Şampiyonluğun Getirdiği Yıkım
Zirveye çıkmanın üzerinden daha yıl geçmeden dibi boylayınca, Trabzonspor’da hem idari hem de teknik yönetimde değişim kendini dayattı. Geçmiş yıllarda kaybedilen şampiyonlukların getirdiği yıkım, bu yıl kazanılan şampiyonlukla geldi maalesef. Umarım bu şerden bir hayır çıkar; işbaşına gelen yeni yönetim, başarı elde etmek kadar bu başarıyı kalıcı kılacak bir organizasyonu hedefler, yeni hocayı ve ekibini buna göre belirler.
Trabzonspor (TS), yakın tarihte, üç ciddi sıkıntılı dönemden geçti. 1996, 2005 ve 2011’de avucunun içine kadar gelen şampiyonlukları kaçırdı; bu da hem takımda hem de taraftarda tahribatı zor bir hasara sebebiyet verdi.*
Zaten uzun süre ligi tepede bitirememenin getirdiği yoğun bir baskı ve umutsuzluk atmosferi vardı. “Artık oldu, bu kez tamam” denilen her sezonda, yaşanan hayal kırıklıkları derin oldu; baskı ve umutsuzluk atmosferi daha bir koyu hal aldı. TS ne yaparsa yapsın ligdeki müesses nizamın ona geçit vermeyeceği inancı kökleşti. Bir daha şampiyon olunamayacağı, güzel günlerin geçmişte kaldığı ve artık yaşanmayacağı düşüncesi pekişti. Ümitsizlik başarısızlığı, başarısızlık da ümitsizliği besledi. Ve her seferinde şehrin üzerine çöken bu karabasan, takımın birkaç yılını aldı götürdü, kayıp hanesine ekledi.
2022 ile birlikte bu yıkıcı kısırdöngü kırıldı. 38 yıl aranın ardından gelen kılçıksız şampiyonluk, bu güzel oyuna olan güveni tazeledi. Evet, bütün mesele futbolun doğrularına riayet etmekti. Doğrulara uygun hareket edildiğinde başarı gelirdi. Hatta daha Mart başında rakiplere havlu attırılabilirdi. Başarı da, gerçek de bu kadar basitti.
Çekici komplo teorilerine itibar edilmemeliydi. Hatayı, eksiği, suçu kendi dışında aramaktan vazgeçilmeliydi. Bunların yürek soğutmaktan ve başarısızlığı daim kılmaktan öte bir manası yoktu. Şehrin futbol potansiyeli muazzamdı. Yapılması gereken, her türlü tartışmanın dışındaki bu potansiyeli açığa çıkarmak için saha içinde ve saha dışında doğru ve gerçekçi davranmaktı. Şehir ve takım organize bir bütün olmalıydı; o zaman, kupaların müzeye konulması işten değildi.
Son şampiyonluk böyle geldi ve TS için büyük fırsatların kapısını açtı. Artık her sene başa güreşen, Avrupa’da mücadele eden ve bu arenada belli bir hedef gözeten, sportif başarıyı tesadüfi olmaktan çıkarıp kalıcılaştıran bir program geliştirilebilirdi. Özgüven tamdı. Şehir, taraftar dünden hazırdı. Gerekli her türlü malzeme vardı; gerisi idari ve teknik yönetimin becerisine kalmıştı.
“Futbol Oynuyoruz, PlayStation değil”
Ne var ki idare de teknik ekip de bu beceriyi gösteremedi. Şampiyonluk rüyası, üstünden çok geçmeden bir kâbusa döndü. Evvela, kazanılan şampiyonluk, haddinden fazla büyütüldü. Her şeyi abartmakta üstümüze yoktu! Tamam, bu kadar bekledikten sonra herkesin sevinmeye, sevincin kıvamını bir miktar artırmaya hakkı vardı. Birikmiş enerjinin boşalması doğaldı. Ancak bu sevinç gösterileri ve enerji boşalımı, yarını tehlikeye düşürecek bir raddeye varmamalıydı.
Maalesef öyle oldu.
Takım, kutlama yapmaktan, bir sonraki dönemi düşünmeye fırsat bulamadı. TS bir önceki sezon daha ligler bitmeden transferlerini bitirmiş, kadrosunu kurmuş ve kamp programını düzenlemişti. Yarışa, diğer takımların bir-iki adım önünde girmişti. Oysa şampiyonluktan sonra bütün bu işlere bir nevi boş verildi. Kısa, orta ve uzun vadeli amaçlar belirlenmedi, buna uygun bir kadro düzenlemesi yapılmadı. Sanki şampiyon olmakla vazife tamamlanmış, iş bitmişti, artık sonrası üzerinde kafa yormaya pek hacet yoktu.
Abdullah Avcı’nın şampiyonluktan sonraki performansı, tam bir fiyaskoydu. Çünkü Avcı, hesapla kitapla özdeşleşmiş bir isimdi. Kılı kırk yarar, derin tahliller yapar, takımına oynatacağı oyunu incelikle kurgular ve yapılacak transferleri de buna göre belirlerdi. Her şeyi belli bir plan-program dâhilinde yapardı; önce oyunun bir seviye tutturması, sonra da bunun bir süreklilik arz etmesi için çaba harcardı. Kadro istikrarı, bu bağlamda Avcı için hayati bir değer taşırdı. Nihayetinde, onun ifadesiyle, “futbol” oynuyorduk “PlayStation değil!”
