Rusya, İran ve Batı’nın Gerekli Şeytanı: IŞİD

IŞİD’e ilişkin değerlendirmeleri; örgütün ortaya çıkış süreci, organizasyonu oluşturan unsurların yapısı, bu unsurlara hareket kabiliyeti sağlayan istihbarat örgütlerinin amaçları ve örgüte yükledikleri fonksiyonlar gibi temel noktalar üzerinden okumak lazım. Bu temel noktaları yok sayan ve kara propaganda amacı taşıyan yazılar, ilgili kişinin siyasi kimliğinin yansıması olarak kalır.

IŞİD, Türkiye’yi suçlamak için kullanılan aparat olma özelliğini koruyor. Öncelikle şunu belirteyim, terör örgütü üzerinden Türkiye’ye ilişkin yapılan değerlendirmeler, Türkiye’deki kimi isimlerin Batılı medya organlarına verdikleri mülakatlardaki mesnetsiz ifadelere dayanıyor. Mülakatı verenin kim olduğu değil, yayınlayan medyanın ismi ön plana getiriliyor ve konu farklı bir şekilde Türkiye’ye servis ediliyor. Batılı medya kaynak gösterilerek suçlamalar yenileniyor. Küresel güvenlik ve barışla ilgili bir sorun, iktidar karşıtlığının aracına dönüştürülüyor.

 

Soğuk Savaş’tan El Kaide ve IŞİD’e

 

Batılı medya organlarında ve akademik çalışmalarda foreign fighters (yabancı savaşçı) olarak isimlendirilen gruba değinmeden önce, bu anlayışın ve yapının çıkış sürecine bakmak gerekir. Bu anlamda dikkate alınacak ilk ülke Afganistan. İşgalle başlayan süreç, SSCB’nin yıkılışı, sosyalizmin tasfiyesi ve Soğuk Savaş’ın bitişi ile sonuçlanmıştı. Küresel düzenin tek aktörü haline gelen ABD, ortaya çıkan yeni duruma ilişkin farklı kriz ve kaos testlerini devreye koydu. Bir yandan Müslüman halkların nabzı, ‘Afganistan cihadı’ üzerinden hem yönlendirildi hem de kontrol edildi. Bu sürece itiraz ettiği değerlendirilen kişiler aracılığıyla, “küresel cihat” kavramı üretildi ve devreye konuldu. Bu iki durumun mezcedilmesinin sonucunda, dünya güvenliğini riske sokacak olan “İslami terör” kavramı üretildi. Müslüman halkları kontrol etmek amacıyla, psikolojik, siyasi ve ekonomik deneyler de yapıldı.

 

Irak işgali, bahsettiğimiz süreci farklı bir düzeye taşıdı. Bir yandan ‘terörist’ suçlamasıyla hedefe konulan İran ile ABD arasında gelişen ilişkiler üzerinden Şii dinamiklere alan açıldı. Bu süreçte iki tarafın birlikte yürüttüğü, “terör konusu Sünni İslam’ın işi” propagandası üzerinden, Sünni kitle terör kavramıyla ilişkilendirilerek yeni örgütlerin kurulmasının zemini oluşturuldu. 1990’lı yıllarda Afganistan’da ortaya çıkan örgütler, sonrasında ‘organize’ edilen El-Kaide ve bunların türevi olan yapıların tümü, bahsettiğimiz 40 yıllık sürede izlenen politikaların ürünü. Bu örgütlere yüklenen anlam, Müslüman halkların yaşadığı coğrafyaların istikrarsızlaştırılması ve doğal değişim taleplerinin bastırılması. 11 Eylül sonrasında, Afganistan işgaliyle başlayan deneyin sonuçları Ortadoğu’ya taşındı ve daha kaotik bir denklemde tüm bölge üzerinden test edildi. İşte IŞİD, bu testlerin ve deneylerin ürünü olarak ortaya çıktı.

 

IŞİD Nedir?

 

IŞİD diye ortaya çıkan örgüt ve anlayış, Afganistan işgaliyle başlayan, sonrasında farklı coğrafyalarda sürdürülen işgal süreçleri içinde, işgalci unsurların ortak akıl ve tecrübeyle organize ettikleri asimetrik savaşın ürünüdür. Irak ve Suriye’de varlığını sürdürmeye çalışan örgütü, gladio koduyla anlamaya çalışırsak IŞİD; Irak Baas kadroları, uyguladıkları politikalarla bu kadrolara alan açan Maliki ve Esad desteği, bölgedeki kimi ülkelerin lojistiği ve coğrafya dışındaki kimi istihbarat örgütlerinin ‘kalifiye’ eleman nakli ve yönlendirici katkılarıyla yapılandırılıp yönetilen terör örgütüdür. Bu durumu anlamak için öncelikle iki noktaya bakmakta yarar var.

