Salvador Dalí Tablosuna Hapsolmak: Kronikleşen Muğlaklık
Modernite, alışık olduğumuz dünyayı parçalayarak her şeyin sadece değişim hızını değil değişim ivmesi ve debisini de önce aritmetik, sonra geometrik en sonda da astronomik bir şekilde artırdı. İçinden geçmekte olduğumuz hipermodernite ise bunu gözümüze sokarcasına belirginleştirdi. Bu da gelenek gibi alışık olduğumuz kurumların sağlamlığını müphemliğe tahvil etti ve pandemi hepsinin üstüne tuz biber ekti.
- MURAT ÇEMREK
- 14 Şubat 2022

Homo sum: humani nil a me alienum puto – Publius Terentius Afer
Sizde de bir Salvador Dalí tablosuna hapsolduğunuz hissi uyanıyor mu bir süredir? Ya da Tanrılar Çıldırmış Olmalı filmindeki gibi ardı arkası kesilmeyen absürt olaylar silsilesinin parçası olduğunuzu düşünüyor musunuz? Özellikle pandeminin başlangıcından bu yana bu his bende giderek derinleşmeye başladı. Bunun da bireysel bir vehim olmadığını gözlemlerim ve okumalarım fazlasıyla sağladığından ruhsal sağlığım yerinde.
Bilim-kurgu/gerilim sinemasındaki gibi önce haber bültenlerinde kulak kabarttığımız bir virüs hızla dünyamızı esir aldı ve her birimizin dünyasını yerle yeksan edip daha önce gözümüzden kaçırdığımız ya da fazlasıyla unuttuğumuz anomalileri adeta norm kılmaya başladı. Bu değişimi de en çok finanstan üretime, lojistikten tüketime ekonominin her alanında ziyadesiyle hissediyoruz. Bir yandan yükselen emtia fiyatlarıyla başlayan süreç başta ABD ve Almanya’da son 40 yılın en yüksek enflasyon rakamlarını gözümüze soktu. Enflasyonla mücadele kapsamında hem ABD Merkez Bankası (FED) hem de Avrupa Merkez Bankası (ECB) faiz artırma söylemini daha fazla kullanır olageldi ve FED’in böyle bir hamleyi fiiliyata geçirdiğinde küresel dengelerin bir kez daha alt üst olacağını tahmin etmek için iktisatçı olmaya gerek yok artık.
Öte yandan özellikle çip krizinin tetiklediği lojistik sorunları derinleştikçe küresel piyasaların dengesi öylesine bozuldu ki; adeta yükselen enflasyon kapıda beliren resesyon ve stagflasyon karşısında bir ehven-i-şer haline geldi. Sanki tüm dünyanın COVID-19 karşısında verdiği sağlık savaşı, sonuçları itibarıyla bir savaş ekonomisiyle katmerlendi. Zaten gelişmiş ülkelerin ekonomileri nezle olsa gelişmekte olan ülkelerinki zatürreye yakalanmış gibi bir hal belirmekte ve negatif sonuçlardan her zaman olduğu gibi en çok alttakiler mustarip olmaktadır.
Elbette pandeminin bu olumsuz etkileriyle bambaşka bir dünyada yaşamaya başladığımız aşikâr ve her şeye rağmen her ülke pandemiyle yaşamayı ve ona rağmen varlığını sürdürüyor. İçinden geçmekte olduğumuz alacakaranlık kuşağı bir yandan yükselen aşı karşıtlığını ivmelendirdiği gibi diğer yandan da -örneğin Avusturya’da olduğu gibi- aşı yaptırmayanlara cezai yaptırımların uygulamaya geçirileceğini gösteriyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Omicron varyantının daha öncekilerle kıyaslandığında daha kolay atlatıldığından hareketle pandeminin çözülmesi anlamında son aşamaya geldiğimizin çıkarılamayacağını dillendirirken yüreğimize su serpmeyi bırakın bilakis bu varyantın kolay bulaşması sebebiyle artan vakıa sayısı ‘acaba yeni bir kapanma kapıda mı’ sorusunu az da olsa akıllarımıza getiriyor. Kısacası, pandemi devam ettikçe bu bulanık ortam bir yandan piyasalardaki akışkanlığa zarar verdiği gibi kripto para borsalarında alışık olduğumuz volatileyi tüm piyasalara egemen kılıyor. İşte böyle bir ortamda hayatta kalmanın gereği bu yeni yapıya adapte olmak, yoksa dinozorların akıbetinden farklı bir son bizi beklemiyor.
