Schrödinger’in Soykırımı

Bosna’da olduğu gibi Gazze’de de soykırım yalnızca yüceltilmek için inkâr ediliyor.

gazze soykırım

Bosnalıların soykırım tecrübeleri oldu. Bosnalılar sadece yaklaştığına dair işaretlerle, gerçekleşmesiyle değil “Schrödinger’in soykırımı” olarak adlandırdığımız, soykırımın aynı anda hem yüceltilmesi hem de inkâr edilmesi gibi tuhaf bir fenomenle de karşılaştılar. Soykırımın hukuki niteliğinin sistematik olarak görelileştirilmesi ile soykırım siyasetinin ve sonuçlarının mütemadi birlikteliği arasında oldukça rahatsız edici bir denge var.

 

Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY) tarafından verilen hükümlere rağmen iyileşmiş değiliz. Etnik olarak arındırılmış bir Sırp Cumhuriyeti, Sırp soykırım projesinin zaferi olarak ayakta hâlâ.

 

Bosna’nın geçmişi “bir daha asla” söyleminin anlamsızlığını göstermişti. Bugün Gazze’de yaşananlar da bunu teyit ediyor. Halkımın maruz kaldığı soykırıma, İsrailli yetkililerin şu anda benimsediği retorik eşlik ediyordu: Avrupa ile “Müslüman barbarlar” arasında olmayan tek şeyin bir soykırım ordusu olduğu iddiası.

 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yıllarca Holokost hakkındaki bilgileri dünyaya yayma mücadelesi veren Yahudilerin, hayatta kalanların sayısı azaldıkça ciddi bir Holokost inkârıyla karşı karşıya kalmaya başlamasından sık sık hayıflanmışımdır. Hayatta kalanlardan İsveçli Hédi Fried (98) ve Emerich Roth’un (97) yakın zamanda hayatını kaybetmesi, Yahudi toplumu ve “bir daha asla” andını sürdürmeye çalışanlar açısından büyük bir kayıptı.

 

İnkâr ve Yüceltme

 

Bosnalılarsa bizlerin, hayatta kalanların çoğu hâlâ hayattayken soykırımın inkarıyla karşı karşıya. Soykırım uzmanı Gregory Stanton, soykırımın 10 aşaması olduğunu ve bunlardan sonuncusunun inkâr olduğunu öne sürmüştü, ancak biz fiilen 11’inci aşamayı yaşıyoruz: Yüceltme ve zafer taslama.

 

1990’larda işledikleri soykırımın tarihsel revizyonuna kaynak aktarmakla kalmayıp, fiilen tekrarlamakla tehdit edenler var. Bosna’da “nihai çözüm”ün gerektiği gibi sonuçlandırılmadığını söylüyorlar sık sık. Memleketimde, yani Sırp Cumhuriyeti’nin idari başkenti Banja Luka’da, savaş suçluları Radovan Karadžić, Ratko Mladić, Biljana Plavšić ve Slobodan Milošević’in fotoğraflarının basılı olduğu tişörtlerden satın alabilirsiniz. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in basılı olduğu tişörtlerden de.

 

Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) çoktan olası bir soykırım olarak nitelendirdiği İsrail’in Gazze’ye saldırısı söz konusuyken İsrailli politikacılar ve propagandacılar arasında inkârın sürdüğünü görüyoruz. Başta Almanya olmak üzere, geçmişinde korkunç soykırımlar olan Batılı ülkelerde inkâr daha da fazla.

 

Batılı hükümetler ve medya İsrail’in savaş suçlarını sistematik bir şekilde örtbas ediyor ve bunları ifşa etmeye çalışanlara da gözdağı veriyor. İfade özgürlüğünü ve İsrail’e yönelik eleştirileri suç haline getirmeyi amaçlayan yasalar gündeme getiriliyor.