 

İlki; Ebu Gureyb cezaevi. Irak’ın işgali sürecinde, Baas kadrolarının büyük bir kısmı bu cezaevine alındı. ABD ordusu ve istihbaratı tarafından yönetilen bu cezaevinde uygulanan fiziksel ve cinsel işkenceler ile cinayetlerin etkileri, bu kadroların zerrelerine kadar işlemişti. Cezaevinde yapılanların bir kısmının medyaya yansımasına rağmen, herhangi bir cezalandırmanın yapılmaması da cezaevindeki isimleri farklı bir tarzda etkiledi. Bu durum devam ederken, bir gece cezaevinin kapısı ‘açıldı’, 1.000’i aşkın ‘eğitilmiş’ kişinin firar etmesine izin verildi, göz yumuldu. Dolayısıyla, örgütün çıkış sürecini anlamak için bu planlamayı yapan aklı görmek lazım. Bakılması gereken ikinci nokta; örgüte katılan ve farklı ülkelerden geldikleri için “yabancı savaşçılar”, “küresel cihatçılar”, “yabancı teröristler” gibi isimlerle adlandırılan kesimlerin kimler olduğu ve ne tür bir motivasyonla geldikleridir. Çünkü binlerce insanın istihbarat örgütlerinin yönlendirmesi, göz yumması ve desteği olmadan, hiç bilmedikleri bir coğrafyaya gitmelerini düşünmek saflık olur.

 

Bu iki nokta sağlıklı bir biçimde analiz edilmeden IŞİD’i anlamak mümkün değil. Şunu bilmekte yarar var; bu tür terör örgütleri, tasarlanmış travmalar ve üretilmiş ‘umutlar’ üzerinden inşa edilen yapılardır. Dolayısıyla; Afganistan’da, Bosna’da, Kafkaslarda, Irak’ta yaşananlar hatırlanıp birlikte değerlendirildiğinde ve binlerce insanın transferi dikkate alındığında IŞİD’in ne tür bir terör örgütü olduğu, nereden beslendiği ve neyle görevlendirildiği daha net anlaşılır.

 

IŞİD Kimlerden Oluştu

 

Kaba haliyle, IŞİD’i oluşturan iki ayrı toplumsal zeminden bahsetmek mümkün. Ağırlıklı grup, Afganistan’dan Irak’a transfer edilen isimlerin önderliğinde toplanan Irak Baas rejimi kadroları. Ana omurgayı oluşturan isimler, Ebu Gureyb cezaevine konulan, işkence yapılan ve bir gece cezaevinin kapısının açılarak kaçmalarına göz yumulan kişiler. Ebu Gureyb’den kaçmalarına izin verilen Baas kadrolarının kendi sosyolojik tabanları ve Afganistan’dan transfer edilenlerle kurdukları ilişki örgütü ortaya çıkarttı. Diğer grup ise literatüre ‘yabancı savaşçı’ olarak geçen ve 100’ü aşkın ülkeden bölgeye taşınan unsurlardır. Bu gruba ilişkin birçok rapor yayılandı.

 

Üzerinde durulabilecek ilk rapor, BM’nin 28 Kasım 2017 tarihli raporu. Bu raporda, 110 ayrı ülkeden 40 bin yabancı savaşçının IŞİD’e katıldığı ve Irak ile Suriye’de faaliyet yürüttüğü belirtilmektedir. 23 Haziran 2014 tarihinde, İngiliz Parlamentosu’nda konuşan Birmingham Milletvekili Adam Withnal, IŞİD’e katılan ana kitleyi oluşturan kimi unsurların milliyet dağılımını şöyle ifade etmişti: Tunus 6.000-7.000, Rusya 4.000 (Rusya’nın iddiası), Çin 5.000, Suudi Arabistan 2.500, Ürdün 2.000, Fransa 1.800, Birleşik Krallık 1.500 ve Fas 1.500 (The Independent London, 24 Haziran 2014).

