Sosyolojik Ergenlik

Her gün siyasi tweet atan bir sosyoloğun ertesi gün dersinde ne anlattığı hep merakımı celp etmiştir! Üstelik Türkiye’de. Ülkede siyasetin sosyolojiye alan tanımamasından şikâyet ederken, en ufak göz kıpmada kürsüyü bırakıp siyasete koşmak hiçbir itibar kazandırmamıştır sosyolojiye. Son cümlem aslında çok kısa bir Türkiye Sosyoloji Tarihi’dir de aynı zamanda!

İnsan davranışlarını çözümlerken asgari bir rasyonalite şarttır. Ancak davranan insan için aynı şey geçerli değildir. Yani özneyi davranışlarında rasyonel olmaya zorlayan hukuki bir koşul yoktur. Ancak öznenin veya toplumun davranışlarını analiz etmeye çalışmak durumunda olan sosyolog için aynı özgürlük geçerli değildir. Sosyoloğun muhtemel en vahim hatası kendi mesleğini icra ederken temel bir koşul olan rasyonaliteyi, toplumsal/siyasal davranışa da uygulamayı bilim sanmasıdır. Sosyoloğun işi, siyasi faillerin eylemlerinin yargılamak, yanlışlarının çizelgesini çıkarmak, onları doğru yolda sevk ve idare etmek değildir. Bu tip girişimlerin varabileceği sonuçlardan biri genellikle Platonik bir bataklık olur. Bir alanın belli bir alt alanına gerçekten hâkim olabilirsiniz. Ama bu sizin alanın bütününe hâkim olabileceğiniz anlamına gelmez. Hatta bilim alanındaki hâkimiyet sizi otomatikman bilimin ilgilendiği alanın piri kılmaz. Eğer bu iş bu kadar basit olsaydı bütün başarılı siyasetçiler siyaset bilimciler içinden çıkardı. Yaşadığımız hayat bunun böyle olmadığının tescilidir.

 

Kimse kusuruma bakmasın ama özellikle sosyal medyada bu tip tavırlar almayı alışkanlık haline getiren sosyologlar sadece kendi ergenliklerini dışa vurmuyorlar, aynı zamanda bir alan olarak, bir disiplin olarak sosyolojinin ergen kalmasına da neden oluyorlar. Siyasette tek bir doğru yoktur. Siyasette mutlak doğrular ve yanlışlar yoktur. Birbirinin zıttı olan iki şeyin birinin doğru, diğerinin yanlış olması gerekmez siyasette. Birbirine karşıt iki görüşün ikisi birden doğru ya da ikisi birden yanlış olabilir. Öteki türlü zaten siyasetin özerk bir alan olarak var olması mümkün olmazdı. Bilhassa hakikat sonrası çağda popülist/otoriter liderlerin bu kadar revaçta olması zaten bunun kanıtı değil mi? Burada sosyolojiyi ergenleştiren en önemli tutum, bilimin koşulu olan rasyonaliteyi siyasetin de bir koşulu addetmektir. Dilerseniz biraz daha basit ifade edeyim: Sosyolojinin başarı algoritmasıyla, siyasetin başarı algoritması aynı değildir.

 

Sosyolojinin Siyasi Sorumluluğu

 

Sosyolojinin siyasi bir sorumluluğu olacaksa eğer, bu, örneğin Erdoğan’ın karşında kimin aday olması ya da olmaması gerektiği konusunda muhalif siyasilere, onların kadrolarına veya Altılı Masa gibi zaten bıçak sırtı birlikteliklere düzenli olarak ayar vermek değildir. Siyasilere bu konuda karar verirken mümkün olan en geniş ve sağlıklı veri setini sunabilmektir en fazla. Siyasi kararlar siyasi aktörlere aittir. Artısıyla eksisiyle sorumluluk onlardadır. Hatta sorumluluk yurttaşlardadır. Oy veren veya vermeyen yurttaşlardadır. Dünyanın hiçbir demokrasisinde doğru siyasi tercihleri sosyologlar belirlemez. Ne ülkeler ne büyük sosyologlar yetiştirdi. Ama o ülkelerin siyasi kaderi hiçbir zaman bu büyük sosyologlara teslim edilmedi. Çünkü en ünlü sosyoloğun bile bir yurttaş olarak, tıpkı diğerleri gibi, tek bir oyu vardı sonuç olarak.

 

Her ne kadar birbirlerinden ayırt etmek hiç de kolay olmasa dahi, iki şeyi mümkün olduğunca birbirine karıştırmamaya dikkat etmek gerektiğini düşünüyorum: Birincisi, olanın niye böyle olduğu konusundaki tespit, analiz, kavramsallaştırma ve teori. İkincisi ülkenin, dünyanın geleceğine yönelik yapılması gerekenler ya da bu konudaki temenniler. Benim en azından olgunluk yıllarımda ısrarla üzerinde durmaya çalıştığım bir ayrım bu. Olgunluk derken yaşımı kastediyorum. Yani basitçe buna tespitlerle temennileri birbirine karıştırmamak da denebilir. Birincisi sosyolojidir, ikincisi siyasettir. Birincisi materyalisttir, ikincisi idealisttir.

