Seçimlerin Topoğrafyası-5
Perspektif, seçim dolayımında ortaya çıkan toplumsal fotoğrafı ve siyasetin topoğrafyasını analiz ettiği ve geçtiğimiz günlerde dördüncü bölümü yayınlanan soruşturmanın beşinci bölümü için Medyascope Yorumcusu-Yazar Kemal Can ve Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi, Siyaset Bilimci Berk Esen’in görüşlerine başvurdu.
“İKTİDARI DEĞİŞTİRMEK ÖNCELİĞİNE İLİŞKİN YÜKSEK İDDİALAR, SAMİMİYET TESTİNDEN GEÇEMEDİ”
Kemal Can-Medyascope Yorumcusu/Yazar
Kemal Kılıçdaroğlu ve muhalefetin Cumhurbaşkanlığını kazanamamasını neye bağlıyorsunuz? Hangi söylemi, açmazı ve dinamikler bu sonucu doğurdu? Muhalefet seçim sonrası nasıl şekillenir ya da dizayn olur?
Bu sorunun, değişik ağırlıkta pek çok cevabı olduğuna kuşku yok. Yapısal nedenler var. Konjonktür etkileri var. Stratejik ve taktik değerlendirme eksikleri var. Hatalar veya zaaflar var. Aktörlere ilişkin de çok sayıda alt başlık mevcut. Bunların hepsiyle ilgili geniş tartışmalar açmak mümkün. Fakat kaba aritmetiğin gösterdiği tablo, daha ilham verici: Muhalefeti oluşturan parçalardan hiçbiri, kendi potansiyeline ulaşmadı; ulaşabildiğini de firesiz biçimde muhalefet ittifakına taşıyamadı. Çoğu haklı diğer bütün sebepleri ayrı tutarsak, üç seçimde de tekrar eden bir durum. Bu yüzden, sadece adayın sorumlu sayılması, strateji ve eklemlenme biçimlerine ilişkin sorunlara konforlu korunak sağlıyor.
MUHALEFET AKTÖRLERİ, ASIL KENDİ TARAFLARINDA İKNA KRİZİ YAŞADILAR VEYA BUNU BİLEREK YARATTILAR
Muhalefet bileşenlerinin hepsi için farklı gerekçeler, açıklamalar veya bahaneler bulunabilir. “Kılıçdaroğlu yüzünden oldu, biz söylemiştik” diyenler çıkabilir. Ancak birbirlerine ve seçmenlerine verdikleri söz açısından, yükümlülüklerin yerine getirilmediği ortada. Üstelik bu taahhüt, “Kılıçdaroğlu’nu seçtirmek” değil, bu iktidarı değiştirmek iddiasıydı. Muhalefet aktörleri, asıl kendi taraflarında ikna krizi yaşadılar veya bunu bilerek yarattılar. Kılıçdaroğlu’nun “kazanma” konusunda -kendi katkısıyla- yalnız kalması, zorunlu bir sonuç olabilir ama bu süreçte, marjinal sayılmalarına rağmen “sözcü” statüsünü koruyanların tutumu, sözleri ve özellikle seçim sonrası reaksiyonlar, daha yapısal nedenleri düşündürüyor.
İktidarı değiştirmek önceliğine ilişkin yüksek iddialar samimiyet testinden geçemedi. Bu konuda, “seçmene kızılmaz” kısıtlamasını kullanarak, -hem iktidar hem muhalefet için geçerli- seçmen sorumluluğunu dışarda bırakmamak gerek. Hatta muhalefet bloku içindeki hiçbir siyasi partinin kendi seçmenini sorumluluğa dahil etmek veya çağırmak konusunda parmağını kıpırdatmadığını söyleyebiliriz. “Kritik seçim, son seçim” gibi ürkütme atakları, sorumluluğa çağırma sayılamaz. Bir kısmı sandığa gidene kadar oturup beklemeyi önerirken, diğer bir kısmı da tabanının ne istiyorsa onu yapması konusunda son derece müsamahakârdı. Yakınını ikna etmeye zahmet etmeyen uzaktakini nasıl ikna edecekti ki?
Dünyada otoriter yönetimleri yenmenin tek yolunun ittifaklar olduğu fikri, geniş bir kabul görüyor. Türkiye’de de ittifak inşası büyük takdir topladı ve kazanma ihtimalini yakınlaştıran da buydu. Ancak ittifak formüllerinde, birlikteliği imkânsız kesimlerin kısa vadeli somut bir hedef etrafında buluşabileceği varsayılıyor ve bunun mucizevi etki yaratacağına fazla güveniliyor. Bu ortak hedefin, “neye ve neden” sorularını bilinçli olarak cevapsız bırakması, ortaklık için zorunlu sayılıyor. Oysa süreç, partilerin önce kendi içinde, sonra birlikteliklerinde; ortak hedefin, “sadık kalınacak asıl plan” olmadığı şüphesini hep canlı tutuyor. Cennet tasavvuru hakkında ortak olamayanların cehennem tasviri konusunda pek yakın olmadığı görülüyor. Dayatma ise, ittifakın mimarisinde değil mayasında var. Ve aday tartışmasından epey önce ve çok aktörlü olarak başladı, hâlâ da sürüyor.
İttifak stratejilerinin bir başka sorunu, ittifaka dahil aktörlerin, “temsil” meselesine bakışları. Seçim kazanmak için “karşı taraftan oy alma” zorunluluğu olarak tarif edilen temel yaklaşım, muhalefet ittifakında çeşitli kesimleri temsil edecek aracılar bulunmasının, kapalı oy coğrafyalarının (muhayyel tabanların) kapısını açacağına inanılmak isteniyor. Muhalefette bu iddiayla yer alan partiler ve aktörler, böyle bir işlev kazanmadıkları gibi, asıl enerjilerini temsile memur edildikleri kesimin ittifaktaki ağırlıklarına ayırdılar. “Kim anahtar, kim belirleyici” tartışması, aday eksenli tartışma, kimlik sayımının tekrarını kolaylaştırdı. Temsil meselesi, ittifakın sorunu olmaktan önce aktörlerin kendi kriziydi.