 

Konuya ilişkin diğer kapsamlı bir çalışma ise İngiltere King’s College Uluslararası Radikalizm Çalışmaları Merkezi’nin (ICSR) Temmuz 2018’de yayınladığı raporudur. Raporda; 80 ülkeden 41.490 kişinin IŞİD’e katıldığı ifade edilmektedir. Raporda bu kişilere ilişkin detaylı bilgiler de verilmektedir. Bunların; 32.809’unun erkek, 4.761’inin kadın ve 4.640 kişinin ise bunlarla birlikte giden çocuklar olduğu belirtilmektedir. Raporun diğer önemli bir detayı ise katılanların coğrafi dağılımıdır:

 

Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinden        18.852 kişi

Doğu Avrupa ülkelerinden                             7.252 kişi (ağırlıklı olarak Rusya Federasyonu)

Orta Asya ülkelerinden                                   5.965 kişi

Batı Avrupa ülkelerinden                               5.904 kişi

Güney Doğu Asya ülkelerinden                     1.063 kişi

Doğu Asya ülkelerinden                                 1.010 kişi

Amerika, Avusturalya, Yeni Zelanda’dan      753 kişi

Türkiye’den                                                    500 kişi

 

Bu raporlara rağmen, ortaya çıkan tablo dikkate alındığında, rakamların çok daha fazla olduğu açık. Mesela; 160 ayrı ülkeden 100 bini aşkın kişinin örgüte katıldığına ilişkin kimi değerlendirmeleri akılda tutmakta yarar var. Dolayısıyla, IŞİD konusu magazinsel düzeye indirgenmeden sağlıklı bir biçimde analiz edilirse, gerçek rakamlar, örgüte yüklenen misyonlar, arka taraftaki akıl gibi konular ortaya çıkabilir.

 

IŞİD’e Yüklenen Misyon

 

Bu noktada önemli olan konulardan biri de istihbarat örgütlerinin yönlendirdiği on binlerce kişiden oluşan bu örgüte yüklenen misyonun ne olduğudur. Soğuk Savaş döneminden bu yana bölgede aktif olan Baasçı ve sosyalist örgütlerin işlevsizleştiği biliniyordu. Bu durum dikkate alındığında, IŞİD’e iki farklı temel misyonun yüklendiğini söylemek mümkün.

 

İlki; örgütün ortaya çıktığı dönemde, bölgede süren halka dayalı doğal değişim süreçlerinden rol çalmak, terörize etmek, oluşturacakları değişim talebini sınırlamak ve küresel güçlerin ‘kontrolü dışında’ ortaya çıkabilecek olası yeni siyasal düzenlerin önüne geçmek, mevcut güçler arası mücadelede denge oluşturmaktı. Örgütün Suriye’de ortaya çıkan rejim karşıtı toplumsal gösterileri ve muhalefeti hedef alması, saldırmasının amacı buydu. Bununla birlikte, Suriye’de Esad’a can suyu vererek Batı, Rusya ve İran’a, Irak’ta Şii unsurlara yönelik pozisyonuyla Sünni Arap iradesine alan açan işlev görmesi de şaşırtıcı değildi. Fark edemeyenler olabilir, ama küresel oyun kurucular, bölgedeki bütün devletleri, halkları ve örgütleri, IŞİD aracılığıyla formatlamaya, farklı işbirlikleri oluşturarak dizayn etmeye çalıştılar. Herhangi birinin üstün gelmeyeceği veya yenilmeyeceği kaotik bir denklemin devamı için asimetrik terörün en organize örneklerini sundular. Bununla birlikte, ihtiyaç halinde küçük bir müdahale ile harekete geçirebilecekleri ‘uyutulmuş’ çatışma zeminleri ve fay hatları ürettiler.

 

IŞİD’e yüklenen diğer misyon ise Hariciliğin ve Vahabiliğin Selefilik adıyla yeniden kurgulanması ve bunun halkı Müslüman olan ülkelere transfer edilmesiydi. Bunun üzerinden hem Müslümanlar arası bir fay hattı oluşturmak hem de Müslüman halkların terör sarmalına sokulmasının zeminini oluşturmak amaçlanmıştı. Tuhaf olan, bu anlayışın hedef olarak Suriye muhalefetini ve Türkiye ile akrabalık bağları olan Kürtleri seçmesi. Coğrafyada tahakküm kuran İran merkezli örgütler ve halkı katleden Esad rejimi hedef olmadı. Bu kirli politikayı; kriz bölgeleri oluşturma, sivil tahribatlar üzerinden dehşet salma, tepki olarak ortaya çıkanları daha radikaliyle bölüp işgali meşrulaştırma ve kaosu zamana yayarak sağlıklı bir düzenin kurulmasını öteleme şeklinde özetlemek mümkün. İşte, IŞİD üzerinden yürütülen kirli ve kanlı politikanın özeti bu. Gerekli tedbirler alınmazsa, bu politikaların yansımalarının görüleceği günler çok uzak değil. Özellikle Afrika’da…

