Seçim Sonrası

Bundan sonra artık “Hangi parti?” diye de sormayalım. “Nasıl bir parti ve siyaset?” sorusunun yanıtı her zaman pusulamız olmalıdır. 2028 seçimlerinin çok daha zorlu geçeceğini unutmayalım. Zafer sarhoşluğuna, rövanşizme kapılmamak doğru bir tutum olmuştur. Gün yurttaşın verdiği ev ödevlerine, bugünden yarına hazırlanma günüdür.

Mart-Nisan, yağmur, bereket ayları. Bahar temizliğinin tam zamanı.

 

Biliyoruz ki kuru toprağa tohum atılmaz, yabani ot sulanmaz. Siyaset en zor kısmı geride bıraktı, kanaatler netleşti, sandık başı seçmenin kararsızlığının insafına kaldığı sanılan Türkiye, derin bir nefes aldı.

 

Peki seçmen, neden 9 ay önce değil de bugün bu kıvama geldi?

 

DPI’ın (Democratic Progress Institute) seçim sonrası değerlendirme toplantısında yerli-yabancı konuklara yaptığım sunumda tonaj aşımı benzetmesini yaptım. Denizcilikteki “istiap haddini aşma”, yani yük taşıma kapasitesini aşma vakası, siyaseten şimdi gerçekleşti, demek ki o gün bugünmüş.

 

Özdemir Asaf’ın dediği gibi “Damla, kendini tamamlayınca damlar”. Muhalefetin attığı can simidine şimdi sarıldı seçmen. Akıntılar o simidi nerelere götürür, hep birlikte göreceğiz.

 

Sahille bozkırın sonunda buluşması da önemli bir eşiğin aşılması anlamına geliyor. Zamanın ruhu yakalandı. Dengeli bölüşmeyen bir toplumun dengesini bozanlar faturayı ödediler. Yurttaş muhalefete bir hayat öpücüğü kondurdu. “Ismarlanmış panikler” işe yaramadı. Kültürel kutuplaşmaya yatırım yapanlar, milletin canını okumaktan kültürel harmanlanmayı doğru okuyamadılar.

 

AK Parti seçmeni de tebaa olmadığını gösterdi, partisine ihtarını çaktı. Miâdını, yani zamanını dolduranlarla miadını, yani midesini dolduranların durumları örtüştü. 

 

En sıkıntılı zamanlarda bile farklı bir siyaset tarzı ve üslubunun olumlu örneklerini verebilenlerin şansı daha fazla oldu. “Ben onlar gibi değilim” izlenimini seçmene verebilmek kolay iş değildir. Seçim sonrası daha pozitif bir dilin revaçta olması da şimdilik olumlu bir gelişme. 

 

Yurttaşlarımızın beklentilerini karşılayacak bir ortak duruşla, geleceğimizin birlikte inşa edilebileceği güvenini sağlamak önemlidir.

 

Siyaset, kendi aralarında uyumu gerektiren bir ekip işidir. Irkçılarla, ırkçılık karşıtlarının aynı partide var olabilmesi çoğulculuk ve demokrasinin gereği değil, kakofoni ve kaosun işareti olarak okunur. Yerel seçimlerin kendi dinamiği içinde olabilecek çok katmanlı durumlar genel seçimlerde sıkıntı konusu olabilir. Ortak bir gelecek vizyonunda buluşabilmek gerekir. 

 

Küçük Prens’in yazarı Exupéry der ki, “Birbirini seven insanlar, birbirine bakan değil, ortak hedefe birlikte bakan ve yürüyen insanlardır”.

 

Siyasette sıkıntıları sabır ve özenle çözmek esastır. Siyasette küsmek, darılmak olmaz. Çünkü siyaset kişisel meseleler değil, toplumsal ihtiyaçlar içindir.

