Siyaset Erbabına Açık Mektup

Hukuk, adalet, demokrasi, bunları işletecek kurumlar ve kuralların sağlamlılığı, bu düzlemi yaşatacak bir kültürel dönüşüm ile mümkün olacaktır. Ama öncelikle siyaset erbabının, sivil toplumun, medyanın bu dönüşüm ve değişime gerçekten inanması ve içinden bu mücadeleyi verecek namzetler çıkarması gerekmektedir. Yani ne yapacaksak, hangi yüzleşmelere kapı aralayacaksak, yapay değil, organik bir iklimde yapmalıyız. Sahici, samimi, sağlıklı, sonuç alıcı ve sadra şifa şekilde.

açık mektup

Nerede siyaset yaparsanız yapın, toplumun ne istediğini doğru kavramak her şeyin önünde gelir; özellikle de ikna etmeniz gereken “sizden olmayanlar”ı. Bu empati zorunluluğu, bir arada yaşam formülleri geliştirmeye çalışan ülkeler için zaten bir gerekliliktir; lakin seçim kazanmak için de başat unsurdur. 

 

Peki bu ameliyenin zorunluluğu bilindiği halde neden engellerle gereken mücadele verilemez? “Nedir bu engeller” dediğimizde, bunlardan ilki ideolojik kalıplar ve uzun erimli tarihi hafızadan sıyrılmanın o kadar kolay olmamasıdır. Ezberler, tercihler, yaşam şekilleri, konforlar, refleksler, beklentiler, paylaşmakta zorlanmak, kamusal ortaklığa tahammülsüzlük, korkular, öfkeler, intikam hisleri… diye olgulara/yaşanmışlıklara ve birikmiş algılara yaslanan pek çok sosyo-politik etmen sayılabilir. Yani bu ameliye için gerekli olan açıları farklılaştırmak, objektifleri silmek, pencereleri değiştirmek, velhasıl ‘değişim’ dinamiğini harekete geçirmenin sert engellere maruz kalmasıdır.

 

Maalesef yıllardır, ideolojik fay hatlarının geri plana itildiği, kurumlar ve kuralların bir arada işlediği bir sistemi kuramadık. Oysa geçmişteki olumlu hikâyelerimizin de, son dönemlerdeki akıl tutulmalarımızın da esas merhemi, şifası, ihtiyacı buydu. Hukuk, adalet, demokrasi, bunları işletecek kurumlar ve kuralların sağlamlılığı, bu düzlemi yaşatacak bir kültürel dönüşüm ile mümkün olacaktır. Ama öncelikle siyaset erbabının, sivil toplumun, medyanın bu dönüşüm ve değişime gerçekten inanması ve içinden bu mücadeleyi verecek namzetler çıkarması gerekmektedir. Yani ne yapacaksak, hangi yüzleşmelere kapı aralayacaksak, yapay değil, organik bir iklimde yapmalıyız. Sahici, samimi, sağlıklı, sonuç alıcı ve sadra şifa şekilde.

 

‘Kutuplaşma’ya ‘Kutuplaşma’ ile Karşılık Vermenin Yarattığı Çözümsüzlük

 

Kutuplaşma iklimine kutuplaşmacı bir zihin yapısıyla karşılık veren ideolojik tutumlar, asla bu devrimci/inkılapçı tutumu gerçekleştiremezler.

 

Nitekim ülkemiz son seçimler öncesinde de bu tecrübeyi yaşamış ve daha yürünecek çok yol, katedilecek çok mesafe ve toplu olarak, iktidarı ve muhalefetiyle zihniyet sorunlarımız olduğunu ortaya koymuştur. 

 

Seçim sonuçlarına baktığımızda doğal olarak bir kazanç ve kayıp tablosu önümüze çıkmakta. Ama kazancın ve kaybın neler olduğunu sadece seçim sonuçlarına bakarak anlayamayız. Önümüzdeki sürecin bunu bize daha sarih biçimde göstereceğinden hepimiz eminiz.

 

Kazanan neyi kazandı ve topluma vaatlerini nasıl, ne biçimde yerine getirecek; kaybedenler de bu süreçten gerekli dersleri gerçekten çıkarabilecekler mi hep birlikte izleyip göreceğiz.