 

IŞİD, Haşdi Şabi ve PKK Diyalektiği

 

Bu noktada üzerinde durulması gereken diğer bir konu ise IŞİD ile Haşdi Şabi diyalektiğidir.  Bu iki örgütün yüklediği misyonlar ve ortaya çıkardıkları sonuçlar dikkate alındığında, iki örgütün de İran’ın bölgesel siyasetine hizmet ettiği görülür. IŞİD, anaakım İslami hareketlerin radikallik parantezine dahil edilip mahkûm edilmelerine hizmet etti. Bilfiil Arap Baharı fikrini, idealini gayri meşrulaştırdı. IŞİD’in diğer önemli bir fonksiyonu ise yaptığı vahşetle İran’ın bölgesel politikalarına ve bölge devletlerinin yönetimine nüfuz etmesine meşruiyet katmasıydı. IŞİD’le mücadele söylemi, Haşdi Şabi örgütü ağının Irak Başbakanlığına bağlı meşru bir güç olarak kodlanmasını sağladı.

 

Benzeri şekilde; IŞİD, yıllardır Türkiye’de terör faaliyetleri sürdüren, on binlerce insanı katleden PKK ve onun bölgesel ağının toplumsal ve uluslararası meşruiyetine ciddi katkı sağladı. Türkiye’nin en önemli toplumsal barış projesi olan demokratik açılımın, çözüm sürecinin akamete uğramasında rol üstlendi. IŞİD üzerinden Türkiye’yi karalamaya çalışanların tümü Haşdi Şabi ve PKK’nın IŞİD üzerinden alan bulmasına katkı sağladılar. Hasılı; IŞİD’in jeopolitik ve siyasal olarak nereye oturduğunu anlamak; onun İran, Haşdi Şabi ağı ve PKK ile etkileşimini, kesişimini veya diyalektik ilişkisini kavramayı gerektiriyor.

 

Değerlendirme

 

Konunun sağlıklı bir zemine oturabilmesi için bazı noktaların altını çizmekte fayda var.

 