 

Siyasetin Gordion düğümlerini İskender usulü kılıç atarak değil, sabırla ilmikleri geriye doğru çekerek çözme yolu tercih edilmelidir. Hiddetini yenenlerin yenemeyeceği şey yoktur. Bu uzun ve meşakkatli emeğin sonuçlarını hep birlikte gördük aslında.

 

Bu yola kişisel ikbal ve hırsla değil, bu ülkenin yapısını değiştirmek ve dönüştürmek için çıkanlar iz bırakıyor.

 

Bu doğrultuda bütün renklerin siyasette kendini ifade etmesi için, kişisel bir beklenti içinde olmadan, elden gelen katkı bundan sonra da sunulmalıdır.

 

Hep aynı hatayı yapıp farklı sonuç elde edebileceğinin düşünülmesinin akıllıca olmadığını Einstein’dan beri biliyoruz. Bu saatten sonra toplumu beklenti yorgunu haline getirmeye kimsenin hakkı yoktur.

 

Artık geriye değil ileriye bakılmalıdır. Nureyev, “Merdivenleri çıkarken geriye bakmayın düşersiniz” diyordu. Cumhurbaşkanlığı seçiminde, bu ülkenin ana muhalefet partisinin genel başkanının adaylığının meşru olup olmadığının bile bugün seçim sonuçlarına bakarak geriye dönük yine tartışılıyor olması tuhaf ve gayri siyasi bir tutumdur. Başkanlık sisteminde, İYİ Parti ya da başka bir genel başkanın çoklu adaylık tercihiyle ortaya çıkması da o kadar meşruydu, ama popülarite gibi gerekçelerle, başka bir partinin belediyelerini paralize edecek adımları ve içişlerine müdahale etmeyi, bugünden bakınca da yine onaylamak mümkün değil. Casusluk kuralı olan “Bir şeyi bozmak istiyorsanız mutlaka içinde olun” tavsiyesinin önemi artık daha iyi anlaşılıyor. Toplum bu halleri “siyasi kundakçılık” olarak okuyor.

 

İmamoğlu’nun yerel seçim dönemi bittikten sonra seçmenden karne almak için tartıya çıkması da doğru tutum olmuştur, her şeyin sırasıyla ve adım adım gerçekleşmesi usuldendir.

 

Dünyada “progressive milliyetçilik” denilen, demokrasinin evrensel değerleriyle yerel değerlerin buluşmasını sağlayan ilerlemeci milliyetçi yaklaşımların ufuk açıcı bir değeri olabilir. Bu özgün hattın, siyasetin merkezine kim hâkim olacak rekabetiyle ortada bırakılıp çarçur edilmesi büyük kayıp oldu.

 

Unutmayalım ki klasik milliyetçilik devletle helalleşmeye, demokratlık ise yurttaşla helalleşmeye dayanır. Eski ve yeni Türkiye ayrışmasının sağ ve sol ayrımını aşan boyutları bu çerçeve içinde de vardır.

 

Siyasetin Birleştiriciliği

 

Siyasetin dışlayıcı değil, birleştirici yönüne her zaman inanmalıyız. Herkes ülkemizin birinci sınıf yurttaşıdır, ülkenin ve devletin “bölünmez bütünlüğünün” yanı sıra bireyin bölünmez bütünlüğünü de esas almalı ve herkesin siyaset yapma hakkını savunabilmeliyiz. Bu asgari hattan geri düşülmemesi gerekir. Kendimizi yargının yerine koyamayız. Önyargılarla siyaset yapılmayacağını seçmen yine hepimize gösterdi. DEM Parti seçmeninin kayyum politikalarına karşı verdiği yanıtın herkes için öğretici olmasını umalım.

 

Siyasi mühendisliklerle de işimiz olmamalıdır. 28 Şubatlar’da devletin siyaseti belirlemesini isteyenler gibi değil, siyasetin çeşitliliğinin, çok renkliliğinin devleti belirlemesi için kollar sıvanmalıdır. Siyasette meşruiyet devlet üzerinden değil toplum üzerinden sağlanmalıdır.