 

Siyaset, hemen her konuda, iktidarı ve muhalefetiyle bir özeleştiri yapmak zorundadır. Toplum zaten tercihini konjonktürel olarak yaptı. Verdiği kararın neticelerini de zaman içinde gözlemleyecek. Siyasetin, olması gereken bu gözleme katkı yapması gerekir. Eğriyi doğruyu kavratacak zeminlerin topluma layıkı veçhiyle sunulmaya gayret edilmesi gerekmekte.

 

Doğru Toplum Değerlendirmesi Iskalanmaya Devam Ediyor

 

Muhalefet saflarında olanlar müzmin muhalifliği terk edip eğriye eğri, doğruya doğru diyecek bir siyaset zeminini inşa etmekle yükümlüler.

 

Kutuplaşmayı, otoriterliği, kural ve kurumların doğru işletilmemesini, yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar konusundaki kötü karneler hep eleştirildi, eleştirilmeye de şüphesiz devam edecek. Lakin toplumun yaptığı tercihlerin hep birlikte masaya yatırılıp doğru değerlendirilmesi yükümlülüğü orta yerde durmakta. Belli ki bunu yapmanın bir tür itirafçılık olduğu ve saflara zarar vereceği görülüyor. Ya da aslında ideolojik körlük, görülmesi beklentisi içinde olduklarımızın fark edilmesini engelliyor. Büyük ihtimalle de ikincisi.

 

Oysa muhalefet öncelikle, toplumun tercihini güven, beka hissi ve sahicilikten yana kullandığını kendisine itiraf etmek zorunda. İçine itildiği ezberler ve öğrenilmiş çaresizlikler olduğu bir vakıa ama mutfaktaki tencereden daha fazla güvene, sahiciliğe ve duygu bağı kurduğu kesimlerle empatiye yatırım yaptığı da bir realite. Bu noktada sadece propagandalar etkili olmadı. Toplumun kendi rasyonel aklı ve vicdanı da ciddi bir belirleyen oldu.

 

Kabul edelim ki belli bir kültürün içinde siyaset yapmaktayız. Hâlâ lider merkezli siyaset anlayışı devam etmekte. Siyasi partiler yasamız ortada. Maalesef halen bir siyasi ahlak yasasını anayasamıza, yasalarımıza dercedemedik. Dolayısıyla kültürleşmesini beklediğimiz kurumsal ve kamusal ahlaki bir yapılanmayı oluşturamadık. Ama bunun, sadece imkânlar önündeki engellerle değil, bizatihi kaybetmekten korktuğumuz ideolojik konfor alanlarıyla yakın ilgisi var. Yani yapmak istiyor gibi görünüp yapamamanın sosyo-politik kültürel farklılıklarla yakın bağı var.

 

Devlet gücünü ele geçirenin her şeyi belirlediği ve dönme dolap misali bizi aynı yerde döndürüp duran sistemden çıkamadık; çıkmak için elimizden geleni yapamadık. Bunları konuşmadıkça, sadece artan vergileri, faiz politikalarını, gelir adaletsizliğini masaya yatırmak sadra şifa olmayacaktır. Nitekim kimlikler üzerinden yapılan siyaset ülkemizde halen belirleyiciliğini ciddi biçimde korumaktadır. Toplum, bundan gayrı bir çözümün neşvünema bulacağına inanmakta güçlük çekmektedir. 

 

Çok da haksız değildir. Zira “mış gibi” siyaseti kendisini her alanda göstermektedir. Gerçeklere, sahiciliklere, hakiki değişim-dönüşümlere siyasetin doğası izin vermiyormuş gibi inanmaya devam etmekteyiz. Yani asıl sorun, temelde bu sorunlu bakış açısı, yani tarzımız ve itikadımızda.

