Siyaset İçi Siyasetin Zor(unlu)lukları

Dünyanın o eski dünya olmadığı, kapalı toplum oluşturmanın imkanlarının ortadan kalktığı, herşeyin çabuk değiştiği bir zamanda; geriye, kurallara hafsalaları zorlayacak şekilde müdahale etmekten başka bir şey kalmıyor. Dün toplumun anketler ve baskılamalarla yönlendirilemediğine şahit olmuştuk; bakalım yeni partilerin sinerjisi sadece iktidardan değil, muhalefetten de ümidini kesmiş hatırı sayılır kesimlerin ümitlerini yeşertme, beklentilerini karşılamada ne derece etkili olabilecek?      

Siyaset İçi Siyasetin Zor(unlu)lukları

Son yıllarda Türkiye’nin önündeki en önemli meselelerin başında hiç şüphesiz, siyasetin, siyaset içinde kalarak mı yoksa siyaset dışı yollara tevessül ederek mi yapılacağı sorunu geliyor.

 

Bu meselenin temelindeki zorluk, normal şartlarda rayından çıkma istidadı gösteren siyasete denge ve paratoner görevi icra etmesi beklenen makamın, bunun tersi bir işlev gösterme istidadının güçlenmesinin nereye evrileceği sorusuna cevap bulmak. Yeni partilerin de aşılması için yola çıktıkları ve önlerinde ciddi bir engel teşkil eden devasa bir sorun bu.

 

Kitabın ortasından konuşursak sorun Cumhur İttifakının açık-gizli ortakları sistemi siyaset dışına iteleme gayretinde. Bu tehlikeli duruma siyaset içinden cevap verebilmek için ciddi bir toplum desteği gerekiyor. Ya toplumun hatırı sayılır kesimi de bir zehirlenme yaşayarak siyaset dışına çıkacak ya da bu gidişe ‘dur’ diyecek.

 

Konsolidasyon meselesi basit bir siyasi ayrışma meselesi değil. Cumhuriyetçiler-demokratlar ayrımıyla mukayesesi anlamlı değil. Siyaset içinde kalanlar ile toplumu ve siyasi geleneği siyaset dışına zorlama şeklindeki derin bir uçuruma işaret ediyor. Gelenekleri oturmuş bir sistemde varolan ayrılıkların sisteme verecekleri zarar ile Türkiye gibi derin toplumsal fay hatlarının siyaset üzerinde ciddi etkilerde bulunduğu ülkelerde sorunları derinleştiren kriminalizasyon siyaseti, siyasetin bizatihi kendisini zehirlemekte, üzerinde öyle ya da böyle geliştiği normları buharlaştırmakta, toplumun hatırı sayılır bir kesimi nezdinde bu durumun kanıksanmasını beraberinde getirmekte. Bu “zorunlu” tercihin zararlı sonuçlarını toplumun hangi proseste farkedecek olması esas meselemiz.

 

Diğer bir deyişle, AKP’li yıllarla siyaset içine çekilen toplumun tekrardan minder dışına davet edilmesi karşısında nasıl bir tutum takınacağı, bu tablonun keskin inançlı kemikleşmiş kesimler dışındakilere nasıl anlatılacağı yeni partilerin de önemli bir sorunsalı.

 

AK Parti ve müttefiklerinin yaklaşık beş yıldır geliştirdikleri ve “beka”, “üst akıl/dış mihrak”, “güvenlikçilik” üzerinden toplumun bir kesimi ve temsilcilerini kriminalize ederek sürdürebilir olduklarını zannettikleri zemin, gitgide çatırdamaktadır. Muktedirliği her ne pahasına olursa devam ettirme adına tercih ettikleri bu siyasi konformizmin elbette bedelleri de oluyor, olacak. Lakin, günden güne yaşanan kayıpların telafisi için oyunun kurallarını da sürekli değiştirmeyi beraberinde getiren bu tercihin ömrünün çok da uzun olmayacağı görülmekte. Ömrü uzun olmayacak ama bedellerinin boyutu ve hangi proseste karşılanacağı bir muamma.

 

Yeni Partilerin İllüzyonu Bozma Seçenekleri

 

Yeni partilerin sadece bu tabloyu gözler önüne sermeleri yetmez.

 

Klasik sağ siyasetin açmazlarını aşmak kadar, bu sarmaldan sıyrılma hedefinde olduklarını ispat da etmeleri gerekir. Sadece ilkelere soyut vurgular yapmakla becerilebilecek bir mesele de değil bu. 

