Saldırgana Misilleme mi Zarar Görene Destek mi?
Yaptırımlar savaşın panzehiri olarak ortaya çıkmıştı. Bugünse ortamı yatıştırmayan ve çatışmaların sürmesini sağlayan alternatif bir savaş yolu oldular. Keynes, 1924 yılında dostlarımıza destek olmanın düşmanlarımıza yaptırım uygulamaktan daha etkili olduğunu öne sürmüştü. Şimdi ona kulak verme zamanı.
- NICHOLAS MULDER
- 2 Şubat 2022

ABD artık ekonomik yaptırımlara her zamankinden daha fazla bel bağlar oldu. Washington, Ağustos ayında Kabil’den çekildikten sonra Taliban’a ekonomik baskı uygulamayı sürdürdü. Hazine’nin Afgan devlet varlıklarına ait 9,5 milyar doları dondurması, yoksul ülkenin bu kış açlıkla karşı karşıya kalmasına neden oldu. İki hafta önce ABD yetkilileri, halihazırda ağır bir ekonomik baskı altında olan İran’a uyarıda bulunarak, Tahran’ın nükleer heveslerini kontrol altında tutmaması halinde daha önce yürürlükte olan tüm yaptırımların yeniden devreye sokulmasını sağlayacak “snapback” mekanizmasıyla karşı karşıya kalacağını bildirdi.
Bunlar arasında en öne çıkansa, Biden yönetiminin Rusya’yı yaptırım uygulamakla tehdit etmesi oldu. Joe Biden 8 Aralık’ta, Rusya’nın Ukrayna sınırına büyük bir askeri yığınak yapmasına karşılık olarak, durumu açık bir çatışmaya çevirmesi halinde Vladimir Putin’in “şimdiye dek görmediği ve göremeyeceği sertlikte akibetle, ekonomik sonuçlarla” karşı karşıya kalacağını belirtti.
Bu üç durumda da, ekonomik baskıdan yana olanlar yaptırımların saldırgan tutumlardan vazgeçmeyi sağlayacağını ve bu ülkeleri daha iyi tutumlar benimsemeye mecbur bırakacağını iddia ediyorlar. Fakat işin aslı şu ki kontrolsüz bir biçimde ve gereğinden fazla başvurulan ABD yaptırımlarının caydırıcılığı da zorlayıcılığı da dikkate değer bir biçimde azaldı.
İran 1979’tan bu yana, düzensiz aralıklarla da olsa, ABD yaptırımlarına tabi. Haliyle, İran dış baskıya direnç gösterme konusunda oldukça deneyimli. Bu nedenle İran’ı daha fazla baskı altında tutmanın işe yaraması pek mümkün değil. Putin’in Rusya’sı, Batı’nın 2014’ten bu yana uyguladığı yaptırımlara, büyük mali rezervler geliştirmek, tarımsal olarak kendine yeterliliği teşvik etmek ve alternatif ödeme sistemleri tasarlamak yoluyla uyum sağladı.
Batılı yaptırım destekçileri artık, kısmen kendilerinin sebep olduğu bir çıkmazla karşı karşıyalar. Gerginlikleri yatıştırmak yerine, amansız bir biçimde ve tepkisel olarak ekonomi silahlarına başvurmaları, çözmeye niyetlendikleri anlaşmazlıkları bilfiil şiddetlendirdi.
Yaptırımlar savaşın panzehiri olarak ortaya çıkmıştı. Bugünse ortamı yatıştırmayan ve çatışmaların sürmesini sağlayan alternatif bir savaş yolu oldular. Ekonomik baskı politikasının bu açmaza nasıl vardığını anlamak için, bu politikaların geçmişine bakmak yararlı olacaktır.
Sivillere Yönelik Ekonomik Savaş
Yaptırımlar bir yüzyıl önce, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkabilecek çatışmaları önlemeye yönelik bir mekanizma olarak oluşturuldu. Müttefikler savaş süresince, düşmanları Almanya ve Avusturya-Macaristan’ı ablukaya aldılar. Sivillere yönelik böyle bir ekonomik savaş yeni bir fenomen de değildi. Geçmişi eski çağlara uzanıyordu ve 19’uncu yüzyılda Napolyon savaşlarından Amerika İç Savaşı’na kadar birçok savaşta önemli roller üstlenmişti.