 

Depremde gerçekleştirilen sosyal dayanışmanın, siyasi bir dayanışmayla da taçlandırılması önem taşıyordu. Bölen değil, bütün kesimleri buluşturan ve bütünleştiren bir demokratik hatta ilerlemek sonuç getirdi.

 

O yüzden cumhurbaşkanı ve parti başkanının ayrışmasına gidilmesi eğilimine girilmesi, geç de olsa isabetli bir yaklaşım olur. Aktüel siyaset-üstü konuma geçmek herkese soluk aldırır.

 

“Ben” ve “Biz”

 

“Ben değil, Biz adayız” şiarı ve seçim kampanyalarının zihniyetinin özeti olan, “Hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için” ilkesinin pusula olması işe yaradı.

 

Tarihsel “Ben”leri, güncel “Biz”de buluşturarak kapsama alanları genişletilebilir. Kendini saydırma merakının ağır faturasının sonuçlarını kestirmek şaşırtıcı olmamalıydı. İrtifa kaybeden, vurgun yiyen yapıların, serada yetişmiş partilerin siyasi konkordato ilanları şaşırtıcı gelmemelidir.

 

Parti devleti modeli karşısında demokratik bir parlamenter sistemden yana olan herkesin buluşması, alternatif siyasetin alamet-i farikasıydı. Bunu bizzat yurttaş sağduyusuyla gerçekleştirdi. Bu bütünleşmeye dudak bükenlerin, ittifakları “siyasi zina” gibi algılayanların, bu tercih yerine ne önerdiğini görmek bir türlü mümkün olmadı.

 

Siyasetin merkezileşmesi karşısında Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Şartı bile akıllarına gelmedi. Herkes başkasının tek adamıyla ilgilenmeyi tercih ederken kendi monolitik yapılarından rahatsız olmadılar.  

 

Çok partili yerel seçimler ilk kez1930 yılında, Cumhuriyet Halk Fırkası ile Serbest Cumhuriyet Fırkası arasında olmuştu.

 

Bugün ise büyük tarihsel buluşmanın, yani Cumhuriyet Halk Fırkası geleneğiyle Serbest Fırka’yı, Terakkiperver Fırka geleneklerini, ortak bir “Biz”de yan yana getirme, günümüze modifiye etme ihtiyacı hâlen caridir. Meclisteki birinci grupla ikinci grubu, bugünün ihtiyaçları doğrultusunda güncelleyip yan yana getirmenin, harmanlamanın politik kültürümüz açısından tarihsel ve heyecan verici önemini idrak edemezsek, lüzumsuz siyasi detaylarda, küçük hesaplarda kaybolup gidilir bundan sonra da.

 

Kuyudan gökyüzüne bakan kurbağalar gibi, “Gökyüzü ne kadar darmış” demeye gerek yok, o dar zihniyet kuyularından çıkıp gökyüzünün hepimizi kuşatacak kadar büyük olduğunu görmemiz mümkün oldu. Gün, o kuyuları artık açılmamacasına kapatma günüdür.

 

Siyasette bindiğimiz dalı kesemeyiz, ağacımızın kökleri de, gövdesi de sağlam olmalıdır.

 

Malum “ateşten gömlek” meraklılarına bugün artık ihtiyaç kalmadı, siyasette kimsenin kendini yakmasına, feda etmesine de zaten gerek yoktu. Rengârenk gömleklerimizle sivil ve demokratik bir siyaseti hâkim kılmak bundan sonra da mümkündür.

 

“Kazanacak aday”dan çok, “adayımız kazanacak” kararlılığı ile toplumda güven sağlanabiliyor. Başarının yolu önce kendinizin siyasi yaklaşımlarınıza inanmanızı gerektiriyor. Titrek ellerin, kararsızlıkların, zigzagların, gelgitlerin siyasette karşılığı olmaz. Mütereddit olana seçmen fırsat tanımaz.

