Putin Durdurulmazsa, Durmaz
Türkiye’nin tarihini unutmaması lazım. Türkiye, yani Osmanlı Devleti tarihinde İngiltere ve Fransa ile ikişer kere savaştı. Amerika ile hiç savaşmadı. Almanya ile hiç savaşmadı. Ama Rusya ile tam 13 kez savaştı. En büyük kayıplarını o savaşlarda verdi. Bunlar hiç ama hiç tarihin derinliklerinde kalmış konular değil. Siz unutsanız, karşı taraf unutmuyor.
Rusya’nın Ukrayna’ya askerî harekât düzenlemesi ne bir günde yaşandı ne de olanlar işi bilenleri şaşırttı. Ancak bu kadar büyük bir toptan işgal hareketi dengeleri değiştirdi. Türkiye’de bir yanda Putin’i NATO ve ABD’nin tahrik ettiğini, böylesi bir harekâta mecbur bıraktığını savunanlar diğer yanda Moskova’nın sıradaki hedefinin sıcak denizlere inmek olduğunu dolayısıyla Türkiye olduğunu savunanlar var.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal savaşını, Putin’in kişiliğinde Rus liderliğini ve Moskova’daki dengeleri uzun yıllardır Rusya ve Sovyet coğrafyası üzerine çalışan Bilkent Üniversitesi’nden Hakan Kırımlı ile konuştuk.
Putin Ukrayna’yı işgallerini meşrulaştırmak için uzun bir konuşma yaptı ve 20’nci yüzyılın en büyük felaketinin SSCB’nin dağılması olduğunu söyledi.
Putin’in konuşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Değişen bir şey yok. Putin iktidara geldiğinden beri olan şey bu. Putin geldiği andan beri 20’nci yüzyılın en büyük felaketinin SSCB’nin dağılması olduğunu açıkça söylüyor. Jirinovski gibi adamlara da mayın eşeği gibi bazı şeyleri önden söyletiyor sonra tepkiye göre kendisi devam ediyor. Putin’in 1999 yılından beri niyetlerinde hiçbir değişiklik olmadı. Tam tersine, özellikle Çeçenistan olaylarından sonra, Çeçenistan’ı mahvetmesinden sonra bu tasdiklendi. Adamın gönlünde yatan şu: Eski emperyal Rusya’yı, bütün çirkin baskılarıyla, bütün o mekanizmaları ile birlikte dünyanın süper gücü olarak tekrar kurmak ve Rus olmayanların en ufak bir hakkını tanımadan bunu yapmak. Yekten her zaman bunu bu açıklıkta söylemek mümkün olmadığı için kısmen örtülü şekilde oluyor bu. Çarlık usulü, Sovyet usulü, içeriden çatlak sese izin vermeden bunu yapmak istiyor.
Bir kere şunu bilmek lazımdır: İnsanlar Putin’in KGB geçmişini zikrederken “Eskiden KGB’de çalışmış” diyorlar. Onu sanki Devlet Su İşleri’nden emekli biri gibi düşünüyorlar… Herhangi bir istihbarat teşkilatında emeklilik ne kadar mümkün olur ayrı mesele… Kaldı ki, KGB bir istihbarat teşkilatından çok çok daha fazlasıydı ve şimdiki adıyla FSB halen de öyle. FSB, sadece isim değişikliği ile KGB’nin devamıdır. Oradaki adamın mantığı, dünyaya bakışı sadece profesyonel bir istihbaratçı, asker dediğinizin çok ötesindedir. KGB’den robot yetişirdi, başka bir şey yetişmesi mümkün değildi. Ve öyle de kalırdı, o tezgâhtan çıkan asla “normal” bir insana dönüşmezdi, dönüşemezdi. Onun için Putin’e “emekli istihbaratçı” diye bakmak bir kere en büyük gafletti.
İki; zaten çevresini kurarken (o mu çevresini kurdu çevresi mi onu kurdu, o konuda da çok tartışmalar var), en baştan itibaren tamamını “eski” KGB’cilerden seçti. Bunlar sayesinde iktidara geldi. Klasik bir baskı rejimi kurmanın ötesinde akıl almaz derecede büyük yolsuzlukları da irtikap ettiler, kendi kontrolleri dışında hiçbir şey bırakmadılar. Yeltsin zamanındaki Yahudi oligarklarını ya tamamen yok ettiler ya da uslu fino köpekleri haline getirdiler. Esas olarak KGB’den gelen ve onlar ile çalışanlara (Rus ya da Yahudi fark etmez), ülke kaynaklarından akıllara ziyan ölçüde maddî kazançlar temin etmek suretiyle tam manasıyla klasik bir oligarşik yapı kurdular.
