Sosyolojik Basiret
Bir ülkede sosyologların asgari basireti, yani olup bitenin sebeplerini araştırma düzeyi düşük olursa, o ülkede sosyolojinin basiretinin bağlanmasından yakınmak da anlamsız olacaktır.
Bir sosyoloğun malzemesini incelerken, araştırırken, çözümlerken, açıklarken, anlamaya çalışırken ihtiyaç duyacağı en temel şeyler ne olabilir? Teoriler, yöntemler, akademik teşvikin ya da muhtemel doçentlik dosyasının sağladığı motivasyon, entelektüel sorumluluk, yaşadığı topluma, dünyaya karşı hissettiği hassasiyet, akademik rekabet, çalışma azmi, imkânlar, ortamlar vs. Aslında bütün bunları öylesine sıraladım. Bazıları anlamsız bulunabilir. Yerine başkaları önerilebilir. Hiçbir itirazım olmaz.
Sorum şu: Basiret bunlardan biri olabilir mi? Bir sosyoloğun alet/edevat çantasında bulunması gerekenler listesine bir de sosyolojik basiret eklenebilir mi? Hatta, bunu artık şahsileşmiş, karakterleşmiş bir insani donanım; bir sosyoloğun sahip olması gereken temel insani fakültelerden (yetilerden) biri olarak düşünebilir miyiz? Sosyolojik basiretten söz ederken elbette aklımın bir köşesinde Aristoteles’in “phronesis” dediği şey var. Bir tür pratik bilgelik. Farkındalık, itidal, doğruyu yanlıştan ayırt edebilme. Kısaca basiret yani. Aşırı yorum riskini de üstlenerek ifade ediyorum.
Bir hekim düşünün: Akciğer kanseri teşhisi koyduğu hastasını yıllardır sigara içtiği için azarlıyor. Onu bir savcı gibi suçluyor. Hâkim gibi yargılıyor. Bu hekimin basiret sahibi olduğunu söyleyebilir miyiz? Hekimliğin deontolojisine uygun bir davranış mıdır bu? Hekimin işlevi daha çok hastasına teşhis koymak ve ona gerekli tedaviyi önermek değil midir? Elbette akciğer kanseriyle sigara tüketimi arasındaki ilişkiyi uzun uzun anlatmasında bir sakınca yoktur. Ancak hekimliğin deontolojisinde, hastalığa neden olan tercihleri yüzünden hastaları yargılamak yer almaz.
Peki, bir sosyoloğun, toplumun yaşamakta olduğu sorunlar yüzünden bazı toplumsal, siyasal aktörleri suçlaması nasıl değerlendirilebilir? Bir toplumun yaşadığı sorunların tamamı bir siyasete, bir ideolojiye fatura edilebilir mi? Üstelik beşeri alanlarda “sorun” kavramı, tıptaki “hastalık”tan çok daha az nesneldir. Dolayısıyla toplumun bir kesiminin sorun olarak algıladığını, başka kesimleri hiç de öyle algılamıyor olabilir.
Elbette bir siyasi muhalif bununla mücadele etmek için elinden geleni yapabilir. Bir savcı ve/veya hâkim konunun hukuki boyutunu gündeme getirebilir. Kimileri meseleyi tamamen ahlaki açıdan ele alan değerlendirmelerde bulunabilir. Sosyolog aynı zamanda kendini özellikle Türkçede kullandığımız anlamda bir aydın ve/veya entelektüel olarak da görüyor olabilir. İçinde yaşadığı toplumun nasıl olması gerektiği konusunda çok güçlü kanaatlere, fikirlere de sahip olabilir. Ancak bütün bunlar işin sosyolojik basiret tarafını destekleyen özellikler değildir.
Temennilerle Tespitleri Ayırt Etmek
Genellikle çok güçlü temenniler, kaliteli tespitlerin önünde birer engeldir. Sosyolojik basiretin en hassas olması gereken konulardan biri de temennilerle tespitleri birbirinden ayırt etmektir. Bu nokta aynı zamanda aydın ve/veya entelektüel işlevle sosyolog işlevi arasındaki sınırdır. Bunlar arasında elbette geçişkenlikler vardır. Ancak bazen, hatta Türkiye gibi modernleşme toplumlarında çoğu zaman bu işlevler birbirleriyle çelişebilir.
Bir sosyoloğu diğerlerinden ayırt edecek ethos, olanların niye böyle olduğunu, bunun ardındaki akut ve kronik sebepleri ortaya çıkarmaktır. Sosyolog olup bitenden şikâyet etmez. Olup bitenin sebeplerini araştırır. Ben buna izninizle asgari sosyolojik basiret demek istiyorum. Ama elbette sosyolog da bir yurttaştır. Onun da belli siyasi görüşleri, belli bir hukuk ve ahlak anlayışı vardır. Sosyolog oy da verir, bir siyasi parti için de çalışabilir. Ancak sosyolojik basiret, bütün bunların sosyolojiyi eyleme biçimini doğrudan etkilemesine izin vermemektir.
