Rusya-Ukrayna Savaşı: Öngörüler ve Beklentiler
Ukrayna’yı kontrol etmek için gözünü iyice kararttığı anlaşılan Putin yönetiminin müzakere masasına oturmaktansa krizi tırmandırarak sonuç almaya odaklanması pek şaşırtıcı olmayacaktır. Bu sürecin nasıl sonuçlanacağı ise sadece Ukrayna’nın geleceğini değil, uluslararası sistemdeki dengeleri de yakından ilgilendirmektedir.
Nisan 2021’de Rusya’nın Ukrayna sınırına asker yığmaya başlamasıyla eski Sovyet coğrafyasında yeniden tırmanışa geçen kriz durumu, Putin yönetiminin Ukrayna’yı işgal kararı almasıyla birlikte gerek Rus dış politikasının geleceği gerekse de küresel ve bölgesel jeopolitik dengelerin şekillenmesi bakımından uluslararası ilişkiler açısından yepyeni bir dönüm noktasına işaret ediyor.
Batı’da pek çok uzman 2014’te Ukrayna’da Euromaidan gösterileri sonrasında yaşanan süreçte Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Moskova yanlısı ayrılıkçı grupların Donetsk ve Luhansk bölgelerinde kontrolü ele geçirmeleri oldukça hızlı gerçekleştiği için olası bir savaş durumunda Rus güçlerinin Kiev’deki Zelenski hükümetini kısa süre içinde devireceğini ve Ukrayna’nın pek fazla direnme şansı olmayacağını düşünüyordu. Rusya’nın 2008’de Gürcistan’a ve 2015’te Suriye’ye yaptığı askeri müdahalelerdeki başarısı da bu görüşü destekliyordu. Öte yandan kendisinden pek hazzetmeyen kesimlerde dahi Putin bir “strateji dehası” olarak adlandırılıyor ve Rusya liderinin dış politika hamleleri korkuyla karışık bir hayranlıkla takip ediliyordu.
Bu öngörüler aynı zamanda Batı’nın Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlar dışında pek fazla enstrümana sahip olmadığı ve bu yaptırımların da Moskova üzerindeki etkisinin sınırlı kalacağı ön kabulüne dayanıyordu. Gerçekten de 2014 sonrasında ABD ve AB arasında Rusya konusunda zaman zaman oldukça belirginlik kazanan fikir ayrılıkları dikkat çekiyordu. Örneğin Biden döneminde Washington ve Moskova arasındaki ilişkiler sürekli gergin seyrederken Almanya’nın Kuzey Akım II doğalgaz boru hattından vazgeçmeye yanaşmaması veya Fransa’da Macron yönetiminin NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini iddia ederek Rusya’yla özel bir ilişki kurmaya çalışması gibi gelişmeler, olası bir kriz durumunda Batı’nın Rusya’ya karşı tek bir vücut olarak hareket etmesinin ne ölçüde mümkün olabileceğinin sorgulanmasına neden oluyordu.
Savaşla Değişen Dengeler
24 Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başlamasından sonra yaşanan gelişmelerin bu açıdan oldukça şaşırtıcı olduğu iddia edilebilir. Zira Belarus’ta Lukaşenko yönetiminin de desteğiyle üç koldan Ukrayna’ya giren Rus güçleri, açık askeri üstünlüklerine rağmen henüz herhangi bir büyük Ukrayna kentini kontrol altına alabilmiş değiller. 2008’de yaşanan Gürcistan örneğinde savaşın sadece beş günde Rusya lehine sonuçlandığı hatırlanacak olursa bu durum Putin için ciddi bir başarısızlık olarak nitelendirilebilir. Öte yandan Putin’in en yakın çevresinde bile Ukrayna ile savaş kararının sorgulandığı ve Rus halkının da büyük oranda Kremlin’e bağlı olan medyanın tüm yönlendirme çabalarına rağmen bu işgale destek vermeye pek gönüllü olmadığı görülüyor.
Hiç şüphesiz Volodimir Zelenski’nin bu krizde kendisinden beklenmeyen bir liderlik performansı göstermesi savaşın seyrini etkileyen önemli bir faktör oldu. Komedyenlikten devlet başkanlığına uzanan sıra dışı kariyeri nedeniyle zaman zaman kimi çevreler tarafından küçümsenen Zelenski, ilginç biçimde stresten kravatını kemiren Gürcistan lideri Saakaşvili veya canını ancak Rusya’ya kaçarak kurtarabilen dönemin Ukrayna Devlet Başkanı Yanukoviç’e göre çok daha kararlı bir lider portresi çiziyor. Hatta Zelenski’nin Kiev’de bizzat Rus güçlerine karşı direnişi örgütlerken çekilen fotoğrafları ve videoları sosyal medyada milyonlarca kişi tarafından paylaşılırken, bugüne kadar sert adam imajıyla tanınan Putin’in COVID-19 riski nedeniyle kendi bakanlarıyla bile oldukça uzun bir masanın ucunda oturarak konuşmaya çalışması dikkat çekiyor.