 

Siyaseten kazanmak için panik atağa, telaşa değil politik atağa ihtiyaç var. Geçmişte son dakika hatalarının yarattığı tahribat bugün de hafızalarımızda. Herkese yönelik kapsayıcı siyaset esas alınırsa, müteredditleri mahcup etmek gelecekte de mümkün olabilir.

 

Yanlışın neresinden dönülürse kârdır denir. Artık Cumhuriyetimiz ikinci yüzyılında demokrasiyle taçlandırılmalıdır ve cumhuriyet kendini tamamlamalı, halkla buluşmalıdır. Halksız cumhuriyet dönemi geride kalmalıdır.

 

Siyaset toplumsal dokuyla bir uyum meselesidir. Bu konuda demokratik siyasetin ne yaptığını gören ve anlayan seçmenin ferasetine bundan sonra da güvenmek gerekiyor.

 

Siyaset bir 100 metre koşusu da değildir, bir maraton işidir. Uzun koşularda yanınızdan geçip gidene bakılmaz, boşa soluk harcanmaz.

 

Ankara’dan İstanbul’a başlatılan adalet yürüyüşü gibi, seçimler de demokrasi kervanıyla birlikte şenlikli bir siyaset tarzına dönüştü. Seçimin ertesi günü bir sonraki seçim için kolları sıvama konusunda bir özgüven kazanıldı.

 

Süpermen, Rambo siyaseti sadece Hollywood ekranlarında geçerli, her zaman örgütlüler örgütsüzlerin hayatına hâkim oluyor. Siyaset de sözü örgütlemek sanatıdır, kendi kendine söylenmek değil.

 

Depremde kaybettiklerimizin anısına, onlara en öncelikli sözümüz, biz “geride kalanlar” olarak A’dan Z’ye bu ülkede kokuşmuş ve çürümüş her şeyi dönüştürmek olmalıdır.

 

“Rezistans”, yani direniş geleneği, “rezidans”, yani lüks konut sahipliğine dönüşünce siyasi depremler de kaçınılmaz oluyor. Nasıl yaşıyorsak onu savunalım, neyi savunuyorsak onu yaşayalım. Konformist tortuları geride bırakalım, safra atmakta tereddüt etmeyelim.

 

Demokratik Cumhuriyetin İnşası

 

Güneşin sofrasında, dostların arasında demokratik bir cumhuriyetin inşası yolunda kararlılıkla devam etmekten başka bir şık ve şans ortalıkta görülmüyor.

 

Seçimler başa baş ya da her varsayıldığı gibi “foto finish”le sonuçlansaydı, bütün partiler farklı kriterlerle ne kadar başarılı oldukları hikâyesini anlatarak ninniler söylemeyi sürdüreceklerdi. Partili muhtar olamayacağı halde kazandıkları muhtarları sayan partiler bile var, iş apartman yöneticiliklerine kadar gidecek neredeyse. O yüzden bu tablo süreç muhasebesi yapmak açısından son derece olumludur.

 

“CHP, yüzde 25’lerden yüzde 38’lere çıkmak için bu kısa zaman içinde ne yaptı?” sorusunun yanıtını geçmişte atılan tohumların ürünlerinde bulabiliriz.

 

İttifaklar içi kaymalar, ittifaklar arası dengeyi yerine oturtmuştur.   

 

Bundan sonra artık “Hangi parti?” diye de sormayalım. “Nasıl bir parti ve siyaset?” sorusunun yanıtı her zaman pusulamız olmalıdır. 2028 seçimlerinin çok daha zorlu geçeceğini unutmayalım. Zafer sarhoşluğuna, rövanşizme kapılmamak doğru bir tutum olmuştur. Gün yurttaşın verdiği ev ödevlerine, bugünden yarına hazırlanma günüdür.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.