Rusya’nın bu kaynakları aslında herkesin bildiği iki kaynaktan geliyor; Almanya, Japonya gibi rasyonel bir ekonomiden değil. Petrol ve gaz fiyatlarının yükselmesi ve bir de silah satışı. Ama en önemlisi ilk ikisi. Aslında o açıdan bakınca Körfez ülkelerinden çok farklı değil gibi gözüküyor. Petrol fiyatı biraz düşünce Rusya’nın nasıl sarsıldığı ortada. Önce böyle bir rejimi kurdular. Sonra Rusya Federasyonu içinde millî bölgeleri olduğu gibi silecek bir politika izlediler. Tamamen Ruslaştırmaya yönelik bir politika idi bu. 81 idari bölgeyi Konya vilayeti, Çorum vilayeti gibi etnik özelliği olmayan bölgelere çevirme planı vardı ve bunu adım adım uygulamaya koydular. Bu süreç halen devam etmektedir.
Bu bölgelerde Cumhurbaşkanı daha önce seçimle gelirdi. Şimdi ise seçim falan yok. Kaymakam veya vali tayin edilir gibi bu “millî” cumhuriyet ve bölgelere idareci gönderiliyor. Duma ise tamamen ehlileştirildi. Seçimler zaten maskaralık, serbest seçimlerden bahsetmek gülünç. Millî cumhuriyetlerde millî dillerin öğretilmesi, komik seviyelerle sınırlandı. Devlet kontrolündeki millî medyalar bile minimize edildi. Herhangi bir muhalefetin en ufak bir işareti bile kalmadı. Yeltsin devrinde ortaya çıkmış olan demokratik düşünceli gazeteciler ve aydınlar sokak ortalarında bir şekilde “etkisiz hale” getirildi. Bu şekilde bağımsız medya olgusu dümdüz edildi. Bütün bunlar Putin’e özgü.
İNSAN VE PARA KAYBI PUTİN’İN UMURUNDA DEĞİL
Bütün bu dedikleriniz daha çok Putin’e ve onun dönemine özgü. Putin örneğinin bugün yaşananların üzerine çıkan bir anlamı mı var? Putin neyi temsil ediyor?
Burada ilginç bir şey var. Emperyalist güçlü karakter imajı olması kaydıyla, Putin Rusya tarihinin, aslında birbirinin oksimoron gibi tam tersi olan bütün unsurlarını da kendinde birleştirdi. Putin taraftarları bugün bir elinde Stalin resmi öbür elinde Çar’ın, Lenin’in ikonu ile dolaşıyor. Çar II. Nikolay’ı kim öldürdü? Çarlığın bütün aristokrasisinin ve kadrolarının canına kim okudu? Lenin ve onun Bolşevikleri değil mi? Fakat bu önemli değil Putin’in gözünde. Önemli olan her ikisinin de aynı şeyi temsil etmesi: ‘Büyük Rusya.’
Rusya’da bir kelime vardır; “Derjava” diye. Sözlük manası devlettir. Ancak Derjava kelimesinin kapsadığı manalar başka bir dildeki devlet kelimesinden farklıdır. Devletin ötesinde mistik bir kavramdır bu Rusçada. Büyük Rus “Derjava”sının gücünü içeride ve dışarıda eze eze göstermiş olmaları kaydıyla, Korkunç İvan’ı da, Büyük Pyotr’u da, III. Aleksandr’ı da, Lenin’i de, Stalin’i de, benzerleri de hepsi Putin’in hayalindeki panteonda yerlerini alıyor. Saydığım liste içinde halkına nefes aldıran bir kişi bile yok. Bu âdeta dünyanın gelmiş geçmiş en büyük katilleri listesi gibi bir şey. Bunların hepsi Putin’in gözünde yüce insanlar. Yani hem Sovyet Rusyası’nın hem Çarlık Rusyası’nın hayal edilen bütün büyüklükleri sahiplenildi ve bunlar yüceltildi. İster Çarlık ister Sovyet devrinde alt kökenli avam halk nezdinde, “devletin yüceliği”, “Fransa’yı kaçırdıkları”, “Almanya’yı ezdikleri”, “Amerika’yı ürküttükleri” gibi kavramlar hep vurgulanagelmiş, günlük hayatlarında hiç iyi şartlarda yaşamayan insanlar bu şekilde pompalanan gurur duygusu ile yönetilmiştir.
