Seçimlerin Topoğrafyası-3
Perspektif, seçim dolayımında ortaya çıkan toplumsal fotoğrafı ve siyasetin topoğrafyasını analiz ettiği ve geçtiğimiz günlerde ikinci kısmı yayınlanan soruşturmanın üçüncü bölümü için Siyaset Bilimci ve Yazar Prof. Dr. Nuray Mert, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Mahmut Hakkı Akın ve Siyaset Sosyoloğu Dr. Cuma Çiçek’in görüşlerine başvurdu.
“MİLLET İTTİFAKI İÇİNDE YER ALAN MUHAFAZAKAR SİYASETÇİLER, ‘BEYAZ MUHAFAZAKARLAR’ OLARAK GÖRÜLEBİLECEK PROFİLLER”
Prof. Dr. Nuray Mert-Siyaset Bilimci
Kemal Kılıçdaroğlu ve muhalefetin Cumhurbaşkanlığını kazanamamasını neye bağlıyorsunuz? Hangi söylemi, açmazı ve dinamikler bu sonucu doğurdu? Muhalefet seçim sonrası nasıl şekillenir ya da dizayn olur?
Öncelikle şunu söylemeliyim; masa başında analiz yapmak kolay, seçim kazanmak zordur. O nedenle, bu sorulara cevap bulmaya çalışılırken, derin analizlere dalmadan önce Türkiye’nin mevcut durumunu kavramak açısından gerçekçi olmak lazım. İkincisi, temel yaklaşım ‘mazeret bulmak’ olmamalı. Gerçekçilik derken, ‘Türkiye’de seçmenin çoğu zaten muhafazakâr’, ‘sosyolojik gerçekler’ gibi ezberlerden yola çıkmak yerine, ‘muhafazakâr seçmen’ veya ‘Türkiye sosyolojisi’ dediğimiz aslında ne demektir sorusuna samimiyetle cevap aramayı kastediyorum.
Toplumların sosyolojisi değişir, ‘muhafazakâr seçmen’ profili sabit kalmaz, değişir. Bu değişimlerin ne yönde olduğunu kavramak lazım. Nitekim AK Partisi, önce liberal demokratlar ile ittifak çerçevesinde iktidara geldi, sonra İslamcılık ideolojisine geri dönüş emareleri gösterdi, toplumsal gerçekler İslamcılık ideolojisinin sınırlarını zorladığında milliyetçi popülizme yöneldi. Laik çevre, önce eski İslamcıların ‘muhafazakâr demokrat’ diye tabir ettikleri liberal dönüşüme direndi. Sonra, İslamcılığa dönüşü, bir yandan ‘takiyye yapıyorlardı, asıllarına geri döndüler’ diye kestirip attı, diğer yandan, seçmen desteği adına ‘İslami referanslar ile siyaset yapma’ gayretine düştü. En son olarak da, ‘milliyetçi popülizmi’ baş edilmez bir güç olarak kabul edip, Kürt siyaseti ile ilişkisini iktidarın çizdiği sınırlara çekerek, milliyetçiliğe rehin düştü. Sonuçta, geleceğe ilişkin net bir söylem ve siyaset üretmek konusunda başarısız oldu.
MUHALEFET, MEVCUT KISITLARI AŞACAK ÖLÇÜDE UMUT VE HEYECAN YARATACAK BİR SİYASET ÜRETEBİLMİŞ DEĞİL
Bu koşullar altında, Altılı Masa formülü de, tehlikeye giren toplumsal barış adına bir büyük uzlaşma resmini öne çıkarmak yerine, çok başlılık, birbirine mecburiyetin bir arada tuttuğu bir dağınıklık tablosu oluşturdu. CHP siyaset söylemi bir yandan öbürüne savrulurken, özellikle İYİ Parti’nin ‘kerhen ittifak içinde’ kaldığı giderek daha iyi anlaşılır oldu. Doğrusu, Davutoğlu, Babacan ve Karamollaoğlu bu açıdan sağlam durdu, siyasi uzlaşmanın önemini vurgulamanın hakkını verdi. Onların etkisinin azlığının nedenleri farklı.
AK Partisi’nin temsil ettiği muhafazakârlık, aydın kesimin sandığı gibi, dini değerlere bağlılık ve bunun sergilenmesinden ibaret değil. AK Partisi, aynı zamanda sınıfsal tepkilere ve ekonomik özlemlere hitap ettiği için toplumsal destek buldu ve hâlâ buluyor. Bu çerçevede, Millet İttifakı içinde yer alan muhafazakâr siyasetçiler, sadece CHP ile yan yana durdukları için değil, muhafazakâr denilen kesimin seçkinleri, yani ‘Beyaz muhafazakârlar’ olarak görülebilecek profiller.
Tabii, konu sadece bu değil, 21 yıl iktidarda olan ve artık devletleşmiş bir yapı ve onun vadettiklerini dikkate almak lazım. Diğer taraftan, otoriter rejim koşulları altında, medyanın kontrolü ve muhalefetin baskılanması da önemli. Ama ona bakarsanız, AK Parti de, benzer koşullar altında, yani adil olmayan koşullarda iktidar oldu. Buna karşın, muhalefet Türkiye’de hâlihazırda mevcut koşullar ve kısıtları aşacak ölçüde bir umut, heyecan yaratacak bir muhalefet söylem ve siyaseti üretebilmiş değildi.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını kazanmasını neye bağlıyorsunuz? Hangi söylemi, stratejisi, ülke içi ve dışı dinamikler bu sonucu doğurdu? Erdoğan’ın seçim sonrasında topluma, devlete, siyasete, dış politikaya ve ülkenin kronik sorunlarına dair nasıl bir yol haritasının olacağını öngörüyorsunuz?