1918-1919’da olan ve daha önce benzerine rastlanmamış şey ise, savaşta galip gelenlerin savaşın sona ermesinin ardından ablukayı sürdürmeleriydi. ABD Başkanı Woodrow Wilson öncülüğündeki müttefik liderler yeni bir uluslararası örgütü, “ekonomik silah” olarak tanımladıkları şeyle donattılar. Milletler Cemiyeti, uluslararası düzeni bozan, itaatsiz devletlere karşı ağır bir ekonomik abluka uygulayabilecekti. Liberal enternasyonalizmin Birinci Dünya Savaşı’nın tekrarlanmasını önleme arzusundan kaynaklanan ekonomik yaptırım düşkünlüğü bugün de çok güçlü.
Milletler Cemiyeti’ni, ikinci bir dünya savaşını engellemeyi başaramadığı için bir başarısızlık olarak hatırlıyoruz. Ancak ilk zamanlarında Cemiyet’in uyguladığı yaptırımlar barışın sürdürülmesi söz konusu olduğunda işe yaramış görünüyordu. 1920’lerde iki abluka tehdidi Balkanlardaki sınır çatışmalarının daha büyük bir savaşa dönüşmesini engellemede etkili oldu.
Ancak yaptırım stratejisi, Büyük Buhran’ın yarattığı ekonomik şokun ardından istenmeyen sonuçlara yol açtı. Küresel durgunluk, ülkelerin kendi kaynaklarına dayanmasını ve militarizmi teşvik eden, liberalizme, uluslararası işbirliğine ve barışa saldıran milliyetçi hareketleri cesaretlendirdi.
Cemiyet’te yer alan devletler saldırganları yaptırım tehdidi ile durdurmaya çalışarak, bu eğilimi sadece hızlandırdılar. Yaptırımlar ekonomik bağımlılığın yerli ekonomiyi koruma yönteminden daha tehlikeli görülmesine yol açtı. En nihayetinde Nazi Almanyası ve Japon İmparatorluğu yağ, tahıl ve maden gibi hayati kaynakları güvence altına almak için fetih seferlerine giriştiler. Bu faşist rejimler, Anglo-Amerikan baskısına tabi olmama arzularının peşinden giderek, başka bir dünya savaşı çıkardılar.
Bugün bir kez daha kırılgan bir uluslararası çevreyle karşı karşıyayız. Son yıllarda milliyetçiliğin, ticari çatışmanın, doğal afetlerin etkileri ve koronavirüs salgını küreselleşmeyi zayıflattı. Yaptırımların kullanımını yaygınlaştırmak dünya ekonomisini daha da istikrarsızlaştırma riski taşıyor. Geçtiğimiz yıl Çin’in telekom devi Huawei’ye yönelik yaptırımlar çip krizini şiddetlendirdi. Venezuela’nın petrol ihracatına yönelik yaptırımlar, Maduro hükumetinin nafile bir para arayışına başlamasına neden oldu. Bu durum ülkede kirli altın ve elmas madenciliğini yaygınlaştırdı, yerel halkın zehirlenmesine ve Amazon’daki biyolojik çeşitliliğin yok olmasına yol açtı. Rusya’ya yönelik büyük bir yaptırım da, getirilmesi halinde, petrol ve gaz piyasalarında özellikle Avrupa ekonomilerine zarar verecek çalkantılara sebep olacaktır.
Bunların yanında, böyle bir geleceğe meydan verilmemesini sağlayabilecek, umut verici eski fikirler var. Bunlardan biri Britanyalı ekonomist John Maynard Keynes’in yaklaşımı.
Milletler Cemiyeti’nin Cenevre’deki arşivinde bulduğum, Cemiyet’e gönderdiği 1924 tarihli yayımlanmamış bir mektupta Keynes, yaptırımlardan yana olanlara, “saldırgana karşı misillemeye kıyasla zarar gören tarafa olumlu destek” sağlamaya ağırlık vermelerini tavsiye ediyordu. Sıkıntıda olan ülkelere lojistik ve finansal destek sağlama planları yapmalarını öneriyordu. Keynes’e göre, bu adım “daima istenen sonucu vermeme ve askeri eylemlerden kolayca ayrı tutulmama riskini taşıyan” ceza niteliğindeki ekonomik yaptırımlardan daha iyi bir istikrar sağlama aracıydı.
İki dünya savaşı arasındaki dönemin liberalleri, Keynes’in önerilerinin önemini kavrama konusunda oldukça ağırdı. Milletler Cemiyeti 1935’te, Mussolini’nin Etiyopya’yı işgaline son vermesi için İtalya’ya yaptırım uyguladı. Nihayetinde bu tedbir Afrika ulusunu faşizmin bozgunundan ve işgalinden kurtarmayı başaramadı. Dünya liderleri Cemiyet’in yaptırımlarının yeterince sert olup olmadığına odaklanırken Etiyopya’nın finansal yardım taleplerini görmezden geldi.