Rusya toplumunda her türlü sıkıntı bu gibi masallarla örtülegelmiştir ki bu çoğu halde başarılı olmuştur. Rusya siyasetinde genel yapı olarak bu kahramanlık diskurunu kurduğunuzda, her türlü maddî sıkıntının rahatlıkla katlanabilecek şey olduğuna inanılır. Böyle yüce kavramlar karşısında bireyin önemi yok mertebesindedir. Mesela, saldırıda kaç yüz bin askerin kaybedileceği Stalin’in umurunda değildi, önemli olan hedefin alınmasıydı. Çarlık zamanında da öyleydi. Çar, Stalin’e göre daha insaflıydı tabii. Şimdi de sürekli pompalanan “dünyada kimsenin karşı koyamadığı Süpermen” imajının kabul görmesi karşılığında insan ve para kaybının Putin’in umurunda bile olmayacağına emin olabilirsiniz. Rasyonel bir tepki gelir mi? Normal bir toplumdan gelir ama rasyonel tepkiyi getirebilecek insanlar, gruplar, şahıslar çoktan dümdüz edilmiş durumda. Sağdan soldan çıkacak olursa dümdüz edilir onlar da… Bu noktada yalanın, palavranın, dezenformasyonun en ufak eksikliği olmaz.
PUTİN RUSYASI AKIL ALMAZ PROPAGANDA GÜCÜNE SAHİP
Bu çerçeveyi bugüne uyguladığınızda Putin’in durmasını gerektirecek bir sebep yok…
Bahsettiğim şartlar altında hiçbir sebep yok. Putin’in Ukrayna’da da değil, açık ve net söylüyorum, herhangi bir yerde durması gibi bir şey olmaz. Durması ancak durdurulması şeklinde olabilir. Putin’in bir yere girmemesi söz konusu olmaz, ancak girememesi söz konusu olabilir. Hedefindeki bir şeyi şimdiye kadar, daha evvel yapmadıysa o an yapamayacağını gördüğü, düşündüğü içindir. Yoksa asla merhametinden, birilerine zarar vermekten, vicdanî kaideleri ihlâl etmekten kaçındığından değil. Burada şunun altını çizmemiz lazım. Geçmişe bakarak, Gürcistan hatırlanabilir. Daha önemlisi, 2014’te Kırım’ı, Donbas’ı fiilen yutarken dünyanın o zamanki gafleti ve çekingenliği ona çok büyük cesaret verdi. Bu asla kabul edilemeyecek saldırganlık, o zaman Batı tarafından güya yaptırım adı altında, sinek ısırığından daha tesirli olmayacak tedbirlerle geçiştirildi. Dünya kulağının üstüne yattı. Türkiye’de de, dünyada da böyle oldu. Bu ona cesaret verdi.
En baştan beri Rusya’nın Putin’den, aslında 1992’de Yeltsin’den başlayarak şöyle kesin bir politikası oldu: Sovyetler Birliği’nin eski topraklarındaki cumhuriyetlerden herhangi birisi hiçbir şekilde, hiçbir gerekçe ile Rusya’nın bulunmadığı bir ittifaka asla ve kat’a girememelidir. İki; bunlardan hiçbirisi, özellikle Orta Asya devletlerini kastediyorum, ekonomik ve tabiî kaynaklarını dış dünyaya Rusya’yı by-pass ederek sunmamalıdır. Yani boru muhakkak Rusya’dan geçmelidir ki icabında üzerine basılabilsin. Üç; muhakkak Sovyet terbiyesinden geçmiş, anadili bilfiil Rusça haline gelmiş, dünyaya Rus gözüyle bakan ve kıblesi Moskova olmuş adamlar dışında bir adam buraların başında olmamalıdır.
Batı bu çizgileri bir türlü anlayamadı. Hatta Strobe Talbott’un “Russia First” (Önce Rusya) politikası çerçevesinde, “Aman Rusya’yı kızdırmayalım, incitmeyelim, NATO’yu genişletmeyelim” gibi görüşler dillendirildi. Halbuki o zaman NATO’yu eski Sovyet cumhuriyetlerinin en azından bir kısmını alarak genişletmek mümkündü. Rusya’nın o zaman bunu engelleyebilmesi mümkün değildi. Çok basit bir şey söyleyeyim. Gürcistan ile Ukrayna NATO üyesi olsaydı bugün Rusya oralardan bir saksı büyüklüğünde bile toprak kopartamamış olur, ancak sınırdan el sallayabilirdi. Bu kadar basit. Niye Rusya, Ukrayna ve diğerlerinin AB’ye, NATO’ya girmesini istemiyor? Çünkü bu ülkeler NATO’ya veya AB’ye girdiği takdirde oraları yutmayı unutması gerekir. Halbuki istediği şey kaplumbağaların kabuğunun olmaması, yumuşacık olmalılar her zaman. Buraların başında Nursultan Nazarbayev’ler, İslam Kerimov’lar, Saparmurat Niyazov’lar gibi ya da daha güzeli Lukaşenko’lar gibi Sovyet terbiyesinden geçmiş, hayatları Moskova’ya sadakatle ifade edilen, zaten Moskova’nın desteği olmasa ayakta duramayacak, ona göbeklerinden bağlı kukla adamlar durmalıydı.