İTTİFAKA DAHİL OLANLARIN ZİHNİYETİ, AHLAKİ BİR SORUN DEĞİL SİYASİ BİR ZAAF OLARAK BELİRLEYİCİ OLDU
Özetle, ittifaka dahil olanların zihniyeti, bir ahlaki sorun olarak değil siyasi bir zaaf olarak belirleyici oldu. Son derece kötü yönetilen ve avantaj olsun diye aşırı geciktirilen adaylık tartışması, bunu iyice büyüttü. 2019’da olan 2023’te olmayan, seçimin öncelikleriyle ilgili. İttifaka eleştirel yaklaşmış veya şimdi “ben demiştim” koalisyonunda yer alanların parçası olduğu asıl öncelik; ittifakı bir dönüşüm aracı görmeyip, bir paylaşım zemini saymak. Bu yüzden, -aksini iddia edenler dahil- hemen bütün aktörler, görünür biçimde hep sonranın hesabını yaptı. Herkes -veya onları etkileyenler-, iktidar (Erdoğan) alerjisinin toplanacağı havuzdan alınacak pay ve kurulacak yapıda etkinlik veya paylaşılacak siyasi rantla ilgilendi.
Endişe verici olan, ortaya çıkan sonuca ilişkin bütün yorumların ve acil çare fikirlerinin de hâlâ bu zemininde şekilleniyor olması. Erdoğan yenilgiye uğratılınca ortaya çıkacak dağılmadan pay alarak “ilerleme” hesabı yapanlar, şimdi de muhalefette ve özellikle de CHP’de yaşanacaklardan doğacak imkânlara kafayı takmış görünüyor. Temel tercihler, ilişki biçimi, iddialar ve bütün ezberler tartışmaya açılmadan, “aynı şeyi yapacak ve ama bu sefer becerikli olacak” bir “değişim” aranıyor. Sonuca ilişkin okumalar, aktörler ve güç dengeleri konusunda ciddi çalkantılar yaratacak ama sahici bir değişim tartışması hâlâ ortada yok. Çünkü tablonun fotoğrafı yine sorunu yaratan pencereden çekiliyor. Yerel seçimin yaratacağı zaman baskısı ve iktidarın bütün bunların tam içinde olması da ayrı handikap.
MUHALEFETİN BECEREMEDİĞİ İTTİFAK ARİTMETİĞİ, ERDOĞAN TARAFINDAN ÇOK SORUNSUZ HALLEDİLDİ
Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını kazanmasını neye bağlıyorsunuz? Hangi söylemi, stratejisi, ülke içi ve dışı dinamikler bu sonucu doğurdu? Erdoğan’ın seçim sonrasında topluma, devlete, siyasete, dış politikaya ve ülkenin kronik sorunlarına dair nasıl bir yol haritasının olacağını öngörüyorsunuz?
Muhalefet, asıl olarak kendi tarafındaki sorunlar nedeniyle kaybettiği için, Erdoğan’ın da karşı taraftaki sorunlar nedeniyle kazandığını söylemek mümkün. Bu konuda çok yaratıcı bir kampanya yürüttüğü söylenemez açıkçası. Hatta fazla kaba bir kutuplaştırma, çok abartılı bir karalama diline müracaat edildi. Ancak bu konuda onu cesaretlendiren ve etkili sonuç almasını sağlayan, muhalefetin bu zayıf noktayı büyük bir isabetle göstermesi ve iç rekabeti, iktidardan daha önce burada kurmasıydı. Çok erken ve kendi tarafında hırpalanan adaylar, iktidarın ve birbirlerinin çok kolay hedefleri oldular. Diğer yandan üç seçimde de benzer sonuç almasıyla dikkat çeken Erdoğan, önceki iki seçimdeki gibi ilk turda kazanmayı başaramadı. (2014 ve 2018’in ilk tur sonucunu 2023 ikinci turuyla denk saymak doğru bir aritmetik olmamalı.)
Erdoğan, kendisine dair pozitif kabulleri, karşısındakilere ilişkin kanaatlerden devşiriyor. Yerli-milli olması, şatafata karşı “milletin adamı” sayılması ve çoğunluğu temsil ettiği gibi. Karşısındakini yabancı, elitist, darbeci ve özel olarak da azınlık gösterebildiğinde, otomatik olarak kendisi tam aksini temsil eder hale geliyor. İktidarın desteğinin yüzde 50’lerin altına düştüğünü gösteren araştırmalar sonrasında Erdoğan, kendi eksiğini tamamlamayı tamamen bir kenara bırakarak, rakibin eksiğine odaklandı. Savunma sanayii ve Togg hamleleri bile kendi fazlasından ziyade rakibin eksiğini göstermek içindi. Muhalefet ise sayısal iyimserliğe rağmen çoğunluk hissini ancak geçici anlarda yakalayabildi ama genel seçmene hiç veremedi.
ERDOĞAN’IN “NAS” İNADIYLA KURDUĞU İDEOLOJİK HAT SEÇİMİ KAZANDIRIRKEN, İKTİDARI SÜRDÜRMEK İÇİN GEREKLİ KABULLENME HEMEN DEVREYE ALINABİLDİ
Muhalefetin beceremediği ittifak aritmetiği, Erdoğan tarafından çok sorunsuz halledildi. Muhalefet partileri, kendi potansiyellerinin altında kalıp bütün desteklerini ittifaka taşıyamazken; Erdoğan’ın genişlettiği ittifakın bütün aktörleri, yüksek performans gösterdi ve tüm potansiyellerini ittifaka taşıdı. Erdoğan, muhalefet gibi ortaklarıyla mahcup bir ilişki kurmadığı gibi, onlar için de kampanya yapmaktan yüksünmedi. AKP’yi toparlamak yerine, muhalefetten bile daha benzemez ittifak ortaklarının desteğine yer açtı. Özellikle milliyetçi söylemin aşırı koyulaştığı kampanyanın, Bahçeli adına ve MHP için bizzat Erdoğan tarafından yürütüldüğü bile söylenebilir. Şaşırtıcı bulunan MHP’nin ayrı liste kararının da bunun parçası olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış, Saadet Partisi hamlesi, YRP ve HÜDA PAR ile ittifak gibi gelişmeler, muhalefet ittifakı içinde ve özellikle muhafazakâr veya milliyetçi demokrat merkez inşa hevesindeki partiler tarafından, çaresizlik ürünü hamleler olarak yorumlanmıştı. İttifakı bu yönde genişletmenin, “merkez” özlemi olan veya aşırılıktan endişeli kesimlerin iktidara dönük korkusunu artıracağı ve erimenin artacağı varsayılmıştı. Ancak bu hamleler, hiç de böyle sonuç vermedi. Aksine yeni müttefikler, AKP’den eksileni -belki biraz daha eksilterek- tamamlamakta son derece başarılı oldular. İktidarın yeni ittifak imkânı kalmadığı ve uç sağa ilerlemenin merkezi büyüteceği tezleri doğrulanmadı. Merkez kararsızları çağıran bir odak olamadığı gibi yıllardır süren merkezkaç eğilim güçlendi.
