Sığınmacılar Sorunu
Son haftaların kamuoyu araştırmaları, sığınmacılar sorununun, ekonomik sorunlarla birlikte Türk kamuoyunu en çok meşgul eden iki konudan biri olduğunu gösteriyor. Zafer Partisi Genel Başkanı Sayın Prof. Ümit Özdağ’ın sığınmacılarla ilgili çıkışı, konunun aktüelliğini daha da artırdı. Dolayısıyla bu sorunun, önümüzdeki seçimlerde seçmen davranışını belirleyecek önemli faktörlerden biri olacağını tahmin etmek zor değil.
Her şeyden önce şunu belirtelim ki bir milletin kendi demografik yapısını, kültürel geleneklerini ve hayat tarzını korumak istemesi kadar tabii bir durum olamaz. Bunu ırkçılık olarak vasıflandırmak, son derece haksız ve temelsiz bir suçlamadır. Sosyolojik araştırmalar ve en basit gündelik gözlemler, Türkiye’de bu sorunun alarm verici boyutlara ulaştığını göstermektedir. Gerçekten, Türkiye’deki toplam yabancı sayısının yaklaşık 8 milyon, yani Türkiye nüfusunun yüzde 10’u düzeyine ulaştığı ve bu oranın artma eğiliminde olduğu anlaşılmaktadır.
AK Parti iktidarı, büyük ölçüde kendi politikalarının eseri olan bu sorunu yeterince ciddiyetle ele almamıştır. Uzun süre sorun, muhacir/ensar edebiyatı ile geçiştirilmeye çalışılmış; zaman zaman buna, insanın kalbini rikkatle titreten insancıllık nutukları eklenmiş; bu çerçevede Batı ülkeleri ikiyüzlülükle ve yabancı düşmanlığı ile suçlanmıştır. Son zamanlarda iktidar, bu söyleme, 1 milyon Suriyeliye 250 bin briket ev inşa ederek onları gönüllü olarak geri gönderme vaadini eklemiştir. Milyonlarca T.C. vatandaşı başlarını sokacak bir konut bulmakta güçlük çekerken, bu projeye milyarlarca dolar harcanacak olması elbette haklı eleştirilere yol açmıştır. Ancak işin, eleştirmenlerce pek üzerinde durulmayan başka bir boyutu da vardır ki bu yazıda asıl üzerinde durmak istediğim konu budur.
Anlaşıldığına göre bu konutlar, Suriye’nin halen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kontrolünde olan kuzey bölgelerinde inşa edilecektir. Öte yandan iktidarın, böyle bir projeyi Esad rejimiyle koordinasyon içinde gerçekleştirmeye en ufak bir niyetinin olmadığı, hâlâ “katil Esed”, “eli hançerli cellatlar” gibi ifadeler kullandığı açıktır. Öyleyse inşa edilecek bu şehirleri Suriye rejimine karşı Türk Silahlı Kuvvetleri mi koruyacaktır? Bunun anlamı, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin peyki durumunda yapay bir devlet yaratılması, yani Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğünün korunması hedefinden tümüyle vazgeçilmesidir. Böyle bir durumun milletlerarası düzeyde de asla kabul görmeyeceği açıktır.
Kaldı ki sorun, sadece kendilerine geçici koruma statüsü verilmiş ve özel bir durumu olan Suriyelilerden de ibaret değildir. Sığınmacıların çoğunluğunu muhtemelen Afgan, Pakistanlı, Iraklı, İranlı, Afrikalı sığınmacılar oluşturmaktadır. Sayın Cumhurbaşkanı son konuşmasında bunları da herhalde “ümmet”in unsurları olarak muhacir kategorisine dâhil etmiştir. İstanbul valisi Sayın Ali Yerlikaya, 1 Kasım 2021 itibarıyla İstanbul’da yaşayan toplam 1 milyon 179 bin 751 yabancıdan 535 bin 25’inin, yani yarıdan azının geçici koruma kapsamındaki Suriyeliler olduğunu açıklamıştır (Serpil Yılmaz, “Taksim’deki restoranına ağaç dikti”, Sözcü, 17 Mayıs 2022).
Görülüyor ki sorun, giderek gerçek bir beka sorunu niteliği almaktadır. İktidarın bu konuda rasyonel ve etkili bir politika geliştirmek niyetinde olmadığı açıktır. Dolayısıyla inisiyatifi altı muhalefet partisinin alması ve ortak bir politika oluşturarak bunu kamuoyuna açıklamaları şarttır. Halen bu noktaya en yakın olan parti, sorunun iki yıl içinde gönüllülük esasına göre çözüleceğini vaat eden ve bunun mutlaka Esad rejimiyle işbirliği içinde çözülmesi gerektiğini savunan CHP’dir. Muhalefet partilerinin, bu ilkeleri somut uygulama önerileri ile tamamlayıp gerçekçi bir alternatif politika oluşturmaları gerekir.