Bu kişiler aksırana tıksırana kadar yesin. Fakat sadakatte kusur etmesinler. İçeride istediği zalimliği de yapabilirler, zararı yok, ama Moskova’ya sadakatlerinde kusur olmasın. Bunların ülkelerinde ayağı kayacak olursa, hemen Moskova tarafından toparlanmaları lazım, oralarda asla “renkli” devrimlerin zinhar olmaması lazım ki bunlar yerinde dursun. Değişeceklerse de benzerleri ile değişsin. Bundan kaymalar olduğu zaman Putin ve onun gibiler dehşet verici rahatsızlık duydular. Sebep belliydi, Sovyetler Birliği’nden ayrılmış devletlerin hepsini aslında er ya da geç kümese tekrar sokacak tavuklar olarak görmekteydiler. Hâlâ da öyle görüyorlar. Bunu Avrupa’daki insanlar bir türlü anlayamadı.
Bunun yanında Putin devrinde muazzam bir propaganda aygıtı kuruldu. Sovyetlerin en güçlü zamanlarında bile şimdiki ile mukayese edilecek propaganda gücü olmadı. Klasik Sovyet propagandasında etkilenmek istenen ve etkileneceği gerçekçi olarak beklenen asıl kitle sol gruplar, komünist partiler filan olurdu. Aslî müşteriler bunlar olurdu. Putin ile farklı bir boyuta girildi. Çok ilginçtir, eskinin klasik komünist partileri, Türkiye’de de, dünyada da, Moskova’ya eski sadakatlerini sürdürüyorlar. Hatta Türkiye örneğinde görüldüğü üzere sarsılmaz Maocu imana sahip olan güruh bile Pekin’deki kıblesini reddetmeksizin bunun yanına bir Moskova kıblesi de ekleyebildi. Dünyadaki bu gibi alışılmış sol “müşteri”lere ilave olarak her türlü faşist, ırkçı, yabancı düşmanı, popülist, oportünist grup da kazanılma hedefine dahil edildi. Bunların kazanılmasının efektif olarak demokratik Batı’nın istikrarını bozacağı göz önünde bulunduruldu. Ayrıca normalde geleneksel olarak sosyal demokrat olan, liberal, merkez falan diyeceğimiz gruplardan kilit şahsiyetlere de kancalar atıldı. Almanya’da Schröder, Fransa’daki Sarkozy ve Fillon, İtalya’daki Berlusconi gibi politikacılar muazzam şahsî ekonomik çıkarlarla göbekten bağlandı. Yani Putin Rusyası akıl almaz bir propaganda çevresine ulaştı. O da yetmedi sosyal medya üzerinden muazzam bir yatırımla dünyanın her tarafında operasyon yapabiliyor.
Şimdi soruyorum, 2010’da “10 sene içinde Rusya Ukrayna’dan Donbas’ı Kırım’ı yutacak, Suriye’ye hâkim olacak, Akdeniz’de üsler kuracak, Türkiye’de birinci dinlenen, takip edilen ajans Sputnik News olacak, Amerika’nın başına Trump geçecek, hem de kılı kılına kazanacağı seçimlerde Rusya’nın parmağı olacak” demiş olsaydım herhalde “Bu adam aklını kaçırmış, kafasını Rus düşmanlığı ile bozmuş” derdiniz. Ciddiye alınmayan bir adam olurdum. Doğrusu o zamanlar ben bazı şeyleri öngörüyordum ama bu kadarını tahmin edemiyordum.
PUTİN’İN ÖNÜNÜ ABD AÇTI
Amerika bu işle 40 yılını geçirdi. Rusya’ya alan açtılar. Amerika’nın payını nasıl değerlendirmeliyiz? Şu andaki ABD Başkanı, selefi Obama döneminde de bizatihi politikaların uygulayıcısı başkan yardımcısı idi. ABD’nin Rusya algısını ve süreç yönetimini nasıl görmek gerek?