Siyasi bloklar arasında kalan gri alan, seçimin en önemli unsuru sayılıyordu. Kaybetmenin nedenleri hâlâ burada aranıyor. İkna edilemeyen kararsızların endişelerinin muhalefet tarafından yatıştıramadığı anlatılıyor. Oysa iktidar, muhalefetten epey uzakta, kendi arkasına biriktirdiği aşırılıkları eksiği için kullandığı ve 30 yıldır düzenli bir kaymayla beliren yeni siyasi ağırlık merkezini ekonomik krizden sonra ikinci kez test etmiş oldu. Kendisini tehdit etmeyen “merkez” baskısını, neredeyse hiç muhatap almayıp, zemini daha sağa büktü (ittifak hamlesinden önce). Hatta seçim sonrası yapacağı “normalleşme” hamlelerini seçim öncesine çekme gereği bile duymadı. Muhalefeti, güvenilmez kararsızların insafına bıraktı. Kararsızlar da merkezin kekemeliğinde bir cevap bulamadı.
SEÇİM SONUÇLARI ERDOĞAN’I TAMAMEN RAHATLATAN BİR TABLO DEĞİL
İddia edildiği gibi durumun, toplumu tanımamak veya “yerleşik sosyolojinin” işleyişinden habersizlik veya küçümsemek olduğunu hiç düşünmüyorum. Aksine toplum, bilindiği -hatta ezberlendiği- biçimde işlemeyen, çok yeni dönüşüm noktaları test ediyor. Rejimin kurumsallaşmasına toplanan ilgi, toplumsal-siyasal asıl kaymayı ıskalıyor. Reel siyaset ve onun da taktik alanına sıkışan savunmalar yapan muhalefet, toplumsal dinamikleri ve iktidarın bunu kullanma biçimini algılamakta sıkıntı ve ilişkide de dilsizlik yaşıyor. Mesela, seçmenin güvenlik kaygısı veya terör korkusuyla iktidar etrafında konsolide olmasını gerektirecek makul bir gerekçe bulmak zor. Buna karşılık, kimin etkili olacağı, kimin görünür olacağı konusundaki çoğunluk kibri çok daha aktif. Üstelik blokları aşacak biçimde.
Erdoğan, seçmenini son derece katı ideolojik hatlara sürebilir, en irrasyonel pozisyonlarda tutabilirken, kendisi için geniş bir hareket alanı açabiliyor. Seçim sonuçları bu açıdan Erdoğan’ın elini rahatlattı diyebiliriz. Mesela “nas” inadıyla kurduğu ideolojik hat seçimi kazandırırken, iktidarı sürdürmek için gerekli kabullenme hemen devreye alınabildi. Yakın dönemde Erdoğan’ın hamlelerini belirleyecek iki faktör, yerel seçimle galibiyet tescili getirecek bir rövanş ve ekonomik krizin tekrar yönetilebilir hale getirilmesi. Bu ikisinin birbirini ters yönde zorlayan tarafları olacak. Daha önce de çokça uyguladığı gibi bu gerilimi aşmak için, dışarıya yumuşak içeriye sert bir politika yürütmesi mümkün. Kabine bileşimi de bununla uyumlu. Muhalefetin zaten olan dağınıklığının iyice artması, bu konuda hamle imkân ve seçeneklerinin artması ise önemli avantaj. Ancak seçim sonuçları Erdoğan’ı tamamen rahatlatan bir tablo değil. Hem AKP’nin ciddi kaybı hem de ittifak ortaklarına ihtiyacının büyümesi huzursuz edici. Rahat etmeyen Erdoğan, daha rahatsız edici oluyor.
SİYASİ KİMLİKLERİN GÖRÜNÜRLÜK MÜCADELESİ, SEÇİM ÖNCESİNDE HEM LAİK-DİNDAR HEM KÜRT-TÜRK FAY HATLARINDA YAŞANDI
Seçimler bize nasıl bir toplumsal fotoğraf ortaya çıkardı? Kutuplaşma ve ortaklaşma sarkacındaki Türkiye’nin, toplumsal ve siyasal fay hatları nasıl restorasyona tabi tutulabilir? Restorasyon sürecinde Kürt sorununu ve aktörlerini nasıl bir gelecek bekliyor? HDP/YSP’nin 14 ve 28 Mayıs seçimleri süresince izlediği seçim stratejisini nasıl buldunuz? Söylemi, kadrosu, performansı, hataları, açmazları ve güçlü yönleri nelerdi?
Seçimlerle nasıl bir toplumsal fotoğraf ortaya çıktığı konusunda hâkim olmaya başlayan görüş; kutuplaştırmayla mücadelede, kutuplaştırmanın zorladığı dengelere uyumlanma ihtiyacını tekrar öne çıkarıyor. Seçim sonucunun, kutuplaştırma açısından en negatif tarafı da burası. Kutuplaştırma siyasetinin seçim galibiyeti getirmesi fikrinden daha fenası, kutuplaştırma korkusunun, bu zorlamaya direnen cesareti yerle bir etmesi. Seçim kampanyası sırasında -tutarlı ve etkili yöntemlerle dile getirilmesi konusunda şerhler baki kalmak üzere- gündeme gelen kutuplaştırma karşıtı çıkışların önemli bir kısmı, “hâkim sosyoloji” ile inatlaşma anlamına gelecek hatalar olarak oyun planı dışına itilmek isteniyor.