Bu arada hekim/sosyolog benzetmesinin sınırları da vardır. Hastasına teşhis koyan bir hekim ona bir tedavi protokolü de önerir genellikle. Ancak elbette son karar hastanın kendisine aittir. Buna paralel olarak bir sosyolog da toplumun yaşadığı sorunların temellerine yönelik yaptığı tespitlerden yola çıkarak bazı çözümler önerebilir. Bu çözümlerin toplum tarafından algılanmasına yönelik olarak da iki boyuta değinilebilir. Birincisi, tıpkı hasta örneğinde olduğu gibi son kararın topluma ait olduğu gerçeğidir. Aksi durumda sosyoloğun Platon’un durumuna düşme riski çok yüksektir! İkincisi ise toplumsal, siyasal sorunların çözüm alanının sosyoloji değil, büyük ölçüde siyaset olduğudur. Sosyolojik basiret işte burada da gündeme gelir. Sosyolog sınırlarını, haddini bilmelidir.
Toplumların tarihsel olarak mutlaka yönelmesi gereken ideal bir rota yoktur. Toplumların mutlaka olmaları gereken bir hâl yoktur. Siyaset bunun için vardır zaten. Siyaset bunun ne olduğunu tartışmaktır. Bu anlamda toplumların ideal tansiyonu, ideal kolesterol seviyesi olmayabilir. Siyasette tek bir doğru yoktur. Siyasette birbirine tamamen zıt iki önerinin mutlaka biri doğru, diğeri yanlış olmak zorunda değildir. Her ikisi de doğru veya her ikisi de yanlış olabilir. Siyasette doğrular ve yanlışlar varsa bile bunlar evrensel değildir, tarihle bağlıdırlar.
Sosyolojik basiret aynı zamanda bütün bunların farkında olmayı içerir. Sosyolojinin, en azından siyasete göre daha uzun erimli bir nazara sahip olması gerektiği aşikârdır. Bu uzun erimin illa Annales Okulu’yla anılan anlamda bir “longue durée” olması gerekmeyebilir. Ancak sosyolojinin siyasete göre daha “kronik”, siyasetin sosyolojiye göre daha “akut” perspektiflere sahip olduğu da bir gerçektir. Sosyolojik basiret işte bu gerçeklik duygusuna sahip olmayı gerektirir.
Neo-Kantçı Rickert’in meşhur bir sözü vardır: “Hastalık yoktur, hasta bedenler vardır.” Örneğin, başı ağrıyor diye hastasından hemen beyin MR’ı istemek basiretli bir hekimlik tutumu olmayabilir. Beyin tümörünün belirtilerinden birinin baş ağrısı olması bu hekiminin tutumunu basiretli kılmaz. Bugün başı ağrıyan herhangi biri Google’a girip bu neyin belirtisidir sorusunu sorduğunda en kötü senaryo olarak beyin MR’ı çektirmeye kendisi de karar verebilir. Burada bir hekimlik söz konusu değildir. Aslında sosyolojide de durum bundan çok farklı değildir. Sosyolojik basiret, toplumsal sorunlarla, teşhisleri ve çözümleri arasında itidalli, makul ilişkiyi öngörür. Teoriler, yöntemler, alet/edevat çantası elbette önemlidir. Ama sosyolojik basiret aynı zamanda neyin, ne zaman, ne kadar anlamlı (significant) olduğunun farkında olmaktır. Öteki türlüsü zücaciye dükkânına fil gibi girmeye benzeyebilir.
Teorinin Militanı Olmamak
Sosyolojik basiret teorilerle, ekollerle, akımlarla, en azından meslekte tecrübe kazandıkça daha mesafeli olabilmeyi de ister. Bir sosyoloğun kullandığı, ait hissettiği teoriyle, ekolle ilişkisi bir ideoloji haline gelmemelidir örneğin. Teorinin militanı olmak değildir sosyolojik basiret. Onu nerede, ne zaman, neye yönelik olarak kullanacağına karar vermektir. Örneğin, kariyerinin sonuna yaklaşmış bir genel cerrah düşünün. Hâlâ yaklaşık 40 yıl önce hocasından öğrendiği gibi apandisit ameliyatı yapıyor. Hastanın karnını baştanbaşa yararak apandisite ulaşıyor. Günümüzün birkaç delikten sorunu halleden laparoskopik yöntemler varken. Bu cerraha iyi bir cerrah diyebilir miyiz?
Sosyolojide de benzer durumlar yok değildir. Derste hâlâ 30 yıl önce yazdığı doktora tezini anlatmak, ilgili literatürde son 30 yılda ortaya çıkan gelişmelerden haberdar olmamanın işaretidir. Kendinizi ait hissettiğiniz ekolün her şeyi açıkladığını, hatta alternatiflerinin hepsinin birer safsata olduğunu düşünmek aslında çok özel bir basiretsizlik biçimidir.
Uzun yıllar şöyle düşündüm hep: Toplumsal sorunlar her zaman sandığımızdan daha karmaşıktır. Hâlâ öyle düşünüyorum aslında. Ama artık bu sorunların analizinin ya da çözümünün de genellikle sandığımızdan daha kolay olduğuna inanıyorum. Belki de “bu ne yaman bir paradoks” diyorsunuzdur! Bence değil. Çünkü bu iki yargı aynı zemine ait değildir. Birincisi hayattır. Hayat her zaman karmaşıktır. İkincisi ise bilimdir/teoridir. Bilim hayatın basitleştirilmesidir. Bu ikisi arasındaki nitelikli bir ilişki için pek çoklarına çok öznel gelebilecek birçok etken rol oynayabilir. Sosyolojik basiret bunların en masum olanlarından biridir belki de.
Sonuç olarak bir ülkede sosyologların asgari basireti düşük olursa, o ülkede sosyolojinin basiretinin bağlanmasından yakınmak da anlamsız olacaktır.