ERDOĞAN’IN İZLEYECEĞİ YOL AÇISINDAN BAKANLAR KURULU, YURT DIŞINDAN VE İÇERİDEN DAHA ILIMLI OLARAK DEĞERLENDİRİLEBİLİR
Bu soruya verebileceğim cevaplar, birinci soruya verdiğim cevapları içeriyor, o nedenle mümkün mertebe kısa keseceğim. İktidar/devlet olma imkânları bir yana, AK Partisi’ne güç veren en önemli unsur, bence muhalefetin liderliğini üstlenen CHP’nin güçlü bir siyasal mesajının olmamasıydı. En az onun kadar önemli bir diğer husus ise, geçen seneden beri yazmaya, söylemeye çalıştığım gibi, Kılıçdaroğlu’nun çabalarına karşın, muhalefetin vitrinin fazlasıyla ‘seçkin kibri’ yansıtıyor olması idi.
Dış faktörlere gelince, ‘CHP’nin bir dış politikası yok’ demek bence haksızlık olmaz. Dahası, dünyada olan bitenlerin pek farkında değil gibiler; belli ki AB ve ABD’ye olumlu mesaj vermenin yeterli olduğunu düşünüyorlardı. Oysa, özellikle Ukrayna savaşından sonra, dünyada çok ciddi değişimler oldu. Hele ‘AB perspektifi’, artık şaka gibi, ‘zaten Türkiye’nin üyeliğinin söz konusu olmadığı durumda, bu ısrar neredeyse AB’yi rahatsız edecek bir konu olmuştu. Nitekim Batı medyasında (The New York Times, The Guardian) Erdoğan Türkiye’sinin demokrasi ve insan hakları konularında sicili, AB’nin Türkiye’yi dışarda tutmasını kolaylaştırdığı için, seçim sonuçlarının Batı’yı rahatlattığı şeklinde yorumlar bile çıktı. Erdoğan’ın bundan sonra izleyeceği yol açısından yeni bakanlar kurulu yurt dışından olduğu kadar içeriden de daha ılımlı olarak değerlendirilebilir.
Ekonomi yönetimi konusunda da muhalefete gol atmış oldu. Muhalefet, aslında neo-liberal ezberden başka bir şey olmayan ‘rasyonel, ortodoks ekonomi politikalarına dönüş’ diye tutturmuştu, Mehmet Şimşek de bu ekolün temsilcisi olarak biliniyor. Ancak, hem dünya ölçeğinde yaşanan gelişmeler (neo-liberal modelin çöküşü) hem iç siyasi kaygılar (toplumsal maliyet ve yerel seçimler) nedeniyle bu tür bir modelin katıksız olarak uygulanamayacağını düşünüyorum, bu durumda herhalde ara çözümler bulunacak.
Seçimler bize nasıl bir toplumsal fotoğraf ortaya çıkardı? Kutuplaşma ve ortaklaşma sarkacındaki Türkiye’nin, toplumsal ve siyasal fay hatları nasıl restorasyona tabi tutulabilir? Restorasyon sürecinde Kürt sorununu ve aktörlerini nasıl bir gelecek bekliyor? HDP/YSP’nin 14 ve 28 Mayıs seçimleri süresince izlediği seçim stratejisini nasıl buldunuz? Söylemi, kadrosu, performansı, hataları, açmazları ve güçlü yönleri nelerdi?
HDP, DEMOKRATİK SİYASETİN ALANINI GENİŞLETME ADINA, DAHA İLERİ ADIMLAR ATMAYA KAFA YORMALI
Öncelikle, ‘fay hatları’ gibi sabit kategorilere dayalı düşünmek yerine o fay hatları nasıl dönüşür diye kafa yormak lazım. Kürtler, Sünni muhafazakârlar, Aleviler, laikler ve bunlara yönelik söylem ve siyasetleri gözden geçirmek gerekiyor. Bakın, kim ne derse desin İslamcılık toplumsallaşamadı. Sekülerliğin, İslamcıların sandığı gibi, dayatmadan ibaret olmadığı, sanıldığından çok toplumsal kabul gördüğü ortaya çıktı. Bu çerçevede, muhafazakâr kesimler dediğimiz kesimler eski muhafazakârlar değil, değiştiler, dönüştüler. AK Partisi yönetimi döneminde, siyasal otoriterlik bir yana, toplumsal hayat liberalleşti ve AK Partisi de bu durumu gördü ve uyum sağlamak zorunda kaldı. Bunları görmek lazım.