Bu konuda, gayet doğalmış gibi açık bir çifte standart uygulamaktan çekinilmiyor. Muhafazakârlara yönelik “helalleşme” hamlesinin ikna edici olmadığı, yani bir anlamda eksik kaldığı iddia edilirken, Kürtler ve Aleviler veya diğer dezavantajlı kesimler konusundaki adımlar ve sözler, fazlaya kaçmakla eleştiriliyor. Dindarların tamamen kişisel sayılabilecek dindarlığına özel bir cevap vermekle sorumlu sayılan ve yeterince tatmin ediciliği sorgulanan Kılıçdaroğlu’nun, Alevi olduğunu söyleyerek eşit yurttaşlığa vurgusu lüzumsuz sayılıyor. Seçimden önce de gündemdeki bu tutumlar, seçimden sonra “biz demiştik” başlığı altında, doğrulanmış hakikat muamelesi görme talebinde bulunuyor.
İttifaklar ve bloklar şeklinde örgütlenmeye zorlanan siyasette ciddi dilsizlik ve yalıtılma sorunları yaratan “siyasi görünürlük”, önümüzdeki dönemde ittifak zorluklarıyla birlikte derinleşecek gibi duruyor. İktidarın, kutuplaştırma, ötekileştirme, kriminalizasyon yoluyla yalnızlaştırdığı gruplar, muhalefete seçim kaybettiren “toksik etki” bahanesiyle, eskisinden daha görünmez olma veya buna razı olmadıkça da görülmeme riskiyle karşı karşıya. Yükseldiği iddia edilen milliyetçiliğin etkili görünmesi, kimin görünür olacağı tartışmasıyla şekillendi. Endişeli muhafazakârlar da benzer bir durum var. 5’li çeteden hesap sorulmasından, hukuk ihlallerini gündeme getirmekten ve HÜDA PAR itirazından endişelenmenin nesi makul?
Siyasi kimliklerin görünürlük mücadelesi, seçim öncesinde hem laik-dindar hem Kürt-Türk fay hatlarında yaşandı. Bu mücadelenin çok örtülü olmayan arka planı, çoğunluk kibrinin veya konforunun, bu fay hatlarını ve siyasi blokları aşan bir içeriğinin olması. İktidarın, kimlik siyasetini ve kutuplaştırmayı kendisi için hep sonuç veren kullanışlı bir enstrüman haline getirebilmesi de, gayet açık biçimde Türk ve Sünni çoğunluk hissiyatına yaslanmasıyla -hatta buna bozulmuş sınıfsal bir karakter vermesiyle- mümkün oluyor. Bu yaklaşım karşısında kutuplaştırmayla mücadele, çoğunluğun çoğunluk ayrıcalığını savunma hattından çıkmakla mümkün, kimlik siyasetine itirazın yok saymalarla ilerlemesi değil.
Bu risklere gelecek cevabın çok daha sert kimlik kapanmalarına neden olacağını kestirmek de güç değil. HDP’de her zaman alıcısı bulunan, “Müzakere ancak iktidarla mümkün, onun için kategorik karşıtlık yanlış” tezi ve “Kürt’ün Kürt’ten başka dostu yoktur” görüşü tekrar öne çıkabilir. Genel muhalefet ve sol muhalefetteki temas çekinceleri, başka bir açıdan HDP’de de karşılık bulabilir. İktidar kanallarında, hatta AKP’nin meclis sıralarında oturan bazı simaların “CHP’nin kurucu değerlerinden uzaklaşması” eleştirisinin, iktidar tarafından hararetle desteklenmesi de bir başka cephe. Buna “Alevi partisi” etiketini eklemek de mümkün. Özetle, kutuplaştırmayla mücadele açısından bir bahar beklemek hayli zor.
HDP, 10 YILDIR TABANINI SİYASİ ÇIKARLARI AŞAN POLİTİK PERSPEKTİFE İKNA ETMEK VE BUNDA KARARLILIK GÖSTERMEK KONUSUNDA EN ETKİLİ SİYASİ PARTİ
HDP’nin seçim stratejisi hakkında da şunlar söylenebilir: Sonuçtan yola çıkarak tek aday veya açık destek kararlarını eleştirmek kolay. Ancak bu, seçimin ilk turda bitirilmesi ve tek adayın avantajları ve ikinci turun riskleri konusunda sadece iyimserlerden ibaret olmayan genel bir kanaat yokmuş gibi konuşulmamalı. HDP’nin sürekli “iktidarla anlaşabilir” şüphesiyle baskılandığını da unutmamak lazım. 2019’da razı olunan arka kapı diplomasisini tekrar kabul etmeyi ve çoğunluk istiyor diye ortalıkta görünmemeyi siyaseten açıklamanın kolay olmadığı ortada. İktidarın montaj kasetlerle yürüttüğü kampanyanın etkili olma sorumluluğunun da HDP’ye yüklenmesi pek hakkaniyetli olmaz.
Bunlar dışında kendi performansını koruyamaması ve bir süredir yaşadığı düzenli oy kaybı gibi, seçim stratejisini açan ve kendilerinin de kabul ettiği daha yapısal sorunları var. Elbette bütün bunları senelerdir sistematik biçimde ağır bir baskı ve kuşatma altında olan bir parti olmasını göz önüne alarak tartışmak lazım. HDP, sadece bu seçimde değil neredeyse 10 yıldır, kendi tabanını kısa vadeli siyasi çıkarları aşan politik perspektife ikna etmek ve o pozisyonda kararlılık göstermek konusunda en etkili siyasi parti. Fakat bu seçimde bağımsız siyasi hattının epey ilerisine kadar uzanmasına karşın, şimdi sert bir yalnızlaşma tehlikesiyle yüz yüze. Genel siyasette etki ve görünürlük, tutunduğu kimlik alanındaki ihtiyaçlar, yapısal sıkıntılar ve muhtemelen Kürt coğrafyasında iktidarla baş başa kalmış olmak, epey zorlu bir süreç vadediyor.
“ADAYLIK TARTIŞMALARI NEDENİYLE CHP-İYİ PARTİ ARASINDA YAŞANAN GERİLİM, İKİ PARTİYİ DE ZAYIFLATTI”
Berk Esen-Siyaset Bilimci
Kemal Kılıçdaroğlu ve muhalefetin Cumhurbaşkanlığını kazanamamasını neye bağlıyorsunuz? Hangi söylemi, açmazı ve dinamikler bu sonucu doğurdu? Muhalefet seçim sonrası nasıl şekillenir ya da dizayn olur?