Pandeminin getirdiği kargaşa yetmezmiş gibi Rusya’nın Ukrayna’yı olası işgalinin sadece küresel piyasaları değil, başta Avrasya jeopolitiği olmak üzere küresel siyasetin tüm dengelerini baştan aşağıya sarsacağı artık herkesin tahmin ettiği bir olasılık. Genelde dünya, özelde Avrupa II. Dünya Savaşı’nın başlamasından bu yana bu düzeyde gerilmedi. Belki itiraz kabilinden akıllarınıza her iki Körfez Savaşı’nda da benzer bir gerginliğin yaşandığı gelebilir lakin ABD ve koalisyon ortakları karşısında Saddam Hüseyin’in Irak’ı, Putin’in Rusya’sı olmaktan fersah fersah uzaktı. İlginç bir şekilde Rusya’nın Ukrayna sınırına yüzbinlerce asker yığmasına ve savaş davullarının çalmasına rağmen altın fiyatlarının göreceli dar bir bantta hareket etmesi, en azından yüreklerimize tek su serpen gelişme şu aşamada. Bunda Avrupa’nın başat doğalgaz sağlayıcısı Rusya karşısında oldukça temkinli ifadelerinin de rolünün olduğunu düşünüyorum.
Kalmak mı Zor Gitmek mi?
Peki dünyada bunlar olup biterken Türkiye’de yaşananlar da fazlasıyla başta ifade ettiğim Salvador Dalí tablosuna hapsolma fikrini beslemiyor mu? Miladi ve mali yeni yıla girdiğimiz dakikalarda ilan edilen elektrik ve doğalgaz zammı sonrasında toplumun temel gündemi adeta konut ve sanayide kullanılan enerji fiyatları ya da daha doğru bir ifadeyle elektrik ve doğalgaz faturaları oldu. Sanayi tesislerine üç gün elektrik verilememesi, Isparta’nın 80 saatten fazla elektriksiz kalması ve gelen enerji faturalarını işletmeler vitrinlerine asarken hali vakti yerinde sanatçıların da sosyal medya hesaplarında paylaşmasıyla hepimiz dilinde başka bir konuya yer kalmadı. Aslında turpun büyüğü heybedeydi. Eylül’den bu yana neredeyse haftada bir %6-7 oranında ardı ardına gelen akaryakıt zamlarıyla toplamda %100’ün üstünde bir artış gerçekleşirken, en azından başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerin kronik trafik sorununa dolaylı da olsa bir çözüm bulundu.
Ortaya çıkan bu sonuç ironi yapılamayacak kadar bir kara mizah örneği olarak hepimizin gözü önünde duruyor. Haliyle akaryakıta gelen her zam iğneden ipliğe her şeyin de fiyatını artırdığından pazarda ve/ya markette sebzeden meyveye tüm temel gıda maddelerindeki fiyatlar için artık fahiş ifadesini kullanmak yerine astronomik demek daha isabetli duruyor. Kaldı ki zincir marketlere kesilen cezalar veya topraktan soframıza gelinceye kadar ürünlerin dolaştığı aracıların günah keçisi ilan edilmeleri, günün sonunda fiyatları aşağı yönlü değiştirmiyor. Aynı şekilde daha önce refahını kısmen artırmanın endişesiyle küçük yatırım sahibi orta sınıf giderek fakirleşip irtifa kaybederken gündemlerinin artık ayçiçek yağı olmasının sadece dünyada yükselen emtia fiyatlarıyla açıklanamayacağının onlar da farkındalar. Bu durumun özellikle gençlerdeki yansıması ise ülkelerine dair hayal kurmayı bırakıp başka ülkelere göç etmenin imkânlarını araştırmaları. Bu durum hiç de öyle “çıkar cebindeki telefonunu” lümpenliğiyle geçiştirilemeyecek kadar vahim bir sorun olarak giderek kangrenleşiyor. Eğer sözlerimi abartılı buluyorsanız gençleri bırakın başta doktorlar olmak üzere sağlık çalışanlarının Almanca kurslarına gösterdiği ilgiye ve istifa edip yurtdışına çıkma telaşlarına şahit olabilirsiniz.
Sonuç olarak, hiç lafı eğip bükmeden hem küresel hem de ulusal anlamda ekonomide işler iyiye gitmiyor. Modernite, alışık olduğumuz dünyayı parçalayarak her şeyin sadece değişim hızını değil değişim ivmesi ve debisini de önce aritmetik, sonra geometrik en sonda da astronomik bir şekilde artırdı. İçinden geçmekte olduğumuz hipermodernite ise bunu gözümüze sokarcasına belirginleştirdi. Bu da gelenek gibi alışık olduğumuz kurumların sağlamlığını müphemliğe tahvil etti ve pandemi hepsinin üstüne tuz biber ekti. O yüzden müşteki olduğum bu muğlaklığa dair epigrafa Latincesini koyduğum Terence’a ait meşhur söz ile bitireyim: “İnsanım, insana dair hiçbir şey bana yabancı olamaz.”
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

MURAT ÇEMREK