Hal böyleyken AK Partisi ve destekçisine ‘Taliban’ muamelesi yapmak çok yanıltıcı oldu, tepki çekti. Kürt siyasetçileri, Kürt modernleşmesi, orta sınıflaşmasını hesaba katmak; Türk milliyetçileri Kürt kimliğini yok sayan bir bakışın Türkiye’nin geleceğini zora sokacağını anlamak zorunda. Milliyetçi popülizmi siyasi güç haline getirerek yoluna devam eden AK Partisi, bu silahı muhalefete karşı kullanırken, sonuçta HÜDA PAR gibi radikal bir Kürt partisini MHP ile aynı çatı altında buluşturmayı başardı. Buna karşın, Millet İttifakı da İYİ Parti’ye rağmen HDP/YSP’nin desteğini almayı başardı. Ancak, maalesef, İYİ Parti Millet İttifakı’nın seçim yenilgisini CHP ve HDP desteğine yormaya, HDP ise seçim başarısızlığını Kılıçdaroğlu’na verdiği desteğe yormaya başladı. Tam tersi daha umut vadedici olurdu, yani Cumhur İttifakı’nın HÜDA PAR’ı içermesi, İYİ Partililerin de Kürt siyasetine önem vermesi gerektiği düşüncesini pekiştirmeliydi. HDP de, ‘muhalefet ile olmuyor, yaparsa Erdoğan yapar’ anlayışına savrulmak yerine, demokratik siyasetin alanını genişletmek adına daha da ileri adınlar atmaya kafa yorsa iyi olur diye düşünüyorum.
Ancak, Türkiye’nin geleceği adına bir büyük muhasebe yerine, muhalefetin tüm unsurlarının ve o çevrenin yorumcularının ‘mazeret’ bulmak istikametinde emin adımlar ile yürüdüğüne tanık oluyoruz.
“ZAFER PARTİSİ’NİN DESTEĞİNİ ALMAK İÇİN YAPILAN SÖYLEM DEĞİŞİKLİĞİ BİR RİSKTİ”
Prof. Dr. Mahmut Hakkı Akın-İstanbul Medeniyet Üniversitesi
Kemal Kılıçdaroğlu ve muhalefetin Cumhurbaşkanlığını kazanamamasını neye bağlıyorsunuz? Hangi söylemi, açmazı ve dinamikler bu sonucu doğurdu? Muhalefet seçim sonrası nasıl şekillenir ya da dizayn olur?
Elbette pek çok sebepten bahsedilebilir. Öne çıkan ve belirleyici sebeplerden biri, birbirinden farklı toplumsal tabanlara sahip siyasi partilerin bir araya gelmesinin oluşturduğu riskti. Ayrıca bu ittifaka dâhil olmasa da HDP’nin Kemal Kılıçdaroğlu’na destek vermesi de riskin maliyetini artırdı. Maliyeti yüksek bu riskin kazandırabileceği, toplumu çoğunlukla ve bütün farklılıklarıyla kuşatacağı söylemi tam anlamıyla karşılık bulmadı. Kemal Kılıçdaroğlu yüksek bir oy oranına ulaştıysa da kazanamadı. Geleneksel sağ siyasete bağlı milliyetçi ve muhafazakâr seçmenlerin çoğunluğu için bir alternatif olmayı başaramadı.
Birinci turdan sonra Zafer Partisi’nin desteğini almak için yapılan söylem değişikliği de başka bir riskti. Sonuçta bu tercih de fayda getirmedi. Tersine, kendisiyle ilgili son dönem siyasi söylemleriyle çelişen, kazanmak için her şeyi yapabilecek ve her tavizi verebilecek bir siyasetçi algısının oluşmasına sebep oldu. İkinci turda büyük oy kaybı yaşamamasına ve hatta bazı bölgelerde oylarını artırmasına rağmen kendisini desteklemeyen kesimin daha da kenetlenmesine de dolaylı olarak katkıda bulundu. Elbette Zafer Partisi desteği sonrasında Kürt seçmenlerden tepki gösterenler de oldu.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybetmesinin bir başka önemli sebebi, Millet İttifakı yöneticilerinin ve seçmenlerinin seçimi kazanmayla ilgili psikolojik üstünlük elde ettiklerini düşünmeleri ve rehavete kapılmalarıdır. Bu durum, yaşanan ekonomik sıkıntılar ve büyük deprem felaketi sonrasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığına fazla prim verilmesiyle de oluşmuştu. Ayrıca anket firmalarının çok büyük çoğunluğunun ilk turda Kemal Kılıçdaroğlu’nun oy oranlarını yüksek göstermesi, Muharrem İnce’nin çekilmesiyle ilk turda büyük ihtimalle seçimi kazanacağına yapılan vurgular üstünlük duygusunu ve buna bağlı olarak rehaveti artırdı. Bununla birlikte seçimin kazanılması durumunda neler yapılacağı ve nasıl bir yol izleneceği de güçlü bir şekilde vurgulanmadı.
Muhalefeti oluşturan bütün siyasi partiler için daha zor bir döneme girildi. 21’inci yılındaki bir iktidarı yenememenin getirdiği ağır bir yük söz konusu. Partilerin genel merkezlerinde ve teşkilatlarda rahatsız olanların ya da “biz haklı çıktık” diyenlerin tepkilerinin yönetilmesi gerekecek. Genel başkanlar büyük ihtimalle yola devam edecekler. Ancak pek çok şeyi yeniden kurmaları ve bu seçimin maliyetiyle uğraşmaları gerekecek. Özellikle de yerel seçimlere bir yıldan daha az bir süre kalmışken işleri kolay olmayacak.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını kazanmasını neye bağlıyorsunuz? Hangi söylemi, stratejisi, ülke içi ve dışı dinamikler bu sonucu doğurdu? Erdoğan’ın seçim sonrasında topluma, devlete, siyasete, dış politikaya ve ülkenin kronik sorunlarına dair nasıl bir yol haritasının olacağını öngörüyorsunuz?
