Seçimler ve İtibar
Önümüzdeki seçimlerin serbest ve adil bir ortamda gerçekleşmesi, seçim güvenliğinin hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde sağlanması, mühürsüz zarf gibi mevzuata aykırı uygulamalara izin verilmemesi, sonuçların mümkün olduğu kadar hızlı ve şeffaf bir biçimde kamuoyu ile paylaşılması, sandıkta ifadesini bulan ulusal iradeye herkesin saygı duyması, sadece dirlik ve düzenimiz açısından değil, uluslararası itibarımız açısından da büyük önem taşıyor.
15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişiminden bir süre sonra katıldığım bir uluslararası toplantıda konuşmacılardan biri, olağanüstü hâl yönetimi koşullarına atıfla bundan böyle Türkiye’de hiçbir gerçek seçimin yapılamayacağını, tüm seçimlerin tiyatrodan ibaret olacağını öne sürmüştü. Zaten o dönemde sadece yurt dışında değil ülkemizde de ülkenin gidişatından memnun olmayan birçok kişi böyle düşünüyordu. Bu görüşe itiraz etmiş, Türkiye’de seçimler adaletsiz ve ancak kısmen özgür bir ortamda gerçekleştiriliyor olabilir ama aynı zamanda gerçek ve rekabetçi; oyunu iyi oynarlarsa muhalefet partilerinin kazanma şansı var demiştim. Toplantıdaki katılımcıların çok azı bana katılmıştı. Başka bir toplantıda benzer düşüncelerimden sonra bir katılımcı açık açık “Türkiye’de birçok insanın kamusal alanda otosansür uyguladığı söyleniyor, siz de bunlardan biri olabilir misiniz” diye sormuştu.
Benim canımı sıkan otosansür uyguladığımın iddia edilmesi değil -ki kullandığım kelimeleri seçerken başım belaya girmesin diye olağanüstü dikkat etmek otosansür ise elbette uyguluyorum- zaten kötü durumda olan demokrasimizin demokratik ülkelerde olduğundan da kötü algılanması idi.
Neyse ki 31 Mart 2019’da düzenlenen yerel seçimlerde muhalefet partilerinin özellikle metropollerde gösterdiği başarı ve İstanbul ve Ankara dahil metropollerde seçimi kazanması benim pek o kadar da naif olmadığımı ve sözlerimin otosansür içermediğini gösterdi de içim biraz olsun rahatladı. Öte yandan, YSK’nın AK Parti’nin talebi üzerine İstanbul seçimlerini yenileme kararı alması, başka bir konuyu gündeme getirdi. Artık seçimler rekabetçi mi sorusunun yerini “Erdoğan seçimi kaybederse sonucu kabul eder mi” sorusu aldı. Ve ne yazık ki ortada İstanbul seçimi örneği dururken bu soruyu soran birisine göğsümüzü gere gere “Nereden icap etti böyle saçma sapan bir soruyu sormak” diye cevap verme lüksümüz yok.
Yakın zamanda Türkiye’deki seçimlere gölge düşüren bir başka gelişme yaşadık. 6 Şubat’ta yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremlerden sonra çok doğal olarak seçim tarihini de yeniden gözden geçirmek gerekti. Tabii Anayasa’nın açık ve başka türlü yorumlanması mümkün olmayan hükümlerine göre seçimin yapılabileceği en son tarih 18 Haziran’dı. Hal böyleyken Reuters Haber Ajansı, adını açıklamak istemeyen eski bir parti yetkilisinin kendilerine verdiği özel demece dayanarak seçimin sonbahar veya sonrasına ertelenmesinin gündemde olduğu doğrultusunda bir haber yaptı. Hiçbir hükümet yetkilisi Anayasa’ya aykırı böyle bir ertelemenin mümkün olmadığını belirtmediği gibi, Bülent Arınç Anayasa’nın kutsal bir metin olmadığını ve mevcut koşullarda seçimin sonbahara ertelenmesi gerektiğini öne sürdü. Arınç elbette şu anda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı veya AK Parti yönetimini temsil etmiyor ancak ne bir hükümet temsilcisinin ne de AK Parti’den bir temsilcinin anayasa ihlali anlamına gelecek böyle bir durumun mümkün olmadığını öne sürmemesi kaygı vericiydi. Ve bu konu uluslararası medyada ve sosyal medyada uzun uzun tartışıldı.
Yabancı Yatırımcıların Soru İşaretleri
Bu aralar uluslararası büyük fonların Türkiye’ye yaptıkları çalışma gezileri yoğunlaştı. Mayıs ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilli seçimlerinin olası sonuçlarını ve seçimler sonrasında Türkiye’nin ne yönde evrileceğini anlamaya çalışıyorlar. Türkiye’ye yatırım yapıp yapmama veya yapacakları yatırımın zamanlaması kararlarını bu senaryolara göre veriyorlar. Eğer sadece hangi adayın veya partinin ne kadar oy alacağı, hangi adayın kazanma olasılığının ne kadar olduğu, filanca adayın seçilmesi durumunda ekonomi politikalarına yönelik tercihlerinin neler olacağı sorularına cevap arasalar her şey çok doğal olurdu. Ancak sordukları sorular bunlarla sınırlı kalmıyor.
Seçimde sonuca etki edecek oranda hile yapılıp yapılmayacağını, muhalefetin kazanması durumunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sonucu kabul edip etmeyeceğini, seçimlere kısa bir süre kala veya Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci ve ikinci turları arasında yapay bir güvenlik sorununun yaşanıp yaşanmayacağını da soruyorlar. Bakın bunlar siyasetçi falan değil, sadece Türkiye’ye yatırım yapmanın iyi bir fikir olup olmadığını anlamaya çalışan uluslararası yatırımcılar. Ve ne yazık ki Türkiye’deki seçim sistemine, dolayısıyla demokrasimize güvenmiyorlar.
Türkiye’nin demokratik dünyada ciddi bir itibar sorunu var; pasaportumuzun, yargımızın, medyamızın, Merkez Bankamızın yanı sıra seçim sistemimize de güvenilmiyor. İtibar sorunumuzu daha büyük ve görkemli binalar inşa ederek aşmaya çalışmak ise ne yazık ki gerçekçi bir yaklaşım değil. Ülkemizin itibarını ancak hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, şeffaflık, hesap verebilirlik gibi ilkelerle artırabiliriz. Önümüzdeki seçimlerin serbest ve adil bir ortamda gerçekleşmesi, seçim güvenliğinin hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde sağlanması, mühürsüz zarf gibi mevzuata aykırı uygulamalara izin verilmemesi, sonuçların mümkün olduğu kadar hızlı ve şeffaf bir biçimde kamuoyu ile paylaşılması, sandıkta ifadesini bulan ulusal iradeye herkesin saygı duyması, sadece dirlik ve düzenimiz açısından değil, uluslararası itibarımız açısından da büyük önem taşıyor.
Göğsümüzü gere gere Türkiye’de seçimler serbest ve adildir diyebileceğimiz, “seçimlerde hile yapılacak mı, kaybeden sonuca razı olacak mı, anayasa ihlal edilecek mi” gibi sorular soranlara “hadi oradan” diye cevap verebileceğimiz günlere bir an önce kavuşmayı dilerim.