Soğuk Savaş 2.0 Bağlantısızlar 2.0’ın Habercisi
Gelişmekte olan dünyanın önde gelen devletleri sadece yeni bir soğuk savaşta taraf seçmek durumunda olmayı istememekle kalmıyor, aynı zamanda (ve çok daha önemlisi de) taraf tutmak zorundalarmış gibi hissetmiyorlar da.
Neden şimdi? Neden Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı gelişmekte olan ülkelerin çoğunun Batı ile bağını koparmasına, mağdur olan ve mağdur eden arasında tarafsız bir duruşta diretmesine neden oldu, hem de diplomatlar ve konunun uzmanları “yeni bir bağlantısızlar hareketi”ne dikkat çekiyorken? Batı’daki demokrasiler Rusya’ya giderek daha fazla yaptırım uygular ve Birleşmiş Milletler’de Rusya’nın tutumunu kınarken, küresel Güney’in büyük demokrasilerinden ikisi, Hindistan ve Güney Afrika, Sahraaltı Afrika ve Güneydoğu Asya’daki pek çok devletin yaptığı gibi işgali kınamaya yönelik oylamaya katılmadı. Rusya’nın BM İnsan Hakları Konseyi üyeliğinin düşürülmesi için yapılan oylamada 58 ülke çekimser oy kullandı. Bu ülkelerin tamamı yaptırımlar konusunda Batı’yla birlikte hareket etmeyi reddetti, kimi zaman da Rusya ile ticaret yaparak yaptırımları önemli ölçüde zayıflattı.
Gelişmekte olan dünyadaki ülkelerin tümünün el üstünde tuttuğu bir ilke varsa eğer, bu da Rusya’nın şu aralar ayaklar altına aldığıdır: Sınırların ve devlet egemenliğinin kutsallığı ilkesi. Öte yandan, Boston Üniversitesi’nde ders vermekte olan Şilili eski bir diplomatın, Jorge Heine’nin geçenlerde bir söyleşide yaptığı gibi, “Ukrayna meselesindeki asıl yarılmanın demokrasi ve otokrasi arasında değil, küresel Kuzey ve küresel Güney arasında” olduğunu söylemek de ancak üstünkörü bir abartı olur. Bu şaşırtıcı bir düşünce ve ABD Başkanı Joe Biden’ın dünya düzenini demokrasiler ve otokrasiler arasındaki rekabet etrafında hizalama girişimine çok ciddi bir eleştiri.
Latin Amerika, Afrika ve Güneydoğu Asya’daki eski diplomatlarla ve uzmanlarla konuştuktan ve aynı zamanda da yeni bağlantısızlığa ilişkin literatüre göz attıktan sonra, Batı’nın Ukrayna meselesinde safları sıklaştırma talebinin, savaştan önceki düşünme biçimlerini açığa çıkardığını ama güçlü bir tepkiye neden olmadığını anlayabildim. Gelişmekte olan dünyanın önde gelen devletleri sadece yeni bir soğuk savaşta taraf seçmek durumunda olmayı istememekle kalmıyor, aynı zamanda (ve çok daha önemlisi de) taraf tutmak zorundalarmış gibi hissetmiyorlar da.
Bağlantısızlar Hareketi ilk olarak 1955’te Endonezya’nın Bandung kentinde, içinde bulunduğumuz andan çok daha ideolojik bir zamanda toplandı. Hindistan’dan Jawaharlal Nehru ve Gana’dan Kwame Nkrumah gibi hareketin önde gelen isimlerine göre, bağlantısızlık yalnızca Washington ya da Moskova’ya tabi olmaktan kaçınmak değil, kapitalizm ve komünizm tehlikesinin orta yerinde sosyalist bir patika izlemek anlamına da geliyordu. Bu fikir, eski sömürge devletlerin kendilerini Batılı güçlerden tamamen kurtarmaya yönelik milliyetçi emellerini tatmin ediyordu.
Yine de, 1970’lerde ve 80’lerde Bağlantısızlar Hareketi’ni “yeni bir uluslararası ekonomik düzen” ve “yeni bir uluslararası enformasyon düzeni” talebi bakımından alakasız kılan ideolojiydi. Britanya’da Margaret Thatcher ve Amerika’da Ronald Reagan dönemlerinin yaşandığı Batı, söz konusu zamanlarda Üçüncü Dünya olarak bilinen şeyin Küba ve diğer radikal devletler tarafından ele geçirildiğine, bu nedenle de bu ülkelerle yüzleşmenin ya da sadece görmezden gelmenin gerekli olduğunu söylemeye ikna olmuştu. Bundan kısa bir süre sonra da sosyalist patikanın bir çıkmaza vardığı gelişmekte olan dünyanın çoğunda bile anlaşıldı.
