Siyaseti Bir Kenara Bırakmak Ne Kadar Mümkün?
Tamam futbolu boykot edelim; ama yanı başımızdaki hibelerin, servetin ve silah tedariki anlaşmalarının izini de sürebilelim.
2022 Dünya Kupası’nın, bir süredir ekonominin güç merkezlerinden biri olan Katar’ın meşru bir kültürel ve siyasal aktör olarak uluslararası arenaya vardığını müjdelemesi bekleniyordu. Şu ana kadar beklenenin tam tersi oldu. Kupa, çarpıcı bir biçimde Katar’ın aleyhine döndü, başarabildiği tek şey de dikkatleri ülkenin göçmen işçileri istismarına, LGBTQ+’lara ve kadınlara yönelik baskısına çekmek oldu. Pazar günü gerçekleşen açılış töreni (BBC alışılmadık bir biçimde açılış törenini yayınlamamayı tercih ederek Katar 2022’nin yanlışlığına odaklandı) genel anlamda zorlama bir neşe dayatıyor ve abartılı övgülerle göz boyamaya yönelik olduğunu hissettiriyordu. Katar hükümdarının sade karşılama sözleri bile, geri planda gizlenen ve işaret edilen bir şeyler olduğu hissi uyandırıyordu.
Görünüşe göre, turnuva etrafında yoğunlaşan bu tuhaf hal, “etrafından dolanılan” bir insan hakları sorununun halka yansımasının zaferiydi. Bu girişimin ortaya çıkış şeklinde insanları kızdıran bir şeyler vardı. Etkinlik kış aylarında, Avrupa futbol sezonunun tam ortasında gerçekleşiyor, tesislerin inşası için ucuz emek ve emek sömürüsü kullanılıyor; böylece para dünyayı dilediği gibi eğip büküyor gibiydi. Bir Dünya Kupası elçisinin eşcinselliği “zihinde bir hasar” olarak tanımlamasının ve Danimarkalı bir gazetecinin halka açık bir alanda yayın yaptığı esnada çekim yapmayı bırakmaya zorlanmasının da yer bulduğu yakın tarihli manşetler tüm bunları doğruyor görünüyordu. Bayern Münih ve Almanya’nın eski oyuncusu Philipp Lahm gibi oldukça tanınmış futbolcular Kupa’ya katılmayacaklarını, Lionesses takımının kaptanı Leah Williamson ise bir dolu ihlalin olduğu böylesi bir müsabakaya “ilgi duymadıklarını” söylüyordu. Barselona ve Paris gibi belli başlı Avrupa kentleri maçları halka açık alanlarda yayınlamazken, kupanın elçisi David Beckham’a merasimlerden çekilmesi konusunda yoğun bir baskı yapıldı.
Ancak protestolara zarar veren ve dengesini bozan bir şeyler de var: Katar, muntazam bir topluma geçişini hızlandırmakta olan güçlü devletlerin desteğine talip olma yoluyla manevralar yaparak kendisini bu önemli konuma getirebildiğinde, buradaki aktörlerin, oyuncuların ve hatta izleyicilerin eylemleri odaktan düşüyor gibi. Katar; Birleşik Krallık, Avrupa ve ABD tarafından tepeden tırnağa silahlandırılmış durumda ve Avrupa topraklarında devasa ve kârlı finans ve gayrimenkul işlemlerinde ortak girişimcilerden biri. Katar devleti Britanya’da en çok mülke sahip olanlar arasında onuncu sırada. Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmaya hak kazandığı için, İngiltere tarafından kendisine gelişmiş gözetleme donanımı da dahil milyarlarca sterlinlik silah satış lisansı verildi.
Özellikle Londra ile özel bir ilişkisi var ve bu ilişki Westminster’in beyan edilen armağanlar defterinde de görülebilir. Dünya Kupası öncesinde Katar’ın Britanyalı vekillere verdiği armağanların değeri, hükümetleri Britanyalı vekillere bağışta bulunan diğer 15 ülkenin toplam harcamasından fazlasına karşılık geliyordu. Muhafazakâr parti vekili ve Birleşik Krallık Bakanlar Kurulu’nun gey olduğunu açıklayan ilk ismi olan David Mundell, Katar’dan 7.473 pound değerinde ağırlama hizmeti aldı ve bundan birkaç ay sonraki bir parlamento toplantısında Katar’da LGBTQ+ haklarına ilişkin olarak başka bir vekil tarafından gündeme getirilen meselelere cevaben “Katar’ı eleştirenlerin enerjilerini Birleşik Krallık’ta profesyonel futboldaki LGBT meselelerine yönlendirmesi” gerektiğini dile getirdi.