 

Hukuk ve Demokrasi Yanlılığı Hamasetten Öteye Geçemiyor 

 

Gerçek manada adil şahitliği, herkes için adaleti, hakiki manada hukuk ve demokrasiden yana olmayı bir türlü beceremiyoruz! Siyaset sahnesinde roller yapıldığını görüyor bu toplum. Demokratlığa da, hukuka da, hatta ekonomik meselelere de kimlikler üzerinden yaklaşılmaya devam ediliyor. Ama topluma “kültüründen sıyrılıp ‘rasyonel’ davranması” salık veriliyor. Halbuki tam da bu ikircikli halleri gören toplum, etki-tepki misali çözümü kendi rasyonalitesine yaslanarak sağlıyor.

 

Asıl kimlik edinilmesi gereken hususların ideolojik ve kültürel kimlikler içinde emilip boğulduğunu o da gözlemliyor. Bu değişmez gibi görünen gerçeğe bakıp korkularını, endişelerini izale edecek güvenli limana, yani bildiği yere demir atıyor.

 

İşte 52-48’in de bir veçheden özeti bu.

 

“Değiş(tirile)meyenler”e bakıp, siyasetin ve teşkilatlarının risk almamasını da gözlemleyip kendisi de -haklı olarak- riske girmiyor. Çünkü o, evinin salonundan, mutfağından, iş yerinde tezgâhının başından izliyor olan biteni.

 

Toplumun Sadece Güce ve Propagandalara Ram Olduğunu Düşünenlerin Yanılgısı

 

Toplumun yalanlara, propagandalara esir düştüğü zannıyla analizler yapanlar da burada yanılıyorlar. “Ben bu toplumu ikna için ne yaptım?” diye dönüp kendilerine sormuyorlar! 

 

Evet, doğrudur. Toplum güven tercihini kendine en yakın gördüğünde kullandı. Ama bu, iktidarı ve muhalefetiyle toplumun tüm kesimleri için geçerli değil midir? Mesela ülkenin ana muhalefet partisinin oy oranı neden sürekli 22-25 bandındadır. Demek ki iyi-kötü, ülkede hangi gelişme olursa olsun, gelişmenin kendisine, ülkeye faydasına ya da kaybına rasyonel bağlamda bakmaksızın kimliksel ve ideolojik dürtülerle hareket edilmektedir. Her türlü milliyetçi taban, kendine yakın gördükleri dışındaki seçeneklere yönelmemektedir. Ne tencere, ne faizler, ne iyi-kötü ekonomi yönetimi, ne çocuğunun geleceği, ne sistemin kurallar ve kurumlar üzerine yapılanıp yapılanmadığı konuları bu eşiği zorlayabilmekte.

 

Eğri oturup doğru konuşalım. Asıl gerçekliğimiz bu değil midir? Asıl gerçekliğimiz halen kimlikler, ideolojiler, katı ya da folklorik kültürel tercihlerimiz değil midir? Günün sonunda görmekteyiz ki bundan sıyrılmak, bir ilk adımı atmak için kurulan ‘Altılı Masa’ da bu konuda ikna edici olamamış; sahiciliği topluma geçirememiş; iddiasının altının dolması için daha çok yol katetmesi gerektiği orta yere çıkmıştır.

 

Sonuçta dönüp dolaşıp aynı yere gelmekteyiz. İddialarımız ve büyük sistemsel resme dair öngörü, tespit ve adımlarımız sahici, samimi olmalı. Toplumun dönüşümünü arzu ediyorsak, herkes kendisine en yakın olan aynadan başlamalı. O aynaya uzun uzun bakmalı ve kendisine sormalı;

 

“Ben, bu ülkenin geleceği adına, ezberlerimden, konforumdan ne derece taviz verdim? Kendimi dönüştürme fedakârlığına hakiki manada katlandım mı?”

 

“Toplum güvene ve bekaya ekonomiden daha fazla değer atfetti” demiştik. Bu satırları okuyanların “Ama asıl beka kurum ve kurallara dayalı demokratik hukuk devleti olmaktan geçmiyor mu? Asıl beka ve güç, insan onuruna dayalı politikalar izleyerek, toplumda yaratılan sinerjiyle gerçekleşmiyor mu?” diye iç geçirdiği de vakidir. Doğrudur; lakin bu sözlerin altını dolduracak şekilde ideoloji ve kimlik siyasetlerinden sıyrılamamış, bir toplum, bir arada yaşam, grupsal haklar ve dış politika vizyonunu elle tutulur biçimde halkın önüne koyamamışsanız insanlar size nasıl güvenecek? Size bakacak, güven hissini alamayacak, “o halde bildiğimde devam edeyim” diye düşünecek. Bu, tam da bir Türkiye gerçeği!