 

Öte yandan, soykırım sosyal medyada gerçek zamanlı olarak yayınlanarak yüceltiliyor. Binlerce takipçili hesaplar, savaş suçu işleyen İsrail askerlerinin görüntülerini yayınlıyor. İnsanlar itibarsızlaştırıcı içerikler için bile övgü istiyor. Filistinliler öylesine insanlıktan çıkarıldı ki onları infaz edenler şiddet eylemlerinin sadece ahlaki açıdan meşru olmakla kalmayıp yüceliğine, “iyi iş” çıkardıklarıyla övünmeleri gerektiğine oldukça ikna olmuş durumdalar.

 

Sırp yetkililer toplama kamplarını yabancı gazetecilerden gizlemek için çok uğraştılar. Katliamları örtbas etmeye çalışırken, toplu mezarların yerlerini de defalarca değiştirdiler. İsrailli askerlerin kibriyse onları yaptıkları işle ilgili sayısız görüntü ve video üretmeye itiyor: Yıkım bölgelerinden sevdiklerine sevgi dolu mesajlar gönderiyor, Filistinlilere ait ne varsa alay konusu ediyor, soykırım söylemini gururla tekrarlıyorlar.

 

Fransız düşünür Jean Baudrillard haklıydı: Biz, post-modern insanlar ne yapıyor olursak olalım dünyaya yayınlamayı istiyoruz. İsrail ordusunun savaş suçlarını yayınlamasına şaşırmadığım gibi Hamas’ın 7 Ekim’de kamera kullanmasına da şaşırmadım.

 

Hamas’ın suçlarını aklamaya yönelik girişimlerini görüyoruz ama aynı zamanda İsrail ordusunun suçlarını meşrulaştırmanın bir yolu olarak bu suçları daha da korkunç göstermeyi amaçlayan propaganda kampanyalarına da tanık oluyoruz. Bu arada Filistinliler de maruz kaldıkları zulmü detaylarıyla rapor etmek zorunda hissediyorlar. Acı içindeki insanların birileri onlara inansın ve insan olduklarının farkına varsın, yardım çığlıkları duyulsun diye, yeterince dikkate alınmak için akıl almaz katliamları kaydetmek ve yayınlamak zorunda bırakılmaları ahlaksızlık.

 

Şiddet Yoluyla Ulus İnşası

 

Farklı bir zamanda yaşadığımızı sanıyoruz ama İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun hükümeti dünyaya eski kuralların hâlâ geçerli olduğunu gösterdi. İsrailli tarihçi Yuval Noah Harari, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana savaşlarda daha az insanın öldüğü konusunda haklı olsa da İsrail, ulusların şiddet yoluyla inşa edildiği gerçeğini doğrulamayı sürdürüyor.

 

Gazze’de eski dünya düzeni intikam duygusuyla geri döndü. Batılı güçler, inşa etmekle övündükleri medeniyetin ruhuna uygun davranmayıp tam tersini yapıyorlar. Saldırganı silahlandırıyor ve onun sivilleri ayrım gözetmeksizin katletmesine, aç bırakmasına ve kültür kıyımına yardım ediyorlar. Medyayı kurbanları insanlıktan çıkarmaya ve suçları örtbas etmeye teşvik ettiler. Son olarak da UAD’nin bu konudaki kararının netliğine rağmen yardımı kestiler.

 

UAD’nin Gazze ile ilgili duruşmasında İsrailli yargıcın bile Filistinli sivillere insani yardım sağlanması yönünde oy kullandığını not edelim. Holokost’tan kurtulan biri olarak, elbette en azından, bunu yaptı.

 

Batı medyası bilgileri bastırma konusunda şaşırtıcı bir çaba sergilediyse de Batı’daki kamuoyunda önemli bir kayma yaşandı. Bu da zamanlamanın İsrail için kötü olduğu anlamına geliyor. Netanyahu ve selefleri soykırım projelerini on yıllar önce tamamlamış olmalıydı.

 

O zamanlar gerçeğin ortaya çıkabileceği çok daha az mecra vardı. Bölgeler etnik olarak temizleniyor ve otoparkların altına toplu mezarlar kazılıyordu. Filistin’in Tantura köyündeki bir katliamı konu alan 2022 tarihli bir belgeselde İsrailli görüşmecilerin de açıkça belirttiği gibi, kimse izlemediği için yaptıkları yanlarına kâr kalıyordu.