“Bu Oyuncuların Bu Takımda Ne İşi Var?”
TS’ye geldiğinde Avcı’yı başarıya ulaştıran, kupalar kazandıran bu akılcı yöntemi olmuştu. Acil ihtiyaçları ve öncelikleri belirlemiş ve takımı bu ihtiyaçlar ve öncelikler doğrultusunda ilmek ilmek örmüştü. Lakin aynı Avcı, şampiyonluğun ardından tam tersi bir güzergâha girdi. Şampiyon kadroyu dağıttı. Belli bir programın eseri olmadığı aşikâr transferler yapıldı. Son dakikada imzalar attırıldı.
Yetenekleri kısıtlı, oyun tarzları birbirine benzeyen ve ununu elemiş eleğini asmış intibaını veren birçok oyuncuya bordo-mavili forma giydirildi. Muhtemelen birçok TS taraftarı, benim gibi, maçları aklı “Bu oyuncunun/oyuncuların bu takımda ne işi var?” sualine takılı kalarak izledi. Kadronun oyuncu sayısı fazlaydı ama derinliği yoktu. “İşte bu!” denilebilecek tek bir transfer yapamadı Avcı. Elbette her transferden arzu edilen verim alınamayabilir, bu normaldir. Ancak bütün transferlerin yanlış olması normal kabul edilemez.
Sezon boyunca Avcı, ideal bir 11 oluşturamadı. En mühim vasıflarından biri olan takım disiplinini kaybetti. Garip ve öngörülemez tercihler yaptı. Mesela elinde iki sağ bek varken, tuttu stoperini sağ bekte denedi. Biri milli takım düzeyinde diğeri de umut vaat eden iki sol bekini kulübede oturttu, onların yerine esas mevkiinde bile bekleneni vermeyen bir sağ beki monte etti. Santraforunu çizgiye hapsetti vs. Sonuçta defansın dengesi tarumar oldu. Orta saha güçsüzleşti ve yaratıcılığını kaybetti. Forvet ise hep kısır kaldı.
Mart 2022’den bu yana TS’nin oyunu bir milim bile ilerlemedi, aksine hep geri gitti. Bireysel performanslar da giderek kötüleşti. Geçen yıl parlayan Uğurcan, Abdülkadir, Bakasetas bu yıl tanınmaz hale düştü. Hamsik, eridi gitti. Visca, sakatlıklarla boğuştu. Bir sene öncenin gol kralı Umut Bozuk, TS’de kayıplara karıştı.
“Bir Kadro Nasıl Kurulmaz?”
Hülasa Avcı’nın kurduğu kadro ve kadro tercihleri tam bir faciaydı. Futbol okullarında “Bir kadro nasıl kurulmaz?” diye anlatılabilecek kadar kötü bir kadro mühendisliği örneği vardı. Kadronun sahası da kulübesi de tribünlerde ne bir heyecan yarattı ne de bir umut verdi. Sahada örgütlü bir oyun, inisiyatif üstlenecek bir oyuncu grubu ve işler bozulduğunda ipleri ele alacak bir lider yoktu. Kulübedeki Avcı ise, kötüye gidişi durdurmak için bel bağlanacak kişi olmaktan çıkmıştı.
Film nerde koptu bilmiyorum ama bir noktada Avcı’nın vitesi boşa aldığını ve işi oluruna bıraktığını ve muhtemel akıbeti kabullendiğini düşünüyorum. Vaziyet bu iken birbiri ardına kötü neticelerin gelmesi de kaçınılmaz oldu. TS, Şampiyonlar Ligi’nden içeri giremedi. Avrupa Ligi’nde bir üst tura çıkmadı. Konferans Ligi’ne mendil salladı. Ligi, daha ilk yarı bitmeden kaybetti. Ve son şansı olan Türkiye Kupası’ndan da elendi.
Bittabi bu feci tablo karşısında ne Avcı kaldı ne yönetim. Zirveye çıkmanın üzerinden daha yıl geçmeden dibi boylayınca TS’de hem idari hem de teknik yönetimde değişim kendini dayattı. Geçmiş yıllarda kaybedilen şampiyonlukların getirdiği yıkım, bu yıl kazanılan şampiyonlukla geldi maalesef.
Umarım bu şerden bir hayır çıkar; işbaşına gelen yeni yönetim, başarı elde etmek kadar bu başarıyı kalıcı kılacak bir organizasyonu hedefler, yeni hocayı ve ekibini buna göre belirler.
* Şike iddialarıyla gölgelenen 2011 sezonu tartışmalı gerçi; zira TFF ligi Fenerbahçe’nin şampiyonluğu ile tescil etmiş ama UEFA Şampiyonlar Ligi’ne FB’nin katılmasına izin vermemiş, TS’yi davet etmişti. TS, bu sebeple, kendisini 2011’in şampiyonu sayıyor ve bu, Türkiye’de resmi bir kabul görmüyor.