Sanal Topluluktan Gerçeğin Sansürüne

Facebook muktedirleri insanlığın önemli bir kesimini etkili bir biçimde dijital bağımlılığa sürükledikten sonra, temel bir insan hakkı olan kişisel mahremiyet kavramının içini boşaltmaya başladı. Facebook’un 20’nci yılını kutladığı şu günlerde manzara gerçekten iç karartıcı.

facebook meta sansür

Facebook’a açıldıktan üç yıl sonra, 2007’de katıldığımda, bu platformu yalnızca 2006 yazında İsrail’in Lübnan’a düzenlediği ve ülkenin büyük kısmını yerle bir etse de o nam salmış konukseverliğini ortadan kaldıramamış olan saldırısının ardından otostopla gezerken edindiğim arkadaşlarımla irtibatta kalmanın bir aracı olarak kullanıyordum. 

 

Sonra ortaokul ve liseden eski tanıdıklar da yavaş yavaş Facebook arkadaş listeme eklenmeye başladı. Bu listede yedinci sınıftaki erkek arkadaşım ve “arkadaşlıktan çıkar” özelliğini kullanmakta ustalaştığımda temizlenen birkaç Siyonist de vardı. Akabinde yazarlar, akademisyenler ve birbiriyle uyumlu siyasi görüşlerden aktivistler geldi. Bu da Facebook’a bir süreliğine esin verici bir forum ve gerçek bir sanal topluluk niteliği taşıma potansiyeli kazandırmış gibiydi.

 

Elbette Facebook’un amacı hiçbir zaman insanların dayanışması olmadı ve kapitalizm gecikmeden o çirkin yüzünü gösterdi. Facebook muktedirleri insanlığın önemli bir kesimini etkili bir biçimde dijital bağımlılığa sürükledikten sonra, temel bir insan hakkı olan kişisel mahremiyet kavramının içini boşaltmaya başladı. Facebook’un 4 Şubat’ta 20’nci yılını kutladığı şu günlerde manzara gerçekten iç karartıcı.

 

Uluslararası Af Örgütü’nün 2019 yılında Facebook’un “gözetim kapitalizmi” iş modelini kınamasını düşünün. Bu iş bu modeli “insanlar hakkında büyük miktarda veri toplamak, bunları kullanarak yaşamları ve davranışları hakkında inanılmaz derecede ayrıntılı profiller çıkarmak ve reklamcılar gibi bu tahminleri başkalarına satarak para kazanmaktan” oluşuyor. Af Örgütü ayrıca, şirketin “duyguları nasıl manipüle edebileceğini ve insanları ‘değersiz’ ya da ‘güvensiz’ hissettikleri zamanlardaki psikolojik zayıflıklarına göre nasıl hedefe alabileceğini” araştırdığını belirtmişti. 

 

Geçenlerde telefonumda Facebook’ta gezinirken, birbiri ardına kesintisiz gelen en az 70 reklam saydım. Çoğu da aktris Angelina Jolie ve ailesiyle ilgiliydi: Facebook’un gözetim mekanizmasının açıklanamaz bir şekilde beni aşırı derecede ilgilendirmesi gerektiğine karar verdiği bir konu. Öfkeyle Facebook’u kapattım, birkaç dakika sonra da anlamsızca oyalanmak ve değeri düşürülmüş, emoji yüklü iletişime dahil olmak için tekrar açtım.

 

Son yıllarda düzenli olarak plastik cerrahi ve iç çamaşırı, göğüsleri vurgulayan kıyafet reklamlarının yanı sıra boynuzlar, tasma ve “karanlık yönlerinizi keşfedin” davetiyle gelen unutması mümkün olmayan dantelli siyah bir kıyafetin satılabileceği hedef kitledeyim. Neredeyse aynı ölçüde de çevrimiçi psikolojik danışmanlık almaya teşvik ediliyorum. Facebook’un kendisinin zararlı zihinsel etkisi göz önünde bulundurulursa bunun oldukça pazarlanabilir bir hizmet olduğuna şüphe yok.

 

Elbette, Facebook ve diğer sosyal medyada varoluşun genel olarak yüzeyselleştirilmesine katkıda bulunan selfie kültürünün ve ünlülere tapınmanın evrimi, ortalama bir insanın öz saygısına pek iyi gelmiyor. Kendi payıma, selfie paylaşmış (ve kırışıklıklarımı ve diğer kusurlarımı telafi etmek için fotoğraf düzenleme araçlarından yararlanmış) biri olarak, sürekli bir yüzeysel onay alma arayışının öyle tatmin edici olmadığını doğrulayabilirim. 