 

Eksiklik olarak tespit ettiğimiz alanlarda devrimci, radikal bir şahitlik ortaya konamazsa; topluma, devletin, ülkenin ve milletin ihtiyacı olan şeyler samimi, hakkaniyetli biçimde gösterilemezse, asıl değişime köstek olanlar, cafcaflı sözlere, ideal tablolara rağmen bu eksik, nakısalı, zaaflı ve ideolojik “mış gibi” siyasetinin sürdürücüleri olacaktır. Torna tezgâhının başında sizi dinleyenler de notunuzu buna göre vereceklerdir.

 

Kutuplaşmayı İzale Etmek İçin Ne Yaptınız?

 

Toplum kutuplaşmaya itildi değil mi? Bunun AK Parti’nin çok öncesinden jakoben bir tarzla başladığını hatırlatmaya gerek var mı? İktidar da zaten lojistiği bol olan bu olguyu alıp tepe tepe kullandı. Peki muhalefet bunu ekarte etmek için ne yaptı?

 

Eğer siz, topluma yüz yıldan fazla bir zaman öncesinden dayatılan kutuplaşma oyununu aynı kodlarla sürdürürseniz, ikna etmeniz gereken kitlelerle aranızda bir bağ kurabilmek mümkün olur mu? Madem oyunun adı ‘kutuplaşma’, mademki fay hatlarını da körüklemeye matuf, mademki ülkenin enerjisini yitirip tüketmekte, o halde sizin bu oyunu tersine çevirmeniz gerekmez mi?

 

“Helalleşme” diye başlayan söylemi, daha eyleme bile geçemeden “hesaplaşma/rövanş” naralarıyla boğmaya kalktığınızda bu toplum sizin neyinize güvenecek?

 

“Suçlular” elbette her hukuk devletinde yargılanır. Ama siz çıkıp hesaplaşma söylemlerinin ardından bir de “Orta Çağ kafalılar”; “cemaatlerin tarikatların kökünü kazıyacağız” diyerek ortalıkta naralar atarsanız; sokaktaki insanı geleceğiyle, çocuklarıyla, nesilleriyle alakalı tehdit ederseniz; niyetinizin suçluları hesaba çekmekten öte olduğu buz gibi açığa çıkmış olmaz mı? Salladığınız parmağın sadece suçlulara yönelik olmadığı akıllara nakşolmaz mı?

 

Siz, baskıcı-radikal milliyetçiliğe karşı ılımlı milliyetçiliği makulleştirmeyi hedefledikten sonra, Avrupa’nın en radikal ırkçı kanatlarını bile kıskandıracak yabancı düşmanlığı örneklerine imza atarsanız, toplumun sizin kucaklayıcı mesajlarınıza inanması beklenebilir mi?

 

Toplumu küçümsemeye, aklıyla alay etmeye, hele ki kazanımlarını tehdit etmeye kimsenin hakkı olamaz! Başta kararsızlar olmak üzere toplumun önemli bir kısmı siyasetten aklıselim, güven ve sahicilik beklerken, iktidar ve muhalefet cephelerinin her ikisinde de bu konuda sınıfta kalındığını kendimize itiraf etmemiz gerekiyor.

 

“Seviyeli Kutuplaşma” ve Adil Şahitlik Siyaseti 

 

O halde sahicilik ve samimiyet çıtasının asıl seviyesi şu olmalıdır:

 

Ülkenin ideolojik kutuplaşmalardan çıkarılamadığı bu ilkimde, hâlâ kimliksel kutuplaşmalar kazanının ateşinin körüklendiği bu vasatta, ülke gerçekleri ve toplumun önemli bir kesiminin beklentileri mucibince sahici, samimi ve güven verici siyasetin skalası “Seviyeli Kutuplaşma”nın öncülüğünü yapmak olmalıdır!

 

“Kutuplaşma” kelimesinin irite edici olduğunun farkındayız ama kastımız, bir 3.Yol önerisi ve gerçek bir adil şahitliği bu toplumun önüne koymaktır.