Amerika “ne değildir”, ona bakmak gerek. Birtakım şeyleri gerçekten mükemmel planlayan bir ülke ama diğer taraftan da, ki siz de dünyayı biliyorsunuz, inanılmaz zaafları var. Çok iyi hatırlıyorum, 90’ların başı tam Irak krizi vesaire, Saddam krizi çıktığı zamanda Amerikan hariciyesinde, hani buradan bakınca Amerika’nın dünyayı sarmış ahtapot kolları hayal ediliyor ya, Arapça bilen yegâne diplomatları emekli mi olmuştu neydi. Bush’un o meşhur lafı vardır; ‘Irak’ta Araplar var dediniz, bu Şiiler de nerenden çıktı?’ diye danışmanına fırça atmıştı. Rusya’da olan bitenleri de, sanıldığının aksine, hakkıyla takip edip anlayabildikleri çok tartışılır.
İkincisi de 90’larda Sovyetler dağıldı, dünyada Soğuk Savaş bitti, ‘Rusya’yı kızdırmayalım, demokratik olsun’ denildi. Ama öyle olmuyor, orayı Arnavutluk falan zannediyorlar herhalde… Amerika her şeyin bittiğini, artık kendince kötü şeylerin olmayacağını düşündü. Burada kırılma noktası İkiz Kuleler’dir. ABD bunu müteakip bütün dikkatini Taliban ve el-Kaide’ye verdi. Tam o sırada “terörle mücadele” sloganıyla Putin’in iktidara gelmesi ve Çeçenistan’ı mahvetmesi, yüz binlerce insanı yok etmesi aynı zamandır. Amerikan diplomatik çevrelerinde ve medyasında Putin’in Çeçenistan’ı yerle bir etmesi “Rusya’nın terörle mücadeleye katkısı” (Russia’s contribution to the war against terror) diye geçiyordu. Çeçenistan savaşının 1990’lardaki birinci safhasını unutmayın, o zaman dünyanın çoğunun sempatisi Çeçenler ileydi. Dış dünyada Rusya’ya karşı tepki vardı. Irak savaşı (daha doğrusu ikinci Irak savaşı) çıkınca, Putin’in Çeçenleri ezmesi “Teröre karşı mücadele”nin (War against terror) bir parçası olarak piyasaya sunuldu.
O sıralarda Çeçenlerin arasında gözüken selefî antipatik unsurlar, yüzde yüz FSB’nin yerleştirmeleri idi. Bu radikal gruplar Çeçenistan’da oraya yardıma gelen Batılı hasta bakıcıları, insanî yardım kuruluşu mensuplarını kaçırıp öldürüyorlardı. Mantığı neydi bunun? Rus ordusuyla savaşmak yerine, barış gönüllüsü kızları, Çeçenlere yardıma gelmiş insanları kaçırıp başlarını kesiyorlardı. Bu şekilde Batı’nın gözünde Çeçenler toptan, el-Kaide, Taliban ve daha ne kadar sevimsiz ve caniyane güruh varsa onların yanına kondu. Oğul Bush gibi zekâsı ve bilgisi ihtiraslarının çok gerisinde kalmış Amerikan liderleri, bir taraftan dünyanın uzak noktalarında insanları öldürüp dünyanın nefretini kazanırken, Rusya’yı da hiç rahatsız etmeyen, tam tersine Rusya’nın yolunu açan politikaları ile kritik noktaları Putin’e bıraktılar. Putin ise Rusya içinde her türlü muhalefeti ortadan kaldırıp hedeflerine adım adım ilerler ve gelecekteki hamlelerinin altyapısını hazırlarken Batı’nın tepkisi hemen hemen hiç olmadı.
Borular-gazlar meselesi de önemli. Ta Mesut Yılmaz’dan başlayan ve devam eden Rusya’ya enerji açısından bağımlı kalma gafletine işaret etmek istiyorum. Ruslar, önce Bakü-Ceyhan’ı engellemek için her şeyi yaptı. Türkiye’yi gaz ve petrolde tamamen Rusya’ya bağımlı hale getirmek için her şeyi yaptılar. Şu anda zaten Avrupa onun sıkıntısını çekiyor. “Gerekirse musluğu tıkarım, nefes borunu kapatırım” noktasına getiriyorlar.
İnsanlar Rusya’nın enerji politikasını rasyonel bir ekonomi politikası gibi sürdürdüğünü zannediyor. Mesela, sanki diyelim Türkiye ve Hollanda arasında, “Ben sana 10 lira vereyim sen bana 1 kilo portakal ver” gibi. Hiç öyle değil. Rusya’nın attığı her adım, rasyonel iktisadî kazanca yönelik adım olmanın ötesinde, tamamen karşısındakini bağımlı hale getirmeye yönelik adımlardır. Putin için bu şekildeki stratejik siyasî kazanç ekonomik kazançtan çok daha kritik öneme sahipti ve hâlâ da öyledir. Bunların hiçbirisi o zaman görülmedi. Bu arada, bütün dünyada Rusya ile işe bulaşan devlet idarecileri de kaymağını yiyor tabii, problem çıkaracak unsurlar da kalmıyordu. Schröder’ler, Fillon’lar, Berlusconi’ler ve daha yüzlercesi…
Bir de IŞİD hikâyesi var tabii.