 

Bu konuda ne kadar inançlı olsanız da son yıllarda iyiden iyiye siyaset dışı motifler ve kendi zararına uygulamalarla toplumun zehirlendiğini ona gösterebilmeniz gerekir.

 

Bu da aynı topluma karşı, onu değiştirme azminde olduklarını ispat etmekle de mükellef kılmakta kendilerini.

 

Yani artık Türkiye’de siyaset, toplumun tüm kesimlerini olduğu gibi kabul etme “soyut ilkesi” ile yapılamaz.

 

Farklı alanlardaki milliyetçiliklere dokunmadan, Kemalistlerin/Atatürkçülerin kimlik noktasında hiçbir nedamet getirmemelerini önkabul olarak görerek, muhafazakarların hukuk devleti ve demokrasi konusundaki özürlerini mazur görerek ilerlemek mümkün değil. Ya da sadece ekonomik verilerin kötüye gidiş istatistiklerini orta yere serip halkın cebine yansımalarından sağlanacak girdilerle de ilerleyen klasik siyaset modeliyle de yürümenin zorlukları ortadadır. Öte yandan, Türkiye’de siyasetin hala ciddi manada kimlikler üzerinden yapılması ve bu alanların vasilerinin bulunması göz korkutmamalıdır.

 

Takiye Yapmayan Özgürlükçü Siyasetin Getirileri

 

Özgürlükçü siyaset herşeyin konuşulabilmesinin önünü açmak kadar, toplumun her katmanının ilkesel doğrular noktasında eğitilmesi yönünde bir şahitliği de gerektirir. Bu da yeni partilerin hem üst kadrolarına hem de teşkilatlarına artı yükümlülükler getirmektedir. Teşkilatlanma niteliği de bu hedefe uygun olabilmelidir.

 

Yoksa “kumaş bu, bu toplumsal yapıyla ancak bu kadar olur” analizi, sadece orta değil kısa vadede de tıkanmaları beraberinde getirir.

 

“Toplum bunu böyle anlıyor…bu kadar anlıyor…tedrici bir zaman gerekiyor” diye fısıldayan şuuraltına, bu durumun en azından planlı düşünmeyi ve hareket etmeyi beraberinde getirmesi gerektiği hatırlatılmalı.

 

Planlı hareket, bir siyasi yürüyüşün daha en başından bazı tavizsizliklerle yürümesine engel olmamalıdır. Bu konuda sadece simgesel bazı göstergeler bile önemli ve değerlidir.

 

Bu niteliksel boyut geçiştirildiği takdirde, ileride alttan gelen baskılamalar partilerin yürüyüş eksenlerine olumsuz etkilerde bulunabilir; aşmak için yola çıkılan eski bagajları kimliksel tercihler eşliğinde bu partilerin önüne koyabilir. Tersinden söylersek, yeni partiler yenilikler adına yol almaya çalışırken önce kendi tabanlarından engellerle karşılaşabilirler.

 

Yeni Bir Kimliksel Dönüşüm Hedeflenmeli

 

Tarihten tevarus edip beslenen, milliyetçilikle de harmanlanmış muhafazakar kimliği -elde var bir- alt kimlik olarak kabul edip Türkiye’nin üst genel kimliğini, Batılı kimliğe yaklaştırıp tanımlamak ve bunu, Batılı devletlerle de ilişkileri kavileştirecek bir yaklaşıma araç kılmak çözüme matuf değildir.

 

Tam da aksine, asıl mesele dünya ile ilişkili bir Müslüman-muhafazakar zihnin ve kimliksel dönüşümün desteklenmesidir. Evrensel bakabilen, farklı olan hatta “öteki”nden beslenmeye ihtiyacı olduğunu kabul eden bir kimlik, kendi meselelerine de, ülke sorunlarına da, dini yorumlama biçimine de daha kapsayıcı bir düzlemden bakıp çözüm üretebilir. Bu aynı zamanda muhafazakar-dindar kesimlerin çözüm üretme kapasitelerini artırır. Makro ve mikro milliyetçiliklerin de törpülenmesine vesile olur. Ülkenin görünür kimliğini etkileyecek boyutta çoğunluk oldukları da düşünülürse, tüm toplumsal kesimler adına sadra şifa sonuçlar ancak buradan elde edilebilir. Azınlık kesimlerle empati yollarını arayıp bulmaya çalışan çoğunluğun çoğulculuğa katkı yapmasının önü açılır. Aslına bakılırsa, Müslüman toplumların genelinde -Arap Baharının ruhuna mündemiç- bu temayül mevcut idi. Siyasi, askeri krizlerle baltalanma ve toplumları-temsilcilerini kriminalize etme politikaları bunu her seferinde akamete uğrattı.