 

Bunu benimseyenler şunu demiş olacaklardır: “Kötülük, yanlışlık, hukuksuzluk, anti-demokratlık, iktidar ya da muhalefet saflarından, yani kimden gelirse gelsin bunun karşısında olacak; üst norm ve değerlerin, yani hakiki demokratlığın, hukuk devletinin, toplumsal empatinin, bir arada yaşama saygının yanında olacağız, dillendiricisi olacağız, görünür şahitleri olacağız.

 

Bizim kutuplaşma tarzımız bu olacak. Kötülüklerin karşı kutbunda, iyiliklerin yanında olacağız. Hukuk dışılıklar ve anti-demokratlıkla kutuplaşacağız. Kendini bütün bir topluma dayatan, dini-seküler gayrı adil jakoben zihniyet ile kutuplaşacağız.” 

 

Bir kez daha hatırlatmakta fayda var ki; kötü bir cumhurbaşkanlığı sistemi yüzünden parti-devlet haline gelmiş yapının, 90’ların kötücül aktörleriyle kurduğu ilişkiler, toplum tarafından sadece güç olunması hasebiyle tolere edilmemiştir. Muhalefet kesimlerinin dejavu’ler yaratan ve “yok aslında farkımız” dedirten somut yaklaşımları toplumun çoğunluğu tarafından haklı olarak olumsuz notlanmıştır.

 

3.Yolu benimseyenlerin tutumu, siyasetin kısa vadeli pragmatik beklentileri ne buyurursa buyursun, devrimci bir muhalefet tarzını, adil şahitlik formunu, hakiki demokratlığı, hukuktan yana tavizsizliği, sivil toplumun, grup haklarının ve sosyolojik katmanların yılmaz savunuculuğunu toplumun önüne koymak olmalıdır.      

 

Demokrasiyi “mış gibi” oyununa kurban eden anlayışların da, kötü tarihi hafızayı canlandıran jakobenizmin de, ırkçılığa varan yabancı düşmanlığının da, kökünde İslam karşıtlığı olan ideolojik yaklaşımların da, İslam’ı sömürü düzeninin üzerini örtmede araç kılmaya çalışan anlayışın da, siyasi kriterler ve yandaş yargı zulmüyle yaratılan mağduriyetlerin de karşısında dimdik durulmalıdır.

 

“Toplum ne der? Acaba bizi yanlış anlar mı?” diye de sorulmamalı; toplumsal yanlış algılara prim vermeden, onlarla mücadele ederek, topluma ayna tutmaya ve yanımıza çekmeye gayret edilmelidir.

 

Ailenin, kadınların ve çocukların hakları ve güvenliğine karşı ideolojik saldırı mekanizmaları işletenlerin; modern/çağdaş kötücül uyaranlar ve sosyal medya ağlarının hücumlarıyla nesillerimizi ifsat eden anlayışların da karşısında olunmalıdır.

 

Hepsinden önemlisi, toplumun tüm kesimlerine adalet ve merhamet ekseninde yaklaşılmalıdır. Kendisine propaganda edilen hususlar tane tane, zamana yayarak, sabırla açıklanmalıdır. Popülist ve pragmatik olanla hakiki ve sağlam olanı birbirinden ayırt edebilmesi için tüm imkânlar kullanılmalıdır. 

 

Toplumun şunu kavraması sağlanabilmelidir:

 

Bir kesim, ülkenin demokratlaşmasına mâni olan kendi tarihi algıları ve gerçekleriyle yüzleşmeden; diğer kesimi de “Kurtlu Bulgur Edebiyatını” meşrulaştıran sözde “maslahatçı” dini yorumlarla hesaplaşmadan gerçek manada bir zihniyet dönüşümü yaşayamayız!

 

Seküler ya da dindar hangi kesimden olursak olalım, postulat halini almış kadim ve çağdaş değerleri üst normlarımız haline getirmek, “emanete riayet”i başucu rehberi yapmak, bunlara dayalı kurum ve kuralları sistemleştirmek zorundayız!