Rusya IŞİD’in neresinde?
Adım gibi emin olduğum şey, yüzde yüz; bakın seksen demiyorum, bu işte FSB parmağı olduğudur. İslam dünyası içinde buna katkı sağlayan, IŞİD’i mümkün kılan gerçek, otantik dinamikler yok mu? Elbette her zaman var, ama bir de bu dinamikleri bir kalıba sokma meselesi var. Dikkat edelim IŞİD bulunduğu yerde en antipatik, en rezil, en caniyane şeyleri yaptı. Nefret kazanacak her şeyi yaptı. Burada bir şey dikkatinizi çekti mi… Koreli hemşire, Japon falanca, İtalyan bilmem kim yahut Türk askeri herkesi kestiler, yaktılar, vahşice öldürdüler. Bir tek Ruslara kesinlikle dokunmadılar.
Bir boyut daha var. Mesela, Dağıstan özellikle son 20 sene içinde herkesin, dinî hareketlerin tamamen FSB’nin gözü altında olduğu bir yer. Böylesi bir yerde neredeyse sokak kampanyaları ile araba dolaştırılıp IŞİD’e gönüllü alınıyordu. Böylece, Putin bir taşla belki 10 kuşu vurmuş oldu. İçeride ne kadar potansiyel problem yaratabilecek unsur varsa IŞİD’e gönderip onlardan kurtulurken, bu cahil unsurlar IŞİD içinde özellikle Batı ile uğraşıp, hiç alakaları olmayan insanları öldürüp zulmederek dünyanın nefretini kazandılar. Dış dünyanın ilgisi Esed’in ve onun arkasındaki Rusya’nın cinayetlerinden IŞİD’inkilere döndü, hatta birinciler âdeta meşrulaştı.
Türkiye’de gerçekleşen IŞİD eylemlerini nereye oturtuyorsunuz?
Asla hoş görülür şey değil, asla kabul edilir şey değil, ama mesela fanatik bir Yahudi düşmanının sinagog bombalamasındaki kendi açısından mantığı anlarsınız. Fanatik bir dinî ideoloji mensubunun düşmanlarına karşı terörünü anlayabilirsiniz. Bir neo-Nazi’nin gidip Almanya’daki Türk kahvesine Almanya’da bomba koymaktaki caniyane rasyoneli de anlarsınız. Ama bir Özbek’in gelip İstanbul’da gece kulübü basıp insanları öldürmesinin izah edilebileceği rasyonel bir alan yoktur. Hatırlayın, IŞİD’in ardından Esed unutuldu. ABD’nin Suriye’deki varlık sebebi güya IŞİD’i temizlemeye dönüştü. Trump ne dedi “Biz niye buradayız? IŞİD ile savaşmak için.” Halbuki üç sene önce orada IŞİD yoktu. Suriye faciası IŞİD ile başlamış değildi. Amerika’nın güya IŞİD’le uğraşmak üzere vekil tayin ettiği PKK/PYD’ye verdiği destek de bununla açıklanıyordu. Amerika’nın bu tutumunun haklı olarak Türkiye’nin tepkisini çekmesi ve Türk-Amerikan ilişkilerin görülmemiş ölçüde bozulması ise tam da Putin’in istediği şeydi. Nihayet Trump “Biz IŞİD ile savaşı Rusya’ya bırakıyoruz” diyerek kenara çekildi. Artık Suriye’de meydan bütünüyle Putin’e kalmış oldu.
Amerika bu hale geldiği için, hakikaten aptallaştığı için Türkiye’de de bu olaylar sorulmadı. Suriye meselesi son dönemlerde Türkiye için esasta PKK meselesi olarak görüldü ve hâlâ da öyle görülüyor. Kısmen de IŞİD meselesi olarak görülüyor. Böylece, Rusya’nın oradaki varlığı meşrulaşmış oldu.
UKRAYNA KURBANLIK KOYUN OLMAYI KABUL ETMEDİ
Bugüne gelirsek Ukrayna ile alakalı şu anda yapılacak bir şey var mı? Yaptırımların Rusya’yı durdurmayacağı da ortada. Bu iş nereye gider?
