Siyasette Oyunlar; Umut ve Cesaret
Siyaset, bir yönüyle toplumun dinamiklerini belirleyen bir oyun tahtasıdır. Bu oyun, bazen tarafların birbirini dengelediği bir alan olurken, bazen de kazananın tüm ödülleri aldığı sıfır toplamlı bir oyun şeklini alır. Türkiye’nin mevcut siyasi atmosferi, daha çok ikinci kategoriye giriyor. Oysa siyaset her zaman sıfır toplamlı bir oyun olmak zorunda değil.
Türkiye’de uzun zamandır siyasetten gündelik hayata tam bir araf durumu yaşanıyor. Bir yanda güçlü bir değişim isteği ve umut, bir yanda hayal kırıklığı ve karamsarlık… Hem bireysel hem de toplumsal travmayı artıran cinayetlere tanıklık ediyoruz. Özellikle de bebeklerin canına kasteden rant çeteleri, ayrıntılarına vakıf oldukça yediden yetmişe hepimizi dehşete düşürüyor. En kötüsü de konuyla ilgili dört bir koldan şikâyetler yapılmışken bunca yıl örtbas edilmesi… Sorumluluğu almadığı gibi her konuda muhalefeti suçlu gösteren iktidar, adı üstünde erk sahibi olmanın konforuyla desteği azaldıkça farklı oyunlar, hamleler tasarlıyor. Oyunda muhalefete düşen rol, oluşturulan gündemin peşinden gitmek oluyor çoğu zaman. Bu vaziyetin oluşturduğu hal ise; siyasetin oyun tahtasında sıkışıp kalan bir toplum. Mevcut sistemin düzeleceğine güveni kalmayan ama gelecek için de bir umut ışığı göremeyen, yukarıda söylediğim gibi bir araf hali.
Siyaset, bir yönüyle toplumun dinamiklerini belirleyen bir oyun tahtasıdır. Bu oyun, bazen tarafların birbirini dengelediği bir alan olurken, bazen de kazananın tüm ödülleri aldığı sıfır toplamlı bir oyun şeklini alır. Türkiye’nin mevcut siyasi atmosferi, daha çok ikinci kategoriye giriyor. İktidarın, muhalefeti sürekli köşeye sıkıştırmaya çalıştığı bir strateji ve halkın bu denkleme dahil edilmeden edilgen bir pozisyonda bırakıldığı bir düzen. Buna ekonomik, hukuki ve toplumsal eşitsizlikleri eklenince iyice güçsüzleşen, umutsuzluğun pençesinde bir topluma dönüşüyoruz gittikçe. Muhalefet bu tabloya bir çıkış sunmak yerine topluma yaşadığı sorunları anlatıp duruyor.
Zor Oyunu Bozar
Oysa siyaset her zaman sıfır toplamlı bir oyun olmak zorunda değil. İktidar mücadelesi elbette kazanan ve kaybedeni belirleyen bir süreçtir; fakat toplumu kutuplaştırmadan, ortak bir geleceğe dair umut inşa edilebilir. Gücü sadece kendisi ve destekçileri için değil herkes için çoğaltan, paylaştıran bir siyasi irade… Bugün halkın esas talebi, giderek zorlaşan gündelik hayatını iyileştirecek politikalar yani, yeni bir güçlü sayfa… Yaşanan çaresizliğin geleceğe devredilmeyeceğine dair bir umut ışığı… Eğitimden sağlığa, ekonomiden adalete uzanan geniş bir alanda derinleşen yapısal sorunları yeni hasarlar oluşturmadan çözecek güçlü bir siyasete, aktörlere ihtiyaç var.
Bu ülke, içinde bulunduğu tahribata rağmen potansiyeliyle yeni bir hikâye yazma gücüne sahip. En büyük ihtiyacımız ise, toplumun farklı kesimlerinin hikâyesini ortak gelecekte birleştirecek bir siyaset vizyonu. Ayrıcalıklıların değil, herkesin muteber olduğu bir vizyon. “Zor oyunu bozar” diyor ya atasözümüz. Bugün siyaset sahnesinde zor görünen her hamle, yarın için bir umut ışığı olabilir. Ancak bunun için cesaretle atılacak adımlar gerekiyor. Rakel Dink, eşi Hrant Dink’in birinci ölüm yıldönümünde yaptığı konuşmada cesaret ihtiyacına şöyle vurgu yapıyordu: “Yas da kardeşlik de bugün cesaret istiyor, ama asıl, yaşamak cesaret ister. Umut cesaret ister. Adalet cesaret ister.”
Bugün siyaset de cesaret istiyor. Muhalefet aktörleri kararlı ve cesaretle hareket ettiğinde, yalnızca mevcut oyunu bozmakla kalmaz; aynı zamanda toplumu yeniden birleştirecek yeni bir hikâye yazabilir. Yıkılmaya yüz tutan bir imparatorluk bakiyesi üzerine Kurtuluş Savaşı’yla küllerinden doğan bir Türkiye hikâyesinin yazılması gibi. Bu hikâye, ülkenin potansiyelini heba eden ayrışmayı, toplumu kompartımanlara bölerek yönetmeyi hedefleyen değil toplumsal uzlaşmayı önceleyen, mevcut ve geçmiş travmaları rehabilite etmeyi hedefleyen, hakları merkeze koyan bir hikâye olmalı yine.
Bugün Türkiye’nin ihtiyacı olan şey, yalnızca bir seçim zaferi değil, halkın yarınlara umutla bakmasını sağlayacak bir gelecek tahayyülüdür. İktidarın yaşanan tahribatlarla ilgili sorumluluk almayan, kutuplaştırıcı, baskıcı stratejilerini boşa çıkardığı kadar, yeni bir Türkiye tahayyülünü de mümkün kılan bir siyasetten söz ediyorum.