 

Bu, dinin de emridir; büyük öncülerin ve sahabenin de uygulamasıdır; çağdaş insanlığın ulaştığı da bir tecrübedir. İnsanlık, bu doğruların ya karşısında ya da yanında durmuştur. Kadim siyasetnameler de, çağdaş metinler de bu ahlaki gerçekliğin vurgularıyla doludur. Buna uygun bir sosyo-politik kültür yaratmaya, bunu koruyan çağdaş bir anayasa yapmaya da mecburuz.

 

Topluma ve özellikle yeni nesillere şu aynayı tutmaya mecburuz:

 

Düşünme ve fikir üretmelerimizin önünde engel teşkil eden; yeni bir gelecek inşasının önünde set olan tarihi ezberlerimize ayna tutmakla yükümlüyüz.

 

Mesela; ne Abdülhamit ve dönemi sorgulanamaz kutsaldır ne de Cumhuriyet dönemi kutsallık zırhına büründürülebilir! ‘Tek Adam’lardan da, tek adamcılıktan da, taklitçilikten de, kadercilikten de sıyrılıp irade, sorumluluk ve ortak aklı kuşanmalı, geleceğe dair kaderimizi hep birlikte inşa etmeliyiz. O kaderi inşa sorumluluğu “katı laiklik” ya da “yerlilik-millilik” gibi her sorunu maskeleyen efsunlu kelimelere ram olup sözde ve çözümsüz “öze dönüş” reçetelerini terennüm etmekten değil, kadim ve çağdaş olan üst normlara birlikte sarılmaktan geçmektedir.

 

Özellikle muhalefet kanadındaki hayal kurmak, hamaset ve geçmiş kötü örnekleri tekrardan yeşertmeyi amaçlamak, çaresizliğin göstergesidir. Hiç kimsenin bu topluma, ülkeye patinaj yaptırma, onu geçmişin kötü tecrübelerine ve kabuslarına mahkûm etmeye hakkı yoktur. Hiç kimsenin dünün bataklıklarının tecrübelerini yeni nesillere tekrardan empoze etmeye de hakkı yoktur. Hiç kimsenin dini ya da seküler sözde değerleri, jakobenist yaklaşımları bayrak yapıp, hakiki çözümler üretmemize engel olmaya da hakkı yoktur.  Merhum Aliya İzzetbegoviç’in veciz ifadesinde anlamını bulan şu cümle çok değerlidir: “Düşmanlarımız bizim öğretmenlerimiz değildir.”

 

Evet. Onları, yani şikâyet ettiklerimizi taklit ederek, aynı yöntemleri kullanarak, aynı kötü anılara sahip kavramlara yeniden hayat bahşederek iyiliklere ulaşamaz, çözümlere kavuşamayız; bir arpa boyu yol gitmeyi bırakın kör kuyulara düçar oluruz.

 

O yüzden muhalefet, bugünlerde “öze dönüş” adı altında ülkenin yüz yıllık makus talihinin kaynaklarını oluşturan yerlere dönmeyi salık veren anlayışların hikmetsizlik, ferasetsizlik, basiretsizlik olduğunu da tartışmakla yükümlüdür.

 

Demokraside geriye gidişe cevap anti-demokratlığa övgü düzerek olmaz!

 

Hukukta geriye gidişe cevap rövanşist naralar atarak sağlanmaz!

 

Baskıcı milliyetçiliği yenme adına çıkış, ırkçılığın yükselmesine sebebiyet verecek mekanizmaları hareket ettirerek sağlanamaz!

 

Terörle mücadele ve jeopolitik sorunlara cevap, onları daha da bilinmeze ve siyasetsizliğe mahkûm ederek sağlanmaz. Hele marjinal ideolojik heveslilerin yüreğine su serperek hiç olmaz!

 

Aklımızı başımıza toplamalı; aklı elimi kuşanmalıyız. Amerika’yı yeniden keşfetmiyoruz! Teoride zaten bilinen ve doğru olan hususları kendimize kimlik edinmekten bahsediyoruz. Bu hiç de zannedildiği kadar zor değil. İdeolojik sarmallarda boğulmaya katlanmak daha zor ve çözümsüzdür. ‘Güvenli liman’ adı altında eski ezberleri yeniden ve yeniden devreye sokmak daha riskli ve kötücül kutuplaşmayı daha da harmanlamak anlamına gelmektedir.