Seçimlerin kaybedilmesinde birkaç faktörün rol oynadığını düşünüyorum. Öncelikle Millet İttifakı ideal olmayan bir aday ve yanlış aday mimarisiyle seçimlere katıldı. Kılıçdaroğlu gündeme gelen aday seçenekleri içinde Erdoğan karşısında kazanma şansı en düşük olan isimdi. 2019 yerel seçimlerinden sonra öne çıkan, kendisinden daha popüler ve seçmenlerle doğrudan temas kurmakta daha başarılı olan Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu gibi siyasetçilerden birinin aday yapılması, kararsız seçmenlere hitap etmek açısından daha doğru bir tercih olurdu.
13 senedir CHP genel başkanı olarak iktidar medyasının yoğun negatif kampanyasına maruz kalan Kılıçdaroğlu, özellikle iktidar seçmenleri nezdinde çok olumsuz imaja sahipti. Bu kutuplaşmış siyasi ortamda birçok seçmen için Erdoğan madalyonun bir yüzünü temsil ediyorsa, diğer yüzünü de Kılıçdaroğlu temsil ediyordu. Dolayısıyla iktidarın yürüttüğü negatif kampanya, Kılıçdaroğlu aday olduğu için, özellikle bazı genç ve milliyetçi seçmenler nezdinde çok daha etkili oldu.
Muhalif kanaat önderleri ve siyasetçiler anketlerde Erdoğan karşıtlığının yüzde 50’nin üzerine çıkmasından yola çıkarak Millet İttifakı’nın kimi aday gösterirse de kazanacağını düşündüler. Ayrıca Türk lirasının değer kaybetmesi, yüksek enflasyon ve deprem sonrası iktidarın beceriksizliklerinin Erdoğan’ı seçmen gözünde çok yıprattığı sanıldı. Bürokrasi, yargı ve medyayı büyük oranda kontrol eden Erdoğan karşısında başarı kazanabilmek için kampanyaya erken bir tarihte başlamak gerekiyordu. Hâlbuki Millet İttifakı liderleri adayın erkenden belirlenmesi durumunda iktidarın bu ismi yıpratacağını ve dolayısıyla kararın mümkün olduğunca geciktirilmesi gerektiğini iddia ettiler. Bu yanlış karar Millet İttifakı’nın kampanya yaparak geçirebileceği neredeyse bir senelik süreyi seçim sonrasında yapacaklarını tartışmakla geçirmesine neden oldu. Aday tartışmalarının ötelenmesi nedeniyle kampanyaya erken başlayan Erdoğan karşısında Millet İttifakı hamle yapmakta zorlandı. Erdoğan gibi karizmatik ve popüler bir lider karşısında şu ana kadar partisinin oyunu anlamlı miktarda artıramayan ve seçmenler nezdinde heyecan yaratamayan bir siyasetçinin aday gösterilmesi muhalefetin rüzgârını kesti.
Kılıçdaroğlu’nun aday olma isteği 2019 yerel seçimlerinde başarıyla işleyen CHP-İYİ Parti ortaklığını da zayıflattı. 2019 seçimlerinde kazanan formül CHP’nin önerdiği, İYİ Parti’nin desteklediği ve HDP’nin karşı çıkmadığı bir ismin aday gösterilmesiydi. Hâlbuki İYİ Parti liderlerinin direncini kırmak için Kılıçdaroğlu Millet İttifakı yerine Altılı Masa kurgusunu oluşturarak oy oranlarından bağımsız şekilde tüm partilere eşit temsil hakkı sağladı. Bu desteği sürdürmek için bu partilere CHP’nin başını çektiği ortak listede oy oranlarının çok üstünde temsil imkânı sağlandı. Ayrıca Kılıçdaroğlu HDP çevrelerinden aldığı destekle adeta İYİ Parti engelini aşmaya çalışan ve Yavaş ile İmamoğlu’nu süreç dışı bırakan bir strateji takip etti. Bu strateji Erdoğan’a milliyetçilik kartını kullanarak Millet İttifakı’nı vurma imkânı sağladı.
MİLLİ İTTİFAKI, SİYASİ POZİSYON DAĞITMA VE POLİTİKA BELİRLEME SÜREÇLERİNİ BİR TÜRLÜ NETLEŞTİREMEDİ
Adaylık tartışmaları nedeniyle CHP-İYİ Parti arasında yaşanan gerilim iki partiyi de zayıflattı ve 3 Mart’ta yaşanan kriz sonrası muhalefetin birlikteliğine ölümcül bir darbe vurdu. Millet İttifakı’nın seçmenler nezdinde bu krizi tam anlamıyla aşabildiğini düşünmüyorum. Bu kriz sonrası Kılıçdaroğlu’nun aday olarak ilan edilmesi İYİ Parti’nin kendi hinterlandında yer alan milliyetçi seçmenlere ulaşma imkânını da azalttı. Türk milliyetçisi oylar İYİ Parti’de toplanmak yerine MHP ve Zafer Partisi’ne kaydı ve İYİ Parti kurulduktan bir sene sonra girdiği 2018 genel seçimlerinde aldığı oy oranının gerisinde kaldı. Meclis aritmetiğinin Millet İttifakı aleyhine değişmesi, ikinci turda Erdoğan’ın parlamento çoğunluğuna dayanarak kampanya yapmasına imkân sağladı.
Millet İttifakı’nın Kılıçdaroğlu’na destek kararı alması, muhalefet partilerinin tek bir ortak aday etrafında kenetlenmesine yol açmadı. Bilakis, Mansur Yavaş veya Ekrem İmamoğlu gibi popüler bir siyasetçi ortak aday olsa, belki de seçim mücadelesine katılmaktan imtina edecek Muharrem İnce ve Sinan Oğan gibi bazı oportünist adaylar bir anda anketlerde hızla yükselmeye başladı. Kılıçdaroğlu kampanyası bu adaylarla pazarlığa girmek ve onların seçmenlerine doğrudan ulaşmaya çalışmak yerine, Erdoğan karşıtı dalgayı arkasına alarak onları geriletmeye çalıştı. Muhalif medya kanallarında kanaat önderleri bu iki adayı itibarsızlaştırmaya çalıştı ve hatta onları destekleyen seçmenleri açıktan eleştirdi. Bu yanlış strateji, seçimin Erdoğan’a karşı referanduma dönüşmesini engellerken, muhalif seçmenler arasında Kılıçdaroğlu’nun adaylığı etrafında yeni bir kutuplaşma sürecinin oluşmasına zemin hazırladı.