BU SEÇİMDE ERDOĞAN KARŞITLIĞI ÇOK KONUŞULDU, ANCAK MUHAFAZAKÂR SEÇMENDEKİ ERDOĞAN SEVGİSİ GÖZARDI EDİLDİ
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı, muhalefete göre daha derli toplu bir siyaset izlediler. Cumhur İttifakı’nın siyasi söylemleri ve hitap ettiği toplumsal taban arasındaki uyum daha belirgindi. Başka bir deyişle Kemal Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’na göre daha tutarlı göründüler.
Bu seçimde Erdoğan karşıtlığının seçime etkisi fazlaca konuşuldu. Ancak zamanla muhafazakâr seçmende büyük bir Erdoğan sevgisi oluştuğu da göz ardı edildi. Bu seçimin önemli göstergelerinden biri, bu güçlü duygusal bağdır. Ayrıca Recep Tayyip Erdoğan’ın gençlik yıllarından beri siyasetin içinden gelen ve siyasette oyun kurma ve kazanma becerisi çok yüksek birisi olduğu da dikkate alınmalıydı ki bu da küçümsenmemesi gereken bir sebeptir.
Benzer bir durum Devlet Bahçeli ve MHP için de geçerlidir. Anketler sürekli MHP’yi yüzde 7 baraj sınırında ve hatta altında göstermelerine rağmen MHP yüzde 10 oy almayı başardı. Her iki siyasetçi de “eski siyasetçi” olmalarına da bağlı olarak kendilerini destekleyen tabana ulaşma ve seçmenleri mobilize etme konusunda başarılı oldular.
Bir süredir Türkiye’nin bölgesinde büyük bir güç olmasıyla ilgili iddia, iktidar tarafından seçimde de öne çıkarıldı. Yerli savaş gemisi, yerli otomobil, teknoloji alanındaki yatırımlar, Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi gibi gelişmeler, en azından kendilerini destekleyecek seçmeni motive etti.
HDP’nin Kemal Kılıçdaroğlu’na desteği de Karadeniz, Orta ve Doğu Anadolu’da çoğunluğu oluşturan milliyetçi ve muhafazakâr seçmenin Recep Tayyip Erdoğan’a destek vermesini kolaylaştırdı. İlk turda bu seçmen tipinin kısmen Sinan Oğan’a da destek verdiği tespit edilebilir. Ancak bazı seçmen eğilimlerinin toplumsal hafıza ve kimlik unsurlarına güçlü bir şekilde bağlı olduğu da yeniden görüldü.
Seçimlerden sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, büyük ihtimalle mevcut siyasi konuma uygun hareket etmeye dikkat edecektir. Ekonomi ve uluslararası ilişkiler konularında potansiyel meselelerin çözümünü önemsediğini de bakanlar kuruluna seçtiği bakanlar üzerinden göstermiştir. Türkiye bir değişim yaşayacak gibi gözükmektedir. Büyük ihtimalle bu değişimin zor tarafları da olacaktır. Bir yandan da güçlü Türkiye iddiası hayata geçirilmeye çalışılacaktır. Bu da bazı politika değişikliklerini ve tedbirleri beraberinde getirecektir. Böyle bir sürecin yönetilmesi kolay değil. Ancak seçmenin büyük çoğunluğunun bu sürece 21 yıllık bir iktidarla girme tercihi istikrarla ilgili beklentilerle de açıklanabilir.
Seçimler bize nasıl bir toplumsal fotoğraf ortaya çıkardı? Kutuplaşma ve ortaklaşma sarkacındaki Türkiye’nin, toplumsal ve siyasal fay hatları nasıl restorasyona tabi tutulabilir? Restorasyon sürecinde Kürt sorununu ve aktörlerini nasıl bir gelecek bekliyor? HDP/YSP’nin 14 ve 28 Mayıs seçimleri süresince izlediği seçim stratejisini nasıl buldunuz? Söylemi, kadrosu, performansı, hataları, açmazları ve güçlü yönleri nelerdi?
HDP’DE, GARANTİ OY ÜZERİNE SİYASET YAPMANIN ÜRETTİĞİ BİR KONFORMİZM SÖZKONUSU
Aslında seçimler Türkiye’de on yıllardır oluşmuş ve devam eden siyasi kimlik farklılaşmalarının devam ettiğini de göstermektedir. Elbette bu farklılaşmaların bazı kırılmaları ve alt bölünmeleri söz konusu. Ancak CHP taraftarlığı ve CHP karşıtlığı, milliyetçiliğin kendi içinde bölünmesi ve farklı milliyetçilik yorumlarının ortaya çıkması, sosyo-ekonomik duruma göre toplumsal kesimler açısından tercihlerin farklılaşması, toplumsal hafızayla birlikte var olmakta ve devam etmektedir. Kürt vatandaşların daha çok yaşadıkları bölgelerde de seçmen tercihleriyle ilgili büyük bir değişim yoktur.