 

Erdoğan ve MHP’nin, içinde milliyetçilerin de yer aldığı bu kesimi klasik muhafazakar saikler, tarihsel semboller, dini-mezhebi konsolide siyaseti (Din karşıtlığında CHP’yi, beka karşıtlığında HDP’yi hedef almalarına ek olarak) aslında bahar ile hedeflenen yürüyüşe de engel teşkil etmektedir. Manidardır ki o rüzgarın uzanımı olan Libya gibi coğrafyalarda baharın siyasi ruhuna uygun davranmakla birlikte, Türkiye içi konularda durum neredeyse tersi bir gidişata sahne olmaktadır. Bu da bir dönem o coğrafyalara örnek gösterilen Türkiye’nin aslında meşru siyasetlerine de gölge düşüren, daha doğrusu meşruiyet motivasyonunu zayıflatan bir işlev görmektedir. Her ne kadar konu yatırım-sistem ilişkisi olsa da, Çin modelini övüp onun demokrasiden uzak oluşunun çok da sorun teşkil etmediğini aynı cümlede kullanan bir zihniyetin gelişimi, içeride de dışarıda da el yükseltebileceğiniz zeminleri aşındırır ancak. Yeni nesillerin de ülkelerine dair umutlarını törpülemekten, ülkenin sinerjisini oksijensiz bırakmaktan başka bir işlev görmez. Bu tablo, bir yandan iktidarın zayıf karnını artık gizleyemediğini ortaya koyarken, diğer taraftan muhalefet partileri için de eleştiri zeminini haklılaştıran ve somutlaştıran bir işlev de görmektedir.

 

Türkiye’de sağdan sola, milliyetçiliklere kadar, üzerinde sörf yapılan alanların kendi gerçek “sahipleri” mevcut olmakla birlikte, yukarıdaki tabloyla zihni ve kavramsal bir çatışma yaşayacak yeni nesillerin de sahaya çıkmakta oldukları da vaki. İçinde dindar kesimlerin de olduğu muhafazakar çoğunluk, bu alanlardan etkilenmekle birlikte, konsolidasyon ve çatışmacılık çıkmazı içinde, siyasetin kodlarıyla kuralsızca oynanabildiği bir iklimden çıkmaya da davet edilmelidir. Bu başarılabildiğinde, sahipleri olduğunu ifade ettiğimiz alanlardaki kesimleri de olumlu anlamda kuşatabilecek bir zeminin vasatı mümkün olabilir.

 

AK Parti’nin 2010’lu yıllara kadar olan gayreti ve bilahare kendi içindeki çatışmaların da nirengi noktası aslında buydu. Dışarıdan müdahalelerle “yanlışlar yaptırma” gayretiyle yıpratılan ve asıl olarak da içeriden akamete uğratılan alanın kendisiydi.

 

Bu gayretin içinde olup bilahare tasfiye edilen kadrolar, bu misyonu yeni döneme de taşımalıdır. Seslendikleri tabanla birlikte partisiz kararsızlar ve -hiç kimseye eyvallahı olmayan- “yeni” olana teveccühü en kolay sağlanabilecek, milyonlara tekabül eden yeni nesillerle doğru temasın bu bağlamda yolları aranmalıdır. “Yeni” olana dair ‘arayış’ ve ‘teveccühler’in aynı zamanda vizyoner, evrensel tecrübelere saygılı, inanç değerlerinin sosyo-politik yansımalarını yeni yorumlara tabi kılacak bir kimliksel dönüşüm sağlayacağı görülebilmelidir. Ancak öncelikli olarak buna dair bir ihtiyacın varolduğu kabul edilmelidir. İktidarın üzerinde sörf yaptığı, kitleleri (muhalif partiler adına da turnusol olsun için) taraf olmaya zorladığı konformist alanın bunun dışında bir metodla dönüşümü zor görünmektedir.

