlerin, küçük nüanslara rağmen aynı olması. Zihniyetin aynı olduğunu ortaya koyan ise uygulamalardır. Özellikle ‘ötekiler’, azınlıklar, yabancılar, devlet kavramı ve vatandaş ile devlet arasındaki sorunlar gündeme geldiğinde, farklılığın sahici olmadığı ve zihniyetin benzer/aynı olduğu görülür.
Zihniyetin aynı olduğunu ortaya koyan diğer bir alan ise sorunların çözümü için sahici adımlar atılmaması, meselelerin ötelemesi. Cumhuriyetin 100’üncü yılı yaklaşırken, vatandaşları ilgilendiren meselelerin tümü hâlâ ortada duruyorsa, siyasal farklılıklardan bahsetmek çok zor. Özellikle iktidar süreçlerinde zihniyetlerin değişip benzeşmesi, ülkenin geleceği açısından riskli. Çünkü ortak zihniyet yapısı ve egemen siyaset tarzı, ülkeyi ve vatandaşları bir arada tutan zamkın giderek çözülmesine neden oluyor. Bu tarz, ülkeye aidiyet duygusunu zedeliyor. Ülkenin ve milletin birliği için yapılacak olan şey sorunlu zihniyetin, siyaset tarzının değişmesi için çabalamaktır. Başka çıkış yolu yok.