 

İçlerinde gerçekten çok önemli çalışmaları, değerli uzmanlıkları olanlar da dâhil olmak üzere bazı sosyologlar birinci alandaki bazı yeterliliklerini ikinci alanda konum elde etmek için heba etmekte pek bir hevesliler. Yani ilk alanda büyük emekle inşa ettikleri çizgiyi siyasette bozdurmaya hazırlar. Genelde hep ciddi bir yakınma konusu olan Türkiye’den neden büyük filozof, büyük sosyolog çıkmıyor sorusunun cevabı biraz da buralarda gizli gibi. Aslında gizli bile değil, gayet aleni! Her kitap yazan siyasete rücu ederse, sosyolojik alan nasıl olgunlaşacak, kurumsallaşacak? Sosyolojinin zaten pek olmayan toplumsal itibarı nasıl korunacak? İyi bir sosyolog olmanız sizi otomatikman iyi bir siyasetçi yapmaz. Hatta iyi bir siyasi danışman bile yapmayabilir. Hep söyleyegeldiğim gibi bu tıpkı iyi bir beyin cerrahının iyi bir entelektüel olmasının zorunlu olmamasına benzer.

 

Bir sosyoloğun, üstelik desteklediğini ifade ettiği siyasi liderlere sosyal medya üzerinden ayar vermeye kalkmasını ergenlik olarak nitelemek aslında yazının başından beri tartışmaya çalıştığım eşyanın tabiatına gayet uygundur. Bu tip bir tutum sosyoloğun kendi alanına, mesleğine saygısı olmadığına da işaret eder. Çünkü alan inşası, mesleki haysiyet ve şahsiyet biraz da mesafeyi koruyarak, alanın çitlerine riayet ederek mümkündür. Her gün siyasi tweet atan bir sosyoloğun ertesi gün dersinde ne anlattığı hep merakımı celp etmiştir! Üstelik Türkiye’de. Ülkede siyasetin sosyolojiye alan tanımamasından şikâyet ederken, en ufak göz kıpmada kürsüyü bırakıp siyasete koşmak hiçbir itibar kazandırmamıştır sosyolojiye. Son cümlem aslında çok kısa bir Türkiye Sosyoloji Tarihi’dir de aynı zamanda!

 

Sosyolojiyi Siyasette Bozdurmak

 

Ben değerli meslektaşlarıma siyasete bulaşmayın demiyorum. Eğer siyasete bulaşmak istiyorsanız önce sivilleşin diyorum. Gidin bir partiye üye olun ve doğrudan siyaset yapın. Sosyolog olarak gitmeyin, sade bir yurttaş olarak gidin. Döndüğünüzde sosyologluğunuz yine sizde kalmış olsun. Yani bunu yaparken sosyolojik kimliğinizi, mesleğinizi siyasette bozdurmayın. Siyasetten önce sosyolojide yaptıklarınız değerini yitirmesin. Türkiye siyasetinde cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, milletvekili ya da belediye başkanı olmanın aslında ne olduğunu bilmeden, bu süreçlere tenezzül etmeden sadece merkez liderliklere göz kırparak atacağınız her adım sosyolojiyi siyasette bozdurmak anlamına gelir benim için. Üstelik Türkiye sosyolojisinde kimin siyasette onları hemen istedikleri konuma getirecek birikimleri, donanımları olduğu ayrı bir tartışma konusudur. Oraya hiç girmek istemiyorum.

 

Örneğin mevcut siyasi iktidarla fazla içli dışlı olarak, mesafeyi ve özerkliklerini tamamen yitirenlerin benim gözümde hiçbir sosyolojik ehliyetleri yoktur artık. Kendi çevrelerinden gördükleri saygı, siyaseten gösterilen bir saygıdır ve sosyolojik anlamda alansal ya da mesleki hiçbir içeriğe dayanmamaktadır. Siyaseten muhalif olmanız uzun vadede sizi de bugün beğenmediğiniz o yandaşlar durumuna hızla sürükleyebilir. Muhalif sosyologların bu konuda tecrübesi elbette çok daha azdır. Sosyolojiyle siyaset arasındaki ilişkinin kişilerden, kurumlardan göreli bağımsız bir algoritması da yok değildir. Ve emin olun siyasetçi sizden çok daha akıllıdır. Kurnaz mı demeliydim yoksa! Neden mi? Çünkü siyaset, belli bir dar alanda uzman olan sosyoloğun ufkunun alabileceğinden çok daha fazla değişkene sahiptir. Tecrübeli bir siyasetçi de bunu çok iyi bilir zaten. Siyaseten başarsanız da başarmanız da, günün birinde kendinizi birkaç yıl önceki halinizin asla tanıyamayacağı bir halde, kenarda veya merkezde fark etmez, posası çıkmış bir halde buluverirsiniz. Ondan sonra da sizin sosyolojik CV’nizi artık kimse hatırlamaz. Hatırlasa bile ciddiye almaz. Kendilerini ucuza bozduranlar yeterince kıymet verilmiyor olmaktan yakınma hakkına sahip değildirler.

İLGİLİ YAZILAR

Sitemizde mevzuata uygun biçimde çerez kullanılmaktadır. Bilgi için tıklayınız.