Bu eski ideoloji tümden yok olmadı. Hindistan’ın önde gelen siyasi entelektüellerinden oluşan bir grup 10 yıl önce, “Bağlantısızlar 2.0” başlıklı bir bilirkişi raporu yayınladı. Bu rapor Hindistan’ın müreffeh, çok etnili bir demokrasi olarak başarısının “insan türünün gelecekteki imkânlarını tanımlayacağı” tahmininde bulunuyordu (bu şimdilerde fantastik görünüyor). Hindistan bağlantısızlık teorisinin kaynağı olmaya devam ediyor ama çok etnisiteli demokrasisinden uzaklaşan heybetli istekler olmadan. 2020’de Hindistan Dışişleri Bakanı S. Jaishankar, “herkesin birbirine karşı olduğu bir dünyada” Hindistan’ın maksimum avantaj elde etmek için büyük rakip güçler arasındaki rekabeti “kendi çıkarına kullanarak” kendi çıkarlarının peşinden gitmesi gerektiğini kör bir realizmle savunan Hindistan Yolu’nu (The India Way) yayınladı.
Yeni bağlantısızların özü pragmatik ve araçsal. Buna tipik olarak, Irak’taki savaş, kalkınma yardımının azaltılması, tek taraflı ticaret anlaşmaları ve Batı’nın geçmişte işlediği ve bugün işlemekte olduğu diğer suçlar hakkındaki sert şikâyetler eşlik ediyor. Bu yeni hesaba şekil verense Ukrayna’daki savaş değil Çin’in yükselişi.
Söyleşilerimin tümünde nakaratım bu. BM Barış Gücü eski görevlilerinden biri ve şimdilerde Pretoria Üniversitesi’nde görev yapan bilim insanı Adekeye Adebajo, dikkatimi Çin’in 10 yıl önce Afrika’nın en büyük ticaret ortaklarından biri olduğuna ve Pekin’in oynadığı rol ve Batı’nın rolü arasındaki farkın zamanla arttığına çekmişti. Heine, Soğuk Savaş süresince Batı’nın tarafında olmanın ticaret ve yardım anlamında önemli avantajlar sağladığını, ancak bu avantajların artık tersine döndüğünü belirtiyor. “Biden’ın ekibi Latin Amerika’ya geldiğinde verdikleri mesaj ‘Çin’e dikkat edin.’ olmuştu. Çinli yetkililer Latin Amerika’ya gittiğinde ise köprüler, tüneller ve demir yollarından konuştular. Bu yaklaşımının diğerinden daha iyi tepki aldığını farz edebilirsiniz” diyor Heine.
Biden yönetimi diplomatlarının gerçekten eski Başkan Donald Trump’ın ekibinin yaptığı gibi, aynı sıfır toplamlı taleplerde bulunup bulunmadığını merak ediyorum. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Çin üzerine yaptığı yakın tarihli bir konuşmada, Washington’ın Çin’in önemli bir güç olma rolünü engelleme arayışında olmadığını ve ülkeleri iki süper güç arasında bir seçim yapmaya zorlamadığını söyleyerek önemli bir noktaya değinmişti.
Fakat Blinken’ın söylemeyi sürdürdüğü gibi, Biden yönetimi ülkelere “seçme” hakkı verseydi, Batı’nın ABD’nin COVID-19 aşılarını kilit altında tutmaya çalışmasına ya da gelişmekte olan dünyanın iklim değişikliğine uyum sağlaması için büyük bir fon sağlamamasına pek katkısı olmayacaktı. Çin, Bir Kuşak ve Bir Yol Girişimi aracılığıyla gelişmekte olan dünyaya on milyarlarca dolarlık altyapı fonu ayırdı. Merkezi Pekin’de bulunan Asya Altyapı Yatırım Bankası’nın bugün 105 üyesi ve 100 milyar dolar sermayesi var. Batı geç de olsa arayı kapatmaya çalışıyor: Biden geçtiğimiz hafta Batı destekli 600 milyar dolarlık bir küresel altyapı fonu oluşturulduğunu duyurdu.
Yeni Bir Soğuk Savaş Bağlantısızlığa Dönüşü Gerektirebilir
Çin’in uzun vadeli planında, küresel Güney ekonomik anlamda oldukça etkili olarak yükselmeyi sürdürüyor ve Batı’nın göreli düşüşü yine Batı’nın şu aralar Rusya’ya karşı örgütlediği türden bir cepheleşmeye karşı teminat sağlıyor. Çin, üyesi olmamakla birlikte uzun zamandır Bağlantısızlar Hareketi’nin dostuydu, şu aralar da Hareket’in canlandırılmasını destekliyor. Bir Çin düşünce kuruluşu olan Taihe Enstitüsü’nün İngilizce yayını TI Observer’ın yeni sayısı “Bağlantısızlar 2.0”a ayrılmış (ve konuk editör Heine). Yayınlanan makaleler arasında “Arjantin’in Üçüncü Yolu ve Rusya’nın Ukrayna’yı İşgali” (Argentina’s ‘Third Way’ and Russia’s Invasion of Ukraine) ve Çinli yazarların yeni bir bağlantısızlık çağrısında bulunduğu birkaç makale yer alıyor.