Yani tabii David Beckham daha iyi bilir, ama kendisi siyasal uca doğru büyük bir hamle yapmayacak. Katar bir parya devlet değil, Körfez monarşileri ile derin ittifaklar kuran ve onlara dokunulmazlık sağlayan Batılı sponsorların küresel siyasi sisteminde varlığını sürdürüyor. Ülkenin gücünün temelleri, Avrupa da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanına ihraç edilen gaz üretimi ile gelen enerji zenginliğinde yatıyor. Yumuşak gücü ise, stratejik olarak Batı’da ve Batı ile sağlam jeopolitik bağlar geliştirmeye yatırım yaparak destekleniyor.
Ve işte bu bağların gücü, sorumluluğun bizde, futbolcularda, antrenörlerde ve zor sorulara yanıt vermek zorunda olan ya da katılıma ve takımlara, neyin söylenmesi neyin söylenmemesi gerektiğine karar veren organizasyon organlarında olduğu anlamına geliyor. Bu arada, hükümetlerden gelen mesaj da açık ve net. Emmanuel Macron, geçtiğimiz hafta “Sporu siyasallaştırmamalıyız” diyor, tam olarak Katar’ın (Katar’a Fransız silahları ihracı, 2017-2021 arasında 2012-2016’da olduğunun 25 katıydı) ağır toplarla birlikte olduğunu ima ediyordu. Şu hâlde, böyle bir üst düzey devlet koruması söz konusuyken etkili bir boykot ya da protesto nasıl olmalı?
Bundan önceki Dünya Kupası’nın Rusya’da, Skripal’ın zehirlenmesinin hemen ardından çok da irdelenmeden yapılmış olduğu gerçeği, şu aralar Katar eleştirilerinin ön saflarına itilenlerin elini daha da zayıflatıyor. Muhaliflerini avlayan ve LGBTQ karşıtı bir “eşcinsel propaganda” yasası çıkaran Rusya’nın nispi geçiş izni, Katar’ın aldığı darbeyle karşılaştırıldığında, öfkeli iyi niyete belli belirsiz bir önyargının eşlik etmediğini öne sürmeyi zorlaştırıyor. Burada, daha köklü bir futbol mirasına sahip olan Avrupa ülkelerinin, sporla tarihsel ilişkisi yok denecek kadar az olan Körfez’deki acemilerden meşru görüldüğü bir tür kültür bekçiliği var. Geçmişteki hataları hesaba katmamak, Katar’ın kendini dünyevi ilerlemenin sembolü olarak konumlamasını sağlıyor ve FIFA başkanı Gianni Infantino gibilerine ülkenin “zorbalığa uğradığını” iddia etme fırsatı veriyor.
Nasıl Bir Boykot?
Can sıkıcı bir soru da, neyin boykotu hak edecek kadar ciddi bir insan hakları ihlali sayıldığı. Son 20 yıldır yüzlerce tutuklunun yargılanmadan tıkıldığı ve birçoğunun işkence gördüğü, yasal bir boşlukta varlığını sürdüren açıkta büyük bir cezaevi işletmek sayılır mı mesela? Guantanamo, binlerce göçmen işçiye sistematik olarak kötü muamele etmekle aynı şey değil. Fakat bu gibi farklılıklar her zaman nesnel bir ölçüm meselesi olmaz, mesele bizi bazı ihlallere alıştıran ve diğerlerine duyarlı hale getiren anlatıların ne kadar başarılı bir şekilde satıldığı.
Şu hâlde, çabalarımız kendi hükümetlerimiz, irdelemediğimiz önyargılarımız ve çifte standartlarımızla uyuştuğunda kendimizi ahlaki masumluk testlerine tabi tutmanın ne faydası var? Mesele sizin ya da benim önümüzdeki birkaç hafta kupayı izleyip izlememiz değil. Eğer mesele bir itirazda bulunmak ve tavır almaksa, o zaman bunu yapmanın yolu boykot sanırım. Ama amaç Katar’daki göçmen işçilerin, LGBTQ+’ların ve kadınların hayatları daha iyi hale gelebilsin diye gerçek bir baskı oluşturmaksa, o zaman yakınlarımıza baksak ve çabalarımızı ülkemizde sürdürsek iyi ederiz.
Katar ve dünyanın demokratik olmayan diğer zengin rejimleri, Britanya’da ve bunun bir uzantısı olan küresel sahnede, lobiciliğe açık bir parlamenter sistemle, kazançlı bir silah endüstrisiyle ve küresel zengin seçkinlere yönelik bir gayrimenkul ekonomisiyle güçlendiriliyor. Katar, rekabete girerken maruz kalacağı incelemeyi hafife almış olabilir, ancak kesinlikle doğru yaptığı bir hesap var: Futbol gürültüyü bastırdığı için öfke dağılacak ve dikkatler başka yerlere çevrilecek. Dünya Kupası bir ay sürüyor; kirli siyasi ittifaklarsa sonsuza dek.
Bu yazı The Guardian sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için burayı tıklayınız.