Milli İttifakı kendi içinde siyasi pozisyon dağıtma ve politika belirleme süreçlerini bir türlü netleştiremedi. 1,5 sene zarfında altı genel başkan defalarca buluşmalarına karşın sağlıklı ve etkin şekilde işleyen karar alma mekanizmaları kuramadı. Altı liderin her konuda veto hakkının olduğu ve ancak konsensüs olursa karar alabileceklerine dair açıklamalar seçmenlerde kafa karışıklığı yarattı. Bu durumu fırsata çeviren iktidar sözcüleri Millet İttifakı’nı 1990’lı yılların başarısız koalisyon hükümetlerine benzettiler ve liderler arasında yaşanan görüş ayrılıklarını öne çıkardılar.
MUHALEFETİN ORTAK ADAYININ KAMPANYASI BÜYÜK ORANDA SOSYAL MEDYAYA SIKIŞTI
Kılıçdaroğlu kabinesini seçim öncesinde açıklayarak bu eleştirilerin önüne geçebilirdi. En azından önemli bakanlıklara atama yapılması seçim sonrasında Millet İttifakı’nın nasıl politikalar takip edeceği ve hangi kadrolarla çalışacağı konusunda seçmenlere güvence verir ve ittifaktaki parti örgütlerini motive edebilirdi. Hâlbuki Millet İttifakı ortak kabine oluşturmak yerine, birbirleriyle uyumsuz altı lider ve yanlarına iliştirilmiş iki belediye başkanıyla seçmenlerin karşısına çıktı. Oluşturulan bu aday mimarisi de seçmenlere yeterince güven vermedi.
Ülkenin önemli bölümünde iktidar bloku, kamu kaynakları ve medya erişiminin de sağladığı avantajla kampanya yürütürken, muhalefet partileri buna karşı mücadele etmekte yetersiz kaldılar. İktidarın propagandasını kırmak için adeta kapı kapı dolaşılarak seçmenlerle doğrudan temas kurulmalıydı. Fakat CHP ve belli oranda İYİ Parti dışında kalan Millet İttifakı’ndaki sağ partilerin ülke genelinde güçlü bir örgütü yoktu. CHP örgütü ise Anadolu kentlerinde yeterince güçlenemediği için ortalama gelir seviyesi yüksek olan büyükşehirlere sıkıştı. Kampanya esnasında CHP örgütleri, zaten kazanıldığını düşündükleri seçim zaferi sonrasında iktidar nimetlerinin nasıl paylaşılacağına odaklandılar. Ayrıca CHP ortak listesinde DEVA, Gelecek, Saadet ve Demokrat Parti’den çok isme yer verilmesi, kampanya esnasında örgütün heyecanını düşürdü.
Bu gelişmeler ışığında muhalefetin ortak adayının kampanyası büyük oranda sosyal medyaya sıkıştı. Geleneksel medya kanalları ve kampanya yöntemleri göz ardı edilerek dijital alana -ekseriyetle Twitter- ağırlık verildi. İktidarın geleneksel medya kanalları ve örgütleri üzerinden yürüttüğü negatif kampanya karşılıksız bırakıldı. Öte yandan, Kılıçdaroğlu vaatlerini mutfağında çekilen, dikkatle kurgulanmış ve sosyal medya hesabından paylaşılan videolar aracılığıyla seçmenlerle paylaştı. Fakat sosyal medyanın yapısı nedeniyle bu vaatlerin önemli bölümü zaten hâlihazırda kendisine oy verecek seçmenlere ulaştı.
Kampanya esnasında Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’nın uzun süren müzakereler sonucu belirlediği hükümet programını öne çıkarmak yerine seçmenlere doğrudan seslenerek şahsi vaatler vermeye odaklandı. Kılıçdaroğlu’nun seçmenlere verdiği sözlerin çoğu kapsamlı ve tutarlı bir programın parçası olmaktan ziyade, tekil olarak popüler olduğu düşünülen vaatlerin art arda sıralanmasından oluşuyordu. Fakat bu vaatlerin kimisi Millet İttifakı üyesi diğer partilerin siyasi programları ile çelişmekteydi. Bu yöntem hem Millet İttifakı’nın hem de Kılıçdaroğlu’nun inandırıcılığını azalttı.
İKTİDAR İLE MUHALEFET ARASINDA EŞİT KOŞULLARDA SEÇİM MÜCADELESİ YAŞANDIĞINI SÖYLEMEK MÜMKÜN DEĞİL
Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını kazanmasını neye bağlıyorsunuz? Hangi söylemi, stratejisi, ülke içi ve dışı dinamikler bu sonucu doğurdu? Erdoğan’ın seçim sonrasında topluma, devlete, siyasete, dış politikaya ve ülkenin kronik sorunlarına dair nasıl bir yol haritasının olacağını öngörüyorsunuz?
Recep Tayyip Erdoğan’ın kazandığı seçim başarısını açıklarken öncelikle rejimin yapısını dikkate almak gerekiyor. Son yıllarda Türkiye’nin siyasi rejimi demokrasinin en olmazsa olmaz koşulu olan serbest ve adil koşullarda seçim düzenlenmesi kriterini bile karşılamanın uzağında kaldı. Dolayısıyla, iktidar ile muhalefet partileri arasında eşit koşullarda bir mücadele yaşandığını söylemek mümkün değil. Bürokrasinin partizan yapısı nedeniyle muhalefet partileri sadece iktidara karşı değil, aynı zamanda devlet aygıtına karşı da mücadele etmek durumunda kalıyor. Özellikle kasaba ve kırsal bölgelerde iktidar aygıtını arkasına alan Erdoğan’ın çok avantajlı olduğunu belirtmek gerekiyor. Ayrıca ulusal medyanın önemli bölümünün iktidar güdümünde olması, Erdoğan’a rahatlıkla siyasi gündemi belirleme, muhalefete dönük negatif kampanya yürütme ve muhalefet ittifakı içindeki çatışmaları büyütme imkânı verdi.