Gerçek bağlantısızlık elbette hem Washington’la hem de Pekin’le mesafesini korumalı. Bu yeni doktrin hakkında düşünme yollarından biri jeopolitik bir aktör olarak Çin’den korkan ve Batı ittifaklarının sağladığı güvenliğini aramaya devam eden pek çok devletin yine de Çin’i vazgeçilmez bir ekonomik partner olarak gördüğüdür. Adebajo’nun belirttiği gibi, küresel Güney “desteğini Çin’e transfer etmeyecek.” Çin’in aktif bir biçimde Rusya’yı desteklemesi, Ukrayna’nın işgalinin şok etkisi yarattığı başkentlerde kendini sevdirmesine yaramayacak. 193 Birleşmiş Milletler üyesinin 141’i işgalin kınanması yönünde oy verdi. Rusya’nın İnsan Hakları Konseyi üyeliğinden çıkarılması için oylama sonucu ise 93’e karşı 24’tü.
Singapur Devlet Üniversitesi’nde dış politika araştırmacısı olan Kanti Bajpain’in söylediği gibi, Biden için en önemli ders “demokrasi-otokrasi ayrımının küresel Güney’de çok fazla destek görmeyeceği ve dostluk uyandırmayacağı” olur. Biden, geçtiğimiz ay Los Angeles’ta düzenlenen Amerika Kıtası Zirvesi’ne otokrasileri (Küba, Nikaragua ve Venezuela’yı) davet etmeyi reddettiğinde bunu keşfetmişti. Zirveye 35 devlet başkanından sadece 23’ü geldi; gelmeyenler arasında Meksika, Orta Amerika’nın Kuzey Üçlüsü (Guatemala, Honduras ve El Salvador) ve Karayip devletlerinden birkaçının devlet başkanları yer alıyordu. (Zirve’ye katılmayı reddedenlerden Brezilya Cumhurbaşkanı Jair Bolsonaro son anda fikrini değiştirerek toplantıya katıldı.) Biden, bir araya gelenlere “demokrasinin yalnızca Amerikan tarihlerinin tanımlayıcı özelliği olmakla kalmayıp, Amerika Kıtası’nın geleceğinin de temel bileşeni olduğunu” söyledi. Demokrat dinleyiciler sessiz kalsa da Biden’la aynı fikirde olmayabilir.
Rusya işgalinin başlangıcından bu yana gördüğümüz, Batı’nın kaynaşması ve geri kalanının parçalanması. Batı, Rusya’nın komşusuna yönelik arsız saldırısını II. Dünya Savaşı sonrası düzene eşi görülmemiş bir meydan okuma olarak görmekte çok haklı. Fakat kendilerini bu düzenin mağduru oldukları kadar faydalanıcıları olarak da gören ülkelerden bu görüşü paylaşmaları beklenemez. Belki de bu görüşte olmalılar, ama olmadıkları açık. Hindistan’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Shivshankar Menon’un kısa bir süre önce Foreign Policy’de yazdığı gibi, “Mevcut düzen onların güvenlik ihtiyaçlarına, gıda ve finansa ilişkin endişelerine ya da iklim değişikliği gibi ulusaşırı tehditlere eğilmiyor” (Bağlantısızlık söz konusu olduğunda Hindistan’ın cidden özel bir yeteneği var).
Batı, küresel Güney’in sadakatini demokratik dayanışmaya başvurarak kazanmayacaksa, bunu maddi yardım yaparak sağlamak zorunda kalacak. Ama demokratik talep çok daha ucuz. Yoksul ve orta ölçekli devletlerin refahına yönelik gerçek bir kararlılığı gösterecek türden harcamalar kesinlikle yakın bir zamanda ortaya çıkmayacak. Küresel güç dağılımını daha adil bir şekilde temsil edecek bir BM Güvenlik Konseyi reformu da öyle. Asya, Afrika ve Latin Amerika’nın yükselen devletleri, ABD ve Batı’nın korumasını ararken bile kendi ekonomik çıkarlarının peşinden gitmeyi sürdürecekler. Sadece buna alışmamız gerekecek.
Bu yazı Foreign Policy sitesinde yayınlanmış olup, Evrim Yaban Güçtürk tarafından Perspektif için çevrilmiştir. Yazının orijinal linki için buraya tıklayınız.