Türkiye’nin bir toplum olabilmesi için ortak bir kamusal bilincin oluşması ve paylaşılması gerekmektedir. Seçim öncesinde ve sonrasında kolayca kendisi gibi düşünmeyeni yargılayan, ona hakaret eden ve üstten bakabilen bir tipin siyasi tercihi fark etmeksizin var olması, yıllardır aşılamamış ciddi bir meseleyi açıkça göstermektedir. Burada sosyal medyanın tarafları kutuplaştırıcı ve manipüle edici rolü de unutulmamalıdır. Sorunuzda bahsettiğiniz siyasi fay hatlarının restorasyonu öncelikle üzerinde durulması gereken bir konu. Ancak bu konu sadece iktidarın değil, muhalefetin de bir meselesidir ve ortak çözülmelidir. Çözümünün zor olduğu ve kurumlaşmış tavır ve tarzların değişme karşısında üreteceği direnç de göz önünde bulundurulmalı.
HDP/YSP blokunun da seçim sonuçlarını analiz etmesi ve özellikle oy kayıplarını tahlil etmesi gerektiği ortaya çıkmıştır. Bugüne kadar bir şekilde Kürt seçmenlerin desteğini alarak kendini devam ettiren siyasi yapı, kısa ve uzun vadede ne kadar devam edebilir? Bu partilerde belli bir kesimin garanti oyu üzerine siyaset yapmanın ürettiği bir konformizm söz konusudur. Ancak bu konformizm zamanla kendi seçmenlerinde başka tepkilerin oluşmasına ve bölünmelere de sebep olabilir. Bu nedenle Türkiye’nin 1980’lerden ve 1990’lardan daha farklı şartlara ve yapıya sahip olduğunu göz önünde bulundurmaları gerekir. Yine HDP’ye destek vermeyen ve onu PKK ile ilişkilendiren seçmenlerin tutumları ve tepkilerini de analiz etmeleri gerekir. Ancak mevcut durumda bu çok yönlü muhasebeyi yapabileceklerini sanmıyorum.
HDP/YSP’nin cumhurbaşkanı adayı göstermemeleri ve yukarıda bahsettiğim garanti oy konformizmi üzerinden hareket etmeleri ciddi bir riskti. Şayet aday gösterselerdi bu seçimde oluşmuş iki bloktan ayrı bir siyasi söylem iddiasını da taşıyabilirlerdi. Ancak Tayyip Erdoğan karşıtı blokta yer almayı tercih etmişlerdir ki bu reaksiyonerlik karşılık bulsa bile kendileri için üzerine siyaset inşa edilecek bir temel değildir. Özellikle büyükşehirlerde HDP’ye oy verenlerin TİP’e destek vermeleri dolayısıyla yaşanan oy kayıpları, ileride alternatifler ortaya çıkması durumunda Güneydoğu ve Doğu Anadolu’daki şehirlerde de yaşanabilecek bir durumdur. HDP’de yönetilenlerle yönetenler arasında ciddi bir kültürel mesafe var olduğu izlenimi de oluşmuş durumda.
“MUHALEFETİN KAZANAMAMASININ EN ÖNEMLİ NEDENİ, KAPSAYICI BİR SİYASİ TAHAYYÜLÜ İNŞA EDEMEMESİ ”
Dr. Cuma Çiçek-Siyaset Sosyoloğu
Kemal Kılıçdaroğlu ve muhalefetin Cumhurbaşkanlığını kazanamamasını neye bağlıyorsunuz? Hangi söylemi, açmazı ve dinamikler bu sonucu doğurdu? Muhalefet seçim sonrası nasıl şekillenir ya da dizayn olur?
Muhalefetin hem parlamento hem de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kazanamamasının birçok nedeni bulunuyor. Kanaatimce en önemlisi kapsayıcı bir siyasi tahayyülün inşa edilmemesi. Açıklamama izin verin;
Türkiye’nin 1950 yılından bu yana yapılan seçimlerin makro analizleri bize şunu gösteriyor: Seçmenlerin davranışlarını belirleyen iki ana kimlik çatışması var: (1) Kürtlük/Türklük ve dindarlık/sekülerlik. Bununla birlikte kimlik temelli bu siyasi farklılaşmanın sınıf temelli ayrışmalarla çakıştığı görülüyor. Bu konuda özellikle Hasan Kirmanoğlu ve Murat Güvenç hocalarımızın kaleme aldığı “Türkiye Seçim Atlası 1950-2009” adlı çalışmayı referans verebilirim. 2010 sonrası seçim sonuçlarını analiz eden Bekir Ağırdır da benzer sonuçlara ulaşıyor.
Özetle, yaklaşık 70 yıllık trende baktığımızda Türkiye’de sınıf ve kimlik dinamiklerine dayanan; daha açık bir ifadeyle yoksulluk/zenginlik, Kürtlük/Türklük ve dindarlık/sekülerlik dinamikleri üzerinden şekillenen üç ayrı siyasi coğrafya bulunuyor. İlki, ülkenin en yoksul bölgesini oluşturan Kürt coğrafyası, ikincisi ülkenin en zengin bölgesini oluşturan kıyı şeridi ve sonuncusu ilk bölgeden daha zengin, ikinci bölgeden daha yoksul olan Orta ve Kuzey Anadolu bölgesi. Kürt coğrafyasında esasında Kürt meselesi seçim sonuçlarını belirliyor ve Fırat’ın batısından hem kimlik siyaseti hem de sınıf siyaseti bağlamında ayrışıyor. Kıyı şeridi ile Orta ve Kuzey Anadolu bölgeleri arasındaki sınıfsal ayrım, aynı zamanda dindarlık/sekülerlik ayrımına denk düşüyor.