Fakat ağır ekonomik kriz ve yaşanan deprem felaketi nedeniyle zayıflayan iktidarın sadece adaletsiz seçim koşulları nedeniyle sandıkta kazandığını iddia etmek yanıltıcı olacaktır. Seçimleri kazanmak için Erdoğan birkaç kritik hamle yaptı. Öncelikle Erdoğan, ekonomik kriz nedeniyle kararsız hale gelen seçmenlerin desteğini sağlayacak bazı politikalar benimsedi. Bir sene boyunca doğalgaz faturalarının sübvanse edilmesi, esnafa kredi kolaylıkları getirilmesi, bazı vergilerde indirim yapılması, asgari ücret ve emekli ile memur maaşlarının artırılması sayesinde iktidar tabanı tekrardan genişlemeye başladı. Ayrıca erken emeklilik yasasının kabul edilmesi ve on binlerce memura yönelik devlet kadrosu açılması, özellikle Anadolu kentlerinde Erdoğan’a verilen desteği artırdı. Depremde evleri yıkılan seçmenlerin konutlarının bir sene içinde yapacağı sözü, Erdoğan’ın oyunun bu bölgede bile düşmesinin önüne geçti.
Millet İttifakı artan hayat pahalılığından bahsederken, Cumhur İttifakı Türkiye’nin ağır bir saldırı altında olduğu propagandası üzerinden ekonomik krizin nedenini dış faktörlere bağlamak konusunda kendi seçmenlerini ikna etti. Beka siyaseti ve Millet İttifakı’na dönük negatif kampanya sayesinde iktidar, seçmenlerini Erdoğan arkasında kenetledi. Bu propaganda son dönemde hızla büyüyen yerli ve milli savunma sektörü özelinde cisim buldu.
Erdoğan’ın ilk defa seçim kaybetme ihtimalinin ortaya çıkması, Cumhurbaşkanı’nın seçmenleriyle kurduğu güçlü duygusal bağın da tetiklenmesine yol açtı. İktidarın bazı politikalarından hoşnut olmayan seçmenler bile Erdoğan’ı koruma isteğiyle sandığa gittiler ve iktidarın güçlü olduğu bazı bölgelerde oy kullanma oranı yüzde 90’ın da üzerine çıktı. Kamu kaynaklarını da arkasına alan AKP örgütü, ülke genelinde teşkilatlanması sayesinde seçimlerin iki turunda da seçmenlerini yoğun şekilde harekete geçirmekte büyük başarı kazandı.
ERDOĞAN ULUSLARARASI ARENADA DENGE SİYASETİ İLE İKTİDARINI GÜÇLENDİRECEK DIŞ İTTİFAKLAR KURDU
Muhalefete karşı yapısal avantajlara sahip olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, iktidarını sürdürmek için ülke içinde ve uluslararası arenada bir dizi stratejik ortaklık kurdu. 2016 darbe teşebbüsünden beri MHP ile yaptığı ittifakı devlet bürokrasisi içindeki bir grupla yakın çalışarak perçinlerken, öte taraftan Yeniden Refah Partisi, Büyük Birlik Partisi ve HÜDA PAR’ı iktidar koalisyonu içine alarak zayıflayan tabanına takviye yaptı.
Ayrıca Erdoğan, uluslararası arenada denge siyaseti takip ederek kendi iktidarını güçlendirecek bir dizi dış ittifak kurdu. Son dönemde Türkiye ile ABD ve AB ülkeleri arasında çatışmaların artmasına karşın, bu ülkelerin Erdoğan üzerinde baskı kurma olasılığı, Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye’nin takip ettiği denge siyaseti ve ülkede tuttuğu milyonlarca göçmen nedeniyle hayli zayıflamıştı. Bu siyasi ortamda Erdoğan bir taraftan Venezuela, Sırbistan ve Macaristan gibi ülkelerin popülist liderlerle yakın ilişkiler kurarken, öte taraftan Rusya, Azerbaycan ve Körfez ülkelerindeki otoriter rejimler tarafından güçlü şekilde desteklendi. Körfez ülkelerinden Merkez Bankası’na aktarılan döviz, Erdoğan’ın takip ettiği iktisadi modelin seçimlere kadar çökmemesini sağlarken, Putin iktidarının Türkiye’nin doğal gaz ödemelerini bir sene ertelemesi ödemeler dengesindeki olası krizi öteledi. Azerbaycan’da Aliyev yönetiminden alınan güçlü destek ise Erdoğan’ın bazı ulusalcı ve milliyetçi seçmenler nezdinde meşruiyetini güçlendiren bir unsur oldu.
KÜRT SİYASİ HAREKETİNİN BELİRSİZ BİR DÖNEME GİRDİĞİNİ DÜŞÜNÜYORUM
Seçimler bize nasıl bir toplumsal fotoğraf ortaya çıkardı? Kutuplaşma ve ortaklaşma sarkacındaki Türkiye’nin, toplumsal ve siyasal fay hatları nasıl restorasyona tabi tutulabilir? Restorasyon sürecinde Kürt sorununu ve aktörlerini nasıl bir gelecek bekliyor? HDP/YSP’nin 14 ve 28 Mayıs seçimleri süresince izlediği seçim stratejisini nasıl buldunuz? Söylemi, kadrosu, performansı, hataları, açmazları ve güçlü yönleri nelerdi?
Kampanya döneminde YSP ile TİP arasında yaşanan tartışmalar, YSP’nin Meclis seçimlerinde 2018 seçimlerine nazaran oy kaybı yaşaması ve Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmesi, Kürt siyasi hareketi açısından çok olumsuz bir siyasi tablo yarattı. İktidarın kriminalize ettiği Kürt siyasi hareketi muhalefet saflarında yerini sağlamlaştırmak yerine TİP ile yaşanan siyasi kopuş nedeniyle daha yalnızlaştı ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde de kaybeden safta yer aldı. Önemli siyasetçilerinin hapiste olduğu, sandıkta kazandığı belediyelerine kayyum atanan ve içeride tartışmalara gömülmüş Kürt siyasi hareketinin belirsiz bir döneme girdiğini düşünüyorum. 2024 yerel seçimlerinde kazanılacak bir seçim başarısı bile bu tabloyu temelden değiştirmeyebilir.