  1. Örgüt ilk kez 1999 yılında, “Cemaat el Tevhid vel Cihad” ismiyle ortaya çıktı ve Afganistan ile Irak’ta faaliyet yürüttü. Uzun yıllar, El Kaide’nin alt örgütlerinden birisi olarak, Ebu Musab Ez Zerkavi tarafından yönetildi. 2013 yılında bağımsız bir örgüt olarak IŞİD ismini aldı.
  1. Irak ve Suriye’deki unsurların dışında, 110 ayrı ülkeden, 40 bini aşkın kişinin katıldığı bir örgüte ilişkin değerlendirmelerden birisi de katılımların Türkiye üzerinden yapıldığına ilişkin propaganda. Örgüte katılmak için Irak’a veya Suriye’ye gitmek isteyenlerin kullanabileceği yolları; İran, Kuveyt, Lübnan, Ürdün, Sudi Arabistan, İsrail ve Türkiye olarak belirtmek mümkün. Bu konuyu konuşurken, Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırının 1.300 km civarında olduğunu da akılda tutmak lazım. Bu çerçevede sorulacak sorular: Vize almış ve vatandaşı olduğu ülkede hiçbir engel ile karşılaşmadan çıkıp bölgeye gelen herkesten Türkiye’nin sorumlu tutulması mümkün mü? Kendi vatandaşlarına, hatta örgütle ilişkisi olabileceği gerekçesiyle izlediği insanlara yol veren ülkelerin sorumluluğu yok sayılabilir mi? Altı ayrı ülkeden bölgeye gitme imkânı varken, neden herkesin Türkiye’den geçtiği algısı oluşturuluyor?
  1. Raporlar 110 ayrı ülkeden, 40 bini aşkın insanın örgüte katılımının olduğunu ifade etmektedir. Az sayıdaki kişinin katılımını bir kenara bırakıp, binleri aşan katılımların olduğu ülkeleri esas aldığımızda, sürecin ilgili ülkelerin istihbarat kurumlarının bilgisi, yönlendirmesi dışında olduğunu düşünmek mümkün mü? Katılanların sayısı ve coğrafi uzaklık dikkate alındığında, bazı ülkelerin bilinçli olarak bu sürecin içinde olduğunu görmemek mümkün değil.
  1. Bu çatışmada Esad rejiminin yanında duran ve hamiliğini üstelenen İran ve Rusya’nın tutumunu ayrıca değerlendirmek gerekir. Özellikle de Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinden taşıma konusu. Bu iki ülkenin temel motivasyonu, bölgeye taşınan unsurlar ile Suriye muhalefetini aynı paydada değerlendirmek ve muhalefeti terörize etmekti. Raporlarda 13.217 kişi olduğu belirtilen grubun, bölgeye transferi, IŞİD içinde kümelenmeleri, Rusya’nın İran ile kurduğu denklem sonrası Suriye’ye gelmesi, bu transferlere alan açan İran’ın etkisi ve binlerce vatandaşı Suriye’ye giden Rusya istihbaratının dahlinin olup olmadığı üzerinde hiç durulmadı. Hatta bu olasılık hiç yokmuş gibi davranıldı.
  1. Türkiye, 30.09.2013 tarih ve 5428 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile IŞİD’i terör örgütü olarak kabul etti ve 21.05.2014 tarihli Bakanlar Kurulu Kararıyla da bu konudaki tutumunu yeniledi. Ayrıca 2014 yılında Niğde ve Bayburt Ağır Ceza Mahkemelerinden alınan iki ayrı kararla IŞİD’in terör örgütü̈ olarak kabul edildiği yargı kararlarına girdi. 2015 yılında Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 15.07.2015 tarih, 2015/3515 esas, 2015/2323 karar no.lu kararıyla IŞİD’ın terör örgütü olduğuna yönelik karar kesinleşti.
  1. FETÖ, PKK ve kimi sosyalist çevreler Türkiye ile IŞİD’i ilişkilendirmeye çalışırken, IŞİD, Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında “kafir”, “tağut”, “mürted” gibi ifadeler üzerinden “ölüm fetvası” veriyordu. Bu durum; IŞİD, PKK, FETÖ ve bahsettiğimiz çevrelerin aynı merkez tarafından yönetildiğinin işaretiydi.
  1. Terör örgütleri Türkiye ile IŞİD’i ilişkilendirirken, IŞİD Türkiye’ye yönelik planlı saldırılar gerçekleşiyordu. Terör saldırılarının tümü, var olan fay hatlarını hedefleyen bilinçli seçilmiş hedeflerdi. Reyhanlı saldırısı, Musul Konsolosluğu, Süleyman Şah Türbesi, Suruç katliamı, Ankara Garı katliamı, Sultanahmet, Taksim, İstanbul Havaalanı, İstanbul gece kulübü terör saldırısı vs. Tüm bunlar olurken FETÖ, PKK, IŞİD, İrancı ve kimi sosyalist çevreler Türkiye’yi ve İslam’ı suçluyordu.

Sonuç olarak; bölgedeki doğal değişim taleplerini zehirleyen ve coğrafyayı terör merkezi haline getiren tüm örgütler, coğrafya için tehdittir. Yıllardır terör örgütleriyle mücadele eden ve kimi ülkelerin terör örgütleriyle kurmuş olduğu ilişkilerden şikâyetçi olan Türkiye’nin başka türlü davranması düşünülemez. Öte yandan IŞİD’in planlı ve bilinçli olarak Türkiye’nin temel fay hatlarına yönelik onlarca terör saldırısının ülke için büyük riskler ürettiği ve bu terör faaliyetlerinin yüzlerce insanımızın canına mal olduğu unutulmamalıdır. IŞİD’e ilişkin değerlendirmeleri; örgütün ortaya çıkış süreci, organizasyonu oluşturan unsurların yapısı, bu unsurlara hareket kabiliyeti sağlayan istihbarat örgütlerinin amaçları ve örgüte yükledikleri fonksiyonlar gibi temel noktalar üzerinden okumak lazım. Bu temel noktaları yok sayan ve kara propaganda amacı taşıyan yazılar, ilgili kişinin siyasi kimliğinin yansıması olarak kalır.

 

Garry Wills, A Necessary Evil: A History of American Distrust of Government başlıklı kitabında gerekli kötülük/şeytan tabirini kullanır. Bu, bireylerin, toplulukların veya devletlerin, olumsuz sonuçlara yol açabilecek veya doğasında olumsuzluk olduğuna inanılan bir şeyi yapması sonucu oluşacak suçluluk duygusunu ortadan kaldırma amacıyla kullandığı söylem, araçtır. Buna, sorumluluktan kaçmak için üretilen bilinçli kötülük diyebiliriz. İşte IŞİD; özellikle Rusya, İran ve Batı’nın sorumluluktan kaçınmak için ürettikleri bilinçli kötülüğün veya gerekli şeytanın adıdır.

 

karar-banner3

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.