Muhalefet bu tarihsel trendi dikkate alan; iç içe geçen sınıf ve kimlik dinamiklerini birlikte okuyan, eşitlikçi, özgürlükçü bir siyasi tahayyül geliştiremediği için seçimi kaybetti. Muhalefet, Türkiye’nin tarihsel çatışmalarının çözümüne dönük umut veren bir hikâye oluşturulabilseydi ve etkili bir kampanyaya bu yürütülebilseydi sonuçlar farklı olabilirdi.
MUHALEFET SİYASET ÜRETMEKTENSE, EKONOMİK KRİZİN VE ERDOĞAN KARŞITLIĞININ SEÇİMİ KAZANMAYA YETECEĞİNE İNANDI
Alternatif bir siyasi tahayyül geliştiremeyen muhalefet siyaset üretmektense ekonomik krizin siyasi iktidarı değiştireceğine, Erdoğan-karşıtı bir siyasetin seçimi kazanmaya yeteceğine inandı ve buna göre konumlandı. Bu anlamda sınıf ve kimlik çatışmaları konusunda kapsayıcı bir siyaset inşa edeceğine “piyasa araştırmasına dayalı” bir seçim stratejisi izledi. Anketlere, piyasa araştırmasına dayalı bu tercih, siyaset yapan Erdoğan karşısında kaybetti.
Tarihsel trendin yarattığı zorluklara ve alternatif bir siyasi tahayyül geliştirilememesine rağmen iyi bir seçim kampanyasıyla ve örgütlenmesiyle, yine iyi dizayn edilmiş bir ittifak politikasıyla muhalefet bu seçimi yine de kazanabilirdi. Ancak, bildiğiniz üzere muhalefet ne zamanı yönetebildi ne iyi bir seçim kampanyası inşa edebildi ne de etkili bir seçim örgütlenmesine gidebildi. Adaylık krizi bu konudaki zayıflığın özeti gibi. Millet İttifakı adayını seçime 70 gün kala büyük bir kriz yaşayarak belirledi. Millet İttifakı’nın iki ana kurucu aktörü CHP ve İYİ Parti arasında etkili bir ortaklık kurulamadı.
Son olarak, ittifak politikasından bahsedebilirim. Ortak bir siyasi tahayyül geliştiremeyen Millet İttifakı üç ana siyasi odağı büyütmeyi merkeze alarak Erdoğan karşıtı bir cephe kurabilirdi. Ancak, muhalefetin ittifak politikası hem HDP’yi hem İYİ Parti’yi hem de muhafazakâr-dindar seçmene hitap eden DEVA, Gelecek ve Saadet partilerini küçülttü.
HDP ile kurulan sınırları belirsiz ve Kürt seçmenin feragat etmesine dayalı ilişki bir yandan Kürt siyasetini zayıflattı, öte yandan Türk milliyetçilerinin önemli bir kısmını Millet İttifakı’ndan uzaklaştırdı. CHP ile İYİ Parti arasındaki cereyan eden ve özellikle aday tartışmaları ve HDP ile olan ilişkide dışa vuran kriz İYİ Parti’yi de küçülttü. Son olarak, Cumhur İttifakı’ndan oy alması beklenen DEVA Partisi, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi CHP adıyla seçime girerek İslami-muhafazakâr seçmenin seçeneklerini daralttı. Bu konuda Erdoğan’ın kurmay aklına hak ettiği değeri vermek gerekiyor. Zira, HÜDA PAR ve Yeniden Refah Partisi’yle kurduğu ittifak, esasında muhalefetin ittifak politikasına karşı yapılmış etkili bir hamleydi.
Mart 2024 yerel seçimleri muhalefeti bir arada tutabilir. Ama Mayıs seçimleri sonrası Millet İttifakı’nın bir arada durması zor görünüyor. Muhtemelen yeni ittifaklar gelişecektir. Bu konuda öngörüde bulunmak kolay değil. Bununla birlikte CHP ve HDP’de iç siyasi tartışmaların yoğunlaşacağını, DEVA, Gelecek ve Saadet Partisi arasında alternatif bir muhafazakâr siyaset odağı inşası arayışlarının artacağını bekleyebiliriz. Ayrıca, MHP, İYİ Parti, Zafer Partisi ve Büyük Birlik Partisi’nin ittifaklar denkleminde ultra-nasyonalist merkeze dönüşme potansiyeli bulunuyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını kazanmasını neye bağlıyorsunuz? Hangi söylemi, stratejisi, ülke içi ve dışı dinamikler bu sonucu doğurdu? Erdoğan’ın seçim sonrasında topluma, devlete, siyasete, dış politikaya ve ülkenin kronik sorunlarına dair nasıl bir yol haritasının olacağını öngörüyorsunuz?
ERDOĞAN’IN BAŞARISI, OYUN KURMA KAPASİTESİNDEN VE MUHALEFETİ DE BU OYUN İÇİNDE TUTMA BECERİSİNDEN GELİYOR
Erdoğan’ın başarısı esas olarak oyun kurma kapasitesinden ve muhalefeti de bu oyun alanı içinde tutma becerisinden geliyor.
