Siyasi Yasakların Demokratik Yaraları
İktidar ve muhalefet arasında yaşanan siyasi rekabette “yasaklamalar” üzerinden üretilen politikaların, ülke ve toplum çıkarlarına demokratik bir katkı sağlamadığı en büyük gerçekliktir.
Bir ülkedeki vatandaşlar, insan hakları ve özgürlükler hususunda olduğu gibi, kendi ülkesinin yönetimine katılma ya da yönetimi eleştirme hakkında da hukuk güvencesi istemektedir. Hukuki güvence, aynı zamanda yargı garantisi anlamına gelmektedir. Bir ülkede, hukukun ilerleyebilmesi sadece kanunların değişmesi ve yasama organın faaliyetleriyle değil adaletin doğru ve adil işlemesiyle hayat bulmaktadır. Düşünceleri dile getirmenin “suç” şeklinde değerlendirildiği ya da “hakaretin herkes için hakaret olmadığı” ülkelerde, “siyasi suç” kavramı da gayet tabii bir unsur olarak ortaya çıkmıştır. Zira bu ülkeler, demokrasiden ziyade korku yönetimleriyle idare edilen otoriter rejimleri temsil etmektedir.
Siyasi ve ekonomik istikrarın devamlılığı için hukukun adaletli çalışması, eşitlik ve özgürlük ilkelerinin öncelikli önem taşıdığı çağdaş ülkelerin temel hedeflerinden birisidir. Bir ülkede halk tarafından seçilen ve milli iradenin temsilcisi bir öznenin siyasi bir davada, üstelik toplum nazarında infial yaratan bir ceza alması, herkes ve her şeyden evvel ülke demokrasisine zarar vermektedir. Nihayetinde milli iradenin tecelligâhı; devletin bireyden, bireyin toplumdan, toplumun bireyden, toplumun devletten ve devletin toplumdan beklentisini karşılayan bir genel duruma karşılık gelmektedir.
31 Mart seçimlerinin iptal edilmesinin ardından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı basın açıklamasında, YSK Başkanı ve üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla ‘hapis’ ve ‘siyasi yasak’ talebiyle yargılandığı davada; mahkeme heyeti İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay 15 gün hapis ve TCK’nın 53’üncü maddesine göre de siyasi yasak cezası vererek yeni bir tartışma alanına kapı aralamıştır. Kararın kesinleşmesi için istinaf mahkemesi ve Yargıtay süreçlerinin de tamamlanması gerekirken; bu durum, hiçbir değişim aşamasının normalleşemediği Türkiye’de seçime doğru gidilen atmosferde iktidarın eleştirileri üzerine çektiği, muhalefet cephesinin ise Ekrem İmamoğlu ismi üzerinden yeni bir ivme yakaladığı bir gündem yaratmıştır. Ancak kesin olan bir netice vardır ki süreç sonunda yara alan taraf; Türkiye demokrasisi olmuştur.
Türkiye; uzun bir yol katettiği demokratikleşme serüveni içerisinde siyasi yasaklara fazlaca aşina bir süreçten geçmiştir.
Recep Tayyip Erdoğan ismi özelinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı ile gelinen aynı sürecin sonunda iktidarın muhalefetin en büyük adaylarından birisi üzerinde nasıl böyle bir hata yaptığına dair eleştirilerin dışında; bunun gerçekten stratejik bir hata mı yoksa temeli dayanaktan yoksun bir hukuksuzluk mu olduğu tartışılmaktadır. 12 Aralık 1997’de Siirt’te halka hitaben yaptığı konuşma sırasında, okuduğu bir şiir sebebiyle hapis cezasına mahkûm edilerek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine son verilen Recep Tayyip Erdoğan, dört ay kaldığı cezaevinden çıktıktan sonra Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) kurmuş ve şiir okuduğu için hüküm giydiği vurgulamasıyla ülkedeki hukuki adaletsizlik ve demokrasi savunusu çerçevesinde geliştirdiği söylem neticesinde iktidar olmuştur. “Muhtar bile olamaz” manşetlerinin atıldığı dönemde ciddi bir hak ve hukuk savunuculuğu üstlenen AKP cenahı, tek başına sürdürdüğü 20 yıllık iktidarın sonunda “karşıt olduğu şeye dönüştüğü” eleştirilerinin adresi olmuştur.
“Yasaklamalar” Üzerinden Üretilen Politikalar
Siyasi yasaklar, otoritelerin rakiplerini kesin bir şekilde egale ettiği en güçlü siyasi silahlardan birisi olmuştur. Ancak milli irade üzerinde inşa edilen bu yasaklamalar, otoritenin güç kazanırken demokrasinin derin yaralar aldığı bir olguyu yaratmaktadır. Her türlü düşünce ve temel insan haklarına saygıyı merkezine alan demokrasinin en önemli özelliklerinden birisi, sadece insanın insanla değil, insanın toplum ve devlet ile olan ilişkisini, diğer siyasi sistemlere göre en fazla koruyarak güvence altına alan bir rejim olmasıdır. Diğer bir ifadeyle demokrasinin en belirgin mahiyeti; tüm kurum ve kurallarının, bireyi, birey hak ve özgürlüklerini tanımlayışında yatmaktadır. Dolayısıyla hukuki güvence ile korunamayan haklar ve bu sebeple demokrasiler üzerinde açılan yaralar, toplum temellerinde meydana gelen tahribatların da çoğalmasına neden yaratmaktadır. Ayrıca baskı ve yasaklamalarla pasifize edilmeye çalışılan siyasi öznelerin tersi bir reaksiyonla daha fazla toparlanarak güçlendiği tarihi bir gerçekliği de kapsamaktadır. Ancak iktidar ve muhalefet arasında yaşanan siyasi rekabette “yasaklamalar” üzerinden üretilen politikaların, ülke ve toplum çıkarlarına demokratik bir katkı sağlamadığı en büyük gerçekliktir.
Yaşanan son gelişmeler ve tüm bu tartışmalar ışığında, şüphesiz ki toplumsal barışın mayasını, birlik ve beraberliğin harcını ve demokratik gelişimin rotasını oluşturan hukukun, siyasetin tahakkümü altında olduğu ve siyasetin yasaklarla yürütüldüğü durumlarda adaletten, barıştan ve demokrasiden bahsedilemez.