 

Ancak şimdi tüm dünya izliyor ve bunu durdurmak konusunda harekete geçmemenin mazereti yok.

 

Tarih, soykırım bir kez gerçekleştiğinde bunun geri dönüşünün olmadığını gösteriyor. Almanya’da ve diğer ülkelerde 6 milyon Yahudi ve onların henüz doğmamış milyonlarca torunu kayıp. Asya ve Afrika’daki ülkelerindekilerin de çoğu kayıp. Asla geri dönmeyecekler.

 

Almanlar özür dilemiş, anma mekânları inşa etmiş, tarihi araştırmaları finanse etmiş ve bilim ve edebiyat ödülleri vermiş olabilir ama gerçek değişmedi. İsrail devleti, Yahudilerin kaybettiklerini asla geri alamayacaklarının sürekli bir hatırlatıcısı.

 

Ulus inşasının yasaları entropi gibidir. Tek yönlüdür. Biz Bosnalılar bunu çok iyi biliyoruz. Savaş suçluları mahkûm edilmiş olsa da Sırp Cumhuriyeti yetkilileri hâlâ kendilerine verilen bir armağanın tadını çıkarıyor: Güzel ve temiz Bosna’nın yarısı. Ayrılma ve Sırbistan’a ilhak tehditleri sürüyor. Büyük Sırbistan hayali ufukta belirdi. Avrupa Birliği’nde Büyük Sırbistan. Hatta belki de NATO’da.

 

Hiçbir barış süreci toprakları geri alamayacak ve Bosna Hersek’i, tüm vatandaşların eşit haklardan yararlandığı çok etnikli bir devlet olarak yeniden oluşturamayacak. Bosna, üç etnisitenin hüküm sürdüğü ve Yahudiler ve Romanlar gibi diğerlerinin eşit siyasi haklara sahip olmadığı bir etnik devlet olarak kalmayı sürdürecek.

 

İsraillilerin Büyük İsrail’e dair büyük hayaller kurduğunu görüyoruz. Dünya, ne anlama gelirse gelsin, İsrail’in Gazze’yi almasına izin verirse, UAD tüm savaş suçlularını mahkûm etse bile Gazze asla Filistinlilere geri verilmeyecek. Bazılarına sembolik bir adalet söz konusu olabilir gibi geliyor olabilirse de pratikte bu, tarih kitaplarında sonsuza kadar tartışılacak, geri dönüşü olmayan bir kayıp olacaktır.

 

Hükümetindeki diğerleri ile birlikte Netanyahu da savaş suçlusu olarak mahkûm edilse dahi gelecek nesillerin bunun etkisini azaltacağını biliyor. Haklarında iyi ve kötü yanları olan karmaşık insanlar oldukları yönünde filmler yapılacak. Birçoğu onları yüceltecek ve temize çıkaracak. Bibi tişört endüstrisi de iyi iş yapar.

 

Bazı İsrailliler şimdiden Gazze’yi gayrimenkul bakımından düşünmeye başladı bile. Gelecek günümüze musallat oluyor. Schrödinger’in soykırımını canlı izliyoruz. Olanları sanki geçmişte kalmış gibi analiz ediyoruz; sanki gelecekteyiz, uzaktan gözlemliyoruz. Neredeyse bir kuantum (çapraşık) soykırımı gibi.

 

Savaşa karşı olan ama soykırımı inkâr eden bazı İsraillileri anlıyorum, tıpkı adlarına dehşet saçıldığını hayal dahi edemeyen bazı Sırpları anladığım gibi. Yine de yeni bir anlayış ortaya çıkıyor ve uluslararası hukuka ilgi artıyor. Zaman değişiyor ama nereye gidiyoruz? Daha da önemlisi, oraya vardığımızda ne olacağız?

 

Bu yazı Al Jazeera sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.