Bazı yorumcular Putin’in 2020’nin başından beri devam eden pandemi boyunca giderek daha izole bir hayat sürmesinin Rusya liderinin rasyonel kararlar almasını engelleyen bir unsura dönüştüğünü iddia ediyorlar. Nitekim pek çok dış politika uzmanının 100 binden fazla Rus askeri Ukrayna sınırına yığılmışken dahi Rusya’nın harekâtının sadece Donbas bölgesiyle sınırlı kalacağını öngörmelerinin bir nedeni de Putin’in tüm sert söylemlerine rağmen böyle hayati bir konuda realist davranmaya devam edeceğini tahmin etmeleriydi.
Ancak Temmuz 2021’de yayınladığı makalede ve Donetsk ve Luhansk bölgelerinin bağımsızlığını tanımadan hemen önce yaptığı konuşmada da görüldüğü gibi Ukrayna meselesi Putin için adeta bir takıntı haline gelmiş durumda ve siyasi olarak elinde bulundurduğu geniş yetkiler de bu konuda istediği gibi hareket etmesine olanak tanıyor. Bu nedenle bundan sonraki süreçte Putin’in Ukrayna konusunda geri adım atmasını beklemek pek gerçekçi görünmüyor.
Batı’dan Yeni Yaptırımlar
Öte yandan Putin’in karşısında bu kez geçmişteki örneklere göre çok daha hızlı ve kararlı hareket eden bir Batı dünyası olduğunu da vurgulamak gerekiyor. 2014’ten sonra kapsamı genişletilerek uygulanan yaptırımlara rağmen Rus ekonomisi için hayati önem taşıyan konularda çekimser davranan ABD ve AB için Moskova’nın bu son hamlesinin adeta yeni bir milat haline geldiği anlaşılıyor. Bu açıdan Almanya’nın nihayet Kuzey Akım II hattını askıya almaya karar vermesi veya belli Rus bankalarının SWIFT sisteminden çıkarılması gibi gelişmeler, esasen Rusya’nın canını yakacak olmakla beraber Batı’nın kendi ekonomik çıkarlarına da darbe vuracağı için gayet cesur yaptırımlar olarak değerlendirilebilir.
Batı dünyasının bir anda bu denli sert tepkiler vermeye başlaması, bu ülkelerin Rusya’nın sert gücünü pervasızca kullanmaya çalışmasından son derece tedirgin olduğunu da gösteriyor. İsveç ve Finlandiya gibi ülkelerin NATO üyeliği seçeneğini gündeme getirmeleri veya AB içinde Rusya’ya en çok sempati duyan hükümet olarak bilinen Macaristan’daki Orban yönetiminin yaptırımlara engel olmaya çalışmaması bu açıdan oldukça dikkat çekici. Aynı şekilde AB içinde Rusya ile en sıkı ekonomik bağlara sahip iki ülke olan Almanya ve İtalya için artık güvenlik endişelerinin ekonomik çıkarların önüne geçtiği anlaşılıyor. Nitekim Almanya’da Scholz hükümetinin mevcut savunma bütçesini iki misline çıkarma kararı alması da Avrupa’ya hâkim olan bu yeni tehdit algılamasının önemli bir işareti olarak okunabilir.
Ancak elbette savaşın ilk haftasını yeni tamamladığı ve askeri dengelerin hızla Rusya lehine değişme olasılığının bulunduğunu da göz ardı etmemek gerekiyor. Ukrayna güçleri her ne kadar işgale karşı koyma noktasında tahmin edilenden daha büyük bir başarı sergilemiş olsalar da nihayetinde Rusya ile Ukrayna arasındaki askeri güç kapasitesi arasında ciddi bir asimetri bulunuyor. Bu aşamada Rusya’nın henüz konvansiyonel gücünün sadece bir bölümünü kullandığını ve hedeflerine kısa sürede ulaşmak için Ukrayna üzerindeki askeri baskısını önümüzdeki günlerde çok daha artıracağını söylemek yanlış olmaz. Öte yandan Putin’in Rus nükleer güçlerini özel savaş görevi durumuna geçirdiğini açıklamasına rağmen savaşın konvansiyonel zeminde devam etmesinin çok daha olası olduğunu vurgulamakta fayda var.