 

Erdoğan bugün, Ayasofya vb. dini kodlardan da beslenen geleneksel siyaseti koltuk değneği olarak kullanmanın bir sembolünü oluşturmaktadır. Ancak bunun, bu tablonun başarısı karşısında can çekişen bir sembol olduğu/olacağı görülebilmelidir. Nitekim meşruiyetin (özellikle ahlaki meşruiyetin) kaybedildiği her evrede, sağ siyasetin üzerinde yıllarca tepindiği konular ısıtılıp toplumun önüne getirilmekte, toplumun duyarlılıkları kaşınarak, taraf olmaya itilerek “engellerin” aşılacağı düşünülmektedir. Bu klasik metod, ancak bundan daha evlası, efdali, sadra şifa olanı toplumun önüne konduğunda aşılabilir. Bu da sabırla, ilmek ilmek dokunarak ilerlenecek bir siyasi vizyon inşasını gerekli kılar. Bu sayede kitleler neyin gerçekten kendileri için gerekli ve faydalı bir tartışma konusu olduğuna, maddi-manevi hangi sorunlarına deva olacağına, hamasi olmayan rasyonel vicdan ve aklı selimle karar verebilirler. Herhangi bir gündemde topluma, tercih kullanmaya zorlanması yanında, ülke gerçekleriyle alakalı realitelerde nelerin örtülmek istendiğini, zamanlamanın sebeplerini, sonuçlarının değerini ayırdedebilecek bir fehme sahip olmasına yardımcı olunmalıdır.

 

Devletleşen AK Parti, Yeni Partiler için Avantaj mı Dezavantaj mı?

 

Yeni partilerin dezavantaj gibi görünen en önemli avantajı, AK Parti’nin klasik ayrıştırma kodlarına karşılık gelmemeleridir. Geçmişe dair CHP gibi baskı, darbe, din karşıtlığı, yolsuzluklar gibi bagajları yoktur. HDP gibi terörle ilişkilendirilebilecek bir yapıları, milliyetçi ögelerle sınanmaya tabi tutulacakları bir vasıfları, FETÖ gibi yapılarla örtüştürülmeye çalışılacakları bir yakın geçmişleri olmadığı gibi. Bu konularda ön alan Bahçeli gibi bir ittifak ortağı, ancak illüzyonel verilerle bu alanlara işaret etmekte, zorlama kelime oyunlarıyla klasik MHP siyasetinin daha önce Erdoğan üzerinde denenmiş retoriklerini bu partilere karşı kullanmakta, ancak yüzdesi sınırlı bir kesime etki edebilmektedir. Algılarla oynayarak, gerçekleri çarpıtarak, kendi geçmişlerinde ziyadesiyle varolan olguların öne sürülmesi çelişkisini gölgeleyerek bu partilerin önünün kesilemeyeceği de görülmektedir.

 

Nitekim gerek Bahçeli gerekse Erdoğan özelindeki bazı tılsımların da bozulduğu, “olmaz” denilenlerin olduğu, verilen sözlerin yerine getirilemediği, kısacası hikayenin sonuna doğru ilerlendiği gözlenmektedir. Sorun, memleket yıkıntının altında kalmadan yeni siyaset kodlarıyla buradan nasıl yol alınacağı, toplumun buna ikna sürecinin hangi hız ve yöntemlerle yerine getirileceğinde.

 

Hatırlamakta fayda var. 15 Temmuz sonrası “beka” söylemleri üzerinden abartılı bir şekilde kendisine gelecek biçilen Cumhur İttifakının partilerin yapısını altüst etmesi; “uçacağız” manşetleriyle göğe yükseltilen başkanlık sistemiyle birlikte, aksine her alanda negatif verilerin çoğalması; “asla kaybedilmez” denen seçimlerin kaybedilmesi gibi örnekleri çoğaltmak mümkün.

 

Bir yıl kadar önce 31 Mart seçimlerini değerlendirdiğimiz “CHP’leşen AK Parti, Erdoğanlaştırılan İmamoğlu Seçim(ler)in Sonuçlarını Belirledi” (Haksöz, Haziran-Temmuz 2019, sayı 339-340) yazısının alt başlığı “AK Parti’nin CHP’leşip/Devletçileşmesi, CHP’nin AK Partileşme Rolü Yapması” idi. Bu durum, birine seçim kaybettirip diğerine kazandırmanın ötesinde anlamlar ihtiva etmekte idi.