 

Toplum Size Rağmen Size Oy Verdi: Emanete Hıyanet Etmeyi Terk Edin!

 

İktidar sahipleri de bilmeliler ki, bu kutuplaşma iklimi onları sadece bir süre daha iktidarda tutacaktır. Onlar da geçmişte yaşananlardan, bu ülkeye yaşattıklarından dersler çıkarmak zorundalar. İktidarlarının ilk yıllarında yükselttikleri iyiliklere dönmek, demokrasiyi ivmelemek, hukuka değerini geri bahşetmek, evrensel normlara uymak, siyaseti normalleştirmek, 52-48 denkleminde 48’e de güven aşılayıcı, huzur bağışlayacak bir iklimi yeniden yeşertmekle yükümlüler.

 

2017’den bu yana ülkeyi ciddi manada geriye götüren, ekonomide 70’leri ve 90’ları, siyasal sistemde Tek Parti dönemini hatırlatan bir seviyeye gerilettiler.

 

Dünyada değişen koşullar; Batı’da pandemi, göç ve savaş iklimiyle aşırı sağın yükselişi; modernitenin yaşadığı krizler; uluslararası kurumların zayıflaması; bundan dolayı toplumlardaki güven, beka hislerinin tavan yapması ve güçlü lider arayışlarının artması aslında iktidara da koltuk değneği vazifesi gördü.

 

Kötü yönetimi bu beka ve korku ikliminde tolere edildi. Kurulan parti-devlet ve onun propaganda araçları, medyada oluşturdukları tekel, algıları yönetmeyi kolaylaştırdı.

 

Çok ama çok iyi biliyoruz ki bu toplum, muhalefetin stratejik hataları, yaşattığı güven bunalımları ve kültürel bölünme vesilesiyle tercihini yine iktidardan yana kullanmak zorunda kaldı. Bu “başarı”, iktidardan ziyade muhalefetin basiretsizlikleriyle açıklanabilecek bir husustur.

 

Evet. Toplum bu tercihi yapmak zorunda kaldı. İktidarın kibrini, şatafatını, kurduğu mafyatik düzeni, hukuku bypass etmesini, yolsuzluk ve talan politikalarını gördüğü halde oyunu yine de iktidardan kullanması karşılığında şimdilerde mütedeyyin kesimlerden “emr-i bi’l ma’ruf, nehy-i anil münker/iyiliği emredip kötülükten sakındırma” çağrılarının yükselmesi bize çok şey anlatmakta.

 

Bir tarafta metazori oyunu veriyor, diğer yandan “iyiliği tavsiye edip kötülüklerden beri olmalarını salık veren” uyarılarda bulunuyor. Bu da toplumun aslında olan bitenin nasıl farkında olduğunu bize gösteriyor. Toplum hem oyunu veriyor hem de “bizi gün gelip rakiplerin insafına terk edecek büyük günahlarınızı terk edin” mesajı veriyor. Aslında toplumun önemli bir bölümü ne olup bittiğinin gayet farkında.

 

O yüzden muktedirler de artık tamahkâr tutumlarından vazgeçmekle yükümlüdürler.

 

Akraba, yandaş kayırmacılığını ikame ettikleri düzenden çıkmalıdırlar.

 

İşte 3.Yolu benimseyecek olanların sırtındaki yumurta küfesi budur: Toplumun bu siyasi esaretten kurtarılması için ellerinden ne geliyorsa yapmakla yükümlüdürler!

 

İktidar çok cürüm ortaya koydu ve çokça günahlar işlendi. Sistem tarumar edildi ama yine de ‘3.Yol’cular seçimler sonrası atılan doğru adımları desteklemelidirler. Ders alındığı görüntüsü veren icraatlar konusunda yeni seçeneklerin bağımsız kılınması, işlerini rahat yapabilmeleri, geçmişte yaşanan hataların tekerrür etmemesi, köprüden önceki son çıkışların da kapanmaması ve ülkenin felaketin eşiğine daha fazla dayanmaması için yol gösterici olmalılar. 

 

Zira bu ülke hepimizin!

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.