Putin’in Kâr-Zarar Hesabı Tutacak mı?
Esas ilginç olan ise Putin’in bu işgalden elde etmeyi amaçladıklarının, karşımıza çıkan fiili durumun Rusya’ya dayattığı gerçeklikle pek de örtüşmüyor olması. Çok kutuplu bir dünya düzeninde Rusya’nın uluslararası camiada tartışmasız bir büyük güç olarak kabul edilmesi için yıllarını harcayan Putin’in aynı amaç uğruna bir an önce Ukrayna’yı kontrol altına almak istediği anlaşılıyor. Ancak Rusya tüm Ukrayna topraklarını işgal etmeyi veya bu ülkede kendisine yakın bir kukla hükümeti işbaşına getirmeyi başarsa dahi Putin’in bu riskli hamlesinin uzun vadede küresel ve bölgesel ölçekte Moskova’nın çıkarlarına büyük bir zarar vereceği görülüyor.
Öncelikle Putin’in Ukrayna’yı işgal kararı alarak NATO’nun Rusya sınırlarına doğru genişlemesine dur demeye çalışırken Batı ittifakını daha da güçlendirmeyi başardığı söylenebilir. NATO’nun ilk kez 40 bin askerden oluşan bir mukabele gücünü Rusya’ya karşı harekete geçirmesi, Balkanlarda Kosova’nın NATO üyesi olmak amacıyla ABD’ye askeri üs vermeyi teklif etmesi, tarafsızlığıyla dikkat çeken İsviçre’nin ilk kez AB yaptırımlarına destek vermesi ve hatta AB’nin sembolik olarak da olsa Ukrayna’nın üyelik sürecini başlatmaya çalışması gibi gelişmeler bu bakımdan oldukça dikkat çekici. Öte yandan Batı’nın Rusya’ya ekonomik olarak ciddi darbe vuracak yaptırımlar uygulamaya başlaması, 2021 yılı itibarıyla milli gelirine göre dünyanın 11’inci büyük ekonomisi olan Rusya’nın önümüzdeki yıllarda bu sıralamada daha da geriye düşmesinin kaçınılmaz olacağını gösteriyor.
Çin’le İşbirliği
Bu noktada Rusya için dış politikada Çin’le işbirliğinin öneminin giderek daha da hayati hale geldiği söylenebilir. Nitekim geçtiğimiz ay Putin’in Çinli mevkidaşı Şi Jinping ile beraber yayınladığı ortak bildiri de iki ülke arasındaki stratejik ilişkilerin ulaştığı noktayı göstermesi bakımından yepyeni bir dönemin başladığını simgeliyordu. Özellikle Batı’nın giderek sertleşen ekonomik yaptırımları karşısında Çin’in Rusya için adeta bir can simidi işlevi göreceği anlaşılıyor. Ancak bunun pek de eşit bir ilişki olmayacağını ve Batı tarafından izole edilmiş bir Rusya’nın ekonomik anlamda Çin’in sadece küçük ortağı olarak dünya siyasetinde kendisine yer bulabileceğini özellikle belirtmek gerekiyor. Bu durum Putin yönetiminin bir süredir dile getirdiği ve geniş Avrasya coğrafyasında Rusya-Çin hegemonyası fikrine dayanan “Büyük Avrasya Ortaklığı” iddiasının da altının boşalmasına yol açacakmış gibi görünüyor.
Sonuç olarak Ukrayna’yı işgal etme kararının 2000’den bu yana Rusya’yı yöneten Putin için kendi siyasi geleceği açısından önemli riskler içeren ciddi bir kumar olduğu söylenebilir. Yapısı itibarıyla risk almaktan kaçınmayan bir lider olmasına rağmen Putin’in bu son kararıyla Rusya’nın dünya siyasetindeki konumunun sorgulanmasına yol açacak bir sürecin fitilini ateşlemiş olma ihtimali oldukça yüksek. Buna rağmen Ukrayna’yı kontrol etmek için gözünü iyice kararttığı anlaşılan Putin yönetiminin müzakere masasına oturmaktansa krizi tırmandırarak sonuç almaya odaklanması pek şaşırtıcı olmayacaktır. Bu sürecin nasıl sonuçlanacağı ise sadece Ukrayna’nın geleceğini değil, uluslararası sistemdeki dengeleri de yakından ilgilendirmektedir.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.