Putin durdurulmaz ise hiçbir yerde durmaz. “Hiçbir yer” kelimesini de “her yer” olarak anlayın. Şu anda ne yapılabilir? Baştan yapılması gereken yapılmadı ama onlar ayrı bahis. Putin’in önü boş bırakılırsa Ukrayna’yı da yutar, mümkün olan başka her yeri de yutar. İlk hedef olarak eski Rus/Sovyet imparatorluğunun ihyasını gören bir adamın niyetlerinin hâlâ doğru anlaşılmaması, yüz binlerce masum insanın canına, milyonlarcasının perişanlığına mal oldu ve olmakta.
Aslında son Ukrayna olayında onun niyeti gerilimi maksimum noktaya kadar çıkarıp beladan kaçınmak isteyen Batı’yı, Ukrayna’yı sıkıştırarak kolay yoldan tamamen teslim olmaya zorlatmaktı. Allah korusun, mesela Trump gibileri iktidarda olsa bu çoktan mümkün olurdu. Putin o safhada önce, bir öncesinde işgal edilmiş olan Kırım’ın ve Donbas-Luhansk’ın kesin olarak yutulmasını kabul ve tasdik ettirmeyi, Ukrayna’yı ise her türlü koruma kalkanından ari olarak tutmayı, böylece onu müteakip yutma hamleleri için yumuşacık bir duruma getirmeyi istiyordu. Batı ve dünyanın geri kalanı da Ukrayna’nın ve elbette geri kalan bütün eski Rus/Sovyet nüfuz sahasının Rusya’nın dokunulamaz arka bahçesi olduğunu kabul etmeliydi. Hele başına Yanukoviç veya Lukaşenko gibi kukla birisinin getirileceği Ukrayna piştiğinde (ki hiç de uzun sürmezdi) ağza düşecek armut haline gelirdi. Gerilimin maksimuma ulaştırıldığı noktada az-çok bu şartlarda yapılacak bir “diplomatik çözüm” ile Batı da “Barışı sağladık” diye zafer çığlığı bile atabilirdi.
Böyle olmadı. Ukrayna kurbanlık koyun olmayı kabul etmedi. Bugün de, mevcut şartlar altında “diplomatik çözüm” ile neyin kastedildiğini anlamakta zorluk çekiyorum. Ukrayna topraklarını tankı, topu, roketleriyle işgali altında tutan Putin’in ne demesini bekliyorsunuz? “Kusura bakmayın, savaş yaptık ama şimdi biz gidelim buradan” mı diyecek, bunu mu bekliyorsunuz? En iyi şartlarda “Ukrayna’nın yarısını verin” diyecek “Çeyreğini verin” diyecek, “İleride Ukrayna’yı korumayacağınıza söz verin” diyecek. Kaldı ki bu da yakın gelecek için asla yeterli olmayacak. Yarın bir gün en ufak bir fırsat çıktığında bu şekilde içi boşaltılmış Ukrayna’yı yutmak için harekete geçecek. Yakın geçmişte Belarus’ta olanlara seyirci kalmanın da ne demek olduğunu aslında bugün olanlar gösteriyor. Dünyanın beklenen gafleti karşısında tezgâh öylesine hazırlanmış ki! Hitler güçlenirken Avrupa gafleti hikâyesinin belki daha da fazlası. O zamanki neşriyatı okuyorum. O zaman bile daha aklı başında adamlar var Hitler’e karşı. Bugün Avrupa, Batı ve daha fazlası ne kadar dik durdu durdu, yoksa işin sonu kötü…
Problemin kökeninin ABD olduğunu düşünüyorum. ABD’de Rusya’ya karşı geleneksel olarak özellikle Cumhuriyetçiler karşı durur, Demokratlar ise daha oynak olurdu. Amerikan neo-con saçmalığı ise bakışını Rusya dışı işlere yöneltti, âdeta dünyayı Amerika’dan nefret ettirecek ne varsa yaptı. Sonra gelen ve insan olarak topladığı sempati bir yana, Obama ise, son derece safça Rusya politikaları itibarıyla klasik Demokratların bile kat be kat yumuşağı oldu. Bu arada, Putin âdeta bir inanılmazı başararak Cumhuriyetçiler içinde mevzi kazandı. Cumhuriyetçilerin adayı popülist Trump, Rusya’nın tam idealindeki başkan tipi oldu. Trump bütün başkanlık döneminde tek bir kere, evet tek bir kere bile Putin siyasetine karşı çıkan bir kelime dahi etmedi. Şimdiki ABD yönetiminin doğruluğu, yeterliliği meselesi bir yana, ama ya bugün Trump veya Obama olsaydı ABD başında… Düşünmek bile istemiyorum. Ukrayna da, daha fazlası da çoktan gitmişti.