Zaten siyasi alanda Erdoğan’a alternatif bir söylem sunamadı Millet İttifakı. Erdoğan, 15 Temmuz sonrası millilik ve yerlilik üzerine inşa ettiği siyasi tahayyülü seçim döneminde özellikle dış politika, savunma sanayii ve Kürt meselesi üzerinden yeniden üretti. Bu konuda sadece muhafazakâr-dindar kimliğiyle konumlanan seçmenleri değil, aynı zamanda milliyetçi kimliğine öncelik veren seçmenleri de mobilize edebildi.
Erdoğan’a başarı getiren ikinci dinamik, muhalefet cephesindeki çatışmalar üzerinden iyi siyaset yürütmesi. Kürt meselesi üzerinden hem Millet İttifakı ve HDP arasındaki krizi hem de CHP ve İYİ Parti arasındaki krizi iyi değerlendirdi Erdoğan. Daha önce de ifade ettiğim gibi HÜDA PAR ve Yeniden Refah Partisi’yle kurduğu ittifak, Yeniden Refah Partisi’nin kendi adıyla seçime girmesi, ittifak politikasında Erdoğan’a başarıyı getiren temel dinamiklerdendi.
ERDOĞAN’IN RAKİPSİZ OLDUĞU ALANLARINDAN BİRİ, KRİZLERE RAĞMEN TARAFTARLARI NEZDİNDE GÜVEN OLUŞTURMASI
Muhalefetin başarı için yatırım yaptığı ekonomik alanda da Erdoğan’ın krizi iyi yönettiğini düşünüyorum. Bir yandan seçimin son aylarında tartışmaları ekonomik alandan dış politika, savunma sanayii ve “terör” üzerine çekmesi önemli bir başarıydı. Öte yandan, Erdoğan, çoğu ekonomistin de altını çizdiği üzere enflasyon ve emeğin ucuzlamasını üretim ve istihdam artışıyla dengeleyebildi. Erdoğan taraftarları da en az muhalif seçmen kadar ekonomik krizin farkında ve durumdan rahatsız. Bununla birlikte, Erdoğan ekonomik krizin çözümü konusunda kendisini ve partisini taraftarlarına çözüm adresi olarak sunabildi.
Burada, Erdoğan’ın siyasi iradesinden bahsetmem gerekir. Erdoğan siyasi iradesi güçlü bir lider ve bu konuda taraftarları arasında büyük bir güven oluşturabilmiş durumda. Bu siyasi iradenin varlığı ve kendini yeniden üretme kapasitesi tüm krizlere rağmen taraftarlar nezdinde bir güven oluşturuyor. Kanaatimce Erdoğan’ın rakipsiz olduğu en önemli alanlardan biri de buydu.
Önümüzdeki dönemde ekonomik alanda uluslararası piyasaya uyum sağlayan, bu anlamda daha öngörülebilir bir siyasetin izleneceğini bekliyorum. Öte yandan, hak ve hukuk alanında, siyasal reformlar alanında bir iyileşme beklentim yok. Daha net bir tabloyu yerel seçimler sonrası göreceğimizi düşünüyorum.
Seçimler bize nasıl bir toplumsal fotoğraf ortaya çıkardı? Kutuplaşma ve ortaklaşma sarkacındaki Türkiye’nin, toplumsal ve siyasal fay hatları nasıl restorasyona tabi tutulabilir? Restorasyon sürecinde Kürt sorununu ve aktörlerini nasıl bir gelecek bekliyor? HDP/YSP’nin 14 ve 28 Mayıs seçimleri süresince izlediği seçim stratejisini nasıl buldunuz? Söylemi, kadrosu, performansı, hataları, açmazları ve güçlü yönleri nelerdi?
KÜRT MESELESİNDE, NORMATİF ANLAMDA UMUT VEREN BİR HAREKET YOK VE BU KONUDA TOPLUMSAL HAREKETLER DE ÇOK ZAYIF
Türkiye’nin sınıf ve kimlik dinamikleri üzerine inşa olan üç parçalı siyasi coğrafyası devam ediyor. 2017 yılında kabul edilen Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminden bu yana bu üçlü yapı kendisini birbirine yakın temsil gücüne sahip iki blok olarak ifade ediyor.
Türkiye’nin toplumsal krizlerini aşması, esasında yukarıda altını çizdiğim sınıf ve kimlik dinamiklerine dayalı üç siyasi eksende bir uzlaşının kurulmasına bağlı. Ancak bu konuda kapsayıcı bir siyasi tahayyülü olan bir partiden ya da muhalefet odağından bahsetmek zor görünüyor.
HDP savunduğu çoğulcu ve özgürlükçü kimlik politikası, popülist sol söylemi ve alt-orta sınıflara dayalı toplumsal yapısıyla bu konuda bir alternatif olabilir mi diye akıllara soru gelebilir. Ancak Kürt çatışmasının yarattığı derin toplumsal kutuplaşmalar, geride bıraktığımız canlar, büyük toplumsal altüst oluşlar, kanaatimce HDP’nin Türkiye genelinde güçlü bir muhalefet hareketi oluşturmasını ve Kürtlerden öteye geniş kesimleri içermesini imkânsız kılıyor. Bu belki, Kürt meselesinde şiddeti arkada bıraktığımız bir denklemde mümkün olabilir.
Türkiye’deki sosyalist ve komünist partilerin toplumsal temsil düzeyinin çok zayıf olduğunu ve 1990’lı yıllarında başından bu yana Kürt siyasetinin bu aktörlerle kurduğu ittifakların anlamlı bir sonuç ortaya çıkarmadığını dikkate aldığımızda, kanaatimce Emek ve Özgürlük İttifakı gibi yapılar üzerinden de bunu sağlamak mümkün olmayacak.