 

Yüz yıllık olağanüstü hal rejimi hikayesini değiştirmeye çalışan bir AK Parti’nin devletin klasik kodlarına dönmesi ile kendi tarihiyle gerçek manada bir yüzleşme gerçekleştiremediği için geleceğe dair farklı bir hikaye yazmakta zorlanan CHP arasındaki ilişki biçiminden daha fazlasına ihtiyaç duyan yepyeni nesillerin ve mezkur sarkaçtan bunalmış milyonların olduğu bir ülke artık burası. Bırakın uzak geçmişi, bir ya da birkaç yıl önceki okumaların geçerliliğini yeni gelişmelerle yitireceği bir prosesin içinden geçmekteyiz.

 

Sokakları Yürüyerek Aşındırmak Gerek

 

Evet, hala ekonomik gidişat hangi seviyede olursa olsun, bunun kimlikçi siyasete etki etmekte zorlandığı bir ülke olduğumuz gerçeği de vaki. Lakin buna rağmen aşınmanın olup olmayacağı değil, hangi ivmede olacağını tartışıyoruz artık. Yönetim krizi ve eko-politiğe kısa, orta vade yansımaları bu aşınmanın niteliğini belirleyecek tek etmen değil. “Kurmaya cesaret edilemez” denilen partilerin kurulmuş olması ve Davutoğlu örneğinde olduğu gibi, üzerine yüklenmek istenen günah galerilerini ustaca püskürten, cesur ataklarla iktidarın yumuşak karnı ve bozulmuş düzenine seslenen bir muhalefet tarzı mevcut artık. CHP gibi “ötekileştirmek” hiç de kolay değil. “28 Şubatçı zihniyetle ortaklık” eleştirilerinde olduğu gibi iktidarın kendi tabanı karşısında yumuşak karnını oluşturan çelişkilerini de faş eden, üzerine giden bir muhalefet tarzının etkisini püskürtmek hiç de kolay değil. İktidar trolleri Ayasofya tartışmasında olduğu gibi, demeçlerini çarpıtmaktan başka bir işlev görememekteler. Üstelik aynı troller aynı zamanda iktidarın zayıf yönünü de oluşturmaktalar. Zira halk nezdindeki itibarları da yeterince zedelenmiş durumda. Geriye bütün bunları sosyal medya dışındaki mecralara da taşıyarak anlatmak kalıyor.

 

Özellikle salgın sürecinin ardından çarşı-pazara, köye-kırsala, semte-sokağa, yeni partilerin kendilerini yüz yüze ilişkiler ile halka anlatabilecekleri zeminlere inildiğinde, medyadaki eşitsizliğin dezavantaj mı avantaj mı olduğunu daha rahat gözleme imkanına kavuşulacak. Önemli olan, korona sürecinde sosyal medyadaki etkililik halinin ülke sathında sokaklara da aynı nitelik, şevk ve azimle yansıtılabilmesinde.

 

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Şeyh Said hadiseleri bahane edilerek kapatılmasa idi, köy köy kasaba kasaba iktidarı halka şikayet edeceği ortamlara hazırlanmakla meşguldü. Her konuda olan bitenin arka planını yüz yüze ilişkiler ile anlatabileceği zeminleri kovalamakta idi. Bugün belki takrir-i sükunların görece benzerlerini yaşamaktayız; parti kapatmanın değil ama oyunun kurallarını bozarak engellemenin de yollarını siyasi partiler ya da seçim kanunlarında değişikliklere gitme azmi serdederek arayıp bulmaya çalışan bir iktidar yapısı mevcut. Nitekim söylentiler “Daraltılmış bölge sistemi uygulanacağı; bölgesinde yüzde 20 barajını aşamayanın vekil çıkaramayacağı; ülke genelinde yüzde 10 barajının devam edip ittifak için de gereken oy oranının yüzde 5 olacağı” yönünde.

 

Dünyanın o eski dünya olmadığı, kapalı toplum oluşturmanın imkanlarının ortadan kalktığı, her şeyin çabuk değiştiği bir zamanda, geriye, kurallara hafsalaları zorlayacak şekilde müdahale etmekten başka bir şey kalmıyor. Dün toplumun anketler ve baskılamalarla yönlendirilemediğine şahit olmuştuk; bakalım yeni partilerin sinerjisi sadece iktidardan değil, İP, HDP ve CHP’den de ümidini kesmiş hatırı sayılır kesimlerin ümitlerini yeşertme, beklentilerini karşılamada ne derece etkili olabilecek?      

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.