Ukrayna gibi hayatî bir yerin muhafazası, her bakımdan istiklal ve hürriyetlerini hak eden bu insanların bundan mahrum kalmamaları ve Putin’in kana susamış ve dünyanın bir numaralı tehdidi haline gelen ihtiraslarının önüne geçilebilmesi için yapılacak iş, Ukrayna’yı mevcut şartlar içinde maksimum ölçüde maddî-manevî yardımlarla desteklemek ve Putin Rusyası’nı maksimum ölçüde sıkıştıracak tedbirleri almaktır. Delice askerî harekâttan söz etmiyorum muhakkak ki. Elbette asla kimse III. Dünya Savaşı’nı isteyemez. Ama Putin’in sürekli olarak Batı’nın bu haklı endişeyle sınırlanacağını ve neticede teslimiyetçi olacağını bilerek bir sonraki hamlesini yapmakta olduğunu da unutmayalım.
Türkiye-Rusya yakınlaşması konusunda Türkiye ne yapabilir? Bu süreç Türkiye’yi NATO’dan uzaklaştırmıştı, şimdi daha da yaklaşma mecburiyeti var. O anlamda Türkiye’nin yörüngesini normalleştirecek etkisi olur mu?
Son yıllarda Türkiye medyasında görülen ve ipin ucunu çoktan kaçırmış anti-Batı ve pro-Çin özellikle de pro-Rus propagandasını kesinlikle sonlandırılması lazımdır. O kadar ki, pek çok insan, Türkiye’nin kendi güvenliğinin en büyük garantisi olarak girmiş olduğu ve öyle de olan NATO’yu bir numaralı düşman olarak, Türkiye’yi bölmek için yapılan hain Batı komplosunun temel aracı olarak görür hale geldi. Bu durum, Rusya’nın eline inanılmaz güç veriyor. Öte yandan, Türkiye’nin enerjiden başlayarak Rusya’ya bağımlılığının minimuma indirilmesi lazım. Bunun çoktan olması gerekirdi.
İkinci üçüncü nükleer santralleri Ruslarla birlikte yapma kararı, ikinci S-400 paketi gözden geçirilmeli mi?
Elbette. Tamamı Türkiye’yi Rusya’ya yakınlaştırıp Batı’dan uzaklaştırıyor. Batı, elbette sütten çıkmış ak kaşık değil, asla Batı’nın yahut bir başkasının sıradan bir aleti olmak istenecek şey değil, ama unutmamak gerekir ki, Rusya’yı durduracak başka bir güç de yok. Malezya yahut Uruguay ile mi durduracaksınız? Hayal görmenin faydası bulunmuyor.
Türkiye’nin tarihini unutmaması lazım. Türkiye yani Osmanlı Devleti tarihinde İngiltere ve Fransa ile ikişer kere savaştı. Amerika ile hiç savaşmadı. Almanya ile hiç savaşmadı. Ama Rusya ile tam 13 kez savaştı. En büyük kayıplarını o savaşlarda verdi. Bunlar hiç ama hiç tarihin derinliklerinde kalmış konular değil. Siz unutsanız, karşı taraf unutmuyor. Rusya’daki emperyalist Putin ve Dugin kafasında mevcut olan gerçek düşüncelerin ne olduğunu anlamak için, uçak krizi patladığında o gece Rusya TV’lerindeki lafları dinlemekte fayda vardı. Rusya’daki medyada Putin’in aklından geçmeyenlerin ve kabul etmediklerinin söylenmesi akıldan geçmez. O gece orada hemen Ayasofya’ya haç takılmasından, İstanbul’un ve Ankara’nın nükleer bombalarla bombalanmasından vs. bahsedildi. Bunlar hiç de birkaç delinin fantezisinden ibaret değildi. Böyle fikirlerin delilik olduğu tamamen doğru, ama böyle düşünceleri aklından çıkarmayanların maalesef Putin Rusyası’nın standart adamları olduğu da doğru. Bu gibileri hayallerini gerçekleştiremiyorlarsa, bu istemediklerinden ya da insanlara acıdıklarından değil, buna imkân bulamadıkları içindir. Bunların Türkiye’de görülmesi lazımdır. Her millet gibi büyük saygıyı hak eden Rus milletini, bu halkın sonsuz saygı ve sevgiyi hak eden sayısız iyi insanlarını elbette ki tenzih ederim. Bahsedegeldiklerim, tarih boyunca dünyanın olduğu kadar bizzat Rus milletinin de başına gelen sayısız belanın amilleri olmuşlardır.