 

Çevrimiçi bir dünyada büyüyen gençler için, Facebook’un her şeyi tüketen, ruh emici yabancılaştırmasının zehrini azımsamak mümkün değil; platformun zorbalık ve cinsel tacize sağladığı elverişli ortamdan bahsetmiyorum bile.

 

Siyasi açıdan bakıldığında da Facebook’un faaliyetlerinin rahatsız edici olmayabildiği zamanlar nadir. Örneğin 2012 yılında New York Times, Facebook’un İsrailli bir yüz tanıma şirketi olan ve “yalnızca bireyleri değil, cinsiyetlerini ve yaşlarını da tanımlamak üzere tasarlanmış” teknolojide uzmanlaşan Face.com’u satın aldığını bildirmişti.   

 

Bu şirketin uyruğu sürpriz değildi; ne de olsa baskıcı gözetleme tekniklerini ve diğer daha ölümcül mekanizmaları test etmek için elinizin altında esir tuttuğunuz Filistinli bir nüfusa sahip olmak gibisi yok. 

 

Facebook ve İsrail’in bir diğer rahatsız edici kesişmesini, 2016 yılında Lübnan’ın güneyindeki Adaisseh kasabasından bir fotoğraf paylaştığımda, konumu “Misgav Am, Hazafon, İsrail” olarak etiketlemem istendiğinde yaşamıştım. Dijital sömürgeleştirme diye bir şey varsa işte böyle olur.

 

Filistinliler ve Filistin yanlısı aktivistler sosyal medyada uzunca bir zamandır sansürleniyor ve ayrımcılığa uğruyor. Facebook’un İsrail’le özel gibi görünen ilişkisi de Gazze Şeridi’nde dört aydan daha az zamanda 27 binden fazla Filistinlinin ölümüne neden olarak süren soykırım açısından çok daha uğursuz bir hal aldı. 

 

Sistematik Sansür

 

İnsan Hakları İzleme Örgütü Aralık ayında, Facebook, Instagram ve WhatsApp’ın sahibi Meta şirketinin Filistin’den yana sosyal medya içeriklerine yönelik “sistematik sansürü”ne ilişkin oldukça uzun bir rapor yayınladı. İsrail’in 7 Ekim’de başlayan saldırılarının ardından Filistin tarafının perspektifi içerik kaldırma, hesap silme ve belirli sosyal medya paylaşımlarının erişimini gizlice azaltan bir yöntem olan “gölge yasaklama” gibi taktiklerle giderek daha çok susturulur oldu.

 

Benim de 7 Ekim sonrası Gazze ile ilgili Facebook paylaşımlarım 7 Ekim öncesi Filistin ile ilgili paylaşımlarıma kıyasla belirgin bir biçimde daha az etkileşim aldı, bir de arkadaşlarım makalelerimin kendi akışlarında görünmediğini söylediler.

 

Bu tuhaflıklardan bir diğeri de Al Jazeera Arapça sunucusu Tamer Almisshal’ın Meta’nın Filistin içeriğine uyguladığı sansürle ilgili (başka ne olabilirdi ki?) bir bölüm yayınladıktan sonra savaşın başlamasından bir ay kadar önce Facebook hesabının silinmesiydi (hesabı daha sonra yeniden açıldı).

 

Meta’nın soykırım döneminde Filistin karşıtı bu hamleleri ifade ve düşünce özgürlüklerini ihlal etmenin ötesinde daha da vahim bir şeye, bizzat gerçekliğin sansürlendiğine işaret ediyor. 

 

Şirketin “insanlar duyulmayı ve seslerini duyurmayı hak ediyor” (aynı görüşte olmadıklarımızın haklarını savunmak anlamına geldiğinde dahi) iddiası da buraya kadarmış. Meta’nın “topluluk oluşturma ve dünyayı bir araya getirme gücü” verme “misyonu”na gelince, bu “misyonun” dünyayı bir araya getirmekten çok sosyoekonomik olarak parçalamakla ilgili olduğunu görmek için Facebook’un CEO’su Mark Zuckerberg’in 170 milyar dolarlık net servetine bakmak yeterli.

 

Ocak ayında Bloomberg’in Facebook’un yaklaşan 20’nci yaş günüyle ilgili haberinde Zuckerberg’in yapay zekâyı “önceliği” haline getirdiği belirtiliyordu. Bu da muhtemelen insan hakları ihlalleri bakımından daha heyecan verici fırsatların önünü açmaya yarayacak.

 

Bu arada ben de hayatımın neredeyse yarısını Facebook’ta geçirmiş olmaktan duyduğum rahatsızlıkla ve önceliklerimi ciddi biçimde gözden geçirmemin zamanın geldiğine dair bir hisle yüz yüze geldim.

 

Bu yazı Al Jazeera sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.