Sosyolojik Zanaat
Toplumsal zihniyette sosyoloji, memleketin halinin ne olacağına yönelik kahve muhabbetinden daha kıymetli bir şey olarak görülmemektedir. Bu anlamda herkes memleketin halini diğerlerinden daha iyi bildiği için, sosyoloji bir uzmanlık alanı olarak addedilmemektedir.
Sosyolojik formasyondan beklenen asgari bir sosyolojik düşünme (Baumann), sosyolojik tahayyül (Mills) ya da sosyolojik nazardır. Ki daha önce yazdığım birçok metinde Türkiye’de sosyoloji mezunlarının büyük bölümünün bile bu asgari donanıma sahip olmadıklarını ileri sürmüştüm. Hâlâ aynı şekilde düşünüyorum. Çünkü sınıfta sosyoloji yapmakla, sosyoloji tarihi anlatmak aynı şey değildir! Yani sosyoloji öğretimi bizatihi sosyoloji bilimini yapma donanımına sahip olmayı içermeyebiliyor. Sosyolojik düşünme, sosyolojik tahayyül veya sosyolojik nazar, ummadığınız meselelerin bile sosyolojik kökenleri olabileceğini idrak etmek anlamına gelir her şeyden önce. Bu yaklaşımlarım hepsi belli bir dozda “sosyolojizm” içerir, hatta içermelidir de bence. Sosyolojizm her şeyin kökeninde sosyolojinin olduğu, sosyolojiyle her şeyin açıklanabileceğini yönündeki abartılı vurgudur. Ancak sosyolojinin esamesinin okunmadığı bir toplumda belli bir sosyolojizm, meselenin anlam ve önemi açısından katlanılabilirdir. Dilerseniz ülkenin sosyoloji mezunları dışındaki okuryazarlarına asgari bir sosyolojik formasyon yükleme işini “sosyolojik zanaat” olarak adlandırayım. Yani zihni el gibi düşünerek, her yurttaşın en azından kendi işlerini halledecek kadar el becerilerine sahip olmasına benzer bir biçimde.
Ülkede bu kadar sosyoloji bölümü yılda bu kadar mezun vereceğine, bu hocalar tıp, hukuk, mühendislik, sanat, tasarım, iktisat, siyaset mezunlarına asgari sosyolojik formasyon vermeyle iştigal etseler ülkeye belki de daha faydalı olurdu. Hatta, sosyoloji diploması olan gençlerin daha kolay iş bulabilmeleriyle, toplumda asgari bir sosyoloji mefhumu olması arasında bir ilişkisellik olduğunu düşünüyorum. Bugün Türkiye’de sosyoloji mezunlarının mevcut donanımlarına uygun bir iş arzı yeterince yok. İş bulanlar da zaten diplomalarına uygun olmayan işlerde çalışıyor. Bunun temel nedeni toplumda sosyolojinin ne işe yaradığı konusunda yerleşik bir kanaat olmamasıdır. Toplumsal zihniyette sosyoloji, memleketin halinin ne olacağına yönelik kahve muhabbetinden daha kıymetli bir şey olarak görülmemektedir. Bu anlamda herkes memleketin halini diğerlerinden daha iyi bildiği için, sosyoloji bir uzmanlık alanı olarak addedilmemektedir.
Konuyu biraz da üniversiter sosyoloji açısından değerlendirmeye çalışayım. Sosyolojik zanaat, Türkiye gibi aşırı kutuplaşmış toplumlarda daha elzemdir. Çünkü sosyolojinin alet edevat çantasını taşıyan herkes, bu kutuplaşmış toplumsal kesimlerin birine aittir genellikle. Belki de sırf bu nedenle bu tip toplumlarda sosyolojinin yapılma ehemmiyeti ile yapılma imkânları genellikle ters orantılı olur. Yani toplumun aslında sosyolojiye çok ciddi bir ihtiyacı vardır ama aynı toplum sosyolojiye var olma alanı tanımaz. Bu nedenle örneğin Avrupa’da sosyoloğun tuzu göreli olarak daha kurudur.
Erdoğan ve Kitlesi
Bunu isterseniz geçmiş bir seçim sürecinin sıcaklığında, yanlış anlaşılma riskini de göze alarak bir örnek üzerinden anlatmaya çalışayım. Erdoğan’ı hafife alarak yapılacak ve başarılı olabilecek bir siyasi çözümleme yoktur. Erdoğan figürü, modern zamanların diğer tüm otoriter liderlerinden bile daha karmaşık analize muhtaç bir siyasi liderdir. Hatta modern zamanlarda bir toplumla, daha doğrusu bir toplumun belli bir kesimiyle bu kadar derinden özdeşlik kurabilmiş lider olduğunu pek sanmıyorum. Bu anlamda Türkiye’de sosyoloji kendisini şanslı addetmelidir. Türkiye ve Erdoğan dünya çapında sosyoloji üretebilmek için çok önemli bir imkândır. Ancak bence bunu yapabilmek için genelde yapıldığı gibi Erdoğan yerine, onun kitlesine odaklanmak elzemdir.