Kürt siyasi hareketi, Haziran 2015 seçimlerinde yüzde 10 barajını geçerek Meclis’te grup kurduğu dönemden beri iktidarın baskısı altında. Bu dönemde binlerce HDP’li siyasetçi ve örgüt emekçisi gözaltına alındı ve yasal soruşturmaya maruz kaldı. Bu baskı dalgasına karşın geçen süre zarfında Kürt siyasi hareketi ayakta kalmaya devam etti. Fakat son kertede seçim sonuçları HDP/YSP’yi tatmin etmekten çok uzak kaldı. Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı seçilmesi, Kürt siyasi hareketi üzerindeki bu baskı politikasını kırma etkisi yaratacaktı. Ayrıca, 2024 yerel seçimlerine giderken Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanlığında kayyum politikasının sona ermesi, HDP’ye tekrardan Kürt seçmenlerin yoğun yaşadığı bölgelerde belediye başkanlıkları kazanma fırsatı verecekti. Türkiye siyasetinde yaşanan otoriterleşme ışığında belediyeleri kazanmak muhalefet partilerine kadro devşirme ve iktidar partisi ile yürütülen siyasi mücadeleyi yerel kaynaklar devşirerek belli oranda dengeleme fırsatı veriyordu. İktidarın kayyum politikası nedeniyle 2017’den beri HDP bu fırsattan mahrum kalmış durumda. Erdoğan’ın iktidarda kalması kayyum politikasının devamı anlamına gelirken, 2024 yerel seçimleri sonrasında da bu tablonun değişmesi ihtimalini azaltıyor.
2’NCİ TUR ÖNCESİNDE KILIÇDAROĞLU’NUN ÜMİT ÖZDAĞ İLE PROTOKOL İMZALAMASI, HDP’NİN ETKİSİNİN AZALDIĞINI GÖSTERDİ
HDP liderleri uzun süre aday çıkarma seçeneğini değerlendirseler de CHP ile herhangi bir pazarlık yapmadan Kılıçdaroğlu’na destek kararı aldılar. Bu karar Kürt siyasi hareketinin Millet İttifakı karşısında pazarlık gücünü ortadan kaldırdı. Nitekim 2’nci tur öncesinde Kılıçdaroğlu’nun doğrudan Ümit Özdağ ile görüşmesi ve destek sağlamak için protokol imzalaması, HDP/YSP’nin etkisinin bu süreçte ne derece azaldığını göstermesi açısından çarpıcıydı. Demirtaş’ın cumhurbaşkanı adayı olmak istemesine rağmen HDP tarafından desteklenmediğini belirten açıklaması, bu konuyu yeniden gündeme getirdi. Kürt siyasi hareketinin neden aday çıkarmadığı ve Kılıçdaroğlu’na destek vermenin neler kaybettirdiği önümüzdeki dönemde çok tartışılacaktır.
Yedi partinin destek verdiği Emek ve Özgürlük İttifakı kapsamında seçimlere katılan YSP’nin parlamentoda aldığı yaklaşık yüzde 9’luk oy da beklentileri karşılamaktan uzak kaldı. TİP’in ittifak içinde belirlenen ortak listenin dışında seçime girmesi, YSP’nin oy havuzunu azaltmakla kalmadı, aynı zamanda Türk sosyalistleriyle Kürt milliyetçiler arasında seçim sonrasında da devam edecek tartışmalar yaşanmasına yol açtı. Oy potansiyeli olarak düşük seviyede kalmalarına karşın Türk sosyalistlerinin HDP/YSP’ye verdiği destek, Erdoğan iktidarında Kürt siyasi hareketinin yalnızlaştırılması politikasını kırmaya yardımcı oluyordu. Kampanya dönemindeki liste gerilimi bu politikayı çökertti ve iki tarafın da seçmenleri arasında bir duygusal kopuşa yol açtı. Fakat YSP’nin aldığı oy oranının Kürt seçmenlerin yoğun yaşadığı illerde de HDP’nin geleneksel tabanının altında kalması, yaşanan sıkıntıların daha derin olduğunu göstermektedir.
KABİNEYE ALINAN KÜRT BAKANLAR VE HÜDA PAR ÜZERİNDEN, KÜRT MUHAFAZAKÂRLARA AÇILMA SİYASETİ GÜDÜLECEK
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş sonrası iktidar blokunun koyu Sünni muhafazakâr ve milliyetçi çizgiye kayması, Kürt siyasi hareketi açısından önemli bir açmaz yaratıyor. Erdoğan’ın devletin güvenlik elitleri ve MHP ile kurduğu işbirliği Ortadoğu’da Türk dış politikasını temelden değiştirmesinin yanında iç siyasette de HDP’nin ağırlığını azalttı. HÜDA PAR’ın Cumhur İttifakı saflarına katılması sonrasında bölgede iktidar eliyle HDP’nin muhafazakâr bir kıskaca alınacağını düşünüyorum. İktidar süresini beş sene daha uzatan Erdoğan, kamu kaynaklarını partizan şekilde dağıtma ve kayyum siyaseti sayesinde HDP’nin bölgede önünü kesmeye devam edecek. Ayrıca kabineye alınan Kürt bakanlar ve HÜDA PAR üzerinden Kürt muhafazakârlara açılma siyaseti güdülecek. Seçmenler nezdinde karşılığı olan birçok Kürt siyasetçinin hapiste tutulması, bu devşirme siyasetini tahkim eden şiddet politikasına zemin hazırlıyor. Dış politikada ise Erdoğan bölgede çeşitli Sünni siyasi aktörlerle işbirliğine girerek ve Rusya ile ABD arasında denge politikası güderek bu politikalara dışarıda destek sağlıyor. Erdoğan, 2024 seçimlerine kadar bu politikaları aynen sürdürerek HDP/YSP’nin kazandığı bazı yerlerde belediyeleri tekrar kazanma hedefi koydu. Başarısız olması durumunda bile Batı ile yürüttüğü müzakereler ve Millet İttifakı’nı terör kartıyla vurma politikası sayesinde kayyum siyasetini sürdürebilir.
En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.
KEMAL CAN
1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı.
BERK ESEN
Siyaset bilimi alanında doktora çalışmalarını 2015’te Cornell Üniversitesi’nde tamamladı. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyeliği ve bölüm başkan yardımcılığından sonra Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.