İki Ders
Yaptırımların, iki savaş arasındaki dönemde küreselleşme çökerken istemi dışında oynadığı bu rol, içinde bulunduğumuz zaman için iki ders içeriyor. Bunlardan ilki uzun süreli tehdit ve ekonomik baskının aralıksız kullanımının zamanla daha az etkili hale geldiği. Ek yaptırımlar dayatmak belirli bir yerden sonra yaptırımların hedef aldığı ülkelerdeki direnci azaltmaktan ziyade güçlendirir. Biden’ın Putin’e yönelik yaptırım tehdidi bunun tipik örneklerinden biri. Kremlin, bu blöfe meydan okumaya hazır olduklarını ve buna karşılık olarak diplomatik ilişkileri keseceklerini açıkça belirtti. Dolayısıyla yaptırımlar Rusya ve Batı’yı savaşa yakınlaştırma riski taşıyor.
İkinci ders ise liberal yaptırımlar ve milliyetçi saldırganlık arasında böylesine zararlı bir sarmalın ortaya çıkması ihtimalinin, yapıcı yardım politikalarına başvurularak baskı altına alınabileceği. ABD hükümeti pandemiye ülke içinde verdiği yanıtta, Keynes’in kamu harcamalarının ekonominin kötüye gitmesini engellemenin etkili bir yolu olduğu bahsini yeniden keşfetti. Fakat Batılı liderler, Keynes’in uluslararası çatışmayı dengede tutmak için bir araç olarak tedariğin yoksunluk üzerindeki üstünlüğüne ilişkin kavrayışını henüz anlayamadılar.
Yaptırım sopasını etkin bir biçimde kullanmayı denemiş ve başarısız olmuş ABD, uzun vadeli ekonomik destek gibi çekici bir havuç bulmaya odaklanmalı. Bu, bir dolu askeri yardım alan ama neredeyse hiç önemli bir yapısal yatırım almayan Ukrayna gibi hırpalanmış müttefikleri de kapsamalı. Aslında Ukrayna’nın kişi başına gayrisafi yurt içi hasılası hâlâ 30 yıl öncekinin beşte biri kadar. Afganistan’daki yeni Taliban hükümeti gibi eski hasımlara da eşit ölçüde ekonomik yardım akmalı. Bu sadece süregiden insanlık felaketine son vermek için değil, Afgan ekonomisini istikrara kavuşturmamanın mülteci akınını şiddetlendireceği ve 20 yıl süren ABD müdahalesinin ortadan kaldırması gereken en önemli tehdidi, İslamcı radikal grupları büyüteceği için de bir zorunluluk.
Yaptırımların hafifletilmesi ihtimalini inandırıcı kılmak, İran ve Rusya gibi hasımlarla ilişkilerin idaresine de yardımcı olacaktır. İran ve Rusya’nın kale gibi olan ekonomilerinin yeni yaptırımlarla yerinden oynaması pek olası değil. Yine de bu uzlaşmazlık, yaptırımların hafiflemesinin illa etkisiz olacağı anlamına gelmez. Tam tersine, kısıtlama yılları İran ve Rusya’nın ekonomik büyüme çizgisini aşağılara çekti, para birimlerini aşındırdı ve enflasyona sebep olan baskılara yol açtı. Bu nedenle, yaptırımlardan feragat edilmesi Tahran ve Moskova için gerçek bir fırsat. Ama tabii yaptırımlar giderek, diplomasiye giden bir yoldan çok savaşın yerini alacak biçimde uygulandığı için, yaptırımların hafifletilmesiyle hangi uzun vadeli tavizlerin kilidinin açılabileceğini tartışamıyoruz.
21’inci yüzyılda, ülke dışına mahrum bırakmayı dayatırken ülke içinde ekonomik teşvike ön ayak olmak dünya istikrarı arayışının en nihayetinde kendi kendini engelleyen bir yolu. Aynı zamanda liberal değerleri savunmak için dar görüşlü bir yaklaşım. Tüm ülkeler birbiriyle bağlantılı sorunların bir kombinasyonuyla karşı karşıya: Tedarik zinciri sorunları, eşit olmayan gelir ve aşı dağılımı ve hızla artan iklim değişikliği. Böyle bir dünyada, olumlu yardım aracı, olumsuz yaptırım silahından daha etkili bir araç.
Bu yazı The Guardian sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.

NICHOLAS MULDER