Türkiye’de toplumsal zihniyette sosyolojik nazar yeterince güçlü olmadığı ve sosyolojik uzmanlık düzeyinde de duruma uygun sosyolojik zanaat geliştirebilme kabiliyeti az olduğu için sözünü ettiğim ilişki, yani Erdoğan ile kitlesi arasındaki ilişki üzerine asgari bilgi üretme kapasitesi sınırlıdır. Sosyolojik uzmanlık çerçevesinde farklı sosyolojik tecrübeler, farklı nedenlerle bu işlevi yeterince yerine getirememektedirler. Bunu dilerseniz İslamcı ve solcu sosyolog grupları üzerinden kısaca ele alayım. İslamcı sosyologlar Erdoğan’a siyaseten fazla yakın oldukları için, solcu sosyologlar ise Erdoğan’a ve dolayısıyla kitlesine yönelik siyasi mesafelerinden dolayı meseleye analitik bir çerçevede bakamıyorlar yeterince.
Erdoğan ile kitleri arasındaki ilişkiyi çözümleyebilmek için konuya belli bir mesafeden ve soğukkanlılıkla yaklaşmak gerekir. Mevcut siyasetin harareti ise her iki kesim için bunun önündeki bir doğal engeldir. Aşırı sahiplenici ya da yargılayıcı tutumlar, nitelikli çözümleme yapmayı zorlaştırır. Nitelikli bir çözümleme yapmadan ise siyasi olanın arkasından sosyolojik altyapıyı görünür hale getirmek imkânsız hale gelir. Üstelik sanki herkesin ciddi bir acelesi vardır. Acelecilik, acilcilik, III. Selim’den beri modernleşme sürecinin en temel niteliklerinden biridir aynı zamanda. Siyaseten hüküm verme açısından kendini tutamama, sosyolojik analizin önünü tıkar böylesi bir gelenekte. Sosyolojik düşünme, sosyolojik tahayyül ve sosyolojik nazara dayanan bir sosyolojik zanaat, örneğin çözümlemeyle anlama arasındaki algoritmadaki mesafe yönetimi olabilir. Burada anlama derken dar anlamıyla saha araştırmasını kastetmiyorum. Birikimsel bir kamusallıktan bahsediyorum. Erdoğan’ın kitlesiyle hiçbir ilişkiniz yoksa, onları hiç dinlemiyorsanız, sosyolojik kanonun size sağladığını kavramsal çerçeveyi fazla eğip bükmeden, yani aletinizi malzemeye göre gerektiğinde yeniden biçimlendirmeye ihtiyaç duymadan eylersiniz. Üstelik bu süreci bir de siyaseten münasip görmeme yargılarıyla donatırsanız nitelikli sosyoloji yapma imkânınız pek olmaz. Türkiye’de solcu/muhalif sosyologların genel durumu bu şekilde tasvir edilebilir.
Ancak bunu tam tersi olarak sadece Erdoğan’ın kitlesi içinde yaşarsanız, kamusal evreninizi onunla sınırlarsanız, Erdoğan ve Türkiye’yi bütün dünyadan, sosyolojik kanondan, onun şimdiye kadar ürettiği teori ve kavram setlerinden bağımsız bir siyasi aidiyetle ele alırsanız, bu sefer de çözümleme imkânını kaybedersiniz. Erdoğan ve kitlesini anlarsınız belki ama asla çözümleyemezsiniz. Yukarıda mesafe algoritması derken neden bahsettiğim umarım anlaşılmıştır. Sosyolojik zanaat biraz da işbu süreci doğru yönetebilmektir. Sosyolojik bilgi ancak buradan çıkar.
Uzun lafın kısası, Türkiye’de uzmanların sosyolojik mezuniyeti açısından da, asgari sosyolojik formasyon çerçevesinde de sosyolojik zanaatın imkânları oldukça sınırlıdır. Zaten ben de epey bir zamandır, Perspektif’te yazdığım bu son yazı dizisiyle de, ülkede sosyolojik mezuniyetin doğasını tartışmaya çalışıyor ve onun yetersizliğini özellikle vurguluyorum. Buna paralel olarak da toplumsal zihniyette asgari sosyoloji mefhumunun inşası için tüm okuryazarlara asgari sosyolojik formasyon öneriyorum. Ve bu ikisi arasındaki algoritma, bana hem üniversiter sosyolojinin hem toplumun kalitesini artırmak açısında vazgeçilmez gözüküyor.