Hâlihazırda Emek ve Özgürlük İttifakı dışında kalan Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı bileşenlerinin -HÜDA PAR dışarıda bırakılırsa- çoğunlukla milliyetçi ya da ultra-milliyetçi partiler olduğu görülüyor. Kürt meselesi konusunda normatif anlamda umut veren bir hareket ne yazık ki yok. Öte yandan bu konuda toplumsal hareketler de çok zayıf.
Kürtler Mayıs seçimlerinden sonra daha yalnız ve daha zayıflar. Bununla birlikte, Kürt meselesinin çözümüne dönük Kürtler arası mutabakat geçmişle kıyaslanmayacak düzeyde genişlemiş durumda. Ayrıca, Kürt meselesinin sınır-ötesi dinamikleri, Türkiye’deki siyasi aktörleri rasyonel çözüm seçeneklerine yönlendirebilir. Bu konuda Suriye’deki siyasi çözüm arayışlarının belirleyici olacağını düşünüyorum.
BU SEÇİMLERİN EN BÜYÜK KAYBEDENİ, HDP/YEŞİL SOL PARTİ OLDU
HDP/Yeşil Sol Parti’nin seçimlerdeki performansına gelirsek, herhalde ilk söyleyeceğimiz şu: Bu seçimlerin en büyük kaybedeni HDP/Yeşil Sol Parti oldu. HDP; 2015 seçimlerine kıyasla yaklaşık beş seçmenden birini, 2018 seçimlerine kıyasla dört seçmenden birini kaybetti.
Bu kayıpları ve nedenleri üzerine Birikim Haftalık’ta iki ayrı yazı kaleme aldım. Burada sadece beş ana başlığı hatırlatayım: (1) 2013-2015 Çözüm Süreci sonrası yaşanan kent çatışmaları sonucunda Kürt siyasetinin kitleler nezdinde umut ve güven kaybetmesi ve bunun yarattığı siyasi öznelik kaybı. (2) Son sekiz yılda HDP’nin üzerindeki baskılar sonucu de facto olarak kapatılmış bir parti haline gelmesi ve kitleleri mobilize edecek kurumsal altyapısını kaybetmesi. (3) Barış süreçlerinde görece etkili olan demokratik cumhuriyet, demokratik özerklik, yerel demokrasi, Türkiyelileşme gibi ucu-açık, içeriği ve sınırları belirsiz siyasal söylemlerin Çözüm Süreci’nin sona ermesiyle birlikte kitleleri mobilize eden siyasal söylemler olmaktan çıkması ve HDP’nin yeni bir siyasi tahayyül geliştirememesi. (4) CHP ve TİP ile kurulan ilişkide dışa vuran ve esasında “feragat siyasetine” dayanan ittifak politikası. (5) Son olarak, yerelleşme taraftarı ve âdem-i merkeziyetçi söyleme rağmen merkeziyetçi usullerle adayların belirlenmesi, tercih edilen adayların çoğunlukla yerel dinamikleri temsil etme kapasitesinin zayıflığı, farklı toplumsal kesimlere hitap edecek çeşitliliği içermemesi.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.
NURAY MERT
1960 Trabzon doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Tarih Bölümleri’nde lisans eğitimi alan Mert, aynı üniversitenin Tarih Bölümü’nde yüksek lisansını (Prens Sabahaddin ve Terakki Mecmuası), Siyaset Bilimi Bölümü’nde de doktorasını (Erken Cumhuriyet Döneminde Laik Düşünce) tamamladı.
MAHMUT HAKKI AKIN
1981 yılında Karaman'da doğdu. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünden 2003 yılında mezun oldu. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Ana Bilim Dalında 2005 yılında yüksek lisans, 2009 yılında doktora eğitimini tamamladı. Doktora eğitiminin bir döneminde Maastricht Uluslararası İletişim Fakültesinde (Hogeschool Zuyd) siyaset ve iletişim üzerine dersler aldı. Sosyoloji alanında 2013 yılında doçent, 2018 yılında profesör oldu.
CUMA ÇİÇEK
1980 yılında Diyarbakır’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Diyarbakır’da gördükten sonra 2004 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nü tamamladı. Aynı üniversitede 2005-2008 yılları arasında Şehir ve Bölge Planlama Yüksek Lisans Programı’nı bitirdi. Tezinde Diyarbakır’da yönetişim sürecini eleştirel bir perspektifle ele aldı. 2009-2014 yılları arasında Paris Politik Etütler Enstitüsü’nde (Institut d’Etudes politiques de Paris - Sciences Po.) Siyaset Bilimi Anabilim Dalı’nda, Siyaset Sosyolojisi ve Kamu Politikaları/Eylemleri alanında doktorasını tamamladı. Birikim, Praksis, İktisat Dergisi, Turkish Studies, Dialectical Anthropology dergilerinde Kürt meselesi, Kürt İslâmcılığı, yerel yönetimler, bölgesel eşitsizlik, sınıf ve kimlik ilişkileri, çatışma çözümü ve toplumsal barış inşası konularında makaleleri yayınladı. Şu an Paris Politik Etütler Enstitüsü Uluslararası Araştırmalar Merkezi (Centre de Recherches Internationales - CERI) bünyesinde akademik çalışmalarını sürdürüyor.